10 Nisan 2010Taraf Gazetesi
Anayasa referandumundan ne sonuç çıkacağını ben biliyorum.
Sizinle de paylaşayım.
“Basiretli yazar” gibi davranmak, bu bilgiyi paylaşırken “tahminimce”, “büyük olasılıkla” filan gibi bir ifade kullanmamı gerektirir. Belli mi olur? Her şey değişiverir, “Vay salak, amma yanıldı ha!” deme imkânını vermiş olurum hepinize.
Olsun. Hiçbir önlem almayacağım. Buyurun:
Referandumdan “evet” sonucu çıkacak. Üstelik öyle ucu ucuna filan değil, en az yüzde 60’la.
Kamuoyu araştırması yaptırmadım; yaptıranların telefonunu dinletmedim. Ama sonuçtan eminim.
Niye mi? Halkın hukuk bilgisine güvendiğim için değil. Zaten hiç kimsenin referandumda hukukî temellerden yola çıkarak oy kullanacağını düşünmüyorum. Köy meydanları ve otobüs kuyruklarında uzun, ayrıntılı hukuk tartışmaları yapılacağını sanmıyorum.
Halkın yüzde 99’u için, hukuk zaten uzak ve anlaşılmaz bir şeydir, anayasa ise insan hayatının tamamen dışında, varlığıyla yokluğu hiç fark edilmeyen bir belgedir. Zavallı hukuk talebeleri dışında, ne gören, ne okuyan vardır.
Buna rağmen, herkes ne yaptığını gayet iyi bilerek oy vermeye gidecek ve önemli bir çoğunluk “evet” oyu verecek.
Böyle olacağını biliyorum, çünkü halk, çok da ilgilenmediği anayasayı değil, daha genel ve daha önemli bir şeyi oyladığını biliyor.
Mevcut devleti mevcut haliyle muhafaza mı edelim, değiştirelim mi? Konu bu.
Tamam, neresini değiştireceğiz, nasıl değiştireceğiz, HSYK’nın üç üyesini mi Cumhurbaşkanı belirleyecek, iki buçuk üyesini mi, bunlar hep önemli şeyler. Ama oylanan bunlar değil. Bana ne yahu yargıç, savcı, trafik polisi ve mahalle bekçisi atama süreçlerinin ıvır zıvır ayrıntısından? Bugüne kadar HSYK’nın hangi üyesini kimin atadığını biliyor muydum da bundan sonra kimin nasıl atayacağını tartışayım?
“Evet” ve “hayır” oyu verecek olanlar arasındaki anlaşmazlık hukukî değil, siyasî bir anlaşmazlık. Ve bu anlaşmazlık yeni bir şey değil, 10-15 yıldır hemen her konuda ortaya çıkan yarılmanın en yeni tezahüründen ibaret.
Herkes “mevcut devleti mevcut haliyle muhafaza mı edelim, değiştirelim mi?” şeklinde ifade etmiyor olabilir anlaşmazlık konusunu. “Askerî vesayetten kurtulmak” diyenler var, “deli gömleğini üzerimizden atmak” veya “demokratikleşme” diyenler var. Ne dersek diyelim, yarılmanın özü bu. Bir yanda “Kemalist devlete dokunan haindir” diyenler, diğer yanda “Ben bu devletten bezdim artık” diyenler.
Ve halkın büyük çoğunluğunun “devletten bezenler” saflarında olduğunu bildiğim için, referandumdan evet oyu çıkacağını biliyorum.
Şu ana kadar görüş beyan eden ve benim değil ama halkın çoğunluğunun “sol” olarak düşündüğü partiler, CHP, TKP ve ÖDP, “devletten bezenler” saflarında olmadıklarını ilan etmiş bulunuyor.
Niye? Aralarından birinin basın açıklamasına göre, şu nedenle:
“AKP’nin anayasa değişiklik paketi kendi iktidarını güçlendirme niyetinin bir ürünüdür. AKP’nin 12 Eylül Anayasası’nın yarattığı kurumlarla bir sorunu yoktur. AKP’nin amacı bu kurumları ele geçirerek kendi tekelci iktidar yapısını kurmaktır.. Bugün bir yargı reformuna ihtiyaç vardır. Ama AKP’nin gerçek bir yargı reformuna niyeti yoktur.. AKP, bırakın yargının siyasal iktidara bağımlı olmaktan kurtarılmasını, kendi siyasi iktidarına bağımlı bir yargıyı istemektedir.”
Bana ne AKP’nin amacından? Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki gizli emelleri bilemem, umurumda da değil. Hatice’ye değil, neticeye bakarım ben. Berbat bir anayasa azıcık daha az berbat olacak mı? Olacak. Niye itiraz edeyim o halde?
Basın açıklaması şöyle devam ediyor: “Eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa ancak halkın örgütlü gücüyle, onun mücadelesinin bir sonucu olarak gerçekleşebilecektir.”
Tümüyle katılıyorum. Halkın örgütlü gücüne benim de güvenim sonsuz. Ama önümüzdeki bir iki hafta içinde bu gücün sahneye çıkıp sosyalist bir anayasa dayatacağını sanmıyorum. Bir gün dayatacağına inanıyor olmak, bugün devleti savunanların saflarında yer almamı niye gerektiriyor, anlamak mümkün değil. Sanırım Marx da, Lenin de hayretler içinde kalırdı!