Gaetano Donizetti' nin 1836 yılında bestelediği, Bizans İmparatorluğu' nun en parlak döneminde, Jüstinyen devrinde geçen Belisario operası 26 Mart Cumartesi günü, saat 15.30' da AKM Büyük Salon'da Türkiye prömiyerini yapıyor.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Belisario'nun orkestra şefi Cem Mansur. Dekor Ali Cem Köroğlu'na, kostüm Şanda Zıpçı' ya ait. Koro şefi Fausto Regis, ışık sorumlusu Ahmet Defne. Bütün bu elementleri bir araya getiren kişi ise, eseri sahneye koyan Yekta Kara...
Yekta Kara, eserle karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
"Belisario'yu dinlediğimde de, okuduğumda da, eserin sahnelenmeye elverişli olmadığını düşünmüştüm. Hatta bu nedenle uzun yıllar hiç oynanmamış. 1836'da sahnelenişinden sonra Belisario'yla 20.yy. boyunca neredeyse hiç karşılaşmıyoruz. Ta ki 1960'lı yılların sonuna doğru ünlü sopranomuz Leyle Gencer ilgilenene kadar. Sanırım Leyle Hanım'ın ilgilenme sebebi, operanın Bizans'ta geçiyor olması ve virtüöz olmayı gerektirmesi. 1969'dan itibaren, üç yıl boyunca İtalya'da oynuyor ve tekrar sessizliğe gömülüyor Belisario"
Kara, bu tarihten sonra Belisario ile ilgilenilmemesini dünyadaki opera kurumlarının farklı anlayışlara yönelmesine bağlıyor:
"Belisario, bel Canto döneminin bir eseri. Bel canto da güzel şarkı söylemeye dayalı bir akım. Donizetti bu dönemin en önemli temsilcilerinden. Hatta dönem içinde güzel şarkı söylemek öylesine bir tutku ki, müziğin güzelliğinin dahi önüne geçiyor. Libretto, kurgu, dramatik yapı ise hiç önemsenmiyor. Besteciler, özellikle Donizetti, durmaksızın eserler besteliyor. Bir yılda iki-üç opera. Mozart ve Verdi'nin üç-dört yılda bir opera bestelediğini düşünecek olursak, buna gerçekten bir rekor diyebiliriz. Dolayısıyla bir seri imalat söz konusu ve iş öğrencilerle, asistanlara düşüyor. Usta-çırak ilişkisinin başka bir kullanım biçimi. Sonuçta çıkan ürün, dramatik olandan uzak durduğu için batılı opera kurumları, bu eserle ilgilenmediler."
Yekta Kara'yı tam da bu teknik zafiyet işin içine çekmiş:
"Üç bel canto bestecisi olan Rossini'de de, Bellini'de de, Donizetti'de de dramatik olan her şey kısıtlı. Neredeyse hiç yok. Tıpkı hepsinin hayatlarının kısıtlılığı gibi. Ellili yaşlarda ölmüşler. Belki daha uzun yaşasalardı ya da farklı dönemde var olsalardı, farklı akımlarla ilgileneceklerdi. Bu üçlüde değişik olan Donizetti'nin ellili yaşlarında akıl sağlığını yitirmesi ve Belisario'yu da bu dönemde yazması. Neredeyse bütün operaların teması aşkken, Donizetti belki de içinde bulunduğu durumdan ve yitirdiklerinden ötürü evlat sevgisi ile vatan sevgisi arasındaki çelişkili durumu yansıtıyor eserine. Tam da burada konuya geliyorum işte. Eserin oluşum hikâyesi, eksik gördüğümüz tiyatroyu bize veriyor. Bu dramatik unsuru sahneye getirebilmek için de öncelikli olarak Donizetti'nin kişi olarak kendisini getiriyorum sahneye. Başka türlü sahnelenseydi sadece dinlenirdi, izlenemezdi. 2005 yılında sahneleyeceksek Belisario'yu, izlenmesinin gerekliliğini unutmamamız gerekiyor. Bu çözüm yolunu sevdim. Dolayısıyla eserin içinde taşıdığı teknik zafiyeti, Donizetti ve asistanlarının sahneye çıkıp bize yardım etmeleriyle alt ettiğimizi düşünüyorum."
Sahneye getirdiği Donizetti rolünü ise Taner Barlas'a oynatıyor...
"Donizetti rolünü biz ilave ettiğimiz için çok önemliydi. Oyunu taşıyordu. Ama ne şarkı söylüyor, ne de konuşuyordu. Bu rolü oynayacak kişi hem çok iyi bir tiyatro oyuncusu olmalıydı, hem de beden kullanımıyla özel olarak ilgilenmiş bir kişi olmalıydı. Yani, Taner Barlas... O da bizi şaşırtmadı. Çok iyi bir Donizetti rolü çıkarmasının yanı sıra, olayın bütünüyle çok hoş bir organik bağ kurdu."