27 Şubat 2013Taraf Gazetesi
BDP heyetinin İmralı ziyareti, oradan gelen mesajlardan bağımsız olarak, başlı başına çok önemliydi.
Bir defa, bu ziyaretle, yeni süreçte krize dönüşmesi muhtemel sorunların müzakere edilerek aşılabileceği görüldü. Müzakere fikrinin güçlenmesini sağlayacak bir tecrübedir bu.
Öte yandan, bu ziyaret, Öcalan ile Kürt hareketinin diğer unsurları arasında açık ilişkinin devam edeceğine dair bir gösterge olması açısından önemlidir. İlişkinin açık olması, özellikle Kürt hareketinin tabanında var olan şüpheleri gidermeyi kolaylaştıracaktır.
Üçüncü olarak, bu ziyaret, Öcalan’la “devlet” arasındaki görüşmelerin siyasal alana taşınmasını sağlaması bakımından önemlidir. Ziyaretlerin bundan sonra da sürmesi ve giderek olağanlaşması, yeni sürecin meşruluğunu pekiştirecektir. Esasen sürecin ilerleyen aşamalarında parlamento daha fazla devreye girecektir, öyle olması da gerekir. BDP’nin İmralı ziyaretleri, parlamentonun çözüm yönünde işlev görmesinin şartlarını olgunlaştırır.
Yeni süreç, siyasal alanla bağlantısı yoğunlaştıkça, daha çok inandırıcılık, dayanıklılık ve istikrar kazanacaktır. BDP heyetinin bu ziyareti ve ziyaretlerin devamı, bu açıdan önemli.
Sürecin tarihî niteliği
BDP heyetinin İmralı dönüşü yaptığı kısa açıklama, ilk bakışta görüşmenin içeriği hakkında fazla fikir vermiyor gibiydi. Bu açıklamanın şifrelerini çözmeye dönük bir sürü yorum yapıldı. Benim açımdan bu açıklamadaki en “kritik” şifre, Öcalan’ın süreçle ilgili nitelemesiydi. Pervin Buldan’ın aktarımına göre Öcalan şunları söylüyor: “Bu görüşme tarihî bir adımdır. Tarihî bir süreç yaşıyoruz.”
Ben de böyle düşünüyorum. BDP heyetinin Öcalan’la görüşmesinin neden “tarihî” veya “hayatî” nitelik taşıdığını az önce anlatmaya çalıştım.
Öcalan’ın, bir bütün olarak sürecin tarihî nitelikte olduğuna dair vurgusunun ise, zahmetli bir yolculuğun sonunda ulaşılması muhtemel “menzil”le ilgili olduğu kanaatindeyim.
Bunu biraz daha açayım: Takip edebildiğim kadarıyla Öcalan, Kürt sorununda “barış”ın Türkiye’yi ve bölgeyi ciddi biçimde dönüştüreceğine inanıyor. Taleplerini de, bu dönüşümün önünü açacak tarzda ve içerikte formüle ediyor. Yeni süreç başladığından beri ortaya çıkan veriler, Öcalan’ın “yol haritası”nın bu esasa dayandığı yönündeki tahminimi destekliyor.
Yol haritası
Öyle görünüyor ki, Öcalan’ın öngördüğü yol, iki ana güzergâhtan oluşuyor. İlk güzergâh, PKK’nin silahlı bırakmasıyla sonuçlanacak aşamaları içeriyor. Bunlar, sırasıyla ateşkes, sınır dışına çekilme ve silahlı mücadeleyi bırakma beyanı.
İkinci güzergâh, büyük dönüşüme uzanan yolu işaretliyor. Burada ilerleyebilmek için, esaslı bir “yol temizliği”ne ihtiyaç var. Silahların devre dışı kalması, bu temizliğin en hassas parçası. Diğer parçası ise, Kürtlerin eşitlik, anadilde eğitim ve kendi kendilerini yönetme taleplerinin önündeki engelleri kaldırmak.
Yol temizlendikten sonra, dönüşümün nasıl ve hangi yönde devam edeceği, siyasal alandaki dinamiklerin etkisiyle ve demokratik mücadeleyle belirlenecek. Mesela anadile eğitimin ne ölçüde, hangi yöntemlerle gerçekleşeceği; yerel yönetimler meselesinde nasıl bir modelin uygulanacağı, bu çerçevede şekillenecek.
Taleplerin çok düşük düzeyde tutulduğu yönünde Kürt hareketinin bazı kesimlerinden gelen itiraz ve endişeler, yolun devamına değil, şimdiye odaklanmaktan kaynaklanıyor sanırım. Oysa bu yol açıldığında, Kürtler Türkiye’nin dönüşümü konusunda güçlü ve etkili bir aktör konumuna geleceklerdir. Bu konumlarını, bütün Türkiye için daha çok demokrasi, daha fazla özgürlük, daha kapsamlı ve güvenceli haklar yönünde kullanmalarının kapıları ardına kadar açılacak.
Türkiye’deki “çözüm süreci” derinleşerek ilerlediği takdirde, Türkiye- Irak- Suriye üçgeninde de önemli dönüşümler yaşanması ihtimali çok büyüktür. Mesela Kürtleri bölen sınırların belirsiz, hatta işlevsiz hâle gelmesi bu ihtimalin en önemli parçasıdır. Bu da, Kürtlerin konumunu daha da güçlendirecektir.
Öcalan’ın böyle bir öngörüyle hareket ettiğine dair tahminimi tekrarlayayım. Bu yolun ilk aşamadaki hedefleri, Kürtlerin bir kısmına az gelebilir. Türklerin bir kısmı da, bunu fazla buluyordur. Hatta bazıları, yolun sonunun bölünme olduğundan da şüpheleniyordur.
Her iki kaygılı tutum da bence temelsizdir. Yolun sonu, “büyük barış ve büyük dönüşüm”dür. Bunun herkes için daha iyi olacağından şüphem yok. Ancak yolun uzun ve zahmetli olacağını da biliyorum.
Bütün aktörlerin, büyük hedefleri küçük kaygılara ve dar hesaplara kurban etmemek için dikkatli ve sorumlu davranmaları, yolculuğu kolaylaştıracaktır. Aksi durumda, galiba herkes kaybedecektir...