Bir süredir kamuoyumuzda YTL'nin değeri ve ekonomiye etkisi konularında tartışmalar yoğunluk kazanmış durumda. YTL'nin değeri, ülke borçlarına etkisinden tutun , sıcak paraya ödenmekte olan yıllık % 25-30lar da ki reel dolar faizine kadar, istihdam sorunlarından, son bir kaç yılda ciddi miktarlarda artan borçlarımıza kadar birçok konuda tartışma konusu olmaya devam etmekte. Bu vesile ile, gelişmekte olan ekonomilerde kurun en stratejik araçlardan bir olduğunu , ve ülkelerin gelişmişlik durumu ile birebir ilişkili olarak ele alınması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Bir ülkenin makro ekonomisinde esasında en belirleyici unsurlardan biri olan kur rejimi, bir ülkenin makro ekonomisinde en az faiz oranları , ücret seviyesi veya enflasyon kadar belirleyici bir stratejik etkiye sahiptir. Bu gerçeği hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Son dönemlerde kamuoyunda oluşan, YTL'nin değeri konusundaki tartışmaların yoğunluğu da, uygulanmakta olan kur rejiminin yarattığı bu ciddi makro ekonomik etkilerden dolayıdır. Kur rejimi, sadece ithalat veya ihracatı değil, tüketimi, tasarrufları, ücretleri hatta enflasyonu da belirlemektedir.
Bugün dünyada yaygın olarak kabul edilen inanç, esas olarak sabit kur veya dalgalı serbest kurdan başkaca bir rejimin mümkün olmadığı, dalgalı serbest kurun ise, kurların piyasalar tarafından belirlenmesine imkân verdiği için en ideal rejim olduğu yönündedir. Ama dünyada kur rejimleri üzerinde tartışmanın da son bulduğu söylenemez.
Dünyada kur rejimi tartışmalarının halen tüm sıcaklığı ile devam etmesi , kur rejimin ülkelerin ve dünyanın makro ekonomisi için ne kadar önemli, stratejik bir belirleyici olduğunun bir göstergesidir.
Dünyada parasal birliğin, uluslararası merkez bankası aracılığı ile yaratılan bir düzenin, en başta ABD tarafından ve diğer gelişmiş ülkeler tarafından kabul göremeyeceği gerçeği karşısında, özellikle gelişmekte olan ülkelerin uygulayacakları kur rejiminin , doğrudan kendi gelecekleri ile ilgili olduğunun bilincinde davranmalarında büyük fayda vardır.
Kur rejiminin ülke gelişmesindeki stratejik rolü karşısında, kimi ülkeler istikrarsız kendi yerel paraları yerine, dolarizasyon olarak tanımlanan, kendi paraları yerine yabancı para kullanma yoluna giderek, ülke ekonomilerinde istikrar sağlamak istemiş, kimi ülkeler finansal entegrasyon yoluyla kendi aralarında sabit bir kur altında Euro adlı bir para yaratarak para birliğine gitmiş ,kimi bazı ülkeler yerel paralarının değerinin belirlenmesini tamamen piyasalara bırakmayı tercih etmiş ,kimleri de sabit kur rejimi altında veya kendi paralarının değerini doğrudan dolara bağlayarak ekonomik gelişme ve istikrara kavuşmayı hedeflemişlerdir.
Bu tercihlerden en zor olanı, Avrupa Birliği altında bir araya gelen ülkelerin uzun ve zahmetli bir ekonomik ve siyasi entegrasyon sonrasında parasal birliği sağlamalarıdır. Bu tür bir finansal entegrasyon ve parasal birlik dünyada tek örnektir. Dolarizasyon veya para kurulu uygulamaları ise daha ziyade kendi bağımsız kur rejimlerini uygulama gücü bulunmayan veya esas öncelikli hedefi finansal istikrar temin etmek olan ülkeler tarafından tercih edilmiştir. Bunun dışında alternatif olarak önerilen kur rejimleri ise, ya daha kuvvetli bir paraya bağlanmak, ya da enflasyona bağlı bir kur değerinin oluşması için enflasyonu kur çıpası olarak belirlemek, ya da tamamen serbest dalgalı bir kur rejimini benimsemektir.
Tüm bu rejimler önerilirken, öyle pek de açıkça önerilmeyen kur rejimi ise kontrollü esnek kur sistemi olmuştur. Kurun, yönetilemez ve kontrol edilemez bir veri olarak ele alınması tercih edilmiştir. Çünkü , bu yöntem sonucunda, ya kurun çok değerleneceği ya da çok değer kaybına uğrayacağı ve sonuçta ülke ekonomisine zarar vereceği değişmez bir sonuç olarak ön kabul görmüştür. Fakat tarih bu konuda farklı şeyler söylemektedir.
Örneğin, özellikle Asya ekonomilerinin 2. Dünya Savaşı sonrasında göstermiş olduğu performansa bakıldığında , kur rejiminin açıkça ekonomik büyüme ve gelişme için stratejik bir silah olarak kullanıldığı görülmektedir. Esas olarak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kontrollü esnek kur rejiminin sağlıklı mali politikalar eşliğinde hem ödemeler dengesine istikrar getirmesi, hem de ülke içi tasarrufları ve yatırımı arttırması mümkündür. Bunun yaşanmış örnekleri de mevcuttur.
Esas olarak klasik kur rejimi yaklaşımı, her zaman kurun rekabetçi olmasının, ihracat ve ithalat üzerinde olumlu etkisini ve cari dengenin korunmasında ki önemini kabul etmiştir. Diğer politikalarla desteklendiğinde büyümeye pozitif katkısını inkâr etmemiştir.
Ama 1990'lardan itibaren, özellikle uluslararası mali kuruluşlar tarafından gelişmekte olan ülkelere, öncelikle - gelişmiş ülkelerde oluşmaya başlayan atıl - yabancı tasarrufları kullanarak büyüme tavsiye edilmeye başlanmış, ama bu arada yüksek oranda yabancı borçluluk altında oluşan ödemeler dengesi kriz riskleri göz ardı edilmiştir.
1990lardan önce IMF'nin klasik reçetesi, mali reformlar eşliğinde yüksek oranlı devalüasyonlar olmuştur. Şimdilerde ise yüksek oranlı devalüasyonlar reçeteden çıkarılmış bulunmaktadır. Yeni dönemin varsayımları, eğer devalüasyon olursa bunun sabit kur rejimi altında doğrudan enflasyon yaratacağı veya eğer serbest dalgalı kur rejimi varsa da, zaten piyasaların kurun değeri ile ilgili sağlıklı olanı zaten yapacağıdır. Ama, özellikle serbest kur rejiminde sonuç olarak piyasanın kurun suni olarak değerlenmesine neden olduğu, piyasaların varsayımsal beklentilerin aksine hareket etme eğilimde olduğu dikkate alınmamıştır.
Rekabetçi kur bu açıdan gelişmekte olan ülkeler için önemlidir. Çünkü düzgün kullanıldığında, gelişmekte olan ülkelerin bağışıklık sistemindeki en önemli koruyucu unsurdur. Esas olarak rekabetçi kur -kısmen değeri düşük tutulmuş bir yerel para- dış şoklara karşı koruyuculuk görevine ilaveten, genel olarak yurt içi tasarrufların artmasına da, ülkenin sağlıklı büyümesine de zemin hazırlamaktadır. Değeri düşük tutulmuş yerel para ,her ne kadar ücretlerin de düşük olması, dolaysıyla tüketimin de düşük olması sonucu getirse de, özellikle ihracata dönük olarak yatırımları arttıracak, tüketimin düşüklüğünden gelen ekonomik büyümenin yavaşlamasını yatırım harcamaları ile fazlasıyla telafi edecektir. Bu mekanizma sonuç olarak artan tasarruf ve yatırımları getirecek, ekonomik büyüme tüketim ve cari açık pahasına değil, artan yatırımlar, artan istihdam vasıtasıyla yaşanacaktır. Sağlıklı büyümenin başkaca bir yolu da yoktur.
Bu tür örneklere Asya ülkelerinde rastlamak fazlasıyla mümkündür. Bu ülkeler esas olarak, 1990'larda özellikle IMF'nin de desteklediği yabancı tasarrufları kullanarak büyüme modelinin etkisi altında kalmış ekonomilerdir. O dönemlerde özellikle sıcak para olarak yoğun yabancı tasarrufu kullanmaya başlamışlardır. Fakat 1997 krizi bu ülkelere , büyük dersler vermiştir. Bu krizi yaşadıktan sonra, bu ülkeler bilinen klasik yöntemlerine dönmüşler, yabancı sermaye girişlerini ve ihracat fazlalarından gelen fazlalıklarını, esas olarak uluslararası rezervlerini dolar bazlı bonolar alarak arttırma amaçlı kullanmışlar ve artık kendi paraları üzerinde oyun oynanmasını engellemeye başlamışlardır.
Bu ülkeler, esas olarak bugünlerde dünyaya önerilen reçetenin tam da tersini yapmakta, kendileri cari fazla verip, ABD'nin cari açığını finanse etmekte ve toplamda yabancı tasarruf kullanmak yerine artık dünyaya tasarruf kullandırmaktadırlar.
Bugün uluslararası kuruluşlar bu yöntemi kabul etmezler, çünkü kurun, her fiyat gibi bir pazar dengesi neticesinde oluştuğuna dair sarsılmaz inançları vardır. Düşük değerli bir kuru başarmanın veya istemenin sağlıksız olduğuna inanırlar. Bilakis, gelişmekte olan ekonomilerin yerel paralarının kısmen değerli olmasını tercih ederler ki, bu ülkeler yabancı tasarrufları büyüme için kullanma imkânına sahip olsunlar. Çünkü cari açık veren ve bunu yabancı tasarruf yoluyla sürdüren bir ülkede kurun piyasa değeri, cari dengesi olan bir ülkeden daha düşük olacaktır.
Ayrıca, yerel paranın değerli olmasının ve bu durumun sürdürülmesinin fiyat istikrarı için önemli olduğuna ve enflasyonla mücadele için değerli kurun sorun değil, destek olduğuna inanırlar. Sonuç olarak, bu ortamda gelen yabancı tasarruflar yoluyla sağlanan ekonomik ve dış borçlulukta yaşanan büyümenin sağlıklı olup olmadığından ziyade, bu durumun sürdürülebilirliği üzerinde tedbir almaya çalışırlar. Bu süreçte, kriz olmadan balans ayarlarının zaten piyasa tarafından yapılacağına inanırlar ama bu süreci sorgulamazlar.
Gelişmekte olan ülkelerin yerel paralarının değerli olması desteklerler çünkü, gelişmekte olan ülkelerin uygulayacakları rekabetçi ve nispeten düşük bir kurun, kendi ücret seviyeleri üzerinde, kendi cari dengeleri üzerinde baskı oluşturacağına inanırlar.
Bir süredir gelişmekte olan ülkeler, özellikle Türkiye, gittikçe artan miktarlarda dengesiz sermaye akımlarının tehlikesini altındadır. 1990'larda, örneğin Latin Amerika'nın yabancı tasarruflara dayalı büyüme stratejilerinin altında kaldığı gerçeği bugün dahi yeterince net olarak görülememektedir.
Neticede, aşırı derecede yabancı tasarruf girişi, kaçınılmaz olarak yerel para üzerinde değerlenme yönünde baskı yaratmakta, yatırımdan ziyade tüketime dayalı, tüketimi finanse eden bir büyümeye neden olmaktadır. Hatta böyle bir ortamda yabancı tasarruf girişinin bir kısmının doğrudan yatırım amacıyla gelmesi de, genel resmi değiştirmemekte, sonuçta yine finanse edilen iç tüketim olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümesi esas olarak kendi iç tasarruflarına bağlı olmalıdır ve öncelikle iç tasarrufların arttırılmasına mı öncelik verilmelidir? Tabii, uluslararası faiz düzeyi düşük olduğunda, yabancı tasarruf kullanılarak yapılacak yatırımların ülkeye getirisi pozitif olduğu ölçüde yabancı tasarruf kullanılmalıdır ama bir ülkenin ekonomik büyümesinde, özellikle sıcak para sınıfındaki yabancı tasarrufların bir kaynak olarak görülmemesi gerekir, çünkü yabancı tasarrufların ekonomiyi esas olarak tüketim yönünde büyüttüğü bir iddia değil, yaşanmış gerçektir.
Peki gelişmekte olan ekonomilerin sağlıklılığı için bugün uygulayabilecekleri ne gibi açılımlar olabilir?
1997 Asya Krizi sonrasında oluşan genel kanaat, esas olarak tüm dünyada esnek kur rejimlerinin benimsenmesi yönünde olmuştur. Bu rejimlerde enflasyon hedeflemesinin, kurun kendisi dışında, bir kur çıpası olarak kullanılması da önerilmiştir. Ama en başta Arjantin krizi – hatta Türkiye krizi - kurun enflasyonla mücadele yöntemi, bir çıpa olarak kullanılmasının getireceği felaketleri inkâr edilmeyecek bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Dünyada bir parasal birliğin kurulmasının uzun süre daha bir ütopya olarak kalacağı ve daha uzun bir süre yabancı tasarruflar kontrolsüz bir biçimde dünyada dolaşmaya devam edeceği için gelişmekte olan ülkelerin –ve tabi ki Türkiye'nin- kendi bünyesine uygun kur ve gelişme reçetelerini bir an önce oluşturmaları bir zorunluluktur. Esas olarak, birçok gelişmekte olan ülke de yavaş, yavaş kendi yolunu izlemeye başlamış durumdadır.
Bugünün dünyasında gelişmekte olan ülkeler için en mantıklı yol,, rekabetçi ve nispeten değeri düşük tutulan bir yerel para kurunu kontrollü bir biçimde uygulamaktır.
Bu kur seviyesi, ülke ekonomisinin cari açık vermesini büyük ölçüde engelleyecek ve aynı zamanda uluslararası yabancı para rezervlerini arttırmasına imkân verecek bir seviye olmalıdır.
Eğer bu ülke, örneğin Türkiye gibi, yüksek miktarda borçlu bir ülke ise, kur bu borçlarını azaltmasında da yardımcı olacak bir kur olmalıdır. Ve bu politikalar aynı zamanda, yabancı tasarrufların ülke içine girip çıkmasının düzenlenmesi ile de desteklenmelidir.
Yabancı tasarrufların menfi etkilerine yönelik en büyük tedbir, uluslararası rezervlerin arttırılması olmakla beraber, getirilecek düzenlemelerle yabancı tasarrufların akış hızı , hatta çıkış hızı da kontrol altına alınabilmelidir. Bu konuda getirilecek itirazlara ve ülkenin kredibilitesinin zarar göreceğine dair temelsiz argümanlara itibar edilmemelidir. Bir ülkenin kredibilitesi ,uluslararası kuruluşlara gösterdiği itirazsız uyumdan ziyade, kendi iradesiyle ve istikrarla uygulayabildiği kendi modelinin var olmasından gücünü aldığı ölçüde sürekli ve sağlıklıdır.
YTL'nin değeri üzerinde yapılan tartışmalar sadece Merkez Bankası ve faiz seviyesi üzerinde tartışılmaya devam ettikçe fazlaca bir şey değişmeyecektir. Bu tartışmalar ve argümanlar, faiz seviyeleri çok daha yukarılarda iken yapılmış ama faizin düşmesine rağmen YTL'nin değerlenmesinin önüne geçememiştir. Konu faiz değil, bir sistem sorunudur. Bu sistem değişikliğinin yapılmasında atılacak en önemli adım, ilk önce kontrollü esnek kur rejimi ve YTL'nin değerinin istikrârlı olarak nispeten düşük tutulması ve sonrasında da yabancı tasarrufların ülkeye giriş ve çıkışlarının bir düzene tabi hale getirilmesidir. Eğer Türkiye'nin sağlıklı ve sürdürülebilir büyümesi hedefleniyorsa ben başkaca bir yol göremiyorum. Türkiye bugün bu seçimi yapabilecek iradeye ve imkânlara sahip değildir argümanlarına katılmadığımı peşinen ifade etmek isterim. Bu irade bugün sergilenmezse , özellikle bu borç yapısıyla, bir süre sonra sağlıksız büyümenin getirdiği açıkları gittikçe daha da artan ölçüde yabancı tasarrufa bağlı finanse etmeye çalışan, bu yolda büyük bedeller ödemeye devam eden ve kaçınılmaz olarak da bir gün tıkanan bir ekonomi olmaktan kurtulamayız diye düşünüyorum. YTL'nin değerini tartışırken, konunun doğrudan geleceğimizi ilgilendiren özünü gözlerden kaçırmamak lazım.