HRANT DİNK SUİKASTI SONRASI ALINAN TAVRA DAİR
‘affetmedi bu ermeni vatandaşkürt dağlarında babasının kesilmesinifakat seviyor seni çünkü sen de affetmedinbu karayı sürenleri türk halkının alnına’
Nazım Hikmet ( Akşam Gezintisi )
Türk halkının alnına bir kara çalındığını düşünmekle, zaten orada olan, ancak silmeye veyahut saklamaya çalıştığımız alın karasının işte yine ortaya çıktığını düşünmek arasında ki farka halkını sevmek ve onun temel – konjonktürel olmayan- masumiyetine inanmak diyebilir miyiz?
Peki, insan halkını sevmek zorunda mıdır? Ailesini, ırkını, cinsiyetini ve doğduğu yeri seçemeyen ve yeyüzüne bir şekilde fırlatılan insanın, elbette istemeden parçası olduğu her bütünü kayıtsız şartısız sevmesini beklemek; sen derece akıl dışı bir dayatmadır. O yüzden konuyu tartışırken sen halkını seviyorsun veya sen halkını sevmiyorsun ekseninin dışında, sen halkın için bir yargıda bulunurken adaletlimisin değilmisin doğrultusunda tartışmalıyız. Ve asla sevmeyeni yermeden, seveni de sevdiği için yüceltmeden, söylenebilecek yeni ve umut vaadeden her sözü başımızın tacı ederek.
Aydınlar, ait oldukları toplumların onu sevk ve idare edecek olan itici motorlarıdır. Ve bir toplumun başarısında ve başarısızlığında aydınlarının aldıkları tavır nispetince sorumluluğu vardır önermesi herhalde red edilemeyecek bir doğruluktadır. Bu yüzden toplumun, aydını ve halkı arasında ki iletişimin kesilmesi, o toplumun devam eden değişiminde bazı aksaklıkların ortaya çıkmasına ve yanlış yöne evrilmesine yol açar. Bugün türk toplumunda olan biten sıkıntıların işte bu iletişim eksikliğinden kaynaklandığı düşünmek yeni bir şey değil, olsa olsa önemli ve aşikâr bir ihtimalin dillendirilmesidir.
Türk toplumunda halkın aydınına bakışında ki alaycı tavır ve aydınının halkından utanmasını getiren elitizm bu iletişimin kaybıının baş müsebibidir.
Açık radyo teorisyenleri ve etraflarında toplanmış aydınlar bu elitizm tehlikesini behemehal tartışması gereken toplumun önemlice bir kesimini oluşturmaktadır. (Bu son olayda halkından utanmak yanlışına düşüldüğünü bütün satır aralarında, bütün beyanlarda okuduk, duyduk. Bunun böyle olmadığı yönünde yapılabilecek itraza delilimiz hissi ve subjektif olacağından önermenin doğruluğu, itirazı edenin vicdanına bırakılır. )
Çuvaldız bile sayılmaz ama - eğitim ve yaşam tarzlarında- klasik deyimle tanzimat sonrası batılılaşması etkisinde, belli aşağılık komplekslerine düşürülmüş insanlardan biri olarak söylemeliyim ki; bu tip utanmalara ve yabancılaşmalara çok kolay düşebildiğimiz hepimiz için bir gerçektir. Ancak şunu hep unutuyoruz ki biz burada öksürdüğümüz de orada hasta olan yığınlar var. Yani mürekkep yalamış kesimin belli ettiği her toplumundan utanış duygusu, toplumda aydına karşı olan nefreti körüklüyor ve karşıtlığı daha da artırıyor.
Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım; aydın ve halk arasında ki mesafe ve önemli olan beklentinin aydından halkını sevmesi değil adaletli davranabilmesi olduğudur.
Peki trajik bir olay olarak Hrant Dink cinayetinin boyutları açık radyoda gerektiği kadar tartışıldı mı? Boyut derken sayabildiğimiz kadarıyla; insani, kriminal, sosyolojik ve siyasi boyutlarından söz edebiliyoruz. Yüreklerimizi dağlayan, dışarıdan gelen bir sesle balkona fırlayan genç bir kızın aşağıda babasının yerde yatan cansız bedenini görmüş olmasıdır. Yürekleri dağlayan, Rakel Dink’in ‘ah sevgilim’ diyen çığlığıdır. Yürekleri dağlayan, bu ülkenin pırıl pırıl bir aydınının hunharca katledilişi, koskoca bir bririkimin iki tane mermi çekirdeğiyle yok olup gitmesidir. Ben destekçisi ve dinleyicisi olduğum radyomun gerek cinayet gecesi hemen Dink’in kendi sesinden verdiği bildirgeyi yayınlaması hem de Rakel Dinkin haykırışını günlerce kulaklarımıza kazıması başta, üzerine düşen yayıncılığı kendisine yakışır bir biçimde yaptığını düşünüyorum. En azından bu konuda müsterihim.
Ancak konunun diğer boyutları açısından aynı gönül rahatlığını duyduğumu söyleyemiyorum ne yazık ki. Kriminal, sosyolojik ve siyasi yorumlarda radyomun elinde ki müthiş zekâ ve kültür birikimini kullanmadığı veya kullanmak istemediği üzülerek söylemeliyim ki ortadaydı. Günlerce suya sabuna dokunmayan bir kahrolsun milliyetçilik edebiyatının kolaycılığında ve ırkçılığı lanetlemenin genel kabulunun konforlu sularında dolaştı durdu yorumlar. Makro politik düzeneklerin bu ülke üzerinde ki tassaruflarının, bu cinayetle ilişkilendirilmesi kabilinden incelikli bakış açıları şöyle dursun olay kıraathanelerde ve internet kafelerde örgütlenmiş gençlerin işi olarak ele alındı durdu.
Ne bir ermenistan türkiye siyasi problemleri üzerinden bu cinayetin kimin işine yaradığı üzerinde duruldu ne de türkiyenin nasıl oyunlarla hangi pazarlıklarda köşeye sıkıştırıldığı dillendirildi. Konunun türk toplumu açısından sosyolojik yorumlarında; zaten geçmişten bu yana azınlıkların zulme uğradığı tezinin kabulü ekseninde yayınlar yapıldı ki gerçekle uzaktan yakından alakası yoktu. ( Hatta bir akşam açık dergiye konuk olan Dink’in bir arkadaşının anlattığı tapu kadastroda Dink’e yapılanları, ‘bak işte azınlıklara biz hep bunu yapıyoruz ‘çık çık ‘laması’ ile dinleyenlerden birisi de ‘ya bu devletin vatandaşına genel zulmu yok mu? Bunun ırkla milliyetle ne alakası var? Her devlet dairesi vatandaşa ayrı işkence değilmidir’ demedi, diyemedi. Zira yayılmak istenen suçuluk hissinin boyutu bu noktaya varmıştı ) Yine dış kışkırtmalı ve bu ülkenin zavallı yığınları üzerinde oynanan en adi oyunlardan 6–7 Eylül olaylarını saymazsak, Türk insanının azınlıklarla sosyal ilişkisinin pozitif ayrımcılık dahi sayılabilecek ölçüde yumuşak ve kabullenici olduğunu neden kimse söylemedi. Oysa bu, temiz niyetli bütün rum, ermeni yahut yahudi kardeşlerimizin ve açık radyonun değerli yöneticilerinin de teslim edeceğini bildiğim bir gerçekti. Ancak ezilenlerin yanında yer alınıyor havasında, bu cinayet üzerinden yine alnımızın ezelden kara olduğu vurgulamasının cazibesine kapılındı.
O yüzden başta söylediğim, Hrant Dink cinayetinden dolayı Türk halkının alnına bir kara çalındığı mı düşünülüyor yoksa alnın zaten kara olduğu mu sorusu, günler günleri muğlâk bırakıldı durdu. Bu ayrımı bu toplumun en seçkin katmanlarından insanların devam ettirdiği bir proje olarak açık radyonun net yapmasının önemi gün gibi ortadayken, suikast sonrası devam eden günlerde yapılan yayınlarda ‘biz vandal türkler’ yaklaşımının dışında bir yaklaşıma rastlanılmadı.
Bir savunma olarak denebilir ki; topluma kara denmedi, topluma kara çalanlar işaret edildi. İşte bu da milliyetçilik ve milliyetçilerdir. Hatta Ömer Madra’nın, Ahmet İnsel’e, kendisinin hangi araştırmaya dayandırdığı meçhul yorum-sorusunda olduğu gibi net bir süreç bile teşhis edildi. ‘Gittikçe yükselen, tehditlerle karışık gizli, daha doğrusu gizli de değil apaçık bir ırkçılık söz konusu ve çeşitli yazarların da, düşünürlerin de zaman zaman dile getirdiği gibi, yer yer faşizmi hatırlatan bir süreç yaşıyoruz.’.
İşte mesele bilhassa bu işaretin sahihliğindeydi. İçimde açıklayamadığım, kendime bir türlü anlatamadığım yanlılığındaydı. Mesele radyonun karanlıkta duran suçluyu gösterdiği fenerin ışığının menzilindeydi. Mesele, projektörler gibi bir pırıl pırıl ve güçlü bir platformdan pili bitik bir el feneri kadar ışık çıkmasındaydı. Gerçek olamayacak kadar basit olduğu meydanda bir cinayet çözümlemesine inanılmış, onun üzerinden yorumlar yapılıyordu. Açık radyo, benim radyom, sahip olduğu onca beyin ve fikir kalitesiyle ters orantılı böylesine sığ bir saptamanın nasıl sahibi olabilirdi. ‘Sorun; meğerTürkiyede ve özellikle Trabzonda yükselen türkçülük akımlarında idi. Bir takım cahil gençler, kahvehanede bu haraketlerden etkilenmiş - muhtemelen de kurtlar vadisi izlediğinden olacak- ve yine milliyetçi parti teşkilatlarınca kışıkırtalarak bu işe azmettirilmişti işte.’ Bu açıklama üzerinden yürütülen faşizim göndermeleri, yansın batsın ulusalcılık söylemleri, benim radyomun fikir ikliminden çıkan kıvılcımlarmıydı? İşte özür dileyerek bunda ki iyi niyete inanmadığımı ve yüreğimin bu ihanetle günlerden beri sıkıldığını belirtmek durumundayım.
Alper Kaliber’in açık radyo internet sitesinde yazdığı ve o günlerde bir manifesto edasıyla acık dergi programında Eraslan Sağlam’ın insanı büyüleyen sesiyle okunan bildirisinde sorduğu tüylerimi diken diken eden soru gibi ‘Peki bu topraklarda insan mı olacağız yoksa milliyetçi mi ?’ hakikaten ne olacağız?
İşte bu sorunun bazı değişik şekillerini de şimdi ben size soruyorum.
Bu soruyu sorarken insanlıkla karşıt tutulan milliyetçilik kavramının muğlaklığını hemde en az 301.maddede geçen ‘aşağılamak’ ibaresi kadar muğlaklığını fark etmediniz mi ? Yapılmamış bir tanım üzerinden girilen böyle bir kıyasta, hangi duyguları incitebileceğinizi hiç düşündüz mü? Sözgelimi yunan düşmanlığına milliyetçilik diyeceksek, yunanı kardeş belliyip ingilize düşman olana ne diyeceğiz? Üniversite kantininde solcu dövenlere milliyetçi demişsek, altıncı filoyu denize döken çocuklara ne diyeceğiz? Kavmini sevmek, onu layık olduğunca müreffeh ve özgür kılmak istemekle Madra’nın faşist deyimi arasına cizgiyi nasıl ve nerede çekeceğiz?
İnsan bu adaletsiz ve tek kutuplu, rıza imalatçılarının tekelinde ki dünyada önce antiemperyalist olmadan herhangi bir ‘şey’ olabilir mi?
Bu cümlede ki ‘şey’ in içerisine açık radyonun savunduğu her değeri koyabilirsiniz..Barış yanlısı , hümanist , çevreci , savaş karşıtı , özgürlükçü , demokrat . Kyoto’nun imzalanmamasından Marmaraya, bolu tünelinden, ırakta ölen çocuklara, hangi zulmun hangi garabetin içinde emperyalist parmağı yoktur? Dolayısıyla bu ülkenin Dink gibi bir değerini kaybedişinde, bu dengelerin yerinden edilişinde nasıl bu antiemperyalist parmağını aramadınız? Yerel oluşumlardan bunca makro cinayetlerin çıkamayacağını tahmin etmek için siyasi literatürden ne kadar uzak olmak gerek?. Nasıl menfaat, vuran, vurduran, düşmanımın düşmanı dostumdur gibi psikolojik savaş taktiklerinden haberi olmayan insanlar gibi bütün öfkenizi bir katil tipolojisine indirgediniz?
Aynı yazıda bay Kaliber’in ‘Başta Hrant Dink’in acılı ailesi olmak üzere Ermeni ve diğer tüm azınlıklardan en az bizim kadar buralı olan yurttaşlarımızın bu ülkede huzur ve güven içinde her türlü farklılıklarını da ifade ederek yaşamalarının güvence altına alınması’ nı istemesine, ‘yüzyıllardır birlikte yaşamak bu toprakların en önemli özelliğidir. Batı tarzı cinnetler bu topraklarda hiç olmadı ki; bu ne gereksiz bir manifesto böyle’ neden demediniz? Bu olup bitenlerde iyi niyetinizin sorgulanmayacağı özgüvenine nasıl ulaştınız?
Gizli servis marifetleriyle medya kuruluşlarına servis yapılan görünütülerden Murdoch televizyonlarından sızan jandarma fotograflarına, beyaz berenin esrarından ermenistan diasporasının tutumuna, her şey es geçilerek, vandal türklerin utandırılması ve yükseldiği öngörülen antiemperyalizmin önünün kesilmesi uğraşlarına radyomun alet oluşunu, radyonun yöneticilerine altında senelerdir sakladığımız saçağın hatrına, tüm iyi niyetimle ‘neden’ diye sormak istedim.
Dünyanın tüm ses ve titreşimlerine açık radyom umarım bu kırılmışlığımı giderecek açıklamayı bana yapacaktır.
Saygı ve Sevgilerimle
Başar Başaran
Sayın Başaran,
Daha önceki yıllarda verdiğiniz destekler için teşekkür ederiz. Ayrıca, Açık Radyo’ya duyduğunuz “fikir düzeyinde bir kırgınlık”ın sebeplerini açıklayan elektronik mektubunuz ve zahmete katlanıp bu görüşleri bizimle paylaşmanız sebebiyle de teşekkür ederiz.
"Fikrî itiraz" çerçevesi içinde Açık Radyo’ya genel olarak yöneltmiş olduğunuz ağır suçlamalara verilecek bir cevabımızsa yok aslında. Çünkü, “elitizm”, ve halkı hakir görüp aşağılamakla başlayıp “sığ” görüşlülükten ve “kötü niyet” beslemekten geçerek, emperyalist güçlere “alet olma”ya varan ve nihayet düpedüz “ihanet” suçlamasıyla son bulan bir dizi "küfür" yer alıyor mektubunuzda -- eleştiri niyetine. (Nedense bize fena halde kızmış olduğunuz izlenimine kapıldık.) Ama, herhangi bir dayanak gösterme zahmetine dahi katlanmadığınız bu sözleri “eleştiri” kategorisine sokmanın mümkün olduğunu düşünmüyoruz doğrusu. Cevap olarak elitist olmadığımızı, kimseyi küçümsemediğimizi, ayrıca iyi niyetli ve derinlikli olduğumuzu, emperyalist güçlerin hizmetinde bulunmadığımızı, hain filan da olmadığımızı mı söylememizi istiyordunuz yani? Böyle “cevap”lar mı bekliyordunuz?
Dolayısıyla, Sayın Başaran, birbirimizin fazla vaktini almayalım isterseniz. Böyle anlamsız soru - cevap oyunlarıyla birbirimizi hiç oyalamayalım benceve tek bir cümle üzerinde durmakla yetinelim. Mektubunuzun başlık cümlesi, sanırım, meramımızı anlatmaya yetecektir: HRANT DİNK SUİKASTI SONRASI ALINAN TAVRA DAİR
Bakınız Sayın Başaran,11 yılı aşkın bir süredir gece gündüz yayın yapıyoruz biz. Milyonlarca kelimelik haber, yorum, analiz, enformasyon ve nota uçuruyoruz biyosfere. Ruanda, Bosna, Kosova, Susurluk , Gölcük Depremi, Düzce depremi, Irak, Küresel ısınma, Darfur, cinayetler, katliamlar, savaşlar, ırza geçmeler, yolculuklar, yolsuzluklar, 6-7 eylül olayları, 11 Eylül olayları, 12 Eylül darbesi, 17 Ağustos depremi, Sabra-Şatila katliamı, Sacco ve Vanzetti idamları, Lübnan savaşı, seller, kasırgalar, tsunamiler, Katrina kasırgası, New Orleans, medya konuşmaları, bilgi edinme hakkı, temel hak ve özgürlükler, AB tartışmaları, Şemdinli olayları, Santoro cinayeti, Dink cinayeti, Mavi akım, Kızıltepe olayı, yüzlerce operasyon, silahlar, külahlar,10 yıl boyunca her yıl yapılan yıl sonu değerlendirmeleri...
Türkiye'nin yanı sıra dünyanın gerçekten dört bin yanından konuk edilen 12 bine yakın yazar, çizer, düşünür, felsefeci, siyaset bilimci, mühendis, siyasetçi, çevreci, besteci, hayvansever, stk temsilcisi, oyuncu... Radyo tiyatrosu olarak mikrofonda sahnelenmiş 30 civarında oyun, dünya ve Türk edebiyatından okunmuş yüzlerce hikâye, tanıtılmış binlerce kitap, binlerce film, hazırlanmış sayısız belgesel, yapılmış yüzlerce mülakat, deprem ve afet hazırlıklılığı üzerine bine yakın program, kendi alanlarında isim yapmış ekonomist, siyaset bilimci, meteoroloji mühendisi, şehirci, mimar, uluslararası ilişkiler uzmanı, spor yazarı, reklamcı, tasarımcı, yemek yazarı, müzisyen pek çok "köşe" ve program sahibi... (İnternet sitemizde "hakkımızda" düğmesini tıkladığınızda "Açık Radyo Nedir?" metninde, bunlar da dahil, hakkımızdaki her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.) Yayın serüvenimiz bu konu, konuk ve evsahiplerinden oluşuyor.
Ve siz de, kendi ifadenizle senelerdir bu serüvenin tanığısınız. Kamusal hizmet doğrultusunda yapılan ve elbette tamamen ücretsiz olan yayınlarını cebinizden para ödeyecek (hem de iki sene) kadar beğendiğiniz bir radyonun bir gece içinde tepeden tırnağa değiştiğini söylüyorsunuz: Yani 130 aydır bu yayını böyle götüren Açık Radyo, Dink cinayetinin 2 gün sonrasına kadar “üzerine düşen yayıncılığı kendine yaraşır” bir şekilde yaparken, bir gece içinde muazzam bir dönüşüm geçiriyor ve adeta bir canavara dönüşüyor: Emperyalist güçlerin oyuncağı, sığ, tepeden bakışçı, elitist ve hıyanet-i vataniye ile malûl bir yayın organı haline geliyor ve siz de bu metamorfoz karşısında kırılıyorsunuz.
Sayın Başaran, sizce burada bir mantıkî tutarsızlık yok mu? Sorun Açık Radyo dışında bir yerlerde de aranamaz mı acaba?
Bu "retorik" soru ile mektubuma son veriyor ve haddim olmayarak, size dünyada da çok iyi tanınan toplumbilimci profesör Çağlar Keyder'in toplum konusunda Boğaziçi Dergisi'nin son sayısında yayımlanan söyleşisini okumanızı tavsiye ediyorum (Bir alıntı: "Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye toplumunun bastırılmış hafızasıyla baş edebilmesi için kolektif terapiye girmesi gerekiyor. Bu pek kolay birşey değil; uzun dönemli bir tedavi gerekiyor bence. Ama barışık bir yaşam bunu gerektiriyor. Tedavi en başta tarihimizi doğru öğrenmekten geçecektir..." (Boğaziçi, No: 116 (Mart 2007), s. 20-22, özellikle s. 22)
Sayın Başaran, ben de umarım ki, bu yazdıklarım, bizce sebepsiz olan "kırılmışlığınızı" gidermeye yarayacaktır.
Saygılarımla,
Ömer Madra
NOT:
1) Açık Radyo’nun internet sitesine bir göz atarsanız, Dink cinayetinden sonra Türkiye’de ve dünyada sayısız yazarın kaleminden bu konu üzerinde yazılmış yüzlerce (evet yüzlerce) yazıya yer verdiğimizi , bunlar arasında birçok ayrı yazarın ülkedeki milliyetçi ve faşist yükselişe değinen yazılarını ve bu konuda yapılmış araştırma verilerini rahatlıkla görebilirsiniz.
2) 6-7 Eylül olaylarını (veya 1915 olaylarını veya Trakya olaylarını, vb) niye tartışma dışında tutmamız gerektiğini anlayamadım.
3) Yeryüzünde küresel ısınmadan Dink cinayetine kadar herşeyin sorumlusu (yani adeta kaadir-i mutlak) olarak gördüğünüz emperyalist güçlerle mücadele etmemizi öneriyor musunuz? Öyleyse, nasıl?