Bugünü anlamak, yarına yarar mı?

-
Aa
+
a
a
a

Bugünü anlamak yarına yarar mı sorusunu kendime sormaya başlayalı hayli zaman oluyor ve bir türlü de yanıtını bulamıyorum.

 

Son Irak katliamı ve ardından izlediğimiz, izlemekte olduğumuz görüntüler gerçekten insan onurunu zedeleyici...

 

Kendi çıkarlarına, kendi geleceğine sahip çıkamayan bir halkın unutulamayacak dramı bu izlediklerimiz ve yaşananlar. Tek amacı petrol ve yayılmacılık olan ABD ve müttefiklerinin amaçları gözler önündeyken, Irak Halkı’nın davranış biçiminin böyle olmasının, insan ve onuru kavramları ile örtüşür bir yanı yok... Onun için de bu ve buna benzer halklar ile ilgili düşünmeye ara vermem gerektiğini düşünüyorum.

 

Geçtiğimiz günlerde, çok kısa bir aralıkta İstanbul’a geldim ve şehrin iki “ucunda” birer gün geçirdim.

 

Ümraniye’nin daha çok işçi olan halkı, o günlerde çok sıcak olan Irak Savaşını umursamaz, gırtlak derdindeydi, ancak kimse ekonominin içinde bulunduğu sıkıntılardan söz etmiyor ve ağlaşmıyordu. Bu bizim genel tavrımıza aykırı bir durum. Biraz içini araştırıp, insanlarla konuşunca, meselenin derinini de çözdüm tabii. AKP iktidarına oy veren bu insanlarda, iktidara vermiş oldukları kredi henüz bitmemiş. Ancak gözlerindeki ışığın da azalmakta olduğunu sezmemek olanaksız...

 

İstanbul’un diğer ucu ise Nişantaşı – Teşvikiye hattı...

 

Bu hat üzerindeki gezintilerimde gördüklerimi anlatmaya başlarsam “ayıp” bile olabilir... Ben malûmunuz olduğu üz’re, Fransız Rivierasında yaşamaktayım, yani güzel kadınların çok yoğun olduğu bir yerde, ama Nişantaşı – Teşvikiye hattında gördüğüm kadar çok şık ve çok güzel kadını bir arada buralarda bile görmek olanaksız.

 

Fransa da eskisi gibi değil

 

Türkiye’nin içinde bulunduğu varsayılan, bizim de uzaktan uzağa payımızı hayli yüklü almakta olduğumuz ekonomik sıkıntıların hiç birisi, şehrin bu hattına uğramamış bile. Dünyanın en büyük ve pahalı markalarının durup dinlenmeden satabildiği ve sokaklarda alenen kullanıldığı Nişantaşı – Teşvikiye hattı, belki de uzaydaki bir başka gezegenin yeryüzündeki yansımasıdır diye düşünmeye başladım.

 

 İstanbul; il gelirinin neredeyse üçte biri, % 1'lik azınlığa "ait"

Bedri Baykam’ın, o çok patırdı çıkartan, birkaç kere yasaklanan kitabını, KEMİK kitabını okumuş muydunuz? Eğer okumadıysanız, Nişantaşı- Teşvikiye hattını gezdikten sonra o kitabı okumanızı öneriyorum. Kemik’te yazanların büyük bir kısmı ne kadar kurmaca ise, bu hattaki gözlemleriniz de o kadar kurmaca...

 

Sizi bilmiyorum, ama benim iki tane çocuğum var ve ben onları yarına hazırlamak durumundayım. Bugünü anlayacağım ki, yarını çözümleyip onlara yol gösterebileyim.. Ama İstanbul’da son yaşamış olduklarım, gördüklerim, izlenimlerim o kadar birbirine zıt ve birlikte olmaması gereken türden ki, ne yapacağımı şaşırdım.

 

Tabii, şimdi devrilen kağnının ardından yol gösterenler çıkacak ve bana “sen şanslı adamsın, gâvur illerde yaşıyorsun, oradan iz belle, oradan öğütlerini bul çocukların için” diyecekler. Ama Avrupa Birliği’nin, Almanya’dan sonra, en varsıl ve düzenli ülkesi olan Fransa’da durum bir başka yönden zor ve anlaşılmaz...

 

Cumhurbaşkanı Chirac, son seçimleri faşistlerin elinden alabilmek için “güvenlik” sözü vermişti, şimdi de ünlü içişleri bakanı ile bu güvenli düzeni oluşturmaya çalışıyor ve bireysel özgürlüğün doğum yerinde, toplumsal eylemlerin beşiğinde, faşizme mektup yazmaya başlayan önlemler alınmaya başlanıyor, en azından bunlar gündemde ve konuşuluyor, oysa Fransa’da “özgürlüğü engelleyen” herhangi bir sözcüğün ağza alınması bile olanaksızdı eskiden... Yaa, bakın “eskiden” demeye başladım bile...

 

Peki, Fransızları böyle düşünmeye iten olaylar kimin başının altından çıkıyor?

 

Fransa’nın ikinci dini, % 18 ile İslâm, Müslümanların da % 60’dan çoğunu Arap asıllılar oluşturuyorlar.. Döndük dolaştık, ABD’nin ve müttefiklerinin canına okuduğu halkın bir uzantısı ile burun buruna geldik yine, buyrun işte...

 

Bugünü anlamakta zorluk çekiyorum.. ABD’nin okyanus aşırı harekât ile saldırdığı, yok ettiği insanlara, Fransa kendi içinde ve kendi insanlarını da zora sokacak biçimde ve onların hayırlamalarına karşın, baskı önlemleri geliştirmeye çalışıyor...

 

Şimdi ben çocuklarıma ne öğreteyim?

 

Faşizmden korunmayı mı? Özgürlüğün ve demokrasinin erdemlerini mi?

 

Yaşamanın tadını ve ona dört elle sarılması gerektiğini mi? Yaşamanın inanılmaz hafifliğini mi?

 

Bileniniz beri gelsin, [email protected] dayım...