12 Ekim 2004İbrahim Karagül
21. yüzyıla dönük bütün hesapların merkezinde Doğu Akdeniz var. Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi, İngiltere'nin "Ortadoğu Bölgesi İçin Genel Strateji"si, İsrail'in "Büyük İsrail" projesi, Avrupa Birliği'nin "Ortadoğu'da Ortak Geleceğe İlişkin Stratejik İşbirliği" projesi Doğu Akdeniz merkezli. Bu merkezden hareketle Orta ve Kuzey Afrika'dan Hint/Malay coğrafyasına uzanan, Ortadoğu'dan Hazar ve Orta Asya'ya genişleyen bölge, yüzyılın nüfuz savaşlarına sahne oluyor.
Yeryüzünün orta kuşağına yönelik hakimiyet stratejilerinin temelinde bu coğrafyadaki Müslüman nüfusun kontrol altına alınıp dönüştürülmesi, böylece 21. yüzyılın inşası için üretilen ve uygulanan projelerin önünün açılması var. Özelde Amerika ve Avrupa'nın, genelde ise küresel sistemi belirleme potansiyeline sahip bütün güçlerin yeni yüzyıla dönük güvenlik doktrinlerinin temelinde "İslam tehdidi" ön sırada yer alıyor. Geliştirilen stratejiler, güç kullanımını birinci tercih olarak görürken, mümkün olan bütün yöntemlerle bu "tehdidin" dizginlenmesini, tasfiye edilmesini, yok edilmesini öngörüyor.
Afganistan ve Irak'ta gördüğümüz, Filistin'de nitelik değişimine uğrayan ve önümüzdeki dönemde aynı coğrafyanın başka bölgelerinde görmek zorunda kalacağımız işgaller ve krizlerin temel nedeni, küresel aktörlerin bu coğrafya üzerinde yürüttükleri paylaşım savaşı. Anglo-Amerikan cephe ve Avrupa Birliği ile Rusya, Çin ve Hindistan'ın belirleyici olduğu bir küresel sistem inşa ediliyor. Ancak, 20. yüzyılda olduğu gibi, 21. yüzyıla dönük planlarda da Müslüman dünya, paylaşımın dolayısıyla küresel iktidarın tarafı değil, hedef alanı olarak görülüyor. Yani bu yüzyıl da Müslümanlar için 20 . yüzyıldan farklı olmayacak. En azından küresel aktörler öyle öngörüyor.
Ne uluslararası kurumlarda ne de bölgesel yapılanmalarda Müslüman dünya için bir temsil mekanizması öngörülmediği gibi, bölgenin kendi meydan okuma girişimleri de bütün güçleri karşısında buluyor. Dışarıdan dönüşüm projeleri dayatılırken bölgenin direnç noktaları kırılıyor ve kitlelerin kendi değerleriyle, kimlikleriyle, dinamikleriyle varolma mücadelesi yok ediliyor. Paylaşımın tarafları ile aslında onların uzantıları olan yerel iktidarlar arasına sıkıştırılan kitlelerin arayışları "terör" ve "İslam tehdidi" gibi argümanlarla meşru alının dışına itiliyor. Öyle ki, işgal altında bulunan toplumların özgürlük mücadelesi bu yüzyılın en büyük tehdidi olarak gösteriliyor.
Doğu Konferansı işte böyle bir atmosferde ortaya çıktı. Küresel stratejilerin hiçbirinin yaşadığımız coğrafyaya temsil yetkisi vermediği, bölgenin tam anlamıyla talan savaşına sahne olduğu bir dönemde, bölgenin kendi varoluşunun mümkün olup olamayacağına, olacaksa bunun nasıl olabileceğine ilişkin tartışmalar, Doğu Konferansı Girişimi'ni ortaya çıkardı.
Ortak kaygılarla hareket eden, paylaşıma itiraz eden, bu coğrafyanın sadece bir ganimet olarak görülmesini reddeden, ABD'nin ya da başka güçlerin bölgenin siyasi, kültürel ve sosyal değerlerini kendi küresel stratejilerine malzeme yapmasına karşı çıkan, dünya yeniden bölgesel kutuplaşmalara/ortaklıklara doğru ilerlerken bölgenin etnik ve mezhep savaşlarına sürüklenmesinin ve daha da parçalanmasının içerdiği tehlikelerin farkında olan insanların yaşadığımız coğrafya için bir gelecek inşa etme arayışı bu... Doğu Akdeniz merkez alınarak, Mısır'dan Hind/Pakistan bölgesine, Hazar'dan Yemen'e uzanan bölgenin ortak değerlerine vurgu yapılarak, ortak bir dil oluşturma, ortak bir gelecek inşa etme çabası...
Türkiye'den farklı eğilimlere mensup ancak benzer endişeleri taşıyan insanların mütevazı çabalarıyla başlayan girişimin üyeleri İran'da, Mısır'da, Lübnan'da, Suriye'de aynı endişeleri taşıyan insanlarla birlikte tartışmaya, birlikte çözüm aramaya başladı. Yakında başka bölgeleri de ziyaret edecek olan Doğu Konferansı ekibi, beklenenin çok üstünde ilgi ve destek görüyor. 2005 yılında yapılacak büyük buluşma öncesi 8-10 Ekim tarihlerinde İstanbul'da yapılan "Türkiye Buluşması"na yüze yakın kişi katıldı.
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ve AK Parti'yi temsilen Süleyman Gündüz'ün açılış konuşmasını yaptığı "Türkiye buluşması"nda üç gün boyunca "Doğu Nedir?", "Doğu'nun Mevcut Durumu Nedir?", "Doğu Ne Yapmalıdır?" ve "Doğu Hangi Araçlarla Alternatif Üretebilir?" sorularına cevap arandı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, toplantıya gönderdiği mesajda, "Aydınlar ve genel anlamda sivil toplum arasında ortak düşünsel üretim için zemin yaratmak üzere tasarlanan Doğu Konferansı'nı önemli bir eksikliği gidermek için 'zamanlıca tasarlanmış bir proje' olarak değerlendiriyorum" dedi. Dış müdahaleler ve ülkelerin iç sorunlarının birlikte ele alınması gerektiğinin altının çizildiği toplantılarda, "kendisi" olmak isteyen Doğu'nun önündeki en büyük engel olarak "dış müdahalelere" karşı çıkılması yönünde tavır gösterildi.
Doğu Konferansı, bölgeye yönelik stratejilerin medeniyetler çatışması önkabulüyle hazırlandığı bir dönemde, Batı karşıtlığını esas almıyor. İki önceliği var: Batı'nın bölgeye yönelik istilası ve bölgenin kendi içindeki sorunları. Batı ile diyaloğu öngörmekle birlikte, hiçbir şekilde ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ve AB'nin bölgeye yönelik stratejisi gibi resmi tezlerle birlikte anılamaz. Enerjisini bölgenin bağımsız varoluşuna yoğunlaştırıyor.
Yazıyı, Mehmet Bekaroğlu'nun okuduğu sonuç bildirgesinin çağrısıyla bitirelim: "Bizler, kültürel kimliğimizi, tarihsel birikimimizin ve entelektüel sorumluluğumuzun gereği olarak, tüm farklılıklarımızı geri plana atarak, halklarımızın geleceği ile ilgili ortak kaygılar ve sorular temelinde, sinerji yaratacak bir sorgulama, arayış ve keşif harekatı başlatmak ve kendimizi bu bilinç çerçevesinde yeniden üretmek üzere yola çıkmaktayız. Çağrımız, bu diyalog ve arayışı anlamlı bulup beslendiğimiz zengin tarihsel kültürel mirasın çoğul karakterinden katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü değerleri damıtarak, önümüze dikilmeye çalışılan kaotik, karanlık geleceğe meydan okuyan, yeni ışıklı bir dünya umudunu hâlâ koruyan herkese açıktır."
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/ekim/12/ikaragul.html