Etiyopya'dan Caz Gelir, Ne Kadar Gelse Az Gelir

-
Aa
+
a
a
a

Her müzikseverin ömr-ü hayatında mucizevi anlar vardır. Bir müzik duyarsınız ve hemen o an yepyeni, çok güçlü, sarsıcı bir şeyle karşılaştığınızı anlarsınız. Bu, şu an dinlemekte olduğunuzun, size bambaşka bir dünyanın kapılarını araladığını, onun peşinde yeni dehlizlere adım atacağınızı derhal fark edersiniz. Tüm bunları bir önseziyle kavramanın heyecanıyla, bu yeni müziğin ne olduğunu, kimlerce, ne zaman yapıldığını bilme arzusu arasında gider gelirsiniz. Çoğu kez o müziğin haz imbiklerinde demlenerek yavaşça içinize akmasına izin vermeniz ve bu yeni konuğun ruhunuzda ve kalbinizde nerelere dokunduğunu anlamanız için bu meraklardan kurtulup durulmanız gerekir. İlk kez Açık Radyo'da Wibutee grubunu dinlediğimde, Tim Buckley'in Sweet Surrender'ını duyduğumda, Tanburi Cemil'le tanıştığımda, Tinariwen'in ardından çöl blues'u ve Mali müziğinin peşine düştüğünde, Reem Kelani'nin Filistin halkının acılarıyla cazın tarihsel bilgeliğini harmanlayan müziğini o ilk duyuşumda ve bir plakçıda Afrika müziklerini konu alan bir toplamada Mulatu Astatke'yle karşılaştığımda hep buna benzer şeyler hissettim.

 

İşte bu mucizevi şaşkınlık, telaş ve şehvet anlarının tekrarlanması, en büyük arzusudur müzikseverin. Bu anın her yinelenişinde müziksever, birkaç kulaç yol aldığını sandığı o denizin nasıl tahayyül ettiğinden de engin olduğunu bir kez daha anlar. Dokunmadığı, bilmediği daha belki haberdar bile olmadığı ne çok hayat, ne çok anlatma-tasvir etme biçimi olduğunu; öğrenecek, deneyimleyecek ne çok şey bulunduğunu ayrımsar. Ne az bildiğini bir kez daha fark eder ve bunun için şükreder.

Bu uzun lakin birçoklarının duygularına tercüman olduğunu umduğum girişi, sözü Mulatu Astatke'ye ve onun içli, kavruk ama aynı zamanda kabına sığmayan Etyo-cazına getirmek için yapmış bulunuyorum. 1960'ların sonlarıyla 70'lerin ortası arasındaki o kısacık dönemde paha biçilmez meyvelerini vermiş olan modern Etiyopya müziği, benim gibi birçoklarının hayatına bir daha çıkmamak üzere girmiş durumda. Bir yanıyla Arap ve Kuzey Afrika etkilerine, bir yanıyla caz, Latin, soul ve funk müziğine ve bir yanıyla da tabi geleneksel Etiyopya ve diğer Afrika ezgilerine açılan eşsiz zenginlikte bir müzikten söz ediyorum. Ama çarpıcı olan, o doğulu efkarın ve içliliğin, Afrika'lı kavrukluğun ve Etiyopya'lı bir var oluşun imbiğinde demlenen bu zenginliğin, tamamlanmış bir yalınlık, bir "basitlik" olarak içinize dolması. Dört bir yandan gelenin, içerinin (Etiyopya'nın) o delikleri pek dar süzgecinden geçerek bu topraklara özgü sedayla pek rahat kaynaşması. Modern Etiyopya müziğine ve onun Mahmoud Ahmed, Girma Beyene, Alemayehu Eshete ve Getatchew Mekurya gibi yıldızlarına daha sonraki yazılarımda yer vereceğim. Ancak bu yazıda daha çok Mulatu Astatke'nin müzik kariyerine ve modern Etiyopya müziğinin bir parçası olarak görebileceğimiz  Etyo-caza yoğunlaşmak istiyorum.

 

En bilinen ve kulağına güvendiğim DJ'lerden Gilles Peterson'un "müziğin ulaşılabilecek en üst formunu yaptığını" söylediği Mulatu Astatke, kendisinin adını koyduğu "Etyo-caz'ın" kurucusu ve başta gelen figürü. O müziğine Etyo-caz dese de birileri bu müziği de o binlerce farklı sesi/geleneği aynılarmış gibi toptanlaştıran, batı merkezci, buyurgan, evrenselci ve aslında kelimenin tam anlamıyla aptalca olan "dünya müziği" (world music) etiketiyle damgalamak konusunda ısrarcı. Ne var ki, Etyo-caz geleneksel yerel müzik ve Afrika müzikleri dinleyicisini çok aşan bir kitleye ulaştı. 1960 ve 70'lerin psychedelicrock müziğindeki o kalbe ve ruha dokunan, uzun epik bir şiiri andıran müzikal ve duygusal zenginliği özleyenler de funk ve soul temelli müziklerin o groovy sedalarıyla hop oturup hop kalkanlar da Coltrane'in uzun baladları ve dizginlenemez sololarıyla kendilerinden geçenler de ve benim gibi bunların her birini ayrı ayrı sevenler de tadını çıkaracak çok şey buldular Mulatu'nun müziğinde. Bu yüzdendir ki, Francis Falceto'nun sahibi olduğu Buda müziğin Ethiopiques serisini yayımlamaya başlamasından ve Jim Jarmusch'un Broken Flowers filminin soundtrack'inde  yer bulmasından bu yana Mulatu'nun Etyo-cazı dünyanın dört köşesindeki müzisyenler için büyük bir ilgi ve heyecan kaynağı oldu. Nitekim bu ilginin en son ürünü olan ve Mulatu'nun İngiliz grup The Heliocentrics'le birlikte yaptığı Inspiration Information: Mulate Astatke The Heliocentrics albümünü bundan sonraki yazıda incelemek istiyorum.

 

Şimdi Mulatu'nun hayatına biraz daha yakından bakalım. Mulatu Astatke, 1943 Etiyopya doğumlu ve sanırım bir çok vatandaşına oranla oldukça şanslı. Zira mühendislik eğitimi almak üzere erken yaşta Britanya'ya gönderiliyor. Ama Londra'dayken mühendislik çalışmaktansa müzik öğrenmek ve içindeki Etiyopya müziği ezgi ve ritimlerini "batılı" formlarla birleştirmek ona çok daha çekici geliyor. Londra'da saygın Trinity College of Music'den kabul alınca müzik ve caz dünyasına adım atıyor. The Heliocentrics'le yaptığı albümün notlarında yer verilen söyleşisinde o günleri "pek güzel günler" olarak yad ediyor. Zira Mulatu artık kendini bir müzisyen olarak kabul ettirmiştir ve tabi Hase, Ronnie Scott gibi Londra ve küresel caz sahnesinin önemli isimleriyle birlikte konserlere çıkmaya başlamıştır. Londra'nın o pek hareketli müzik ortamının ve müzisyenlerinin de etkisiyle kendisi için bir misyon da belirlemiştir: "İngiltere'deyken, Gana, Nijerya, Trinidad gibi ülkelerden gelen ve müziklerini geliştirmeye ve Avrupalı dinleyiciye tanıtmaya çalışan müzisyenleri görüyordum. İngiliz Uluslar Topluluğu'ndan dolayı İngiltere'yle bağlantıları vardı. Beni Etiyopya müziğini tanıtmaya yoğunlaşmam konusunda etkilediler. İşte bu duygularladır ki Amerika'ya gittim. Uzun yıllardır Etiyopya, çok kapalı bir ülkeydi ve hiçbir zaman müziğimizi ve kültürümüzü tanıtma imkanlarına sahip olmamıştık. İngiltere'de gördüğüm müzisyenler gibi tanınabilmek için bir şeyler yaratmaya karar verdim."[i]

 

Etiyopya ritimlerini ve ezgilerini dünyaya dinletmek ve kendini geliştirmek için Amerika'ya giden Mulatu, Boston'daki Berkley College of Music'in ilk Afrikalı öğrencisi olur. Okul bitince 1963'te Mulatu New York'a taşınır ve burada Afro-Amerikan ve Porto Rico'lu müzisyenlerle The Ethiopian Quintet'i kurar. Afro Latin Soul ismiyle iki kayıt yayımlarlar.[ii] Bu kayıtlarda pentatonik (beşli) ölçüyle icra edilen Etiyopya ezgilerini, batının 12'li nota sistemi ve enstrümanlarıyla çalarlar ve Latin müziğinin Afrika'ya uzanan köklerini de göstermek isterler. Böylece beste ve aranjman yapan, vibrafon, org gibi tuşlularla birçok perküsyon çalan Mulatu için 1960'lar, Etyo-cazı oluşturup olgunlaştırmaya başladığı yıllar olur. Mulatu, karşılaştığı ve birlikte müzik yaptığı cazcılar arasında bilhassa John Coltrane'i anımsıyor: "Onu Birdland'de gördüm ve bir süre oturup konuştuk. Bir Afrikalı müzisyenle konuşmaktan çok mutluydu. Benim izlenimim şuydu ki, Coltrane çok güzel ve barışçıl bir adamdı. "Etiyopya'yı  ziyaretinde Mulatu, John Coltrane'in ikinci eşi piyanist Alice Coltrane'le kayıtlar yapar ama ne yazık ki bu kayıtlar sonraları kaybolur. 1971'de Duke Ellington, orkestrasıyla Etiyopya'ya geldiğinde onlarla da çalar.

 

Mulatu, 1960'ların sonlarında Addis Ababa'ya döner ve burada ülkesinin geleneksel şarkılarını batılı formlarla yeniden düzenlemeyi ve çalmayı sürdürür. Daha sonraki yazılarda değineceğim üzere, döndüğünde bambaşka bir Etiyopya bulmuştur. Plak yapımı, dağıtımı ve ithali üzerindeki devlet tekeli gevşemeye başlamış, bilhassa Amerika ve Avrupa'dan esen müzik ve moda rüzgarlarına kapılan gençlik, yeni müzikler talep eder olmuştur. 1960'lı ve 70'li yıllar boyunca Bütün Afrika'yı kavuran James Brown etkisi buraya da ulaşır. Ne ki 1974'te bir askeri darbeyle İmparator Hayle Selasiye devrilir ve Etiyopya için 17 yıl sürecek yeni bir içe kapanma dönemi başlar. Hayatın her alanında olduğu gibi sanat ve kültür alanı da doğrudan devlet kontrolüne girer modern Etiyopya müziğinin altın çağı da yavaşça sönümlenmeye başlar. Mulatu'nun Etyo-cazının bilhassa Etiyopya dışında tanınmaya başlaması için Francis Falceto'nun, sahibi olduğu Buda Müzik'in bu altın çağın meyvelerini Ethiopiques serisiyle dünyaya duyurmaya başlaması gerekecektir.

 

Ancak Etyocaz ve Mulatu için gerçek kırılma noktası Jim Jarmusch'un çok sevdiği bu müzikleri bir filminde kullanmak istemesiyle oluşur. Gilles Peterson'a verdiği mülakatta Mulatu olayların gelişimini şöyle anlatıyor: "Ben, adına Etyo-caz dediğiniz müziği New York'ta yaratalı neredeyse 45 yıl oldu. Sonra eve (Etiyopya) döndüm ve New York'tan ayrıldıktan sonra kimseyle iletişimim olmadı. Ethiopiques serisinin başlaması için uzun zaman geçmesi gerekti. İnsanlar, bu müziği dinlemeye, Etyo-caz müziğine ilgi duymaya başladılar. Bir gün öğleden sonra Jim Jarmusch'un sekreteri beni otelimden aradı. Jim Jarmusch ve bütün film ekibi olarak bugünkü konsere geleceğiz dedi. Jim Jarmusch'un kim olduğunu bilmiyordum, buyrun gelin tabi dedim. New York'ta Winter Garden denilen bir yerde çalıyordum, çok güzel bir konser oldu. Tüm biletler tükenmişti. Konser bitince Jim, sekreteri ve bütün film ekibi sahne arkasına geldi. Jim bana, 6 yıldır senin müziğini dinliyorum ve bu müziğe vuruldum dedi. Müziğini filmimde kullanabilir miyim diye sordu. Ben de tamam, şikayetlenecek bir şey yok, istediğim gibi yap dedim. Sanırım müziğin filmle hemhal olabilmesi için Etiyopya'lı bir karakter yarattı. Film çok başarılı oldu. Mulatu'nun müziği Broken Flowers'la birlikte tanınınca o da Londra'da ve diğer Avrupa şehirlerinde konserler vermeye, film festivallerinden davetler almaya başlıyor.

 

Francis Falceto'nun Ethiopiques serisinde yayımladığı albümlerdeki notlarında ve konuyla ilgili bir çok başka yazıda, belirli bir söylem öne çıkıyor. Bu yazılarda, Etiyopya'nın tarihi boyunca 6 yıllık (1935-1941) İtalyan işgali dışında yabancı güçlerin istilasına uğramadığının ve Afrikalı komşuları dahil diğer ülke ve kültürlerle alışverişinin pek kısıtlı kaldığının altı çiziliyor. Hatta kendisini diğer Afrikalı etkilerden özellikle izole ettiği, bunun da burada bambaşka bir kültürün ve müziğin vücut bulmasına yol açtığı ima ediliyor. Ancak Mulatu'nun müziğinde kendi kulaklarımla duyduklarım ve gene onun şu sözleri, neredeyse klişeleşmek üzere olan bu temsiliyet biçiminin tümüyle doğruyu yansıtmadığını gösteriyor: "45 yıldır bu müziği yapıyorum, bu  müzikte çok farklı unsurlar var. Etiyopya müziğini duyabilirsin, Afrika Amerikan ritimlerini, Latin müziğini duyabilirsin"[iii]. Gene Mulatu, Latin müziği Etiyopya'ya nasıl ve nereden geldi diye sorulunca: "Tüm bu ritimler tüm bu unsurlar hepsi Afrika'dan. Bütün bunlar Afrika ritimleri. Özellikle Batı Afrikalı kardeşlerimiz, Karayip ve Latin Amerika ülkelerine, Küba'ya gittiler. Bu ritimleri o ülkelere götürdüler ve o ülkelerde bu ritimleri daha da geliştirdiler. Müzikal açıdan Amerika'ya çok yakındılar. Amerika sadece 90 km uzaktaydı. Her türden güzel müziği dinlediler ve salsa gibi tüm o güzel müziklerle ortaya çıktılar. İşte tüm bu ritimler ve duygu işte orda, onlar zaten benim içimde. Tüm bu kullandığım ritimleri güney Etiyopya'da bulabilirsin. Etiyopya kültürel açıdan çok zengin bir ülkedir. Örneğin Etiyopya'nın kuzeyinde Hint aromasını duyabilirsin, bazı Arap tatlarını Japon ve Çin tatlarını bulabilirsin. Güneye gidersen Batı Afrika müziği karşına çıkar. Ayrıca bir çok ilginç geleneksel müzikler mevcut. Gene Arap etkileri taşıyan Harare bölgesi var. Bu müziği yaptığım 45 yıl boyunca Afrika'nın müzik dünyasına yaptığı katkılar her zaman zihnimdeydi. Tüm bunları bir araya getirdim ve işte bu Etyo-caz müziğini yaptım" diyor.

 

Devam edecek.

 

Tavsiye edilen albümler:

Ethiopiques Vol. 4: Ethio Jazz & Musique Instrumental, Buda Musique, 1998.

The Very Best of Ethiopiques, Manteca, 2007.

Ayrıca Mulatu Astatke'nin bazı canlı performansları ve Etiyopya kültürü ve müziği üzerine verdiği dersler, http://redbullmusicacademyradio.com/ adresinden dinlenebilir.

 

 

 

[i] Mulatu Astatke, Inspiration Information: Mulatu Astatke The Heliocentrics albümü notları, Strut, 2009.

[ii] Bu kayıtlar, yakınlarda Worthy Records tarafından plak ve CD olarak yeniden yayımlandı.

[iii] Gilles Peterson Worlwide podcast, Vol 2 No 4, http://www.gillespetersonworldwide.com/'dan erişilebilir.