Borsa Krizi mi Ekonomik Kriz mi?

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

 

Ömer Madra: Bugün yeni yayınlanan rakamlarla beraber “krizden kurtuluyor muyuz?” temasını sürdürelim. 31 Temmuz’da yayımlandı galiba TÜİK’ten rakamlar?

 

Hasan Ersel: Evet. Bu rakamlar önemli çünkü mevsim ve tarih etkilerinden arındırılmış. Daha evvel sanayi üretimi ölçülüyordu, endeks çıkarılıyordu, fakat yaz aylarındaki üretim kış aylarındaki üretimle karşılaştırılamaz, çünkü farklı şeyler üretilir, farklı yapılar vardır, farklı üretim yoğunlukları vardır. Bir de bazı aylarda tatil oluyor, tatil günü daha fazla oluyor. İlki mevsim etkisiydi, ikincisi takvim etkisi. Bunlar “bana öyle geliyor ki” diye düzeltilmez, yöntemleri var. TÜİK da iyi bir iş yaptı. Avrupa’da, diğer ülkelerde, Amerika’da yapıldığı gibi, o yöntemlerle, -hangi yöntemlerle yaptıklarını da anlatıyorlar- bu düzeltmeleri yaparak yayınladılar rakamları. Dolayısıyla şimdi daha sağlıklı görebileceğiz. Yani daha evvel varolan verileri kabaca görebiliyorduk. Bazı araştırmacılar bunları yine istatistik yöntemlerle düzeltiyorlar, öyle açıklama yapıyorlardı ve ben de hep onların söylediklerine dikkat etmeye çalışıyordum, yazdıklarına da.

 

Şimdi TÜİK’den hazır veri var, bu önemli ve iyi bir olay. Bu rakamlara baktığımızda nerede olduğumuzu daha iyi anlayabileceğiz, o açıdan olayın üzerinde duruyorum. Önce şuna bakalım; sanayi üretimimizde hareketlenme var mı? Bu soruyu sorunca neyi kastettiğimi de açıklığa kavuşturmam lazım. Mesela geçen aya oranla hareketlendi mi? Bu önemsiz bir soru değil, buna bakmak lazım. Bunu daha evvel yapamıyorduk çünkü aylar arasında karşılaştırma yapmaya müsait olmayan bir seri vardı. Şimdi mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye bakınca bunu görebiliyoruz. Mayıs ayında üretimde Nisan’a oranla ciddi bir artış var. Ciddi derken yanlış anlamamalı, geçmiş yıllarla 2006’yla filan karşılaştırınca düşük tabii, ama bu düzeltilmiş seri, 11 aydır ilk defa Mayıs ayında bir önceki aya oranla bir düzelme gösteriyor. 11 aydır her ay bir önceki aydan kötü gitmiş.

 

ÖM: İstikrarlı bir kötüleşme varmış.

 

HE: Evet, şimdi ilk defa Mayıs ayında düzelmiş, üstelik binde 8 artmış, bu da Ekim 2007’den bu yana gösterdiği en büyük artış oranı, bu da iyi. Yani bu noktada Mayıs ayında sanayi üretiminde bir önceki aya oranla bir düzelme olduğunu söyleyebiliriz.

 

ÖM: Geçen sene aynı aya göre nasılmış?

 

HE: Şimdi oraya geliyoruz, bunun için de mevsimlik hareketlerden düzeltilmiş seriye bakmak lazım. Öyle baktığımız zaman geçen seneye oranla durum daha kötü. Çünkü bu endeks, -yani geçen seneye oranla ne oldu endeksi- 2008 Ağustos ayından beri sürekli düşüyor. Kasım ayından itibaren de bu düşme hızı çift haneli, 2009 yılının ilk 5 ayı itibariyle endeksteki ortalama düşüş %19.3.

 

ÖM: Çok büyük bir rakam gibi görünüyor.

 

HE: Çok büyük. Demin söylediğim Mayıs ayında Nisan’a göre artış oranı binde 8’di, bunun ortalaması %9.3. Dolayısıyla geçen seneye oranla sanayi üretiminde ciddi bir düşüş olduğu anlaşılıyor. Üstelik bu yılbaşından beri olan seriye baktığımızda, ilk çeyrekte çok ciddi düşüş var, ama ikinci çeyrekte de var. İlk çeyrek kadar hızlı değil, fakat ikinci çeyrekte de ciddi düşüş var, dolayısıyla şimdi bizim ekonomimizin vaziyetinin toparlandığını söylemek pek kolay değil. Nitekim takvim etkilerinden arındırılmış rakamlara bakınca, yılın ilk çeyreğinde %21-22 civarında bir ortalama düşüş varken, ikinci çeyrekte bu rakamlar –elimizde 2 ay var- Nisan’da %18.7 ve Mayıs’da %13.1. Dikkat ederseniz bunlar ilk dönemden, ilk çeyrekten düşük gerçekten. Aslında büyük düşme oranları. Yani mesela 13’ü alalım, %13’ü aşan rakam ancak geçen senenin Aralık ayında var, ondan önce serilerimiz hep artış gösteriyor, hatta çift haneli artışlar bile var. Burada bir düşme var. Bu olayı yorumlamak gerekiyor. İlkine baktığımız zaman, Mayıs ayındaki düzelme iyi haber, fakat kalıcı mı sorusunun cevabını bilmiyoruz. “Kalıcı değil” de diyemeyiz, belki de kalıcıdır, onu bilemiyoruz. Bir aylık gözlem buna müsait değil.

 

Geçen seneye oranla hızlı düşüşü dışarıdan gelen bir şokla açıklamak mümkün değil, çünkü bu serinin ortasında bir yerde şok yiyoruz. Halbuki seri sürekli olarak aşağı doğru gidiyor. Aşağı gidiş daha önce başlamış, hatta ekonomide sanayi üretiminde yavaşlama 2007 yılında başlamış, 2006 yılında %8.2 ortalama büyüyen sanayi 2007 yılında %6.9’a düşmüş, 2008’de zaten eksiye dönüyor ufak da olsa ortalaması. Yani sanayimizde bir zayıflama görmeye başlamışız ama bu 6.9 olunca fena bir rakam değil, o yüzden galiba pek de ilgi uyandırmadı. Ben yazdığımda da hatırlıyorum, “muhalefet etmek için mi böyle diyorum?” diye kendi kendimi de sorguladım. Bir zayıflama hissi var sanayi performansında, bunu da rakamları izleyerek de görebiliyoruz. 1 yıl önceye göre giderek bir yavaşlama var. Sonra da şok geliyor, şok gelince tabii olay biraz daha belirginleşiyor.

 

Bugünkü gazetelerden bir iki haber söyleyeyim, mesela son 7 ayda karşılıksız çek sayısı %47.9 arttı. Büyük bir rakam. İcraya verme vs. haberleri var bazı büyük firmalarla ilgili olarak. “Bu kriz geçti, geçiyor” edebiyatını kafamızdan çıkarmamız lazım, yani felaket senaryosu yazıp ağlayalım demiyorum, ama “bir araba yanımızdan geçti, çamurlu suyu üzerimize sıçrattı, olay bitti” denebilecek bir olay değil. Durumun toparlanması vakit alan, zahmetli ve iyi düşünülmesi gereken bir süreç. “Bu böyle kendi kendine toparlanır” havasına girmemiz bence çok sakıncalı. Çok iyi görünmesine rağmen çok tehlikeli bazı haberler var; mesela faizler düştü. Devletin borçlanma faizi ciddi şekilde düştü, bu iyi bir haber değil mi? Hep şikâyet ediyordum ya, çok para kaptırıyor devlet faize diye, şimdi bunun değişmesi iyi bir şey. Tamam burada bir nokta koyalım; tabii devletin daha düşük faizle borçlanması hazinenin işini rahatlatır, ama niye borçlanıyor, ne oldu? Piyasanın kalanında işler çok iyi gidiyor da bu arada da faizler genelde düşmeye başladı da devlet de ucuz borçlanabiliyor mu, yoksa kredi talebi yok, eldeki kaynakları kullanmak isteyenler –yerli ya da yabancı, çünkü devlet kâğıtlarını yabancılar da alabilir- gelip devlet kâğıdı mı alıyorlar. Tamam olabilir, ama bu ilk kısmını nasıl açıklayacağız? Çünkü kredi rakamları Mart ayına kadar bir düşüş gösterdi, ondan bu yana da çakıldı kaldı, yani yükselmiyor. Bu yükselmeyişi, “bankalar kredi vermiyor” demek açıklamaz, yani geçen senenin son ayları, bu senenin ilk çeyreğini biraz açıklar, ama şimdi kredi talebi yok, kredi istemiyor firmalar. Çünkü yapacak iş yok, risk de almak istemiyorlar. Bu da ekonomik faaliyet durgun demek. Zaten rakamlardan da görüyoruz;  sanayide üretim geçen seneye oranla, kabaca ortalamasını alsak aşağı %15-16’lık düşüş gösteriyor. Bunun diğer sektörleri de etkileyeceğini düşünürsek, ikinci çeyrekte çok ciddi, belki 2 haneli rakamlara varabilecek kadar ciddi bir GSYİH düşüşünden söz ediyoruz. Bunun istihdam üzerindeki olumsuz etkisi de malum. Üçüncü çeyreğin de bunu pek kurtaramayacağını düşünüyorum. Turizmde mesela şu anda kesin bilgi yok, ama kişi sayısı, aile harcama sayısı düşük, epey düşük. Onları da göreceğiz, bunların istihdam üzerindeki etkisi sınırlı kalacak. Dolayısıyla kriz nedir diye sorarsanız, kriz de budur, “borsa indi çıktı” filan ciddi bir olay değil.

 

Bugün sabah televizyona bakıyordum, Amerika’dan bu defa olumsuz haberler gelmiş, daha evvel de hafif olumlu haberler gelip işler yükseliyordu, şimdi hafif olumsuz haberler geliyor, aşağı iniyor, Hollywood skandalları gibi devam eder. Yani çok ciddi bir şey değil o.

 

ÖM: Aynen öyle. Senin önemle, altını çizerek söylediğin gibi, bakılan yerin durumu çok önem taşıyor, çünkü 1 ay öncesine göre hareketlilik olmasına bakarak, “hem Amerika’da hem burada yeşil filizler boy vermeye başladı, bunlar düzelme belirtileri” deniyor, oysa işe gelmeyen başka kıyaslamalı bir inceleme yapıldığı zaman o zaman farklı bir yere varacağımız aşikâr.

 

HE: Evet. Şu nokta çok önemli, geçen aya oranla durumun iyi olması iyi bir haberdir, doğrudur, insanların morali de düzelir, bazı işleri yapmaya cesaret gelir, bu açıdan küçümsenecek bir olay değil. Borsalar için de doğaldır, onlar buna bakarlar, yani kısa vadeye, hatta geçen aya bakmazlar, düne bakarlar, onlar da öyledir. Fakat bir başka soruyu soralım, o geçen aya göre üretimi artmış olan iş sahibi, sanayici, yeni üretim ya da yatırım projelerine buna bakarak başlar mı? Başlamaz, hem teoride başlamaz, hem pratikte başlamaz. Geçen sene ile daha evvelki üretim kapasitesinin sınırına gelip gelmediğine bakar. Çünkü mevcut üretim kapasitesi geçen senekinin %15 altındaysa niye yatırım yapsın? Fazla kapasite var demektir. Niye işçi alsın, mevcut işçilerle üretimi yapıyor demektir. Ama sürekli bir hareketlenme ve geçen seneye oranla durumun daha iyiye gitmesi ümidi belirdiği zaman ekonomide canlanma başlar. Onun için neye baktığımızı çok iyi ayırt etmemiz lazım, hatta yayına sınır koymak için söylemiyorum, ama “borsa saati”, “ekonomi saati” diye ayırmamız lazım programları. Borsayı küçümsediğimden değil, ama orada anlatılan olay başka. Bir de tabii dNew York Borsası’ndaki işlem hacmi ve ekonomi üzerindeki etkisiyle İstanbul Borsası’nınki aynı değil. New York Borsası’nda çok kimsenin menfaati karşı karşıya geliyor, bir anlık olarak değil, bir eğilim olarak ekonominin tümünde insan davranışlarını etkileyebilen bir gösterge olarak alabiliriz. Türkiye açısından iki nedenle İstanbul Borsası bu iş için kifayetli değil, bir tanesi burada yapılan işlem hacmi düşük, burayla ilgisi olanlar, buradaki hareketlerden etkilenenlerin sayısı az, Amerika gibi sosyal güvenlik fonları filan yok, ama daha da önemli bir nokta var, buradaki işlemlerin –rakamlar öyle gösteriyor- %70’ini yabancılar yapıyor. Yabancıların yapıyor olması kötü bir şey olduğu anlamına gelmez, ama onlar küresel bazı fonların kaynak dağıtım problemini çözüyorlar, “burada mı değerlendirelim orada mı değerlendirelim?” diye. Biz onların kararlarına bakıp “Türkiye ekonomisi böyle gitti” diyemeyiz, daha evvel de konuştuğumuz gibi, Türkiye ekonomisinde herşey iyi gidiyor olabilir de, Arjantin’de daha iyi gidiyor olabilir. Ya da Türkiye ekonomisinde işler kötü gidiyordur, ama Arjantin’de daha iyi gidiyordur, onlar da buraya gelmiştir. “A bakın bizi beğendiler” dediğimiz zaman ekonomimiz hakkında yanılmış oluruz, borsa hakkında doğru söylemiş oluruz.

 

ÖM: Oysa Frenklerin “wishfull thinking” dedikleri “hüsn-ü kuruntu” diye Türkeye çevirebileceğimiz bir hal. “Borsa krizi aştı, piyasalar krizi hallettiler” gibi haberlere de sık sık rastlıyoruz. Bu yanıltıcı herhalde?

 

HE: Krizi ayıralım diyorum; “kriz b” borsa krizi, “kriz e” ekonomi krizi. Borsa kendi krizini aşmış olabilir, oradakilerin yüzü gülmüştür, öğleyin rahat yemek yiyorlardır filan, bu olabilir. Yalnız bunun işsiz kalana veya işsiz kalma tehdidi altında kalana hiçbir yararı yok, dolayısıyla, o ikincisi ayrı bir olay.

 

Türkiye’de çok farklı değil, dünyanın kalanında da böyle yapılıyor, iktisat bu ayrımı yapar, kısa dönem, orta dönem vs. bir iktisatçının gözünde çok belirgin bir şeydir. Bu bir bilgidir borsadaki hareket ve bu bilgiye bir ağırlık verilir. Bugün Türkiye’de ağırlık verilecek bir yığın bilgi var, hükümetin Kürt açılımı var, buna yöneltilen eleştiriler var, bunların hepsi önümüzdeki dönemdeki siyasal istikrar açısından ağırlık verilecek ve hesaba katılacak şeylerdir. Borsa’daki hareket de böyle bir şeydir, ama bana sorarsanız verilecek ağırlık çok yüksek değildir, ama benden farklı düşünülebilir tabii, “borsadaki harekete bir ağırlık verip kalanlarına sıfır verelim” diyen bir iktisatçı olabileceğini de düşünemiyorum.

 

ÖM: Önemli bir ayrım bu b ve e krizleri.

 

(6 Ağustos 2009 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)