Aykut Kocaman Açık Radyo'da anlattı

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Konuğumuz İstanbulspor teknik direktörlüğünden yeni istifa eden futbolcu ve antrenör Aykut Kocaman. Liglere ara verildiği bir dönemde futbolun başka yönleriyle konuşulmasına da vesile olan oldukça dramatik olaylar vardı. Biraz onları konuşalım istedik.Türkiye’de yalnız spor sahâlârında değil, herhangi bir alanda pek de gerçekleşmeyen bir olayı gerçekleştirerek istifa müessesesini kullandınız. Radikal gazetesinin futbol ekinde Barış Tut tarafından sizinle yapılan söyleşide “İstanbulspor’da köklü bir değişiklik olursa takıma dönebilmeyi, en azından oyuncularla birlikte sezonu bitirerek filmin sonunu görmeyi çok istiyorum” diyorsunuz. Nasıl bir radikal değişiklik olabilir? olayların gidişat yönü tam da anlaşılamadı; Türkiye’de pek çok şeyi olduğu gibi bu olayın temelinde de neler yattığını tam anlayamadık.

Aykut Kocaman: Ben istifa gerekçemde de belirtmiştim, bir tıkanma söz konusuydu, şu anda varolan hissedar yapısı ile –biliyorsunuz İstanbulspor bir anonim şirket-- bağlı olduğunu sandığımız bir grup var, bir de varolan hissedarlar var, burada bir takım değişiklikler olmuş. Geldiğimiz gün itibarı ile mali yönden bir destek alamıyoruz, kulübün kendisini yaşatması için gerekli mali bağlantılarında tedbir var, temlik var. Bunlar bir şekilde açıldı ama borçlar var, oralara gidiyor.Kısaca söylemek gerekirse, oyunculara hak ettiklerini ödemede büyük sıkıntılar çekiyor İstanbulspor. Önüne bakarken de, geleceğe bakarken de büyük bir problemler yumağı vardı. Bunları çözebilmek için bu arada bir destek almalısınız. Dediğim gibi, varolan hissedar grubundan ya da bağlı olduğunu sandığınız gruptan bir destek almalısınız. Bu desteği bulmak zorundasınız çıkış için. Bunların hiçbir gerçekleşmeyince bir kilitlenme söz konusu oldu: ne öne gidebiliyoruz, ne arkaya, ne sağa ne sola... Ben de aradan çekilerek taşları yerinden oynatmayı düşündüm açıkçası, istifa gerekçem buydu.Köklü değişiklikten şunu kastediyorum: Şunu biliyorum ki son dönemlerde yine bağlı olduğunu sandığım grubun yaşadığı sıkıntılardan bir devir söz konusuydu. İstanbulspor A.Ş. istekli bir takım insanlar -- sporsever diyebilirim, yatırımcı diyebilirim-- tarafından alınmak istiyor. Bunlar da İstanbulspor bayrağını bir yerden alıp bir yere taşıyabilecek çapta insanlar olarak gözüküyorlardı. Böyle bir devir sözkonusu olmayınca sıkıntılarımız daha da arttı. Yani köklü değişiklikten kastım şu: Varolan koşullar altında İstanbulspor’un yürümesi mümkün değil; bunu götürecek bir takım insanlar var, mali destek vererek, tesislerindeki olanaklar anlamında, bunlara yol açılması anlamında söyledim, kastettiğim köklü değişiklik oydu.

ÖM: Radikal bir değişiklik yapılabilmesi için bir tavır değişikliği de olması lazım ama galiba kulübü devretmek yerine bırakmamak gibi bir eğilim de ortaya çıktı. Söyleşinizde bundan da bahsediyorsunuz. Nasıl oluyor bu?

AK: Hakikaten bunları sorduğunuz, bu işin odak noktasındaki insanlardan biriydim, ancak bunları yanıtlayamayacak kişilerden de biriyim çünkü pek çok şey konuşuluyor, pek çok şey söyleniyor, ama hiçbir şey bilmiyoruz, biz sadece kendi işimize odaklanmış vaziyette, kendi işimizle uğraşmaya çalışıyorduk son dönemlerde.İlk aşamada bu grupla ilgili çatışmadan sonra Cem Uzan’ın Adnan Sezgin’e şunu söylediğini duydum: “Kulübü artık siz üstünüze alın, götürün götürebildiğiniz kadar.” Zaten sıkıntılar var, o sıkıntıların üzerine bir de ayrıca bu kulübün sıkıntıların binmesini istemiyorum, diye düşündü herhalde. Benim o dönemde ilk tepkim şuydu, önce bir tedirginlik tabii ki, uzun yıllar sahipli olarak gitmiş takım, arkasında bir destek var, bir boşluğun içine düşebilirdi. Ama sonra düşünerek, Adnan abi [Sezgin] ile de konuşarak bunu başarabileceğimizi düşündüm, yani alıp götürebileceğimizi.Fakat, 2-3 sonra tamamen farklı bir tavır oldu, bu sefer de devir konusunda önce engeller, sonra da devretmeme yönünde bir eğilim belirdi. Bu arada, ben aracı olarak Adnan Sezgin’den bilgileri alıyorum. Buradan buraya nasıl geçiş oldu, önce devredirken sonra niye devredilmedi? Açıkçası ben de sizin kadar bilgi sahibiyim. Garip garip işler...Tabii işin içine akıl, mantık girdiği zaman yolları belirliyor insan ama burada biraz farklı duyguların da yer aldığını düşünüyorum artık.

ÖM: Bu durumda ligden çekilmek gibi bir durum olacak mı acaba? Onu da geçenlerde Alp Ulagay’la konuşmuştuk, nasıl olacak?

AK: Ligden çekilme gibi bir durumun söz konusu olacağını düşünmüyorum, yani varolan, şu anda İstanbulspor kadrosunu oluşturan oyunculardan üçü dördü ayrılabilir. Bu bir öngörü olabilir ama her halükârda 11 kişiyi sahaya çıkarabilecek bir gücü var İstanbulspor’un, ligi sonuna kadar yürütmesi gerekiyor. Sadece ligin devam etmesi açısından değil, ahlâken de böyle yapması gerekiyor, yani oyuncular oradan meşru yollardan bir şekilde ayrılamamışlarsa, sorumluluklarını Dolayısıyla, ligden çekilmek gibi bir durumun söz konusu olabileceğini düşünmüyorum. Lige devam edecektir, ama çok kan kaybederek, çok zayıflayarak, konsantrasyonunu yitirerek, bu da bir gerçek.

ÖM: Yani burada bize de acıklı gelen, üzücü gelen noktalardan biri de, sıradan bir gazete okuru ya da futbolsever olarak söyleyeyim, son basın toplantısında futbolculardan gelen hüznü de dikkate alarak söyleyebilirsek, İstanbulspor’da bir çeşit model oluşturma ve bir “ekol” oluşturulması gibi bir çaba göze çarpıyordu. Uzun zamana ve emeğe dayalı bir şeydi. Bunun götürülememesi, genel anlamda umutsuzluk verici bir şey olarak da karşısına çıkıyor insanın: “olmuyor, yine olmuyor” duygusu. Bu duygu çok kötü.

AK: Zaten başta sorduğunuz dönmeyi ister misiniz? Beni en çok tetikleyen olaylardan biri de şuydu: normal şartlarda sportif anlamda düşündüğüm zaman ya da mali anlamda, bütün çerçevesi ile düşündüğüm zaman benim bu duygunun tamamen dışına çıkmam gerekiyor aslında. Sonuçta bir profesyonelim, böyle birtakım olaylar oldu, oyuncularla beraber çok çaba gösterdik, bir yere getirmeye çalıştık, sonra burada bir ayrılık söz konusu oldu, ben ayrıldım ve tekrar dönüş için istekli olmam, aslında sportif anlamda bir aptallık olarak da görülebilir tabii.

ÖM: Estağfurullah.

AK: Ama çok güzel bir ortamımız vardı, ben uzun yıllar futbol oynadım, uzun yıllardır da İstanbulspor kulübünün içindeyim; Türkiye’nin futbol ortamının tamamen dışında bir ortamımız vardı. Son 2,5 -3 senelik periyodda özellikle herkes kendi alanında kendi işini yapma gayreti içindeydi. Özgür bir ortamımız vardı, açıkçası tam anlamıyla özgür bir ortamımız vardı, kimse kimsenin alanını işgal etmiyordu.

 Ö.Madra, A.Kocaman, T.Morgül, M. Arslantunalı (arkada)

Dolayısıyla, bizim için, yani bir süperlig takımı için bir dezavantaj oluşturabilecek; seyircisizlik gibi, yönetici olmaması gibi,hiçbir basın desteğinin ve ilgisinin olmaması gibi gidişatta olumsuz görünecek herşeyi tersine çevirebilme –çevirebildik demiyorum ama- şansını yakalamıştık, bir yol alıyorduk diye görüyordum. O nedenle hâlâ içimde bugün bile bir şey var, bir eziklik, bir burukluk taşıyorum açıkçası.

Tan Morgül: O zaman olmuyormuş değil; “oluyormuş” dememiz lazım...

ÖM: Bu arada Tan Morgül dayanamayıp aramıza katıldı.

TM: Yaş itibarı ile çok fazla olumsuz parantez açtınız hocam, o yüzden müdahale etmek istedim. Aslında öncesi bakarsan oluyormuş, hem de Türk futbol dünyasında.

ÖM: Ama “gene olmuyor” görüntüsünü veriyor demekte de ben haklıyım herhalde?

AK: Sonuç itibariyle.

ÖM: Evet, böyle bir durumla da karşı karşıyayız.

Mustafa Arslantunalı: Peki İstanbulspor dışında başka kulüplerin de zor durumda olduğunu söylemiştiniz daha önce?

AK: Şimdi şu tespiti de yapmak lazım; ülkemizde antrenörler istifa ediyorlar, ikincisi İstanbulspor gerçek anlamda ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor, özellikle oyuncu istekleri doğrultusunda söylüyorum. Bu sadece İstanbulspor’a has bir durum değil, bunu da tespit etmek lazım, ülkemizde şu anda süper ligi oluşturan 18 takımdan belki 5’ini bir kenara bırakırsanız, diğer 12-13 takımın içindeki bütün oyuncular hemen hemen aynı ekonomik sıkıntılarla boğuşuyorlar, bu bir gerçek. Bizim belki İstanbul takımı olmamız, belki kamuoyunda bana duyulan --biraz hissettiğim—sempati, bizim olayımızı biraz daha öne çıkardı. Ama açıkçası belki diğer takımların  sıkıntılarını bir şekilde gündeme getirmesi açısından da, sadece İstanbulspor’un oyuncularının ve antrenörünün sıkıntıları değil, diğer takımların oyuncularının da sıkıntılarını gündeme getirmesi açısından da bir tarafıyla iyi bir durum teşkil etti diye düşünüyorum. Çok büyük ekonomik sıkıntılar var.

MA: Demek genel olarak işlemeyen bir şey var, sizin takıma has bir durum olmadığına göre.

AK: Değil, 5 sene öncesine dönersek şaşaalı bir dönemi vardı, inanılmaz paralar uçuşuyordu havalarda, nasıl olduğunu bilmediğim, yani değerlerin nasıl tespit edildiğini bilmediğim inanılmaz paralar uçuşuyordu havalarda. Fakat son 3-4 sene içinde bunlar kalmadı ve bir anda da boşluğa düştü kulüpler, hazırlıksız yakalandılar açıkçası; yıllardan beri kulüp yapılanmaları da son derece sağlıksız olduğu için bu kriz kulüpleri diğer branşlardaki diğer kuruluşlardan çok daha kötü olarak etkiledi. Büyük bir standart düşmesi yaşadı oyuncular. Bu sıkıntılarla, hemen hemen 13-14 takımın oyuncuları bizimkinden belki biraz daha iyi bir şekilde boğuşuyorlar, ne olacağını ben de bilmiyorum.

ÖM: Bu kulüplerin sağlıksız yapısından bahsederken tam olarak neyi anlamamız gerekiyor?

AK: En basit olarak şunu söylemek gerekiyor herhalde: en vurucu, en doğrudan ve en kısa yoldan söylersek: gelir-gider dengelerini oluşturamamaları ve artık geldiğimiz çağda futbolun çok ciddi bir sektör olduğu, büyük paraların döndüğü bir dönemde kulüplerin hâlâ amatör zihniyetteki kişiler tarafından yönetilmeleri. Tabii ki bunu en önemli çarpıklık olarak görüyorum. Dolayısıyla bunlardan bir türlü o günü kurtarmak için kendi gelişimleri için –diyeyim buna, olumsuz bir takım şeyler söylemeyeyim-- paraları çarçur ederek ya da plansız bir şekilde harcamaları. Bunu biraz daha ayrıntılandırabilirim ama esas itibarı ile buradan başlıyor diye söylüyorum.

TM: Geçen gün bunu konuşuyorduk, mesela Belçika’da Anderlecht kulübü daha çok kısa süre önce ve Belçika liginden daha tek kulüp UEFA kriterleri ile ilgili belge aldı. Almanya liginde bütün takımlar şu anda bu konu üzerinde çalışıyorlar, Türkiye’de bu konuya yakın, gelir-gider dengesi, bütçe dengesi, kulüp yapılanması, idari ve hukuki yapılanmanın bütünleşmesi UEFA kriterlerine daha yakın, muhtemelen de alacak gibi gözüken iki kulüp var: Gençlerbirliği ile Gaziantepspor. Yani bizim üç büyükler (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray) bu konuda doğru düzgün çalışma bile yapamıyorlar; Ama bu ileride çok büyük problem olacak, çünkü UEFA belli bir zaman diliminde taahhüt istiyor, belli bir limit de koydu buna karşı; ne yapacaklar bilmiyorum. Çok daha büyük sorunlar açacak bu başlarına.

ÖM: Evet ama tabii orada da mesela Parma kulübünün durumunu da konuşmalıyız herhalde...

TM: İtalya’da sadece Parma değil, Lazio vb var. İtalya, en büyük sorunları yaşayan ülkeydi.

ÖM: Hayır, ortalık şu anda muazzam bir skandalle, Parma Kulübünün de “sahibi” olan Parmalat mandıra ürünleri şirketinin yolsuzlukları skandaliyle çalkalandığı için o örneği verdim. Gelir gider dengesizliği bir yana, şirkette yolsuzluk olarak akıl almaz rakamlar var,

TM: Bu konuya en uygun olan Lazio idi, batıyordu neredeyse bu gelir gider dengesizliğinden. İtalyan federasyonunun istediği şeyleri de sağlayamayınca neredeyse batıyordu, son anda kurtardı.

AK: Parma’nın durumu biraz İstanbulspor’a da örnek oldu, tam çakışmasa da, tam özdeşleşmese de benzer oldu, şirket takımı olması, şirketin sıkıntılarının olması dolayısıyla futbol takımını da etkilemesi benzeşiyor.

ÖM: Parmalat skandali ile ilgili olarak çok ilginç bir şey, bir ufak nokta gözüme çarpmıştı: Parma kulübünde büyük yıldız oyuncuları satıp yerine hiç adı sanı duyulmamış, belki yetenekli ama çok genç oyuncuları takıma koyup bunların değerlerini anormal yüksek göstermişler Parma’da. Asıl büyük sorun burada, mesela hiç kimsenin adını duymadığı adamların maliyeti, Figo ya da Beckham gibi çok iyi bilinen yıldız oyuncularınkinden çok daha yüksek maliyetler olarak gösterilmiş.

AK: Ne olduğu tabii bilinmiyor.

ÖM: Evet bir kara delik halinde.

AK: Kötü örnekler emsal olmamalı düşüncesinden yola çıkarak, tabii her branşta, her iş kolunda bu tip şeyler var, ama biz doğruları yanyana getirirsek bence daha iyi olur.

MA: Biraz futbola dönsek, ben şunu sormak istiyorum, Türkiye’de son yıllarda Avrupa’daki başarılarla beraber futbola ilgi çok fazla arttı, ama o sanki çok fazla futbola ilgi değil, yani oyuna olan ilgi değil, sadece sonuca kitlenme arttı. Ben futbol seven kişilerin azaldığını düşünüyorum. Hem antrenör olarak hem de futbolcu olarak siz tam oyun seven bir kişilik sergilediğiniz için size sormak lazım.

AK: Bu net olarak doğru, ben de aynı şekilde hissediyorum. Tabii ki istatistiklerle kanıtlandı mı kanıtlanmadı mı bilemiyorum ama hislerim net doğru olduğu söylüyor. Taraftar-kulüp bağlantısı ve taraftar-kulüp-oyun bağlantısı içinde ortaya çıkan en önemli unsurlar: iddia, kazanma, güç gösterisi. Yani taraftar artık güçlü bir takımla beraber olmak istiyor, kendi güçsüzlüğünü belki orada kompanse etmek istiyor; futbolun oyun tarafını bir tarafa bıraktık, yani oyun tarafı artık ikinci planda.Zaten bu şekilde düşünmeye başladığım zaman, taraftar-kulüp ilişkilerinde futbol kalitesinin, futbol oyununa sevginin ve kulüp sevgisinin biraz ikinci planda kaldığını gözlemliyorum bugüne kadarki futbol serüvenim içinde. Oyun sevmiyoruz biz, oyunun iddiasını seviyoruz, oyunun bize kazandıracağı güç gösterisini, güç isteğini daha fazla yanımızda görmeyi istiyoruz açıkçası.

MA: Televizyonda da bunun yansıması var tabii, mesela spikerler her gole ‘muhteşem gol’ diyorlar, top tıngır tıngır gitse bile o ‘muhteşem’ oluyor, çünkü sonuç önemli.

AK: Tabii. Oysa sahanın içinde o kadar güzel işler oluyor ki onları öne çıkarmak, futbolun güzelliğini ortaya çıkarmak gerekir...

MA: Ya da son vuruşu gösteriyorlar televizyonda tekrar tekrar, halbuki o baştan itibaren geliyor oraya...

ÖM: Evet, paslaşmalar, kombinasyonlar, vs ile...

MA: Esas güzellik orada aslında.

AK: Aslında basit yaşantımızın da görüntüsü bu.

ÖM: Şimdi ben bir başka konuya geçmek istiyorum: Radikal Futbol ekinde sizinle yapılan son söyleşide de tekrar söylediğiniz bir şey var; “Rakip takıma karşı art niyet beslemenin anlamı yok, dolayısıyla rakip takıma saygı duyun” şeklinde bir yaklaşım. Dolayısıyla, yıllar önce Fenerbahçe’nin son maçta Trabzonspor’u yenip şampiyon olduğu ve sizin de aslında bir anlamda kara listeye alınmanıza yol açan davranış biçiminin bir uzantısı. Yani Fenerbahçe’nin çok zorlukla Trabzonspor’u Trabzon’da sizin de attığınız bir gol sayesinde yenip, şampiyon olduğu sene, siz de şampiyonluğun hemen ardından öbür takım oyuncularının durumuna üzüldüğünüzü beyan etmiştiniz ya. Yani futbolun bu adaletsizliklerle, yani karmaşık yapısı ile ilgili durumuna işaret eden bir demeçti bu. En önemlisi de empati diyeceğim, yani kendisini rakibin yerine, karşısındakinin yerine koyan tavrınız vardı, işte son söyleşinizde de bu tavır devam ediyor. Bunun üzerinde de birazcık durabilir miyiz?

AK: Aslında işin basit gerçeği bu, yani oyuncular ya da antrenörler sağlıklı düşünmeyi ve soğukkanlı düşünmeyi becerebildikleri zaman bunlar, ben veya bana benzer birisi bunu söyleyip de çok değerli addedilme durumu yaratıyorsa bunun dışına çıkacaktır diye düşünüyorum.Yani işin doğası bu; bizler profesyonel olarak çalışan insanlarız, bizim mesleğimiz, işimiz bu, ben hep buradan yola çıkıyordum bunu söylerken, çalıştırdığım oyuncularla konuşurken de buradan yola çıkıyordum. Belki bütün sıkıntılara karşın buraya gelmemizdeki en önemli faktörlerden biri de buydu. İşimizi yapalım, işimize bağlı olalım, onun gereklerini yerine getirelim. Bu son derece profesyonelce bir tutum diye düşünüyorum, yani sadece insani tarafıyla değil mesleki tarafıyla da böyle olmalı.

Ben bugün İstanbulspor’da kendimce büyük savaşlar verdim, fakat yarın başka bir takımı çalıştıracağım ve İstanbulspor kümede kalırsa –umarım kalır, becerir bir şekilde-- İstanbulspor’un belki küme düşeceği bir maçta gelip onun karşısına çıkacağım. Bu kadar büyük duygular beslediğim, bağlılık beslediğim takımın karşısında bulunacağım. Yani bugün İstanbulspor için düşündüklerimin tamamen tersini düşünme pozisyonunda kalacağım. Bu benim için olduğu gibi bütün profesyoneller için böyle. Dolayısıyla sahaya çıktığımız zaman tabii kulübümüzün kazanmasını istiyoruz, tabii ki kazanma duygusunu en azından yaşamayı istiyoruz, başka türlü hayatın tadı yok. Sadece futbola ya da spor branşlarına özgü değil, her alanda aynı şeyi hissediyoruz, fazla hırpalamadan ama kazanmayı.Yola çıkışımın, düşüncelerimin altyapısı bundan kaynaklanıyor, biraz sakin ve soğukkanlı, biraz evvel sizin de söylediğiniz gibi karşıdakinin de sizin kadar kazanmak istediğini bilebilmeyi ve onun isteklerine de saygı duymayı gerektiren bir tutumdan kaynaklanıyor bu. Açıkçası doğrusunun da bu olduğunu düşünüyorum. Aslında böyle derken doğalının da bu olduğunu düşünüyorum, ben doğal davranıyorum, bildiğim gibi davranıyorum sadece, önemli davranışlarmış gibi gözüküyor, bu da bizim ülkemizin durumunu gösteren en önemli noktalardan biri. Doğal davranışların veya normal davranışların anormal olarak addedilmesi de işin ilginç tarafı herhalde.

TM: Yalnız bunun futbolculara aksetmesi ilginç, bu arada İstanbulspor’un maçlarına da gidiyorduk ve o az olan İstanbulspor taraftarlığını üstlenmek gibi bir sorumluluğun altına giriyorduk. Benim çok ilgimi çeken şu oldu ki, maçlarda olağanüstü berbat şeyler oluyordu, ben rahatlıkla söyleyebilirim hakemden kaynaklanıyordu özellikle...

AK: Hatalı kararlar...

TM: Hata bile denemez artık, ortada bir tüluat, bir ortaoyunu sergilenmeye başlayınca gülemiyorsun, ağlayamıyorsun. Şöyle bir şey, bir de bu futbolcular için bambaşka bir psikolojik sorun, doksan dakika orada mücadele ediyor ve tek istediği herhalde adalet. Yani attığı golün gol olması, penaltılık durumda penaltı verilmesi, vs. Tek isteği bu, ama bu verilmiyor, tamamen bir art niyet var, ondan sonra son dakikalarda rakip takım oyuncuları da bunu fark edince çok ilkel duygularla farklı bir psikolojiye giriyor, çamurlar, yerde yatma, sert girme, vs. Bir tane görüntü hatırlıyorum, hâlâ da unutamam, maçın son dakikaları, maç yine böyle feci geçmiş, karşı takımdan bir sporcu yere düştü, zaman da geçiyor, ayağına bir şey oldu galiba ve bir İstanbulspor’lu futbolcu onun yanına gitti ve ayağına masaj yapmaya başladı. Yani şimdi bunun hocadan gelmesi başka bir şey ama orada o psikolojiyi yaşamak, biz de mahalle maçlarından biliriz ki kolay bir şey değil. Bu ilginç bir terbiye biçimi.

AK: Bunu yakalamak çok da kolay değil. Tabii ki rekabet duygusu ile saygı arasında bir gidip gelme de var, bizim işimizde fazla nazik olmanın da bir anlamı yok, yani tabii ki performansını, sınırlarını kurallar içinde en üst seviyeye çıkarmak için çalışacaksın. Şunu da söylemek gerekiyor, futbolun doğasının içinde zaten aldatmak var, çalım atmak, feyk atmak var, hep kandırmaya yönelik işler; bir tarafıyla da fair play, centilmenlik, saygı.

MA: Ama vücutla kandırmak onlar.

AK: Tabii, yeteneklerinle, kurallar içinde kandırmak ama o kurallar içindeki duygular zamanla artık sabitleşebiliyor da. Bunlar da var işin içinde. Ancak oyuncu davranışlarını bu hale getirebilmek tabii zor bir iş, çok kolay değil, sadece biraz yol alabildik biz.

ÖM: Bana öyle görünüyor ki burada en tayin edici olan, “saygı” kelimesi, bu herşeyi içeren bir şey.

AK: Evet, hepsini içeriyor.

ÖM: Empatiyi de içeriyor ama saygı da duymak zorundasınız... Son  söyleşinizde söylediğiniz bir şey de şuydu: Adaletsizlikleri de olabildiğince ortadan kaldırmak, yani çok sayıda güç odaklarının hakim olduğu bir ortamda. Biraz Hobbes dünyasının, ‘insan insanın kurdudur’ şeklindeki düsturun yön verdiği bir dünyada ancak adalet kavramını empoze ederek, daha doğrusu biraz zorlayarak bir yerlere varmak mümkün diye de düşünüyorum.

MA: Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Belli bir şeyler var mı? 

AK: Biraz evvel söylediğim gibi esas itibariyle şu 3-4 gün içerisinde hâlâ bekliyorum, umarım, vahiy mi gelir nasıl olur bilmiyorum ama doğru olan da bu yol olduğu için söylüyorum, bir devir söz konusu olur ve bana da ihtiyaç duyulursa... Esas itibariyle 3-4 günlük, bir haftalık pozisyon itibariyle aklım sürekli İstanbulspor‘da. Eğer olmazsa, gelecek sezonun planlamasını yapmak durumundayım ben de. Sezon sonuna kadar çalışmayacağımı zaten beyan etmiştim, hem oyunculara söyledim hem de basın mensuplarına söyledim bunu. Ancak önümüzdeki sezonun planlamasını da eğer gelecek sezon için istekli olan kulüpler olursa bunları değerlendirmeye alacağım. Ama bunların içinde de şu çok önemli, umarım olur, oyuncusuna, antrenörüne alan verebilen bir takım olursa da benim için çok yeğlenecek bir durum olacak.

ÖM: Denk de geldi doğrusu, bugün İstanbul Lisesi’nin 120. kuruluş yıldönümü.

AK: Evet güzel bir günde gelmişim, ben de farkında değildim açıkçası, daha doğrusu bilmiyordum. Siz programda söyleyince öğrendim. ÖM: İnşallah böyle şeyleri konuşmanın da bir faydası oluyordur. Belki de bu ekol yaratma çabalarınızın sonucunu biraz daha adil bir şekilde alma imkânı olur, hem sizin adınıza, hem de biz futbolseverler, sporseverler için söylüyorum bunu.

(15 Ocak 2004'te Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)