18 Ağustos 2013Milliyet Gazetesi
Tropikal ve yarı tropikal iklimlerde yetişen “Camellia Sinensis”ya da hepimizin bildiği adıyla çay, eskiden olduğu gibi günümüzde de misafirleri en zarif biçimde ağırlama işlevini sürdürüyor. Kar yağışı görülmeyen tropiklerde çayın, böcek gibi haşerelerden korunması için ilaçlanması da gerekiyor. Bu nedenle, doğal ya da organik çayın yetişmesi için tropikal özellikleri olan bir yerin yanı sıra bir de çay yaprakları üzerinde böcek gibi haşereler olmaması için o yaprakların üzerine kar yağmasına ihtiyaç var.
Farkında değiliz ama dünya ile kıyaslandığında ülkemizin çay üretiminde çok büyük bir avantajı var. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin doğal iklim şartları gereği, çay tarımında kimyasal ilaçlama yapılmıyor. Doğanın bizzat kendisi, çay için gerekli ilaç etkisini yaratıyor. Yani Türkiye, dünyadaki büyük çay üreticilerinin arasında, çayın üzerine kar yağan tek ülke... Doğa, çayın üzerine yağdırdığı kar ile ona gerekli olan korumayı da sağlıyor.Üç temel çay çeşidi var
Geçmişte yoğun olarak mısır ve fasulye yetiştirilen Karadeniz bölgesinde, bugün önemli miktarda çay yetiştiriliyor. Türkiye’de çay üretimine Cumhuriyet’in ilk yıllarında Doğu Karadeniz bölgesinde başlandı ve başarılı sonuç alındıktan sonra 1940 yılında çıkarılan Çay Kanunu ile Araklı’dan Sovyet sınırına kadar olan bölge çay tarımına ayrıldı. 1947 yılında, 60 ton/gün kapasiteli ilk çay fabrikası Rize’de işletmeye açıldı, 1965 yılında kuru çay üretimi iç tüketimi karşılayacak seviyeye ulaştı. 1971 yılına kadar Tekel Genel Müdürlüğü’nce yürütülen çay alımı, işleme ve satış işlemleri 1971 yılında kurulan Çay Kurumu’na devredildi. Sonuçta Türkiye,çay tarım alanlarının genişliği bakımından üretici ülkeler arasında 6, kuru çay üretimi bakımından 5’inci sırada; yıllık kişi başına tüketim bakımından ise dünya ülkeleri arasında 4’üncü sırada yer alıyor. Ayrıca ülkemizde, Rize’nin Hemşin ilçesi organik çay tarım havzası olarak belirlendi ve organik çay üretimine de başlandı.
Çayları birçok kritere göre sınıflara ayırmak mümkün olmakla beraber; üç temel çay çeşidi var. Bunlar siyah çay, yeşil çay ve beyaz çaydır. Bunların dışında, yetiştiği bahçe, yaprak boyutu, işleme yöntemi ve fermantasyon yöntemlerine göre de sınıflara ayırmak mümkün. Japonya’ya gidene kadar çocuklar gibi “paşa çayı” içiyordum. Şimdi yeşil çaya başladım. Japonların “chanoyu” denilen geleneksel çay seremonisi ile tanıştıktan sonra; Türkiye’de bir bardak keyif olan çayın, Japonya’da sabrın ve bilgeliğin sembolü olduğunu da gördüm.Japonlara göre çay seremonisi, Japonya’ya özgü estetik bir eğlence. Özelliği, Matcha denilen yeşil toz çay sunulması ve içilmesidir. Çay Japonya’ya Çin’den 8’inci yüzyılda gelmiş olmakla birlikte Matcha, 14’üncü yüzyıldan itibaren üst sınıflar arasında düzenlenen sosyal toplantılarla yaygınlaşmış.Kaçak çayın itibarı ve tüketimi düşüyor
Bize göre de Hemşin’in organik çayı bize özgü; o ithal edilen çaylardan farklı olarak, kuru çaylarda pestisit denilen hiçbir kimyasal madde kalıntısı içermiyor. Bu durum ülkemize dünyada yükselen organik tarım için de çok büyük bir avantaj sağlıyor. Çünkü içinde zararlı kimyasallar bulunan ve ülkemizde “kaçak çay” olarak adlandırılan çayların, sağlığa zararlarından dolayı itibarı ve tüketimi hızla düşüyor...
Özetle dünyada yaklaşık 1500 çeşit çay var. Aralarındaki tek fark fermantasyonu. Diğer bir deyişle, siyah ve yeşil çayın ikisi de aynı yapraklardan yapılıyor. Siyah çayın yaprakları yavaşça kurutuluyor. Yeşil çay ise yapraklar toplanır toplanmaz hemen kavrulup hızlı bir şekilde kurutuluyor. Yani siyah çay kurutulurken okside ediliyor. Yeşil çay ise okside edilmiyor... Şimdi bu listeye ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yetişen doğalına ilave olarak Hemşin Vadisi’nde yetişen organik siyah, yeşil ve beyaz çayı da eklememiz gerekiyor. Evet, gerçek ve tek organik çay Hemşin’de, başka yerde yok! Hemşin’in organik çayını, bakkallardan, marketlerden, kafeteryalardan, çaycınızdan, ev sahiplerinden ısrarla istemeyi ve az miktarda üretildiği için de tükenmeden almayı unutmayınız!