Dönem 1970’lerin sonları, yer Erzurum Devlet Su İşleri Lojmanları. Okullar tatil, hava ve zemin futbol oynamaya ziyadesiyle elverişli. Yaş itibariyle, dönemin siyasi havası, elinde topu, aklında maçı olan çocuklar için, sadece bir zaman mekân fonu. Elbette, mevki itibariyle siyasi ortamın gerilimlerine de tanık olmuyor değiliz. Bizim topumuzun dışarı kaçması kadar, lojman arazisine de abilerimiz kaçıp duruyor. Abilerimiz demekten imtina etmiyoruz, yaş kemale erince, bizde kutbun bir tarafında yerimizi almaya başlıyoruz. Tabii aradan geçen uzun zaman ve darbe sonrası...
Neyse, dediğimiz gibi, “ne MC ne TC”, o an yaklaşık on tane çocuğun konsantrasyonu az sonra başlayacak maçta. Takımları kurmak gerekiyor. “Gassaraylılar-Fenerliler”, “Aşşağı Lojmanlılar-yukarı Lojmanlılar” ve serbest seçimler gibi kutuplaşmalar iyice kabak tadı vermeye başlamış. Ve, o an birimizin aklına yeni bir gruplaşma nedeni geliyor ki; öncesinden mesele enine boyuna tartışılmış, kimin potini diğerininkinden niye iyi niye kötü diye. Sonrasında, belki de tarihte (abartalım) ilk defa, zamane ulusötesi spor şirketlerine nazire yaparcasına, takımlara ayrışma nedenimiz giyilen ayakkabılarımız oluyor. Hem dönemin ithal ürünlerle olan kısır teması, hem de maçı oynayacak veletlerin pederlerinin memuriyetten kaynaklı maddi durumları vesilesiyle, yerli malı yurdun maçına konu oluyor. Esem giyenlerle, Mekap giyenler iki takıma ayrılıyor. Mekap giyenlerin bir fazla olmasını, Esem giyenlerin biraz daha güçlü olması dengeliyor. İki tane de Sümerbank bez spor ayakkabı sahibi kardeşimiz, birerden, iki takıma dağıtılıyor. Krampon zaten yasak!
Mahalle maçlarının yegâne kuralıdır; krampon giyen kendi niyeti dışında “abanmaya”, “pis burun vurmaya”, “adam sakatlamaya” teşne olacağından, otomatikman bu ayakkabı mahalle pazarından düşüyor. Bir tek istisnayla tabii; topu getirenin maçın efendisi olacağı gerçeğinden hareketle, onun ayağında ne olduğuna değil, elinde ne olduğuna bakılıyor, ve babasının eve ne zaman geleceğine. Ve çocukluk anılarının, teması itibariyle, en ayrıksı maç, Esemliler’in zaferiyle bitiyor.
Sahi hiç hatırlayanınız var mı, o ayakkabıları?
Ortalıktaki bütün boş arazileri betonla doldurulan, mahalle arası “dar saha” caddelerinin iki yanı da arabalarla işgal edilen, belediye tarafından çimlendirmiş alanlardaki her top tepme girişiminin bekçi marifetiyle nihayete erdirildiği kentin, yeni sözde “yaz futbol kumpanyası” futbol okulları oluveriyor artık. Sokağın ve çocukluğun kural tanımaz özgürlüğünün, kendi oyununun efendiliğinin yerini, yetiştirecekleri yetenekleri, büyük klüplerin altyapılarına “paslayacak” hırsların köleliği alıyor. Hal böyle olunca da, çocukluğumuzun indirekt, serbest vezin mahalle maçları ve o maçların ritminden, ruhundan geriye kalanlar ancak böylesi yazıların konusu oluyor.
Öyle bir yaz sıcağı, yastık altı çocukluk anısı işte. Lakin, futbolun ve İstanbul'un halini gördükçe, insan bu ikisini de pek bir seven İslam Çupi üstadın “yeni zamanlar”ın futbol sahnesine dair kelamını merak etmeden geçemiyor. Toprağı bol olsun...
(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayınlandığı yayını belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)