28 Şubat 2008Radikal Gazetesi
Savaşa katılımın reddedilmesi, savaşın kendisi kadar eskidir. Tarih boyunca, askeri organizasyonların çeşitli biçimleri insanları değişik gerekçelerle askerlik hizmetini reddetmeye yöneltti. Savaşa ve askerlik hizmetine karşı duruşun en dolayımsız biçimlerinden biri de 'Vicdani red'dir. En geniş ifadesiyle vicdani red; vicdani, dini veya politik inanç ve kanaatleri nedeniyle zorunlu askerliğe karşı çıkış olarak tanımlanabilir. Türkiye bu kavram ile ilk red açıklamalarının yapıldığı '90'lı yılların başında tanıştı. İlk redçiler, Tayfun Gönül ve Vedat Zencir, vicdani kanaatleri ve politik inanışları gereği askerlik yapmayacaklarını söylediklerinde kamuoyunda kaygılı bir şaşkınlığa yol açmışlardı. Zira 'Her Türk asker doğar' anlayışının yaygın olarak ifade bulduğu, erkekliğin askerlik üzerinden tanımlandığı -adam olmak- bir ülkede ve üstelik 1980 yılında gerçekleşen askeri darbenin tüm etkilerinin devam ettiği koşullarda birilerinin kalkıp askerlik yapmayacağını söylemesi, en iyimser ifadeyle, hafif akıllılıktı: Kimbilir başlarına neler gelecekti? O günden bu yana yaşanan tüm zorluklara karşın 12'si kadın 49'u erkek, 61 genç insan vicdani redçi olduğunu açıkladı. Hatta, bunlardan biri olan Halil Savda bu satırların yazıldığı sırada cezaevinde bulunmaktadır. Bununla birlikte Yehova Şahitleri gibi dini inançları nedeniyle zorunlu askerlik hizmetine karşı olan ya da başka saikler ile zorunlu askerlik hizmetine karşı olup da bu yönde politik bir tutum geliştirmeyen ama çeşitli biçimlerde muafiyet alma, kaçaklık, firarilik vb. yollarla askerlik yapmayan yüzlerce hatta binlerce insan bulunmaktadır. Vicdani redçiler için inişli çıkışlı ve zorluklarla geçen bu süreç boyunca kamuoyunun konuya ilgisi ancak redçiler tutuklandıkça, onları desteklemek için kampanyalar düzenlendikçe ya da destek verenler hakkında davalar açıldıkça oluşmaktaydı. Ancak, 2006 yılı başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) vicdani redçi Osman Murat Ülke'nin 1997'de yaptığı başvuru üzerine Türkiye aleyhine karar vermesi ile kamuoyunun kavrama yönelik ilgisinde bir artış görüldü. Meclis Başkanı'ndan emekli generallere, hukukçulardan köşe yazarlarına kadar çok farklı kesimlerden insanlar vicdani red hakkında görüş belirtip tartışmaya başladılar. Türkiye'nin vicdani redçilere yönelik uygun bir yasal rejiminin bulunmadığını ve bunun yapılması gerekliliğini ortaya koyan AİHM'nin kararı üzerinde yürüyen bu tartışma, vicdani redçilerin kamusal alanda görünür kılınmasını sağlaması bakımından oldukça önemliydi. Ama asıl Türkiye'de ordu, askerlik ve militarizme dair tabuların yıkılmasına katkıda bulunması bakımından da ayrıca bir önem taşımaktaydı. Siyaset, hukuk ve ekonominin neo-liberal çerçeveye hapsolduğu, küresel adaletsizliklerin savaşlarla birleşerek büyük yıkımlara yol açtığı günümüz dünyasında, gerçekten de vicdani red konusunda, felsefi, politik, hukuksal ve pratik yönleriyle akademik boyutta ve kapsamlı olarak tartışmaya gereksinim vardır. Bu tartışmanın diğer yararlarının yanı sıra Türkiye toplumunun, siyasetinin ve ekonomisinin sivilleşmesi yolunda atılan adımlara bir katkısı da olabilir. İşte böylesi düşüncelerden yola çıkan bir grup vicdani redçi, antimilitarist, insan hakları savunucusu, gazeteci ve akademisyen bir araya gelerek uluslararası nitelikte bir vicdani red konferansının yapılmasına karar verdik. Yaklaşık bir yıllık hazırlık çalışmasının sonunda bu konferans 27-28 Ocak 2007 tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde gerçekleştirildi. Bu kitap, konferans sırasında yapılan sunum ve tartışmaları daha geniş kesimlerle paylaşmak amacıyla hazırlandı. *** Yukarıda yapmış olduğum alıntı, Özgür Heval Çınar ve Coşkun Üsterci'nin yayına hazırladığı 'Çarklardaki Kum: Vicdani Red-Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler' kitabının SUNUŞ bölümünden. Okuyun! Faydalı bir eser. Kitapçılarınızdan ısrarla alın. Yani. (Bakın anarşist değilim, 'çalın' demiyorum.)