8 Haziran 2008Radikal Gazetesi
Pazar günleri ve özellikle geceleri, tembellikle geçen zamanlardır. Haftanın son gecesi insanın canı pek bir şey yapmak istemez. Ertesi sabah yeni bir haftanın, yani çalışmanın, işlerin, istemediğiniz insanları görmenin, trafikle uğraşmanın başlangıcıdır. Yeni haftada yapılacaklar, Pazar gecelerinde insanı daha da bir tembelleştirir.
Şüphesiz ki, Pazar günleri ve geceleri üzerine yaptığım bu saptama genelleştirilemez, ama benimkini tanımlar. 1 Haziran 2008 Pazar gecesiyse, tam bu söylediklerimin tersini yaşadığım bir gece oldu. Arkadaşlarımla, Cemal Reşit Rey'de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, "Birlikte Yaşamak" konserine gittim. Sinagog Maftirim Korosu, Nişan Çalgıcıyan Akapella Korosu ve Taşkın Savaş Müzik Topluluğu'nun beraber çalışması ve Takın Savaş'ın Genel Sanat Yönetmenliği'nde hazırlanan konser, üç dinin ilahilerinden oluşuyordu. Konserin ikinci kısmında da, yukarıdaki korolara ek olarak, Los Paşaros Seferadis Grubu'ndan çok güzel İstanbul şarkıları dinledik.
Konserin en hoş ve anlamlı anlarından biri de, Nişan Çalgıcıyan tarafından yazılmış ve bestelenmiş, Birlikte Yaşamak şarkısının ilk defa söylenişiydi. Üç dinin ilahilerini dinlerken, sözler farklı dillerde olsa bile, müzik temelinde ilahiler arası eşsiz benzerliği bir kere daha hissetmek çok hoş ve önemliydi. Ama, Çalgıcıyan'ın dün kadar bugün ve yarın için çok anlamlı olan Birlikte Yaşamak şarkısını dinlerken, tüm koroların birlikte söyleyişleri, birbirlerini dinleyişleri ve birbirlerinin ilahilerine katılışları içinde yarattıkları o güzel birlikteliği gözlemlerken, konser bir taraftan Türkiye'de birlikte yaşama için umutlu olma olasılığını sergiliyordu, diğer taraftan da Türkiye'nin bugününe dair hüznü ve acıyı hissettiriyordu.
Tarihinde, toprağında, kültüründe, günlük yaşamında farklılıkların birlikte yaşamasına şahit olmuş bir ülkede, bugün birlikte yaşama olasılığının giderek azalması insana acı ve hüzün veriyor. Ama Birlikte Yaşamak konserini izlemek, insana en azından, bu ülkede birlikte yaşamak mümkündür umudunu da veriyor. Farklılıklarımız içinde birlikte yaşamak olasılığı içinde umut ile hüznün eşzamanlı yaşanması, Türkiye'nin bugününü niteliyor. Konser süresince, Çalgıcıyan'ı dinlemek, Taşkın Savaş'ın korosunu yönetirken hepimize verdiği coşku, Yahudi, Ermeni ve İslami ilahileri aynı ortamda dinlemek, dinlerken hep beraber mırıldanmak; tüm bu anlar bize Birlikte Yaşamak olasılığını her zaman içimizde taşımamız gerektiğini bir kere daha hatırlatıyordu. Acılardan ve hüzünlerden birlikte yaşamak için üretilen umut, bir Pazar akşamı Cemal Reşit Rey'den İstanbul'a ve Türkiye'ye yayılıyordu.
Farklılıklarımız arasında birlikte Birlikte Yaşamak olasılığını Türkiye'de güçlendirebilir miyiz? Yanıtı çok zor bir soru. Aslında, kendi içinde birlikte yaşamak olasılığını güçlendirmiş bir Türkiye'nin sadece kendi içinde güçlü ve istikrarlı olabileceğini değil, aynı zamanda çevresine ve dünyaya da bu bağlamda önemli bir katkı sağlayabileceğini biliyoruz. Türkiye bu potansiyele sahip. Türkiye'de siyasi partiler, devlet seçkinleri ve belli ekonomik ve sivil toplum örgütleri, bu potansiyelin yaşama geçirilmesi için değil, tam da aksine yaşama geçirilmemesi için çok çalışıyor. Bu nedenle de, birlikte yaşamak olasılığını güçlendirmek bugünün Türkiye'sinde zor zanaat. İnsanın bu soruya olumlu yanıt verme noktasında umutları giderek azalıyor.
Ama birlikte yaşamak temelinde soruyu şöyle formüle edelim: Türkiye, farklılıklara kapalı, her kimliğin kendi içine kapanarak bir cemaat yarattığı ve her kimliğin kendi cemaati içinde güven inşa ederken farklı kimliklere güvensizlik içinde baktığı, kendisini tepkici milliyetçilik girdabına bırakmış bir toplum mu olacak? Bu soruya yanıt bugün için daha kolay. Evet, Türkiye böyle bir toplum olmaya gidiyor ve giderek tepkici milliyetçiliğin girdabına kapılıyor, daha doğrusu sokuluyor. Diğer bir deyişle, Türkiye'nin kendi içinde giderek laiklik, Türklük, Kürtlük, muhafazakarlık, İslamcılık eksenlerinde cemaatleşmesi bugün giderek gerçeklik kazanan bir sorun, bir olgudur. Türkiye'de toplumsal ve günlük yaşam giderek cemaatleşme temelinde yaşanıyor. Böylece de Türkiye, toplumsal güvenin gelişmediği, dolayısıyla güven ilişkilerinde farklı kimliklerin güveni ve istikrarı kendi içlerinde yarattıkları cemaatlerde aradıkları ve yaşadıkları bir topluma dönüşüyor.
Eğer Türkiye'nin cemaatleşmesini istemiyorsak ve eğer Türkiye'nin giderek her cemaatin kendi güven ilişkisini kendi cemaati içinde yarattığı bir cemaatler toplumuna dönüşme sürecinden rahatsızlık duyuyorsak, o zaman, ilk felsefi ilke olarak, önce her birimizi ve hepimizi kendi cemaatlerimiz içinde korunaklı ve güvenli bir sığınakta yaşamaya davet eden ama bu davet içinde de, farklıklara korku, şüphe ve düşman-öteki hisleri içinde bakmayı bize sürekli anıştıran her türlü tepkici milliyetçiliğe karşı çıkmalıyız. Ve bu karşı çıkışla, kendi sığınaklarımızdan çıkıp güvenliği cemaat güvenliği olarak değil, aksine insani güvenlik temelinde; toplumsal güveni de cemaat içi tikel güven olarak değil, aksine farklı kimlikler arası genel güven temelinde inşa etme girişimini yaşama geçirmeliyiz. Felsefi düzeyde her türlü tepkici milliyetçiliğe karşı çıkarken, yaşamsal düzeyde de, kendi sığınaklarımızdan çıkarak birlikte yaşamaya doğru adım atmak; tam da bu noktada, her bir kimliğin ve hepimizin haklar-özgürlükler-sorumluluklar ekseninde eşit olduğu, ama kültürel farklılıkların toplumsal ve günlük yaşamı zenginleştirici kültürel öğeler olarak görüldüğü bir Türkiye inşası da olanak kazanacaktır.
Farklılıklar, insani kalkınma ve demokrasiBöyle bir Türkiye için başta siyasi partiler ve devlet seçkinlerine, ama aynı zamanda ekonomik aktörlere, sivil toplum örgütlerine ve kamusal entelektüellere çok iş düşüyor. Kürt sorunundan, İslami değerlerin güçlenmesiyle oluşan muhafazakâr moderniteye, azınlıklar sorunundan kadın sorununa ve çeşitli farklılıkları içeren yaşam tarzlarına yaklaşımımızda, farklılıkları ve çeşitliliği demokratik müzakere zemininde tartışan ve tikel kimliklerin ve tanınma siyasetlerinin gerisinde farklılıklar arası ortak dili, çokkültürlü anayasal vatandaşlık ekseninde düşünen bir siyaset yapma ve toplumu anlama zihniyetine gereksinimiz var.Bu zihniyet, her şeyden önce, Türkiye'de farklı kültürel kimliklere sahip vatandaşlarımızı, eşit vatandaşlar olarak görmeyi gerektiriyor. Kürt sorununa çözüm arayışında, tüm siyasi partilerin, devlet seçkinlerinin ve hepimizin etnik milliyetçiliğin dışında bir alanda, insan-odaklı çözüm önerileriyle, bu sorunu şiddet sarmalına iten yoksulluk, işsizlik, yoksunluk, hukuk dışılık, şiddet ve dışlanma süreçlerine karşı çıkması gerekiyor. Dini azınlık statüsüne sahip insanlarımızın bu ülkenin eşit vatandaşları olduğunu, yargının, diğer devlet seçkinlerinin ve başta CHP, siyasi partilerimizin içselleştirmesi gerekiyor. Çok ciddi bir şiddet ve ayrımcılık sorunu yaşayan kadınlarımızın bu ülkenin eşit vatandaşları olduğunu, başta yargı olmak üzere, hükümet ve diğer aktörlerin içselleştirmesi gerekiyor. Yargının kadına karşı şiddet ve tecavüz eylemlerinde öldüren ya da tecavüz eden kocalara ya da erkeklere ceza indirimi uygularken, bir kere daha kendi kurumsal zihniyetinin vahim erkek egemen niteliğine bakması gerekiyor. Başta AKP hükümeti olmak üzere, her birimizin ve hepimizin özgürlükler alanına bakarken, özgürlükleri tikel özgürlüğe indirgemeden (örneğin başörtüsü sorununda olduğu gibi), aksine özgürlük alanını çok-boyutlu, çok-katmanlı ve ilişkisel niteliği içinde düşünmesi gerekiyor.
Bu örnekleri ve sorun alanlarını genişletebiliriz. Her örnek bizi Türkiye'de iyi, adaletli ve demokratik bir yönetim için bir zihniyet ya da paradigma/model değişimine gereksinim içinde olduğumuz gerçeğine götürecektir. Demokrat olmanın bile, "en iyi demokrat benim, diğerleri AKP'li, İslami, Kemalist, post-Kemalist, solcu vb. eksik demokratlar" çağrılarıyla cemaatleştirildiği bugünün Türkiye'sinde, birlikte yaşamak zorlaşıyor, zorlaştırılıyor. Geleceğe karamsar bakma duygusu güçleniyor ve yaygınlaşıyor. Ama kulaklarımızda Birlikte Yaşamak Konseri'nde birarada söylenen farklı dinsel ilahileri ve Çalgıcıyan'ın Birlikte Yaşamak şarkısının sözlerini ve müziğini duyduğumuz anda, umudumuz artıyor. En azından benim umutlarım.
E. FUAT KEYMAN: Koç Üni.