Sayın Ömer Madra ve Sayın Avi Haligua;
Yıllardır her sabah evden işe giderkenki bir saatimi Açık Gazete ile değerlendiririm, sanırım sizin sıkı dinleyicilerinizden biri sayılabilirim.
Bunca zamandır beğeniyle dinlediğim programınız için bir kez olsun güzel sözler söylemek için mesaj yazmamışken sadece eleştiri yapmak için yazmayı düşündüğüm için gerçekten utanıyorum! Yine de beni mazur göreceğinizi umuyorum.
Avi beyin konuşma tarzını, olaylara yaklaşımını çoğu zaman beğeniyorum, ağırlıklı olarak kullandığı alaycı ve iğneleyici sözlerini de zeki ve oturaklı buluyorum. Çoğu zaman gereken yerde gereken taşı gediğine koymayı iyi biliyor.
Fakat bazen kantarın topuzunu kaçırabiliyor.
Son günlerde arka arkaya birkaç örnekte hissettiğim rahatsızlığı sizinle paylaşmam gerektiğini düşündüm.
Örneklerimin sonuncusu bu sabahki programınızda yaşandı. Konunun çok ayrıntısına girmeme gerek yok, ancak doğudaki faili meçhul cinayetler ile ilgili bilgi sahibi olan bir assubayın konuşup konuşmaması ile ilgili söyledikleriniz beni irite etti. Burada konuyu felsefi açıdan "konuşmayan suça bizzat ortak olmuştur" demeye kadar giden bir diyalog geçti ikinizin arasında.
Bir insanın çok büyük olasılıkla yaşamını kaybetmesi ile sonuçlanacak şekilde, bir konuda konuşmasından bahsediyordunuz. "Elbette ki konuşmalı, birileri bu fedakarlığı yapmalı" demek elbette bizler için oturduğumuz yerden söylenmesi çok kolay sözler. Ama söz konusu olan büyük ihtimalle kişinin kendi hayatından daha fazlası, belki ailesinin, yakınlarının can güvenliği. Böyle bir durumda kolayca "ben olsam hiç aldırmam, konuşurum" diyebilir mi insan? Ben diyemem doğrusu!
Hele hele konuşması durumunda bile hiç bir şeyin değişmeyeceğine inanıyorsa?
Böylesine hassas bir konudan konuşurken gönül rahatlığıyla "konuşmayan suça bizzat ortak olmuştur" şeklinde tavrınızdan açıkçası rahatsız oldum.
Eğer dinlediğim program sizin programınız olmasa belki bunları ne hissederdim, ne de eleştirme arzusu duyardım. Fakat bu tarz bir yaklaşım yıllar boyunca benim gönlümde oluşan Açık Radyo ağırlığıyla, sağduyusuyla, "Açık Radyo duruşu" ile örtüşmedi. Benim kalbimdeki Açık Gazete, olayları bu denli basitçe yargılamazdı.
Bu sözlerimle keyfinizi çok fazla kaçırmadığımı umuyorum.
Saygılarımla,
Babür Şaylan
Sayın Babür Saylan,
Değerli fikirlerinizi içeren mektubunuz için samimi teşekkürlerimi sunarım. Asıl eleştiri mektubu almak, bizim için övgüden çok daha büyük önem taşıyor diyebilirim rahatlıkla. Sözünü ettiğiniz diyalogumuzda, kendi payıma, fikirlerimizi iyi iletememiş ve böylece tarafınızdan bir yanlış anlamaya sebep olmuş olabileceğimizi düşündüm. Yani, aslında kimseyi, kendimizin yapıp yapamayacağı asla belli olmayan bir cesaret gösterisine girişmedi diye eleştirmek, emin olunuz, aklımızın köşesinden geçmez. Sözkonusu olaydaki asker (astsubay mıydı, emin değilim) Van Cumhuriyet savcılığına yaptığı başvuruda verdiği krokide tabur içinde gösterdiği toplu mezar yerini bulamadıkları takdirde bizzat göstermeye hazır olduğunu ve fakat bunun için kendisine can güvenliği verilmesinin şart olduğunu çok haklı olarak ifade etmiş. Biz de aslında, böyle bir güvence talebinde yerden göğe haklı olduğunu, hatta son aylarda iyice ayyuka çıkan silah, mühimmat, itiraf, tanıklık, suikast iddiaları vb ile meydana gelen korku ve dehşet verici ortam gözönüne alındığında, hiçbir kurumdan böylesine bir güvence alamayacağını belirtmek istemiştik. Ne var ki, sizin gibi dikkatli ve "sıkı" bir dinleyicinin dahi yanlış algılamasına yol açtığımıza göre, meramımızı anlatmayı beceremediğimiz gün gibi âşikâr!.. Avi'nin de -kendisi de size ayrıca yazacaktır sanırım, benim onun adına konuşmam çok doğru olmaz, ama- "ben olsam hiç aldırmam, konuşurum" şeklinde bir tavır içinde olduğunu hiç sanmıyorum. En azından ben böyle birşeyi farketmedim. Ama bu sanıya yol açtığımız için ben kendi payıma sizden özür diliyorum.
Öte yandan, karışıklık bunun ötesine geçiyor maalesef. "Sessiz kalan suça ortak olmuştur" şeklindeki ifadeyi bu sabahki programda bizzat ben kullandım. Yanlış hatırlamıyorsam referans da verdim. Bu, bundan 42 yıl önce Martin Luther King'in Vietnam savaşı ile ilgili bir konuşmasına ilişkin olarak yapmaya çalıştığım bir atıftı. Sessizliği kırma zamanının gelmiş olduğunu belirten konuşmasında (Bkz.: http://www.informationclearinghouse.info/article2564.htm)
Dr. King, "A time comes when silence is betrayal" diye bir söz söylüyor; yani sessiz kalmayı vicdana, insanlığa vb. ihanetle eşdeğer tutuyor. Bendeniz bu sözü, bir süredir üzerinde önemle durmaya çalıştığımız bir konuya, yani belli başlı tv kanallarının ve önde gelen gazetelerin bazılarının son derece canalıcı konularda ısrarla gösterdiği sessizliğe tepki olarak söylemeye çalışmıştım. (Birkaç örnek vermek gerekirse, Son zamanlarda bazı iddianamelerde ayyuka çıkan dehşetengiz suikast planları, sizin de sözünü ettiğiniz Hakkari/Şemdinli/Derecik Taburu toplu cinayet ve mezarlarını, HSYK üyelerinin bazılarının tarafsızlıktan iyice uzaktaki tavırları, geçmişteki kanlı rezaletlerle ilgili bağlantıları, bazı sanıklarla yakın zaman önce çekilmiş fotoğrafları ve TC tarihinin en önemli davalarından birinin seyrini değiştirmeye yönelik olarak yorumlanabilecek girişimlerini, yüzbaşı üniformasıyla işlenen vb. korkunç JİTEM cinayetlerine ilişkin yeni iddiaları, adli tıp reddiyeleri yüzünden hapishanede kanserden ölüme göz göre göre mahkûm edilen ve ölenleri, ellerinde taş izi olduğu gerekçesiyle 10 yıllarca hapis cezasına çarptırılan güneydoğulu küçük kürt çocuklarını vb. vb. tamamen görmezden gelinmesi insanı çileden çıkartabiliyor. Örneğin bugün, başta Hürriyet olmak üzere Doğan grubu gazetelerinin neredeyse tamamı, ayrıca Sabah, Akşam, Cumhuriyet, Habertürk gibi farklı sermaye gruplarına ait gazetelerde bu konularda "kulakları sağır edecek" bir sessizlik hakimdi. Özdemir Sabancı, Nilgün Hasefe, Haluk Görgün cinayetlerinin faili olduğu belirtilen Mustafa Duyar'ın muhtemel itiraflarını engelleyenin HSYK üyesi Ertosun olduğunu yazan Can Dündar'ın bu akıllara durgunluk verecek ifşaatını yazdığı Milliyet gazetesi bile sözkonusu haberleri 1. sayfadan da, içerideki sayfalarında da "görmüyor", sessizlikte direniyordu! Hürriyet gazetesi de bu olguların bir tekini dahi "görmeyip" manşetini Ayasofya'daki 6 kanatlı heykel figürini üzerine kurmayı "tercih" edince, bendeniz de King'e atıf yapma gereğini duydum. Bu sessizliğin,
Derecik taburundaki askerin güvence istemeden konuşmaması ile hiç ilgisi yoktu. Ne var ki, özellikle olayların çok yoğun olup da, bizim Açık Gazete'de bunların hepsini bir saat içinde toparlayıp vermemizi zorunlu kılan Cuma günleri gibi iki "köşe"li veya "konuk"lu Açık Gazete programlarında bazen görevimizi iyi yapamayıp yanlış anlamalara yol açtığımız anlaşılıyor. Bu konuda daha özenli davranmamız gerektiği ortada. Yoksa, bir "basitçe yargılama" sözkonusu olmadığı konusunda sizi temin etmek isterim, efendim.
Uyarılarınız, dostça eleştirileriniz ve değerli görüşlerinizi bizimle paylaşma zahmetine katlandığınız için tekrar teşekkür ederiz. İlginizi eksik etmeyin lûtfen.
Saygılar,
Ömer Madra
Ömer bey,
Verdiğiniz bu detaylı yanıt üzerine, ilk mesajı yazdığımdan daha çok utandım doğrusu. İnşallah Avi bey de aynı şekilde utandırmaz beni! Değerli vaktinizden ayırıp bana yanıt verme inceliğinde bulunduğunuz için çok teşekkür ederim. Diğer yandan da, söylediklerimin hedefine ulaştığını görerek seviniyorum.
Hiç kuşkusuz "ben ne söyledim bu ne anlamış" diye düşünüp kestirip atabilecekken "neden böyle olmuş?" sorusunu sormuşsunuz. Açık Radyo farkı böyle bir şey olsa gerek.
Bu kadar kısa bir program süresinde bu kadar çok şeyden bahsederken bu tip yanlış anlamaların doğabileceği çok açık, haklısınız.
Saygılarımla,
Babür Şaylan