30 Ocak Cuma günkü tarihli Hürriyet gazetesinde Bolu dağındaki bir zincirleme kaza haberi vardı. Aşağıya haberden bir bölüm aldım.
Kazadan sonra olay yerine gelen Bolu İl Jandarma Komutanı Albay Remzi Çetin, kazanın yoğun sis nedeniyle meydana geldiğini ifade ederek, "Kazaya 3'ü yolcu otobüsü toplam 7 araç karıştı. Yaralanan 16 kişi Bolu ve Düzce'deki hastanelerde tedavi altına alındı" dedi.
Biliyorsunuz bayramdan önce Açık Site’de yayınlanan bir yazımda Bolu dağında şimdiye kadar hiç görülmediği (!) için kötü hava koşulları nedeni ile kaza olabileceğini yazmıştım. Bunu ilk defa (!) ben ve Açık Site düşünmüş ve uyarmıştı. Şimdiye kadar özellikle de kış aylarında Bolu dağında hiç sis ve/veya kar olmamıştı. Biz muhalifler olarak düşünüp yazmıştık bunları.
Sn. okurlar, o haberde bir şeye dikkat ettiniz mi, bilmiyorum? Kaza sonrası yine bir otobüs yandı ve sürücüsü öldü. Çok büyük olasılıkla yanan otobüs, eğer yanlış görmediysem O403 modeldi. (Başka marka model de olsa sonuç fark etmez, olay oldu çünkü. Mantık aynı.) Bu model ile ilgili yargıya da intikal eden yanma olaylarını ve buna karşılık Mercedes firmasından yapılan karşı açıklamaları anımsayın. Birçok otobüs sahibinin yetkisiz servislerde bir çok bakım (!) onarım (!) tadilat (!) işi yaptırdığını söylemişlerdi. | Bolu dağında meteorolojik bir sis fenomeni |
Ve yine anımsarsanız biz Açık Site’de bu açıklamanın çok ciddi olduğunu belirtmiştik. Çünkü Türkiye’deki ulaşım sistemi gereği ağırlığın karayolunda ve kendi mülkiyetinde otobüs işleten firma sayısının da çok az olduğunu vurgulamış ve her zaman benzer olaylar yaşanabileceğini yazmıştık.
Sayın okurlar, her sefer her yeni somut olay ile bunu vurgulayacağım: Biz değişmeyeceğiz! Bir tek Allah’ın kulu bana bu konuda yapılmış bir düzenleme gösteremez. (Bizim için trafik sorunu kırmızı ışıkta durmamakla eşdeğerdir. Sistemin önemi yoktur.) Bir tek vatandaşımız “ben her koşulda otobüse binmiyorum veya binerken en azından markasını modelini soruyorum” diyemez. Yapmadık, yapmayacağız.
Kamyoncu master bile yapmış olsa...
5 Şubat 2004 tarihli Milliyet gazetesinde Sn. Doğan Heper “İstanbul’a başkan bulmak zor” ana, “Alınacak örnek bu mu” alt başlıklı yazısında “Oysa her şeyden önce ağır vasıta sürücüleri için lise diploması zorunluluğu getirmek gerekiyor” diyordu.
Bakın sayın okurlar, sistemsel bir soruna, o sorunun ve o sistemin temeline inmeden en aydınımız bile çözüm diye bunu öneriyorsa, neden bu haldeyiz sorusunun cevabı verilmiştir. (Benim cevap arama sorunum yoktu zaten.) Türkiye’de bırakın liseyi, üniversiteler bu haldeyken kamyon sürücülerine lise diplomasını zorunlu kılmak neyi çözer? Türkiye’de kamyon sürücüleri dahil herkesin eğitim seviyesinin yükselmesi bir zorunluluktur ama, bu da bir başka temel sorundur. Sistemi değiştirmeden salt kamyon sürücüsüne lise diploması zorunluluğu getirmek inanılmaz bir abukluktur. Şu anda ortalıkta master yapmış ama araç kullanmasını bilmeyen bir sürü İNSAN var. Sorun belirli seviyedeki bir eğitim kurumu diplomasının varlığı veya yokluğu mu, yoksa icra edilen işin iyi öğrenilmesi ve hangi organizasyonel yapı içinde icra edildiği mi?
Varsayın ki bu yasa çıktı. Varsayın ki uygulanabildi ve lise diploması olmayan sürücüler trafikten men edildi. İnsaf edin o kamyonların yerine koyabileceğiniz (her bakımdan) hangi nakliye aracı var? Ne yiyeceğiz ne içeceğiz? Neyi, nereye, hangi nakliye aracı ile ve hangi maliyetle göndereceğiz. Çılgınlar gibi üretilmiş ve üretilmekte olan bu kamyonları kime satacağız?
Allah aşkına, bir şey önerdiğimiz zaman sorunun özüne, tamamına yönelik ve uygulanabilir olsun. Uygulanabilirlik kabul edilebilirlik değildir. Bir çok uygulanabilir ve sorunun özüne yönelik öneri Türkiye’de kabul edilmez. Ama olsun, siz doğruyu önerin. Sn. Heper’in önerisi ise ne sorunun özüne yönelik (yani çözüm olur) ne de uygulanabilir. Ayrıca Türkiye’de ki ulaşım sistemini değiştirmeden her kamyon sürücüsünün değil lise mezunu olduğunu, doktora yaptığını varsayın, ne değişecek? (Sn. Heper’e Hürriyet gazetesinin “bu da okumuşu” başlıklı haberini öneririm, sorunun cevabı için.)
Sorunun çözümü ceza değildir
Son olarak Konya’da yaşanan facia üzerine konuşalım. Yeniden cezalardan bahsediliyor. Daha önce yaşanan bu tür olayların sorumlularının da ceza almadığı (veya az aldığı), yasal yaptırımların yeterli olmadığı söyleniyor. Bakın sayın okurlar, cezaların sorunlarla doğru orantılı etkinlikte (idam hariç) ve uygulanır olması çok önemlidir. Doğru. Cezaların caydırıcı bir etkisi olmalıdır. Doğru. Ama sorunun çözümü ceza değildir. Ceza, çözümü olan bir sorunda o çözümün uygulanmamasının bir yaptırımıdır. Çözüm araçları silsilesi ile tekil olarak ceza farklı kavramlardır.
Türkiye’de eğer bir tek siyasi çıkar ve “Trafikten depreme, gıdadan yapılaşmaya, eğitimden sağlığa, yargıdan şehirleşmeye, sanayileşmeden çevreye yapılması gerekenleri yapacağım” der ve o yapılması gerekenleri söylerse 1. derece akrabaları dışında kimse ona oy vermez. Çünkü bunların (yani yapılması gerekenlerin) hiç biri bizim kısa vadeli çıkarlarımızla örtüşmez. O nedenle de bu müteahhitlere ve/veya sorumlulara hangi cezayı verirseniz verin, sorun çözülmez. O apartman yapılması gerektiği gibi yapılırsa satılmaz. Eğer satılmaz ise bir daha yapılmaz.
Türkiye sorunları olağanüstü alt yapıda ve özellikle insanlarımızın değer yargısı alt yapılarındadır ve bu DEĞİŞEMEZ. Birinci paragrafta anlatılan olay ile bu olayın farkı yoktur. İzmir’de çiğ köfteden zehirlenme olayı ile bu olayın farkı yoktur. Anlayın artık.