Ekonomi Notları – 66
Ömer Madra: Esas meselemiz tabii Cancun’da toplanan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) toplantısı ama, ona geçmeden önce küçük bir sorumuz olacak. TL’den sıfırların atılması meselesi vardı, dün gazetelerde yer alıyordu. Bunun ne anlamı olduğunu kısaca bize söyleyebilir misin? Ne getirir?
Hasan Ersel: Sıfır atma, herhangi bir şeyi neyle ölçmek istediğinizle ilgili... Benim boyuma 1.74 m. veya 174 cm. diyebilirsiniz. İkisi de aynı şey, olay bu kadar basit.
Mustafa Arslantunalı: Yani bu boyu uzatmaz?
HE: Boyu uzatmaz. Ama şöyle bazı olaylar olabilir, bu ayarlamayı yaptığınız zaman eskiden bir malın fiyatı 1.752.000 lira olsun. Bu uyarlama sırasında yuvarlanıp 180 kuruş olabilir. Yani yuvarlama yapılırken fiyatlar yukarıya doğru olabilir. Bu Avrupa’da Euro’ya geçişte de görüldü. Ama bu bir defalıktır, etkisi kısa vadede ölür gider. Enflasyon yaratmaz ama ufak fiyat sıçraması yapabilir.
Yalnız olayın başka iki yönü var. Bunlardan ilki diğer ülkelerin deneyimlerinde de rastlanan bir olay. Yeni para birimine geçtikten sonra enflasyon devam ederse, bu yeni paraya olan güven çok daha çabuk kırılıyor. Arjantin bunu yaşadı, İsrail’de bir kez böyle oldu. Yeni paradan kaçış olunca bu enflasyonist baskıları daha da arttırabiliyor. Onun için bunun yapılması için enflasyonun düşmesi ve daha da düşeceğine insanların iyice inanması gerekir. Bu işin birinci ve önemli bir yönü...O yüzden de paradan sıfır atmak herhangi bir anda yapılmıyor.
İkinci yönü ise bir lojistik problemi. Anımsadığım kadarıyla Türkiye’de tedavülde olan banknotlar aşağı yukarı 2-3 cent’e mal oluyordu. (Belki maliyet biraz daha düşmüştür, kesin bilemiyorum) Biliyorsunuz, para özel kağıda, kendine özgü yöntemlerle basılır. Ortalıkta Merkez Bankası’nın bastığı ve böyle bir maliyeti olan milyonlarca ‘kağıt’ dolaşıyor. Şimdi bunların hepsi geri çekilecek, yerine yeni kağıtlar verilecek. Yeni parayı basmak için yurtdışından kâğıt satın alacağız. Mürekkebi de dışarıdan satın alınacak. Özetle epeyce maliyeti olan bir işlemden söz ediyoruz.
ÖM: Ve yüksek teknoloji de gerektiriyor anladığım kadarıyla ki ABD 20 dolarlık banknotları şimdi biraz daha böyle yeşil renkten farklı renklere büründürecekmiş. Şeftali rengi vs. koyacaklarmış içine ve bu konuyla ilgili Hazine bakanlığından birisiyle konuşuyorlardı; VOA yayınında duydum: “Kalpazanlık da çok ilerledi, biz ondan bir adım ileride olmalıyız, çok teknolojik aletler kullanıyoruz” demişti.
HE: Doğrudur. Bizim Merkez Bankamızın kendi imkanları da var. Bu çok titiz olunması gereken bir konu ve Merkez Bankamız da bu konuda çok titiz. Dolayısıyla yeni bir paraya geçişte ciddi bir maliyet de vardır. Başarısızlık ne demek? Bütün bu masraf boşa gidecek, bir daha aynı masrafı üstlenmek zorunluğu doğacak...Tam bir kâbus...Anımsadığım kadarıyla Arjantin’de bir defasında işler karışınca bir daha para basmamak için, mevcut paranın üzerine damga basmışlardı, “Bu yeni paradır” diye. Böyle bir duruma düşmemek lazım.
İnsan davranışları da ülkeler arasında çok farklılaşabiliyor. Bizim yaşlarımızdakiler daha iyi bilir: Fransa bir kere 1950’lerin sonuna doğru paradan sıfır atmıştır. Ama aradan 15 yıl geçtikten sonra bile biraz yaşlıca birine sorulduğunda hâlâ “eski Frank, yeni Frank” diye konuşurdu... Buna karşılık İsrail’de bu operasyon başarılı başarılı oldu yeni para çabuk kabul edildi. Dolayısıyla insan davranışlarına bakmak lazım. Ben İtalyan Merkez Bankası yetkilileri ile konuşmuştum. Onlar değiştirmediler, biliyorsunuz. Liret Avrupa paraları ölçütüyle çok sıfırlı bir paraydı. Onların da kaygıları insanların adapte olmasında idi. Fransa’dakine benzer bir sorun çıkar mı diye tedirgin oluyorlardı. (Euro’ya geçiş sorunlarını çabucak çözdü ama)
Tabii sıfır atmanın şöyle bir yararı var: Bilgisayarınızdan bir yığın sıfırı temizlersiniz... Gözünüz rakamları daha iyi görür. Ben algılayamıyorum bazı rakamları, o kadar çok sıfır var ki... Trilyon deyince de kafam karışıyor. Bundan kurtulmayı iktisadi yarar diye düşünürsek, kesinlikle yarar var. Ama bunun ötesinde abartılması gereken bir konu değil.
Cancun'da "yeni sorun" yok
ÖM: Çok teşekkür ederiz. Şimdi asıl önemli konumuza geçelim o zaman, Cancun’da çok tartışmalı olan DTÖ toplantısı ve neler getirebileceği?
HE: Bu konuda biraz arada laf atıyorsun “iktisada giriş dersi yapıyor” diye, öyle yapacağım ben de.
ÖM: O laf atmak için değil, gerçekten öyle hissettiğim için.
MA: O bir iltifat efendim.
ÖM: Aynen
HE: Ama yararlı da olabiliyor bazen... Bu konuda detaylara girmeden bazı temel noktalara bakalım. Dünya ticaret rejimi oluşturmanın temel amacı dünya ölçüsünde yaşam düzeyini yükseltmektir. Bu TDÖ'ye yaşam veren anlaşmalarda açık olarak yer almaktadır. Demek ki ticaret ile yaşam düzeyi arasında bir ilişki olduğu kabul edilmektedir.
Bu çok önemli bir nokta, bu bana pek yabancı gelmiyor, sana da gelmemesi lazım.
ÖM: Hayır, gelmiyor.
HE: Çünkü bundan 36 yıl önce, Mülkiye’de, seninle beraber Prof. Dr. Besim Üstünel’den Mülkiye’de uluslararası iktisat dersi almıştık. Bu diplomasi bölümü için de zorunluydu, onun için almadım diyemezsin.
ÖM: Hayır.
HE: Şimdi hocamız bize, serbest ticaretin gönenci artırıcı etkileri üzerinde duran kuramları anlatmıştı. Ricardo’dan başlayıp, Heckscher-Ohlin-Samuelson teoremlerine kadar...
Ama hocamız başka konulara da değinmişti. Örneğin Jagdish Bhagwati’nin “Sefilleştiren Büyüme” kuramına... Büyüyen bir ekonominin dış ticaretinde fiyatların aleyhine dönmesi nedeniyle gönenç kaybına uğrayabileceğini gösteren bir kuram... Hocamız Besim Üstünel ayrıca Günün İktisadi Meseleleri dersinde [Ömer bunu anımsamayabilir, bu ders İktisat ve Maliye bölümü içindi] kalkınma sorunları üzerinde dururdu.. Orada da kalkınma sorunlarının kurumsal boyutları ele alınıyordu. Gelişmekte olan ülkelerin ne türlü kısıtlarla karşılaştığı ve bunları aşmak için hangi reformları nasıl yapması gerektiğini tartışıyorduk...
Öte yandan hocam Prof. Dr. Tuncer Bulutay da serbest dış ticaret anlayışının can damarı olan “göreceli yararlar kuramının” dinamik olmadığını, dolayısıyla iktisadi büyümeyi içeren bir çerçevede iltisat politikasını biçimlendiremeyeceğini söylüyordu...
Özetle iyi hocalarımız vardı... İlginç konuları işliyorduk 36 yıl önce...
Ama derdim Mülkiye’yi övmek değil... Sadece Cancun’da çözüm aranan sorunların düşünsel temellerinin yeni olmadığına dikkati çekmek... Bunlar biliniyordu, bilim adamları bunların üzerinde tartışıyordu. Dediğim gibi bizim gibi lisans öğrencilerine bundan 36 yıl önce hocalarımız bunları anlatıyordu. Peki 36 yıl aradan geçti şimdi niye Cancun’da tartışılıyor?
Serbest ticaretin kendiliğinden gönenç artışı yaratacağı herhalde kuşkulu ki, en gelişmiş ülkelerde bile bunu engelleyen pek çok düzenleme var. Üstelik bu da gelişmekte olan ülkeler dünyasında çok olumsuz etkiler yapıyor.
Dünya Bankası’nın Global Economic Prospects adlı çalışmasında şu bulguya yer veriliyor: Eğer 2001 Kasım ayında yapılan Doha zirvesinde alınan kararlar uygulanır ve dış ticarette serbestleşme sağlanırsa, yapılan varsayımlara bağlı olarak, dünya gelirinde yılda 290-520 milyar dolar arasında artış olabiliyor.
ÖM: Yani tamamen serbest ticarete geçilmesi durumunda?
HE: Evet, düzgün, doğru dürüst serbest ticaret yapılırsa. Şimdi karşılaştıralım, bu ne demek? Şu anda gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere olan dış yardımı yaklaşık 50 milyar dolar. Dikkatinizi çekerim, bunun minimumunu alın, serbest dış ticaret bunun 3 katını sağlıyor...
ÖM: Hatta 4 katı.
HE: Tabii... Devam edeyim... Bu artışın yarısından çoğu gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşiyor... Yani yaklaşık 150-260 milyar dolar... Karşılaştırmak için gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere dış yardımı 50 milyar doları geçmedi... Dikkatinizi çekeyim; eğer dış ticarette serbestleşme sağlanırsa, gelişmiş ülkeler dış yardımdan vazgeçseler bile gelişmekte olan dünyanın kazancı bunun en az üç katı... Gelişmiş ülkeler ise hem serbest ticaret nedeniyle bir bu kadar kazanacaklar, hem de artık yardım yapmalarına gerek kalmadığı için...
Ama durum ne? Gelişmiş ülkeler işlerine geldiği alanlarda korumacılığı sürdürmeye devam ediyorlar. Örneğin bu ülkelerin çiftçilerini desteklemeye ayırdıkları kaynak miktarı 300 milyar dolar. The Economist dergisinin bu haftaki sayısında, insana komik gelecek kadar acayip bir tarımsal destek örneği var: ABD 25 bin pamuk üreticisine 4 milyar dolar destek vermekteymiş. Ama bu kişilerin üretimlerinin değeri sadece 3 milyar dolarmış...
ÖM: Yani üretimlerinin üstünde para veriyor.
HE: Evet. Sonuç ne? Dünya piyasalarında pamuk fiyatlarının düşmesi... Başta Batı Afrika olmak üzere, bu mali olanağı olmayan ülkelerdeki 11 milyon pamuk üreticisine zarar verilmesi...
ÖM: Zaten mesela en büyük ihraç ürünü pamuk olan Mali’de bir hesap var; aynı tablolardan okumuştuk dün: İyi hasat yıllarında, iyi pamuk çıktığı yıllarda kişi başına ortalama 1000 dolar gelir elde ediyormuş Malililer ve bundan dolayı “zengin ülkelerin sübvansiyonları yüzünden bunu da kazanamayacağız” diye çok şikayetçiler tabii. Çok acayip bir durum yani...
HE: Bu kendi üreticisine verdiği destek... Bir de gümrük vergilerine bakalım.
Bu ülkelerin tarım ürünleri için koydukları gümrük vergilerinin oranı, mamul ürünlerden kat kat daha fazla. Örnek vereyim (rakamlar yaklaşıktır)
Ortalama Vergi Oranları:
Avrupa Birliği ABD
Tarım: % 20 % 12
Tekstil: % 8 % 10
Mamul Ürünler
Gelişmiş Ülkelerden % 1 % 1
Gelişmekte Olan Ülkelerden % 3 % 3
Kaynak: Oxfam
Peki diyelim ki bir gelişmiş ülke bir elektronik alet üretti, mesela Japonya Amerika’ya satıyor, bunun vergi oranı kaç?: % 1.
ÖM: Hatta bazen sıfır.
HE: Evet. Gelişmekte olan ülkelerden olduğunda mamul ürünlerde bu % 3’e çıkıyor. Ama tarıma gelince oranlar müthiş yüksek.
Bir konu daha var. Yine The Economist dergisi diyor ki, “Oxfam gibi fakirleri desteklediğini söyleyen kuruluşlar [şeref başkanı Nobel iktisat ödüllü Amartya Sen’in olduğu daha denkser dış ticaret arayışı içinde olan bir örgüt] bu işin çözümü gelişmiş ülkelerdedir diyorlar. Bu yanlıştır. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde korumacılık çok fazladır, gümrük vergileri de anormal yüksektir.” Örnek de veriyor: Bugünkü Dünya Ticaret Örgütü kuralları çerçevesinde sanayi ürünlerine konulan gümrük vergilerine bakalım:
Azami Ortalama
ABD % 4 % 4
Brezilya % 30 % 14
Hindistan % 40 % 30
Peki bu rakamların bir anlamı var mı? Var... Ama galiba derginin çıkardığı sonucu çıkarabilmek biraz güç.
ÖM: Evet, tuhaf doğrusu.
HE: Ben bu rakamları, ülkeler geliştikçe dış ticaretten daha çok yararlanabiliyorlar, bu nedenle de gümrük vergilerini de indirebiliyorlar diye yorumluyorum... Galiba benim gibi yorumlayan başkaları da var...
Türkiye'nin görüşü nedir?
Önce konuyla doğrudan ilgili olmayan bir noktaya değineyim. Gümrük vergisi tahsili kolay bir vergidir. Gümrükte alınır. Oysa gelir vergisi ve benzeri vergiler için daha gelişmiş bir ekonomik düzen gerekir. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkelerin bu vergiye yüklenmelerinin yapısal bir nedeni de vardır.
Ancak temel sorun bu değil: Hindistan ve benzeri gelişmekte olan ülkeler için önemli sorun iktisadi gelişmelerini hızlandıracak, sefaleti düşürecek en uygun iktisat politikalarını bulup uygulamaktır. Bu politikanın, tanım gereği, ekonomiyi dışa açmaktan ibaret olduğunu ise yapılan çalışmalar doğrulamamaktadır. [Örneğin Francisco Rodriguez ve Dani Rodrik: Trade Policy and Economic Growth-A Skeptic’s Guide to the Cross-National Literature, Ben Bernanke & Kenneth S. Rogoff (Der.): NBER Macro Annual 2000, Cambridge MA: NBER.] Bu tür ülkelerin sorunları ellerindeki sınırlı olanakları kalkınma açısından öncelikli alanlara tahsis etmenin en etkin yolunu bulmaktır.
Bunu söylerken, ülkeyi dış ticarete kapatalım demediğimi, küreselleşme sürecinin dışında kalmayı savunmadığımı belirteyim.
Küreselleşme denince benim gözümün önünden geçen şöyle bir öykü: Yüksek bir kayalığın üzerindeyim. İleride insanların cıvıl cıvıl kaynaştığı, yüzüp eğlendikleri bir koy var. Oraya gidebilmek için kayalıktan aşağıya inmem, akıntılı bir nehirde yüzerek o koya ulaşmam gerekiyor. Bana birileri “Kayalıktan aşağıya atla, nehir seni o koya kavuşturur” diyor. Bu doğru ama ben, cesedimin değil, yaşayan o koydaki güzelliklerden kâm alabilen benim oraya varmamdan yanayım. Bu nedenle kendimi sağa sola kayalara bağlayarak ağır ağır kayalıktan aşağıya inmeye çalışmam bana vakit kaybı gibi gelmiyor... Normal geliyor.
Bu süreç içinde hata yapıyorsam o ayrı bir sorundur. Yani dışarıya açılmam gereken noktada açılmıyorsam, rekabeti teşvik edebilecek duruma geldiğim noktada teşvik etmiyorsam bu bir hatadır, doğrudur. Fakat herhangi bir anda, sırf bunu yapmıyorum, yani kendimi iplerle bağlamışım, diye “Adama bak, kendisini dağlara iple bağlamış” denmez... İnmeye çalışıyorum...
Serbest dış ticaret istemekle, buna uygun bir düzen kurmak arasında fark vardır. Serbestlik bir türlü denkserliği de içeren bir dünyayı getirmeli. Sadece bazılarının yararlanıp, diğerlerinin yararlanamadığı bir dünya olmamalı. O yüzden de bir yapı oturtulmadığı takdirde dünya dış ticareti çok eşitsiz devam edecek gibi görünüyor. Bunu çözmenin yolu da DTÖ’nün sağlıklı çalışmasıdır. O yüzden bu toplantı önemli.
Türkiye’de bu konuda ne kadar bilgi sahibiyiz? Türkiye’nin bu konulardaki görüşünü biliyor muyuz?
ÖM: Bilmiyoruz.
HE: Ben de bilmiyorum.
ÖM: Katılan olup olmadığını bilmiyorum ama katılan olmaması iyi mi kötü mü, onu da bilmiyorum.
HE: Bakanımız gitmiş.
ÖM: Bakan orada mı?
HE: Evet.
ÖM: Bu iyi mi?
HE: Bilmiyorum. Türkiye’nin görüşünü bilsem bir şey söyleyeceğim, ama... Tabii diyebilirsiniz ki, çok detayda, teknik bir konudaki görüşünü bilsen anlayacak mısın? Hayır anlamayacağım da, benim öğrenmek istediğim ülkemizin tutumunun ne olduğu? DTÖ’de değişimden yana mıyız yoksa böyle devam etmesinden mi? Türkiye olarak DTÖ’nün ne yönde gelişmesini istiyoruz? Doğrusu ben bilmiyorum.
ÖM: Bugün ilk defa bir gazetede, ekonomiyle ilgili bir gazetede görüyorum, Dünya gazetesinde manşet olmuş: “Cancun’da ticaret savaşı” diyor, bir savaş benzetmesi yapmış ve üst başlıkta da “DTÖ zirvesinde fakirler sözlerin tutulmasını istiyor, zenginler taviz vermiyor” demiş. Yani zenginlerin sözlerinin tutulmayacağı anlaşılıyor ama bir Tükiye’nin görüşü hakkında bir şey yok. “Cancun’da aranan uzlaşma” diye de bir başyazı var.
MA: Diğer gazetelerde herhangi bir şey yok. Muhtemelen olacak iken Gülben Ergen’in şantaj kaseti araya girdiği için çıkmıştır.
HE: Bu da bizim önemsemediğimizi gösteriyor... Ama sonra da “dış ticarette zarara uğradık” diye kızmayalım.
Herkesin birinin beline vurduğu dünya
ÖM: Savaşmış ama bu zaten. Yani sonuç olarak 36 yıl geriye giderek başladık, sonra bugüne geldik ama belki de 3600 yıllık sorunlardan bahsediyorduk, yani hakkaniyet, adalet ve eşitlik sorunsalı... Senim anladığım, özetle bu.
HE: Burada uluslararası düzen açısından çok ciddi bir sorun var. Bu senin çok daha iyi bildiğin bir alan ama, değineyim biraz... Doğal olarak gelişmiş ülkenin politikacısı da sadece kendi insanlarına karşı kendini sorumlu hissediyor, bizim politikacımız da öyle hissediyor. Ama uluslararası iktisadi ilişkilerin belli normlar içinde olması gerekiyor ki bundan herkes yararlansın. Ben bir dış ticaretle ilgili karar aldığım zaman seni de düşünmeliyim. Ama orada değiliz, orada olmadığımız için de herkes birinin beline vurduğu bir dünya var. Buna da serbest ticaret demek uygun değil.
ÖM: Çok tuhaf bir sonuç çıkıyor o zaman, çünkü gelişmiş ülke, zengin ülke politikacıları, siyaset ya da devlet adamları tabii ki kendi halklarının, daha doğrusu kendi elitlerinin menfaatlerini koruyor. Yalnız yoksul ülkelerin hem siyaset adamları bununla pek ilgilenmiyorlar sonucu çıkıyor, hem de medya, yoksul ülkelerin medyası, bu problemlerle ilgilenmiyor.
HE: Dış ticarete açtığımız bir dünyada çok güçlü birileri ve çok zayıf birileri varsa serbest ticaret zayıfların aleyhine çözüm verebilir. Bunun iktisatta yeri vardır, aslında bu bir teoremdir.
Gördüğümüz durum buna yakın değil mi? Afrika ülkelerinin zayıflığı ile Avrupa’nın, Amerika’nın gücü arasında büyük bir dengesizlik var... Ben, kendi kafamda, Türkiye için biraz farklı düşünüyorum. Bizim kendimizi koruyabilmemiz olanaklı gibi görünüyor. Ama Sahra Afrikasındaki ülkeler için özel bir düzenlemeye gerek var. O insanlar yaşayabilmek için satmak zorunda, ama karşı taraf almak zorunda değil.
ÖM: Evet, herhalde Prof.Dr. Besim Üstünel, Prof.Dr. Tuncer Bulutay iftihar etmişlerdir, hem sen iyi bir öğrencileri olduğun için, ben de uzaktan bir dinleyicileri olduğum için.
HE: Rica ederim bana öğrenci deyip de sen kaçma. Sen de öyleydin. Benim karım da böyle yapıyor; ne zaman böyle birşeyden söz etsem “Ne zaman anlattılar bunu?" diyor. [O da sınıf arkadaşım.] Ama anlatmışlardı...
ÖM: Anlatmışlardı, evet.
(11 Eylül 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)