Ekonomi Notları – 77
Ömer Madra: Bu yılı da bir şekilde kapatıyoruz işte. Herhalde her bakımdan en çalkantılı, kanlı ve karabasanlı yıllardan biriydi. Ekonomik bakımdan 2004’ün nasıl olabileceğini, geçmişin değerlendirmesini yaparak konuşmaya çalışalım mı? Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Hasan Ersel: Deneyelim. Tabii ki 2004’te ne olacağını bildiğini iddia eden birisi ortaya çıkarsa onu ciddiye almamak lazım... Biz sadece elimizdeki istatistik seriler ne gösteriyor ona bakalım... Çünkü değindiğin nokta iktisadi olaylarda da geçerli... Çok çalkantı var, o çalkantılar ileriyi görmeyi zorlaştırıyor.. Ama yine de bazı saptamalar yapmak olanaklı.
2003 yılında Türkiye’ye bakıyoruz, ekonominin % 5 civarında büyüdüğü anlaşılıyor. Bu fena bir büyüme hızı değil. Türkiye’nin uzun dönemde büyüme eğilimine baktığınız zaman, 1960’larda bu % 7’ye yakındı ama daha sonraki dönemlerde % 5 dolaylarında gibi gözüküyor. Tabii bu Allah’ın iradesi değil... Türkiye bunu artırabilir. Ama şimdilik eğilim bu... Dolayısıyla, Türkiye % 5 büyüdüğü zaman uzun dönemli eğilimi dolayında büyümüş oluyor, sağlıksız bir büyüme değil, bundan memnun olabiliriz.
Büyümeyi etkileyen etmenlere bakalım. Bunlardan birisi Türkiye’deki hava koşulları... Tarım bu nedenle bir yıl iyidir, bir yıl kötüdür. “Var yılı yok yılı” diye adlandırılır özetle... 2003 “yok yılı” idi, yani tarımda üretim düşüş olan bir yıldı. Buna rağmen ekonomi % 5 büyüdü. İkinci etmen sanayi üretimi. Bu ekonominin motoru gibi düşünülebilir. 2003’de sanayi üretimi hızlı arttı... Hizmetler kesiminde de hızlı gelir artışı oldu. Fakat inşaat sektöründe durum iyi değil. İnşaat sektörünün yarattığı gelirdeki düşme devam ediyor. Bunda da pek şaşacak bir şey yok, Türkiye’dekine benzer bir kriz yaşamış ülkelerde inşaat çabuk toparlanamıyor, dolayısıyla bu yıl bu kesimde büyüme olmaması iyi bir şey değil ama bekleniyordu.
Gelecek yıla baktığımızda bu olabilir de olmayabilir de... İddia etmesi zor ama benzer kriz yaşayan ülkelerde bu durgunluk 4-5 yıl sürmüş, onun için olmayabilir de diye düşünülebilir. Bu koşullarda ekonomi fena büyümedi, diyebiliriz.
Bu artan geliri biz nasıl kullandık? Tabii milli gelirimizin % 70 civarındaki bir rakam özel tüketimdir, burada makul sayılabilecek bir artış oldu. Bu iç istemin canlanması demek. Kamu tüketim harcamaları ise reel olarak düştü. Bunun anlamı, kamu kesimi harcama kısmaya devam etti, bu önemli bir nokta. Hükümet iktisat politikasında bu açıdan söylediğini yapmış oldu, o anlamda önemli. En önemli değişkenlerin bir tanesi özel yatırımlardır, bu özel yatırım değişkeni müthiş oynaktır, en ufak bir terslik olduğunda derhal durur yatırımlar, işler iyiye gidince de yavaş yavaş açılır. Bu sene gördük ki özel yatırımlarda pozitif bir eğilim var. Geçen sene müthiş bir düşme vardı, ama bu sene bir yükselme gördük, geçen seneki düşme kadar hızlı bir yükselme olmadı. (Örneğin geçen senenin dördüncü çeyreğinde yatırımlardaki düşme bir önceki yıla oranla % 50 dolaylarında idi). Bu sene o kadar artış olmadı tabii ama özel yatırımlarda bir hareketlenme var. Buna karşın kamu yatırımlarında artma yok, hatta reel olarak düşüyor. Bu da yine maliye politikasının bir yansıması. Böyle baktığımız zaman ekonominin büyüme performansı fena değil gibi görünüyor, yatırımlarda da canlanma umudu var gibi gözüküyor.
Dış ticaretimize baktığımızda biliyorsunuz hem ithalatta hem ihracatta her ay bir rekor kırıyoruz. Burada üzerinde durulması gereken iki nokta var, bir tanesi 2000 yılından bizi farklılaştıran bir durum bu, 2000 yılında ithalatımız çok artıyordu, ihracatımız ise artmıyordu ve bu sonunda bir krize doğru gidişin birikimini yarattı. Bu yıl ise durum öyle değil, bu yıl ihracat da artıyor. Ama dış ticaret açığımız da büyüyor; dış ticaret açığımız ilk dokuz aylık dönemde 10 milyar dolara yaklaştı: 9.8 milyar dolar. Bu büyük bir rakam fakat, bunun bir kısmını biz hizmet gelirleri ile vs. telafi ettik, yani 7 milyar dolarlık hizmet gelirimiz var.
Bütün bunları hesaba katınca döviz giderlerimiz ile döviz gelirlerimiz arasındaki fark ilk dokuz ayda 4 milyar dolar dolayında döviz gideri fazlalığı biçiminde... Yani cari denge 4 milyar dolarlık bir açık verdi. Bunu bir sene önce ile karşılaştırmanın çok anlamı yok. 2002’de cari açık sadece 400 milyon dolardı ama kriz ortamı vardı. Büyüme olunca cari açık artıyor. Bu rakam çok tehlikeli görünmüyor bana, ama ciddi bir rakam, milli gelire oranı % 3’ün üstüne çıkacak gibi görünüyor yıl sonunda... Fakat çok da tehlikeli bir yere kadar da çıkmayacak.
Net hata ve noksan terimine baktığımızda (gerçekten yapılan hatalarla hesaplanamayan, nereden geldiği anlaşılamayan para girişleri ya da çıkışları) 3.6 milyar dolar giriş gösteriyor. sisteme böyle bir kaynak girişi de var.
Türkiye rezervlerini bu dönemde de arttırmaya devam etti... Türkiye doğrudan özel yatırımları çekme başarısı sağlayamadı, yılın ilk 9 ayında sadece net olarak 16 milyon dolarlık sermaye girmiş gibi gözüküyor ki Çin’den söz ederken 40-50 milyar dolar diyorduk...
Bizde sadece 16 milyon dolar. Türkiye’nin cari açığı karşılama biçiminin övünülecek gibi olamamakla birlikte çok sağlıksız olduğu söylenemez.
Bütçeye baktığımızda görülüyor ki hükümet bütçe için taahhütlerini kabaca tutturuyor, kabaca derken bazı kalemlerde istendiği olmayabilir, o da normal, her zaman her şey yürümez.
Kamu kesiminin toplam borcu milli gelirin % 90’ı
ÖM: Taahhütler derken, IMF ile yapılmış anlaşmaların çerçevesine uygun bir taahhütten mi bahsediyoruz?
HE: Evet. Ben şöyle düşünüyorum: Bir hükümet IMF’ye taahhüt vermişse daha önce kendi halkına vermiştir, çünkü kendi halkına taahhüt etmediği bir şeyi IMF’ye taahhüt edemez... Hükümet de bunu tutturuyor. Faiz dışı denge Kasım sonunda 20 katrilyon fazla vermiş durumda, ki hedef 18 katrilyondu. Bu hedefin üstünde bir rakam Aralık ayında harcama artışı olabilir... Ama marj var...
Bütçe açığımız 33 katrilyon lira, bu rakam olarak büyük... Buna yol açan büyüklüklerin ne olduğuna bakıyoruz, gelirler reel olarak, yani fiyat hareketlerinden temizlendikten sonra, binde üç artmış. Yalnız burada önemli olan vergi gelirlerinin nasıl hareket ettiği, vergi gelirlerindeki hareket olumlu, reel olarak % 9 artmış. Harcamalarda % 3.5’luk düşüş var, onun ne olduğuna bakıyoruz; faiz dışı harcamalarda % 2.6’lık bir artış var ama bunun önemli bir nedeni sosyal gübenlik kurumlarına olan transferlerden geliyor. Bu hükümetin cari işlemlerinden kaynaklanan bir artış değil. Personel harcamaları % 4.2 artmış. Bir ekonomi % 5 büyüyorsa, büyüyen bir ekonomide kamuda çalışanların gelirinde biraz artış olmaması garip olabilir... Ama kamuda personel indirimi yapılacaktı, o yapılamadı. Dolayısıyla bütçedeki performans fena değil.
Kamu kesiminin borcuna baktığımızda, 2001’de bu bankacılık krizi nedeniyle kamunun artan yükümlülüğü (ayrıca daha önce kamu bankaların bilançosunda gizlenmiş olan kamu borcunun kabul edilmesini de hesaba katmak gerek) çok yükselen) sonucu çok yükselen kamu kesimi borcunun milli gelire oranı yavaş yavaş aşağı doğru iniyor... Ama halen kamu kesiminin toplam borcu milli gelirin % 90’ı dolayında. Bu da yüksek bir rakam. Ancak ümit veren faizlerin düşmesi nedeniyle kamu kesiminin borcu çevirmede rahatlaması... Bu da iyi bir şey.
2003’te bankacılık kesiminin manzarasına şöyle bir kabaca baktığımız zaman şunu görüyoruz, 2003 yılında kredilerde bir hareketlenme var, bu ciddi ve güzel. Toplam kredi stoku –Kasım ayı itibarı ile söylüyorum - reel olarak % 27 artmış; bir sene evvel de % 21 düşmüştü. Bu çok iyi gibi gözüküyor ve iyi, yalnız bir şeye dikkat etmek lazım, buradaki artışı sürükleyen tüketici kredileri % 126 ve kredi kartları da % 42 artmış. Sanayi ve ticarete giden kredilerde de artış var ama artış oranı % 15... Buradan şunu görüyoruz, bir sene önceye oranla kredi daralması geçmiş gibi gözüküyor. Faizlerin düşmekte olduğunu biliyoruz... Bu düşüşte Merkez Bankası kendi gecelik faiz oranlarını bu yıl içerisinde 6 kere indirmek suretiyle yol gösterici oldu. Şu anda da ikinci el piyasadaki faiz oranları, Merkez Bankası’nın gecelik oranının altına düştü. Merkez Bankası bütün bunları yaparken para arzının kontrolünü elinden kaçırmadığını görüyoruz ve o da kendi hedeflerini tutturacak gibi gözüküyor. Enflasyona yönelik mücadelede tabii bu para arzı rakamı önemli bir rakam..
Ekonominin performansı için bir temel gösterge büyüme idi, diğeri ise enflasyon... Enflasyon ciddi bir şekilde düştü, bu seneki hedefler de tutturulacağa benziyor. Çekirdek enflasyon diye nitelendirdiğimiz özel imalat sanayi fiyat artışlarına baktığımızda onun da çok ciddi olarak düştüğünü görüyoruz.
Böyle bakınca da 2004’e geldiğimiz noktada olumlu epeyce gösterge biriktiğini söyleyebiliyoruz. Şimdi 2004’e ilişkin olarak ne biliyoruz? Bütçe hedeflerine baktığımızda şunu görüyoruz 2003’e oranla toplam kamu gelirlerinde %2’lik bir artış öngörüyor hükümet, vergi gelirlerinde bunun %2.1 olacağı öngörülüyor. Harcamalarda ise %1.9 reel artış öngörülüyor, yani harcama artışı daha düşük tutulacak. Burada da faiz harcamaları da hemen hemen bu seneki gibi aynı kalacak reel olarak diye düşünülüyor. Bu bütçeye baktığınız zaman olur gibi gözüküyor. Bir nokta biraz sorunlu: sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferlerde % 11.5 gibi ciddi bir düşme öngörülüyor. Bu konuda pek bir şey yapılamadığı için bunun gerçekleştirilebilirliği bir soru olarak kalıyor... Orada bir sorun var, insan düşünüyor acaba bu olur mu diye. Onun dışında diğer kalemlerde makul geliyor.
ÖM: Yani 2004’e genel olarak pozitif yanı ağır basan bir görüşle girmek mümkün görünüyor bu durumda?
HE: Evet. Bunun sonucu olarak, örneğin kamu iç borç stokunun GSMH’ye oranı % 51’e inmişti 2003’te, 2004 için Yapı Kredi Araştırma Bölümünde yaptığımız öngörü % 51 dolayında olacağı... Böyle bakınca da kabaca söylüyorum, ekonominin hükümetin öngördüğü gibi bir büyüme ve dış ticaret dengesi olabilir. Bizim tahminlerimizle ufak tefek farklar var ama onlar normal olan şeyler, yani hükümetin tahminleri olmaz diye bir düşüncem yok benim kafamda ama bazı riskler var.
2004'ün risk kalemleri
ÖM: Ama o zaten dikkatle takip edilmesi gerektiğini senin de sürekli olarak tekrarladığın bir şey; yani asla gevşemeden takibinin yapılması gerektiğini her zaman söylüyorsun zaten.
HE: Yalnız 2004 yılında riskler daha fazla.
ÖM: Öyle mi? Neden?
HE: Benim görebildiğim 8 tane risk kalemi var, bunlardan iki tanesini siz çok işlediniz onun için tekrarlama gerek yok. Bunlardan ilki Kıbrıs sorunu: Mayıs ayında Kıbrıs’ta bir çözüm olup olmaması ekonomik durumu çok etkiler; pozitif gelişme ekonomik durumda rahatlık yaratır ama olumsuz bir gelişme Mayıs ayından itibaren piyasaları tedirgin kılar.
İkincisi AB raporu; bu rapor tabii Kıbrıs olayından da etkilenebilir ama başlı başına da önemli... Ben Mayıs ayında olumlu bir gelişme olsa dahi o raporun yeni bir bilgi olduğunu düşünüyorum, orada da olumsuz bir sonuç olabilir, bu da piyasaları rahatsız edebilir. Bunlar biraz ekonomi dışı olmakla beraber ekonomiyi çok etkileyecek olaylar. Ortadoğu’yu hiç saymıyorum, orada bir karışıklık olmadığı gün olmadığı için artık ona bir risk diye bakmamak lazım, hep başımıza geliyor.
Üçüncü nokta programdan sapılmasıdır, yani hükümetin yürütmekte olduğu programı, yerel seçimler ya da başka bir bahane ile uygulamamasıdır. Bu olasılık şimdilik yüksek gözükmüyor ama ihmal de edilemez... Çünkü önümüzdeki dönemde 2003’e oranla bazı işleri başarabilmek daha çok, ya da daha çok kimseden, fedakârlık yapmayı gerektirecektir. Bu da sorun olabilir.
Dördüncü nokta TL'nin değerlenmeye devam etmesi... Bizim tahminimiz TL’nin hafif değerleneceğidir. Değerlenmenin hızlanması halinde Türkiye’nin dış ticaretinde sorun olabilir, yani ithalat daha fazla artabilir, ihracat devam etmeyebilir.
ÖM: Böyle bir olasılık da var diyorsun?
HE: Bizim tahminimiz tehlikeli boyutta yok ama yolundan saparsa olabilir. Tabii burada tahmin yapmak çok güç, Economist Intelligence Unit şimdi biraz değiştirdi tahminlerini, krizi 2005’e erteledi. Onlar çok şiddetli bir devalüasyonla düzeltme yapılacağını düşünüyorlar... Özetle bu konuda tahmin yapmak zor. Ama olaylar bizim senaryomuzla devam ederse TL hafif değerlenebilir diye düşünüyoruz.
Beşinci nokta reel ücretlerde artış olmasıyla ilgili. Reel ücretlerde artış olması bence normaldir, çünkü reel ücretler bu yıl da düştü. Bir ülke reel ücretlerini sürekli düşürerek devam edemez. Dolayısıyla reel ücretlerin artması normaldir... Aşırı artarsa bir sorun olabilir.
Altıncı nokta iç istem büyümesinin üretim kapasitesini zorlayacak oranlara gelmesi...
İç talebin artması iyi bir şey fakat çok artar, kapasite sınırına doğru iterse o zaman bu fiyat artışlarına yol açabilir.
ÖM: Beşinci faktör olarak söylediğin reel ücretler meselesini biraz açar mısın lûtfen?
HE: Reel ücretlerin aşırı artması, yani ekonominin kaldıramayacağı boyutlarda artması. Sadece artması değil, çünkü artması iç istemi canlı tutacağı için olumlu bir şeydir, orada bir sorun yok ama mesela ekonomi % 5 büyürken reel ücretler % 20 artarsa bu durumda dengeler bozulur. Ama hangi rakamda bozulur onu bilemem, o ayrı bir tartışma.
Sonuçta baktığımızda, iç talep büyümesi, kapasiteyi zorlarsa o zaman bir enflasyonist baskı oluşur, o da program açısından sorun çıkar.
Yedinci risk unsuru, canlanmaya başlayan yatırımların devam etmemesidir... Bu çeşitli nedenlerle olabilir, insanlar yatırım yapmaya çekinebilir, benim aklıma gelen bir diğer nokta, finansman açısından zorluk olabilir, bankacılık sistemi henüz daha kendi üzerindeki sıkıntıyı atabilmiş değildir, 2004’te de atacağını sanmıyorum. Eğer yatırımlarda da bir canlanma olmazsa bu istihdam üzerinde bir sorun yaratır, Bu da sekizinci nokta... İşsizlik rakamlarımız yüksek ve bu işsizliğin devamı halinde bir huzursuzluk doğurabilir, onun için yatırımların canlanması biraz önemli bir nokta. Benim söyleyebileceğim risk noktaları bunlar.
ÖM: 8 noktaya da çok dikkatle bakılacak yani?
HE: Öyle gözüküyor.
ÖM: Çok teşekkür ederiz, 2003’ten 2004’e bakış olarak iyi bir toparlama oldu.
(25 Aralık 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)