Ömer Madra: Bugün de cari açıktan yola çıkarak tasarruf meseleleri üzerinde duracağız galiba değil mi?
Hasan Ersel: Konu olarak cari açık konusunu tekrar önerince “bu son program, artık bitiriyorum, bir daha seninle konuşmayacağım” diyeceksin diye bekliyordum. Belki dinleyenler sıkıldı, “bu cari açıktan başka hiçbir konu yok mu dünyada?” diye. Ama enteresan bir konu. Olaya bir sağdan bir soldan bakıyorsunuz, başka şeyler görünüyor; ama aslında hep aynı şey.
Tarihi bir şeyler hatırlatmak istiyorum, biraz rakam vereceğim, o rakamlara bakınca bir şeyler görüyor insan. Türkiye’nin 1987’de milli gelir hesaplarının elimizde kolayca bulunabildiği bir döneme baktım, 1987’den 2005’e kadar. 1987’den 1991’e kadar olan dönemde Türkiye’de dış ticaret serbest, ama sermaye hareketleri sınırlı, açık değil. Yani buradan dışarıya rahatça para gönderilemiyor, dışarıdan da içeriye gelemiyor. Bunu değiştiren karar 1990’da alındı ama 1992’den itibaren tam etkili oldu diye düşündüm. 1992’den 2000’e kadar olan dönemde sermaye hareketlerinde, dış ticaret de serbest. 2001 kriz, 2001’le 2005’i de kriz ve kriz sonrası toparlanma dönemi diye aldım.
1987-91’de, sermaye hareketleri serbest değilken, yine cari açık veriyoruz, yalnız o zaman cari açığın GSYH’ya oranı ortalama olarak %2’nin biraz altında, %1.96. Sermaye hareketlerini serbestleştiriyoruz cari açık fırlayıveriyor, milli gelirin ortalama %4’üne fırlıyor. Buna karşılık 2001-2005 ortalaması düşük, %3’e düşüyor. (2001 krizi nedeniyle) Yani işi karmakarışık eden 92-2000 dönemi gibi gözüküyor.
Bu cari açığı vermemizde en önemli etki de bizim dış ticaret açığımız, yani daha az mal satıyoruz, daha çok mal alıyoruz. Sermaye hareketlerinin serbest olmadığı dönemde milli gelirin %4’ü kadar açık veriyormuşuz. Aynı dönemde cari açığımız %2’nin altında, dış ticaret açığımız %4’ün üstünde. Yani biz o zaman da bu işi, ithalatı karşılayacak kadar iyi yapamıyormuşuz ve dış ticaret açığımızın büyüklüğü cari açığın üstünde imiş. Yani biz mal satma dışında başka kaynaklardan, mesela turizmden gelir kazanıyoruz, onunla bir kısmını kapatıyoruz.
Türkiye’de Cari Açık Ve Dış Ticaret Açığı
DÖNEM ORTALAMASI (%) | CARİ AÇIK / GSYH | DIŞ TİCARET AÇIĞI / GSYH |
FARK |
1987-2005 | -3.37 | -5.62 | 2,25 |
1987-1991 | -1.96 | -4.02 | 2.06 |
1992-2000 | -4.33 | -5.87 | 1.54 |
2001-2005 | -3.05 | -6.67 | 3.72 |
Bu artmağa devam ediyor, 1992-2000 döneminde bu 6’ya yaklaşıyor: %5.87. Ama 2001-2005 döneminde dış ticaret açığının GSYH’a oranı ortalama %6.7’ye çıkıyor. Burada iki şey görüyoruz, bir tanesi bizim cari açığımız sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla büyümüş, ama sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla doğrudan ilişkili olmayan dış ticaret açığımızda buna yol açıyor ve bu süratle tırmanıyor. Dolayısıyla bu noktanın altını çizelim, “ne oluyor, neden biz daha çok ithalât yapıyoruz?” diye sormak lazım. Dış ticarette bu kadar açık veriyoruz ama cari açığımız o kadar dramatik artmıyor, demek ki başka yollardan döviz kazanmayı becermişiz. Onun da altını çizmek lazım çünkü bu olumlu bir şey, yani ister mal satarsınız, ister turizm hizmeti verirsiniz, isterseniz doktorluk hizmeti verirsiniz.
Cari açık ne demek? “Ben şu kadar iş yapmak istiyorum, ama bu kadar kaynağım var, bunun üstünde başkalarının olanaklarını kullanıyorum.” Özetle, biz tasarruflarımızla yatırımlarımızı karşılaştırıyoruz, yatırım yapmak istiyoruz ama tasarruflarımız buna yetmiyor, tasarruf eksiğimiz var. İç tasarrufumuz ne kadar eksikse, cari açık da o kadardır. Ben 50 lira yıllık yatırım yapacaksam ve 45 liralık tasarrufum varsa açığım 5 liradır. İşte Türkiye’de de durum bu. Demek ki bizim tasarruf açığımız büyüyor ama büyümesindeki en önemli etken 1992-2000 döneminden geliyor. Türkiye’nin tasarrufu ne, yatırımı ne, ona bakalım. Dünyada özellikle son yıllara baktığımız zaman şunu görüyoruz, gelişmekte olan ülkeler, genelde tasarruf oranları yatırım oranlarının üstünde olan ülkeler. Yani 10 tasarruf ediyorsa 9 yatırım yapılıyor, 1 de fazlası var, onunla da gidiyor yurtdışında yatırım yapıyor, yani menkul kıymet alıyor ya da başka bir şey yapıyor, vs. Dünyada bu trende uymayan 2 ülke grubu var, bir tanesi gelişmiş ülkeler, onlar da açık veriyor. Gelişmekte olan ülkeler içerisinde bir grup daha var, onlar da Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri. Özetle, AB’ye yeni girenler, girme hevesinde olanlar, girmek üzere olanlar, vs. Bunlar da bizim gibi açık veriyorlar, cari açıkları var. Dolayısıyla dünyayı o açıdan gruplarsak, Türkiye Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri gibi cari açık veren bir ülke, başka hiçbir gelişmekte olan ülke grubunda cari açık yok. Bunun altını çizelim.
Bizi bu Orta ve Doğu Avrupa grubundan ayıran bir başka özellik var; Bu ülkelerin yatırım oranı yüksek değil, düşük. Latin Amerika’nın üstünde fakat Doğu Asya gibi de değil. Buna karşılık, Türkiye’nin yatırım oranı Doğu Asya gibi yüksek. Yani Türkiye çok yatırım yapıyor, bu önemli bir şey. Türkiye’nin yatırım oranı Çin kadar yüksek değil, ama bölgenin ortalamasına çok yakın. Onlar gibi yüksek yatırım yapıyoruz, fakat tasarruf oranımız bu saydığım ülke grupları içerisinde en düşük olanı. Türkiye tasarruf etmiyor ama yatırım yapmayı seviyor ya da beceriyor. Bir tasarruf sorunumuz hep gözüküyor. Son 3 yıla baktım, 2003-2005 yıllarına baktım, çünkü Türkiye’deki değişiklik de bu dönemde oluyor. Bu dönemde Türkiye’nin tasarruf oranı bu karşılaştırdığım ülkelerin hepsinden düşük. Kullandığım kaynak IMF’nin verileri.
Biraz daha detayına baktım. Türkiye’de ikiye ayırabiliriz ekonomiyi, kamu kesimi ve özel kesim olarak. Özel kesimi şöyle tarif edeyim; sadece şirketler değil, bizleri, aileleri de işin içine koyduğumuz şekilde tanımlıyoruz.
ÖM: Neden? Ayırmak zor olduğu için mi böyle yapılıyor?
HE: Evet, ulusal gelir istatistiklerinden bu kadarını çıkarabiliyoruz. Şimdi bir iki tanım vereyim. Gelir; bir iş yapıyoruz onun sonucunda elde ettiğimiz kazanç. Geliri tarif etmek zordur aslında, ama kabaca bu. Yalnız harcayabildiğimiz miktar bu değildir. Çünkü bundan vergi veriyor olabiliriz, o zaman düşer. Öte yandan devletten transfer harcaması alıyor olabiliriz, örneğin biz fakir olabiliriz, devlet bize para vermiş olabilir. Transfer harcamalarını da eklemek lazım. Bu şekilde bir düzeltme yapılınca “harcanabilir geliri” elde ediyoruz. Özel kesimin harcanabilir gelirini Türkiye’nin harcanabilir gelirine oranlayıp duruma baktım; son 2 yılda, 2004-2005 yılında, bu kalemde ciddi düşüş var, daha evvelki bütün 1987-2005 ortalaması toplam gelirin %92’si özel harcanabilir gelirmiş. Şimdi o %84’e düşmüş. Yani 5000 lira kazandım, verdiğim vergi, aldığım transfer, topluyorum, vs. O 4000 liraya düşmüş. Eskiden ne kadardı? 4500 liraydı. Olay bu. Böyle olunca ben çalışıyorum, daha az harcanabilir gelir elde ediyorum, nasıl davranabilirim? Bir tanesi eskisi kadar tüketim yapmam, tiyatroya iki ayda bir gidiyorsam dört ayda bir giderim, vs. Ya da tasarrufumu kısarım, yani yine tiyatroya o kadar giderim, yine dışarıda yemek yiyorsam o kadar yerim, fakat eskiden 30 lira tasarruf ediyorsam 20 lira tasarruf ederim. Rakamlar bu ikincisinin olduğunu gösteriyor, Türkiye’nin 1987-2005 dönemindeki özel tasarruf eğilimi %28 civarında iken, %25’in biraz altına düşmüş. Öteki de zaten biraz altında, yani 3 puan aşağı düşmüş.
1987-2005 Döneminde Tasarruf Ve Yatırım
(%) DÖNEM ORTALAMASI |
TASARRUF/GSYH |
YATIRIM/GSYH |
1987-2005 | 18.54 | 24.16 |
1987-1991 | 21.06 | 25.08 |
1992-2000 | 18.45 | 24.31 |
2001-2005 | 16.20 | 22.97 |
Bu ilginç bir nokta, çünkü bu dönemde ciddi bir şeyi başardık, Türkiye’nin kamu kesiminde kamu açıklarını düşürdük, rakamlarda bunu görüyoruz. Kamu kesiminin yıllar boyu büyük ölçüde tasarrufu eksiymiş. Yani tasarruf etmeyi bırakın, bir de üstüne her yıl faaliyetlerini sürdürebilmek için başka tasarrufları, özel kesimin tasarruflarını kullanıyormuş. Dendi ki “bu böyle devam edemez, bunu düzeltelim.” Hakikaten düzeltildi de, son 2 yıla geldiğimizde, bakıyoruz ortalama 0. Kamu tasarruf eder hale gelmemiş, ama artık bu eksi tasarruftan kurtulmuş. Bu reform olarak düşünebileceğimiz bir şey aslında, hakkını vermek lazım, ciddi bir olay. Hemen hemen herkes de “bu gereklidir” dedi. Fakat bunun karşısında bir fatura çıkıyor, nereden ödeyeceksiniz bu geliri, yani bu dengeyi nasıl oluşturacaksınız? İşte doğru dürüst vergi alacaksınız, eskisinden biraz daha ciddi, biraz daha fazla, ki öyle gözüküyor rakamlardan. Bir de bazı transferleri yapmayacaksınız, yada yapamayacaksınız. Oradan görüyoruz ki, böyle bir kısıt gelince bizlerin davranışı tasarrufumuzu kesmek şeklinde olmuş, yani azaltmak şeklinde olmuş.
| Özel Harcanabilir Gelirin Toplam Harcanabilir Gelir İçindeki Payı (%) | Özel Tasarruf Eğilimi (%) |
1987-2005 | 92.4 | 27.7 |
1987-1991 | 91.1 | 27.2 |
1992-2001 | 93.5 | 28.1 |
2002-2005 | 91.5 | 27.2 |
2004-2005 | 84.4 | 24.7 |
Kaynak: TÜİK & Alpay Filiztekin
Şöyle bir şeyi hemen söylemem lazım; bu geçici bir olay olabilir, yani 2001 krizi sonrasında insanlar o dönemde bazı harcamalarını hiç yapamadıkları için bu dönemde yapmış olabilirler. Mesela evinizde buzdolabınız iyice eskimiştir ama 2001 krizi ortamında “işimi kaybedeceğim”, vs. derken durup dururken bir de buzdolabı almazsınız. 2004-2005’te “işler açıldı, ekonomi büyümeye başladı, sorunlar artık pek olmaz” diye düşündüğümüz bir yere gelince de buzdolabı alırsınız, o zaman da tabii ki tasarrufunuz düşer. Dolayısıyla şunu demek mümkün, belki 2006-2007’de bu eğilim devam etmez. Bu görüşe de haklılık payı tanımak gerek. Ancak yine bu eğilimi ciddiye almak lazım. Eğer bu kalıcı bir özellik gösteriyorsa veya reformlarda böyle bir tepki olabiliyorsa üzerinde ciddi bir şekilde durmak gerek. Önümüzdeki dönemde, ister “AB” diyelim, ister “küreselleşmeye uyarlama” diyelim, bir dizi reform yapmamız lazım. Ama biz bu reformların maliyetini topluma sunduğumuz zaman toplum eğer tasarruf eğilimini düşürecekse, bizim bu cari açığımızın büyümesine yol açar. Cari açığımızı birisi dışarıdan finanse ediyorsa, “aferin çocuklar siz bu reformlara devam edin, buyurun paraları” diyorsa, mesele yok, böyle devam edelim. Ama bu borcumuzu arttırıyorsa o zaman Türkiye reformları yapmak karşılığında dış borcunu arttıran ve tehlikeli bir noktaya giden bir ülke durumuna gelir.
ÖM: Dış borcun artması o kadar kötü bir şey midir?
HE: Bir noktada “a, bu arkadaşlar çok borçlandılar, ödeyemeyecekler galiba” deyip dışarıdakiler borç vermeyebilir. Olay kesilip, ekonomide krize yol açabilir. Tabii bütün bu olasılıkları göz önüne alırsanız, o zaman da reformları kesebilirsiniz. Bu olay çok ciddi, onun için tasarrufun düşmemesini, tercihen de arttırılmasını sağlamak gerekiyor. Türkiye’nin tasarruf oranı yüksek değil. “Yüksek”ten kastım, Doğu Asya standardı. Yoksa Latin Amerika’dan yüksek, ama Türkiye’de bir Latin Amerika’ya doğru gidiş havası var, yani tasarruf oranının daha düşük noktaya doğru gitme eğilimi var. Buna izin vermememiz lazım, tabii bu emirle olmaz, mekanizma tasarımı lazım, tasarrufu artırmak için ne yapmak lazım diye düşünmek gerekiyor.
Dünyada Tasarruf Ve Yatırım Oranları
2003-2005 ORTALAMASI (%) | TASARRUF/GSYH | YATIRIM/GSYH |
Gelişmiş Ülkeler | 19.17 | 20.33 |
Doğu Asya Ülkeleri | 32.07 | 25.40 |
Orta Doğu | 34.33 | 22.70 |
Latin Amerika | 21.17 | 20.30 |
Orta ve Doğu Avrupa | 18.73 | 23.73 |
TÜRKİYE | 17,41 | 25.20 |
Kaynak: IMF
Bunu bir tehlike olarak görüyorum. Çünkü reform tek taraflı bir işlem değildir, yani “yapalım arkadaşlar” deyince karşı taraf “peki efendim” deyip selam vermez, o da kendine göre bir tavır alır. O tavrın tehlikeli olmaması lazım.
ÖM: İyimser mi kötümser mi, nasıl bakıyoruz buna?
HE: Ben kötümser bakmaktan yana değilim, biraz ekonomi politik yapayım: Önlem alınmazsa, Türkiye’nin cari açığı arşa çıkmaz, reformlar durur. Biri derse ki; “sıkıntıya sokacağım, bir de üstüne şöyle sorun çıkacak, böyle sorun çıkacak” o zaman derim ki “bırak dursun, beni sıkıntıya sokma, ben halimden memnunum Türkiye de böyle devam etsin”. Bu hava gelebilir, oysa o reformların, yapılması da Türkiye’nin bu dünyada yaşayabilirliği için, ilerisi için çok önemli. Ama benim yaşımda bir adama sorarsanız, “ileride yaşamayacağım ki, bana ne?” deyip bugünümü gün etmeye çalışabilirim. Buna yol açılırsa çok olumsuz bir tablo çıkabilir. Çünkü Türkiye geldiği noktadan görece daha geriye düşebilir bu defa...
ÖM: Herhalde bu konuyu bitirmeyeceğiz hiç.
HE: Bir de dinleyicilere sorsan iyi olur, belki dinlemek istemiyorlardır artık!
(12 Ekim 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)