Bir Genel Kurul hikâyesi

-
Aa
+
a
a
a

Ben kendi yaşam mekânım veya koşullarımla ilgili şeyler yazmaktan hoşlanmıyorum. Ama aşağıda anlatacaklarımın bir anlam kazanabilmesi için bazı noktaları belirtmeliyim. İstanbul’un olağanüstü sitelerinden birinde oturmuyorum. Ama oturduğum site genelde orta üst düzey yönetici, üniversite hocası, doktor, mühendis, hukukçu, serbest çalışanın –yani teorik olarak okumuş ve ultra zengin değilse de mali durumu en azından sefalet düzeyinde olmayan insanların - yaşamını sürdürdüğü bir yer. Fiziksel olarak da azımsanmayacak bir yeşil alana, birtakım spor olanaklarına, güvenliğe vb sahip. Yönetim ise bir kooperatif çatısı altında yapılıyor.

 

Bu sitenin genel kurulu ancak ikinci toplantıda, katılım çoğunluğu aranmayacağı için yapılabildi. 360 haneli bir sitede toplantı 110 kişinin 1,5 saat beklendikten sonraki katılımı ile başladı. Saat 10’da başlayacak genel kurul için saat onda ben kulunuz dahil 5 kişi vardı. Bu 5 kişi içinde ise kooperatif yöneticileri bile yoktu. 360 haneyi ilgilendiren kararlar 56 oyla alınabildi. Toplantı tam başlayacağı sırada ses düzeninin olmadığı söylendi. Bu arada toplantının sitenin tam içindeki kendi sosyal tesisinde yapıldığını yani bir ulaşım problemi olmadığını insanların yürüyerek ulaşabilecekleri ve her gün zaten gidilen görülen bir yerde olduğunu söylemeliyim. Ses düzeni yok denirken kooperatif yöneticilerinin tam toplantı salonunun karşısında 10 metre mesafede günlük çalışma ofislerinin olduğunu da eklemeliyim. Genel kurul sırasında bir konu hakkında konuşmacı görüşlerini anlatırken kalan 109 kişi de cinsiyet,hobi ve ilgi alanlarına göre haraşo örgünün daha sıkı olduğu, 3 yufka ile tepsi böreğinin çok ince olabileceği,  pazar akşamı oynanacak FB-GS maçı ve diğer birtakım konuları konuşuyorlardı. (Küçük bir anımsatma, hani Türk halkının % 94’ ü savaşa karşıydı ya, yakınımda konuşulan konular içinde savaş yoktu.)

 

“Senin bin misli cezanı versin”

 

Konuşmacının sesi yükselirse alkış çıkıyordu zaman zaman. İnsanlar konu ile o kadar ilgisizdiler ki arada itiraz ederlerse neye itiraz ettiklerinin farkında değillerdi. Örneğin mevcut yönetimin bir önergesi gündeme alınmak istendi divan başkanı tarafından. Yönetim kurulu hemen “bu önerge için zamanlama yanlış, şu anki konu ile ilgisi yok, sonra gündeme alınması için oylama yapalım” dedi. Tam o sırada hızlı bir komşum, Mohaç meydan muharebesine çıkar gibi “bu önergeyi şu anda oylayamazsınız” diye bağırarak kısa bir konuşma yaptı ve alkış aldı. Bunun üzerine önerge sahipleri, “farkında değil misiniz, biz de onu söyledik divan başkanına” diyerek biraz daha yüksek sesle bağırdılar. Cevap daha da yüksek perdeden aynı üyeden “alamazsınız efendim, alamazsınız” şeklinde geldi. Duyan da şehit kanıyla sulanmış vatan parçası elden gidiyor, tek bu üye alamazsınız diyerek direniyor sanacak. Olacak şey değil, iki üye aynı konuda mutabıklar ama kavga çıkıyor. En sonunda yönetim, “aman bize ne” dedi. Önerge gündeme alınmadı.

Ama yineliyorum, divan başkanının hatası hariç zaten gündeme alınsın diyen de yoktu. Konuşma üslupları her gün hiç değilse bir kez göz aşinalığı olan insanlar için aşırı sertti. Bir kez daha tekrarlayayım, dinleyen o kadar azdı ki, sertleşmek için bir neden bile yoktu. Şu anda üst düzey yönetici olduğunu ama daha önce 20 yıl valilik yaptığını söyleyen bir komşum sert sayılabilecek bir tonda konuştu. Dediklerine katılınır katılınmaz ama, somuttu ve daha önce de yazılı ve sözlü olarak yönetimi de ayrıca uyardığını söyledi. Bu somut konuşmaya bir bayan üyemiz “canım bu sertliğe ne gerek var” gibilerinden, bana göre de biraz anlamsız ve boş bir cevap verdi. Emekli komşumuzun karşı cevabının bir bölümü, bu hanımefendinin eşi kadar yumuşak olmadığı ve “sert bulsan ne yazar, bulmasan ne yazar” şeklindeydi. Toplantı sonunda (toplantı bitmeden insanlar çıkmaya başlamıştı aslında ve bir yönetim kurulu üyesi “sayın üyeler” diye bağırıp duruyordu) bu hanımefendi o konuşmacıya “çok yükselmişsiniz ama adam olamamışsınız” şeklinde bir iltifatta bulundu. Alınan cevap “adam olamadım ama aşağılık da değilim” gibiydi eğer yanlış duymadıysam.  Hani ses düzeni yoktu ya, tam da emekli valimiz konuşurken bağlantı kuruldu. Sesim gür demesine ve sanki çok da dinleyen varmış gibi adamcağızın eline mikrofon tutuşturuldu. Sesi hakikaten gürdü ve mikrofon ile Orta Asya steplerinden duyulacak bir tona ulaşıldı. Bu kez bir üyemizin uyarısı “Allah cezanı versin, bağırma” şeklindeydi. Doğal olarak aldığı cevap da “senin bin misli cezanı versin” oldu. Yine doğal olarak Allah cezanı versin diyen üyenin eşi de tartışmaya karıştı ve böyle konuşamayacağını belirtti.

 

Burası neresi?

 

Önergelerin oylaması olağanüstü demokratikti. Bir ara benim masamda oturan iki bayan ile bir ötedeki masada oturan grup ne oylanıyor diye sordular. En sonunda dayanamadım ve “hanımefendi, siz dahil kimse dinlemedi ki, tabii anlayamazsınız neyin oylandığını” dedim. Bunun üzerine her iki masadaki insanlar, “biz duyduk” diyerek –sanki sadece 1 dk önce anlamadık diyen bendim- benimle birlikte kabul oyu verdiler. Yönetim kuruluna üye olacak bir şahıs için yine benim masamda oturan bir bayandan destek istendi. “Ben oylamaya kalmam, giderim, güvenmeyin” cevabını verdi. Korktum, “Tanrı aşkına neden geldin o zaman” diyemedim. Çünkü biraz önce bana kızmışlardı zaten.

 

Sayın okurlar, yazdıklarım aynen gerçektir. Hiç abartılmamış ve espri falan yapılma çabasına girilmemiştir. Bu genel kurul size hangi ülkeyi ve onun meclisini anımsattı?