Ekonomi Notları: Hükûmetin finansman açığı

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 81

 

Ömer Madra: Maliye Bakanı’nın biraz önce okuduğumuz son beyanına göre, TL banknotlarından sıfırların atılması ile Türkiye’de pek çok şeyin değişeceği ve yepyeni bir moral geleceği idi ama, bir başka açıklaması vardı asıl, bütçe ile ilgili, istersen onun değerlendirmesi ile başlayalım.

 

Hasan Ersel: Çünkü o uzunca bir açıklama. Bir de TV’de kısaltılıp verilince ne söylendiği de pek anlaşılmıyor. Bu nedenle üzerinde durmakta yarar var. Aslında kolay anlaşılamayan şu: Geçen sene 2003 bütçesi uygulaması sonucu ne oldu? İyi mi oldu, kötü mü oldu, eksik bir şey var mı? Bakan da bunu yapmaya çalışıyodu. Bu nedenle ne söylendiği önemli.

 

Rakamlardan çıkan birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Bunlara dikkat edince IMF’nin niye heyecanlandığını da anlamak olanaklı. 2003 yılının Ekim ayında Yüksek Planlama Kurulunda görüşülen öngörülere göre yıl sonunda vergi gelirleri 86.8 katrilyon olacak idi. Sonuç 84.3 katrilyon TL oldu. Yani 2.5 katrilyon TL daha az. (Öngörülene göre % 2.9 az). Bu fark çok önemli çünkü öngörü yıl sonundan sadece üç ay önce yapılmış... Demek ki Ekim ayında iyimser bir hava varmış.

 

ÖM: Yani, 3 ay farkla bu kadar büyük beklentilerde tahmin farklılığı olması tuhaf.

 

HE: Evet, o tarihte vergi affı gibi düzenlemelerden bazı olumlu sonuçlar elde edileceği düşünülüyordu... Beklendiği kadar olmadığı ve sonuçta vergi gelirlerinde 2,5 katrilyon TL’lik bir açık doğduğu anlaşılıyor.

 

Vergilerin detaylarına girersek gelir vergisi öngörüsü aşağı yukarı tutmuş... Zaten gelir vergisinin büyük bir kısmı maaş ve ücret vergisi olduğu için onun tutmaması pek beklenemez. Kurumlar vergisinde ciddi açık (öngörüye oranla % 5) var, KDV’de gerçekleşme öngörülenin % 6.1 altında. Özel tüketim vergisinde ise % 4.7 altında.

 

Harcama tarafında durumun çok kötü olduğu söylenemez, orada belli bir kontrol olduğu söyleniyor. Faiz ödemelerinde de Hazine Müsteşarlığı hep ihtiyatlı davranır, yani tahminini beklediğinden biraz daha yukarıda açıklar. Bir terslik olur diye. Geçen sene terslik olmadı, dolayısıyla faiz ödemeleri öngörülenin altında kalınmış durumda.

 

Sayın Bakan yaptığı açıklamalarda “faiz dışı dengeyi oturttuk, bütçe açığı şu rakama oturdu” diyor. Bunlar doğru, bir rakam hatası yok. Aslında temel sorun şu: Vergi gelirlerinde öngörülen büyüklüklere ulaşılamaması kalıcı nedenlerle olabilir, bunların bütçe üzerindeki etkisi de kalıcı olabilir. Bu durumda 2004 yılı, daha sonraki yılların öngörüleri de tutmayabilir. Bunun bir anlamı da alınan önlemlerin amaca ulaşmak için yeterli olamaması... Sorun burada, yoksa 2003 yılı bütçe açığı hedeflerinin tutmamasında değil...

 

Bu arada ikinci bir olay oldu, onun da altını çizmemiz lazım; emeklilere ve asgari ücrete artış yapıldı, bunun bütçe üzerindeki yükü 3,5 katrilyon lira olduğu ortaya çıktı.  Bununla ilgili de bir önlem alınmayınca, vergi bekleyişlerinin gerçekleşmemesi ile birlikte düşünüldüğünde, 2004 bütçesinde aşağı yukarı 5 katrilyon lira civarında bir yük ortaya çıktı ve bunun nasıl finanse edileceği belli değil.

 

Bu da ciddi büyüklükte bir finansman açığı... IMF’nin takıldığı nokta da bu...IMF özetle “eğer buna bir önlem alınmazsa bu bir mali disiplinsizlik yolu açmış oluyor” diyor. Bakan’ın bu bağlamda söylediği bana ilginç geldi. Bakan diyor ki “bu asgari ücret ve emeklilere yapılan zam popülizm değildir, bu kesimi koruma amaçlı sosyal politikadır” diyor. Burada bir sorun var, ben demokrasilerin tarihinde “zenginlere şefkat göstereceğim” diye bir popülist politika yapıldığını hiç bilmiyorum... Bu çalışmaz.

 

ÖM: Yani propaganda olarak?

 

HE: Evet, antipatik kaçar, olur mu öyle şey?

 

ÖM: Fiilen yapılır da...

 

HE: O başka, bir tedbir alırsınız, bundan zenginler daha çok yararlanır, vs. o başka... Ama bunu da bağıra çağıra “Ne güzel bir şey yaptım!” diye ilan etmezsiniz... Hatta diktatörlüklerde bile böyledir. Anımsatayım, popülizm kavramının siyaset bilimine, iktisada yerleşmesine yol açan uygulamanın babası Arjantin diktatörü Juan Peron’dur, albay iken çalışma bakanlığı yaptı. Onun popülizmi de işçilerin maddi durumlarının iyileştirilmesine yönelikti... Özetle popülist politikaların gerekçesi hep iktisadi açıdan zayıf olanların durumunu güçlendirmek olmuştur. Ama “toplumsal politikalar popülisttir” demek başka bir şey... Toplumsal politikaların amacı zaten iktisadi açıdan zayıf olanları korumaktır...

 

ÖM: Zaten “sebeb-i mevcutiyetleri” o; yani varlıkları o yüzden, öyle değil mi?

 

Saygınlığın yitirilmesi, çok tehlikeli

 

HE: Tabii... Soru şu: İktisadi açıdan zayıf olanları korumaya yönelik bir önlem aldığınız zaman bunun yükünü birilerine bölüştürmeniz gerekir. Bu son derece doğal bir sonuç, dediğim gibi toplumsal politika budur. Ama “hiç yük yüklemeden birilerine iyilik getireceğim” dediğiniz zaman popülizm söz konusu. Popülizm toplumsal politika izlemek değildir, halka şirin görünmek uğruna mali disiplinden feragat etmektir.

 

Sanki emeklilere destek vermek, sanki asgari ücreti arttırmak ayıpmış gibi bir hava çıkıyor, böyle bir şey yok, kimsenin de böyle bir şey söylememesi lazım ama “bunun maliyetini karşılayacak bir tedbir almadık” dediğiniz zaman sorun çıkacağını da bilmeniz gerek. Türkiye’nin yakın dönem enflasyonunun incelenmesi de şunu gösteriyor ki, olay tersine döndüğü zaman en çok zarar görenler de o gruplar oluyor.

 

ÖM: Hangi gruplar bunlar?

 

HE: Yani popülist politikalarla bir şey kazandırdığınız gruplar. Gerekli önlemleri almadığınızda ortaya çıkan enflasyon en çok bu insanları etkiliyor.

 

Tüm bu anlattığım nedenlerle hükümetin “harcamaları bu senecik kısıveririz” biçimindeki çözüm önerisi geçerli değildir. Çünkü sorunun çözümü, kamu kesiminin sürekli gelir kaynağı bulmasında yatıyor. Bu nedenle de “% 7-8 harcamaları keseriz” dendiği zaman anladığım kadarıyla IMF heyeti buz kesti ve duymazlıktan geldi: Çünkü bu sorunun yanıtı değil... Öğrenci olsanız sıfır alırsınız bu sorudan.

 

ÖM: IMF Başkan Yardımcısı Anne Krueger IMF’nin bu karşılıkların muhakkak görülmesini beklediğini belirtti.

 

HE: Ben de gördüm o haberi.  Bu açıdan bakılırsa haklı da görünüyorlar. Bunların nasıl finanse edileceğini görmek istemeleri çok haklı.

 

ÖM: Finansmanın temel kaynaklarının böyle net bir dille belirtilmiş olduğu da göze çarpıyordu dünkü haberde.

 

HE: Bu arada Bakan’ın konuşmasının o kısmı biraz bulanık. Bana kalsa özetle diyor ki: “Yapacağız da, şu ara çok da fazla üstümüze gelmeyin.” Böyle bir lâf yok tabii ama ben öyle anladım.

 

ÖM: Ama bu açıklamalar çok muğlak görünüyor.

 

HE: Yalnız burada önlem alınmazsa Türkiye’de işlerin doğru gitmediği imajı sadece IMF ile sınırlı kalmaz, piyasalar, hükümet politikalarını gözleyen herkes “bu bir mali disiplinsizlik yolu açıyor galiba” hissine kapılabilirler. Bu tehlikeli olur.

 

ÖM: Bu bütçenin zafiyet taşıması hadisesinden mi kaynaklanıyor?

 

HE: Evet. Çünkü bu gözle görünen bir şey... Hani beklenmedik bir olay olur da ne yapacağınızı şaşırırsınız, o zaman hemen önlem alamadı diye heyecanlanmak abartma olur. Ama bir karar alıyorsunuz, bu kararın bu etkiyi yaratacağı açık, bu durumda ben bunu dengelemek için “şu kararları alacağım” veya “aldık” diye açıklanması gerekiyor. Bu açıklanmayınca şu soru doğuyor, “mali disiplinden uzaklaşma mı var?” Bu da dediğim gibi, saygınlık yitirilmesine yol açar; çok tehlikeli.

 

ÖM: Bugün konuşmak istediğimiz bir konu daha vardı, o da kur riski meselesi; bu da yeniden üzerinde durulmaya başlanan konulardan bir tanesi. Türkiye’nin esnek kura geçme meselesini daha önce de epey konuştuk, ama yine gündemde.

 

Esnek kur sisteminde oyuncular nasıl hareket eder?

 

HE: Dün Hürriyet gazetesinde Ercan Kumcu köşesinde çok güzel bir yazı yazmış, o konuyu anlatıyor. Ben de hep baştan beri kurun oynaklığına takılmıştım, o yazıyı okuyunca çok da hoşuma gitti. Olay şu: esnek kur sistemine geçtik, kurda öngörülmesi olanaksız oynamalar oluyor. Böyle olunca oyuncular (bankalar, yatırımcılar, şirketler vs.) nasıl hareket eder? Baştan itibaren bu soruya kafam takılmıştı.

 

Kurda inme ya da çıkma riski olacağını düşünürseniz kendinizi ayarlayabilirsiniz, “% 10 olasılıkla artar, % 20 olasılıklı düşer, % 70 olasılıkla aynı kalır” diyorsanız ona göre tavır alırsınız. Fakat hiçbir fikriniz yoksa o zaman “bu olaydan uzak durayım” dersiniz. Kur oynamasından nasıl uzak durulur? Bunlardan bir tanesi, döviz açısından ne açık pozisyon, ne fazla pozisyonda durursunuz. Dengede olursunuz. Ne kadar döviz alacağınız varsa o kadar döviz borcunuz vardır, kur oynadığı zaman size zarar vermez, etkisi nötr kalır. Bunu bozmaya yönelik herhangi bir şey olduğunda da olayın içine girmezsiniz.

 

Türkiye’de bu esnek kur sistemine geçildiğinde bankaların açık pozisyonu yüksekti, bankaların bu durumda açık kapaması gayreti içerisine girmesi halinde TL değeri düşecek, kur da çok yükselecekti. Burada eski, bildiğimiz yöntemlerimize döndük... Anormal durumlarda Türkiye’de insanları kim korur? “Devlet Ana” gelir korur... Öyle yapıldı, Hazine döviz cinsinden kağıt ihraç etti, bunları bankalar aldı, açık pozisyonlarını kapattılar. Açık pozisyon kimde arttı? Hazinemiz, yani Devlet Anamız.... Aradan zaman geçti, Hazinemiz bu açık pozisyonunu da biraz kapatmak istiyor, ama benim ve Ercan beyin de üzerinde durduğu konu ortaya çıkıyor. Hiç kimse, kur riski almak istemediği için, bu gerçekleşemiyor. Çünkü herkes korkuyor, “aman ha, ben elimden bu dövizi çıkarırım, sonra bir terslik olur, başım belaya girer” vs. diye. Dolayısıyla Hazine istediği gibi döviz pozisyonu açığını kapatamıyor.

 

ÖM: Peki, Hazine’nin ne yapması gerekir?

 

HE: Demek ki döviz kurundaki dalgalanmanın insanın öngöremeyeceği bir bela biçiminde başımızda olduğu fikri toplumda olmaya devam ediyor. Yani kur esnek olmanın ötesinde bayağı oynak... Ne olacağını bilemeyeceğiniz bir şey... Bu böyle devam ettiği müddetçe de tabii Hazine’nin bunu düzeltmesi çok zor. Büyük laflar edebilirim “efendim, zaten devlet yabancı para cinsinden içeriden borçlanmamalıydı” vs. ama bir anlamı yok, çünkü şu anda devlet bu biçimde borçlanmış durumda zaten. Burada önemli olan kurun hareketinin öngörülebilirliğine inanılmaması... Öngörülebilirlik değişmezlik demek değil, o ayrı bir sorun... Benim söz ettiğim, bir gün öyle bir gün böyle olduğu zaman ortaya çıkan anormallik... Bunu sağlamak da kolay değil, Dolarla Euro arasındaki harekete bakmak yeterli...

 

Şimdi Türkiye’de banka sistemi -kabaca bir bütünü alıyorum, bir bankayı değil-  öyle ciddi bir açığı yok, dolayısıyla bu hareketlerde nötr. Hane halkı, bizler önemli miktarda döviz tevdiat hesabı tutmaya devam ediyoruz. Niçin? Olaya daha dikkatle bakmak gerekiyor. TL değerleniyor, dövizden kazanç elde edilmiyor, fakat insanlar dövizi hâlâ bırakmıyorlar. Bunun bir nedeni olması lazım. Bu iş ters dönebilir kaygısı insanlarda hâlâ var gibi gözüküyor. Demek ki ciddi bir hata yapılırsa işler çok fena ters dönebilir... Çünkü zaten herkes öyle bir hata olabilir diye hareket ediyor. O zaman da ne ortaya çıkıyor? Ekonomist Intelligence Unit’in bir raporu vardı, onun öngördüğü kötü senaryo ortaya çıkar. Ben bunu anımsatmak istedim.

 

(Açık Radyo'da yayınlandı)