5 Mayıs 2010Referans Gazetesi
Hafta sonu alınan kararla Yunanistan'ın derdi artık Avrupa'nın sorunu haline geldi. Taraflar sorunu çözme niyetlerini açıkladılar. Bu niyeti başarılı bir uygulamaya dönüştürecek iradenin var olup olmadığını henüz bilmiyoruz. İşin zor tarafına asıl şimdi gelindi.
Yunanistan'ın uygulaması öngörülen program 2014 sonuna kadar bütçe dengesinde 30 milyar euro iyileştirme yapılmasını hedefliyor. Bu rakam Yunanistan'ın GSYH'sinin yaklaşık yüzde 11'i. Bu daha önce açıklanan paketin üzerine geliyor. Toplam büyüklük de GSYH'nin yüzde 16'sına çıkıyor. Bu, çok iddialı bir hedef; üstelik, daralan bir ekonomide tutturulmaya çalışılacak. Yunanistan Maliye Bakanı 2010'da GSYH'nin yüzde 4'ten fazla düşeceğini, 2011'de ise yüzde 2,6 azalacağını tahmin ettiklerini söylüyor. Bakana göre Yunanistan ancak 2012'de büyümeye başlayabilecek. O da yüzde 1,1 gibi çok düşük bir oranda. Bu tahminler iyimser bile olabilir. Yunanistan ekonomisinin ‘normal' işleyişine dönmesinin 10 yıl alabileceğinden söz ediliyor. Geliri artmayan, hatta düşen bir toplumun, uzunca süre böyle bir fedakârlığa katlanması kolay değil. IMF, Yunanistan'ın düzlüğe çıkabilmek için iki cephede birden başarı kazanması gerektiğinin altını çiziyor. Bunlardan ilki kamu açıklarının dramatik bir biçimde azaltılması ve dolayısıyla kamu borç stokunun denetim altına alınması. İkincisi ise Yunan ekonomisine rekabet gücü kazandırılması. Mali piyasaların Yunanistan'ın borcunu ödeyebileceğine güvenebilmesi için her iki alanda da önemli somut gelişmelerin olması zorunlu. Bu ise zahmetli bir yol, toplumun enerjisi tükenebiliyor. O zaman alınan önlemler kararlı bir biçimde uygulanamıyor ve daha iyi bir duruma sıçramak için gerekli hamle yapılamıyor. Ekonomi, başladığı ‘kötü' duruma dönebiliyor. Bu olasılık da Yunanistan'ın kamu borcunun yüzde 85'ini elinde tutan yabancıları tedirgin ediyor. Onların tedirginliği de euronun istikrarını bozuyor.
Avrupa ülkelerine gelince.. Onların derdi Yunanistan ile de bitmiyor. Bir kere, Avrupa Birliği (AB) bir bütün olarak alındığında kamu açığının GSYH'ye oranı yüzde 6,8. Kamu borcunun GSYH'ye oranı ise yüzde 73,6. AB ülkeleri daha büyük bir dertle karşılaşınca, ‘Maastrich Kriterleri' fiilen rafa kalkmış görünüyor. Üstelik krizin başta, Portekiz ve İspanya olmak üzere başka ülkelere bulaşmasından da söz edilmeye başlandı. Bu listeye İrlanda, İtalya ve Büyük Britanya'yı ekleyip ‘kâbus senaryosu' üretenler de yok değil. Portekiz ve İspanya'nın iktisadi göstergeleri, Yunanistan ölçüsünde bozuk değil. Her iki ülke de kendilerinin alacakları önlemlerle piyasalara güven verebilirler. Burada iki sorun var. Birincisi Portekiz ve İspanya'nın bu yolda, piyasalar bu ülkeleri yoklamadan önce, ciddi adım atıp atamayacakları. Siyasetçiler, genelde ülkenin başı iyice belaya girmeden zorunlu tasarruf programı uygulamayı kabul etmezler. Portekiz'den gelen haberler bu açıdan ümit verici. İspanya'da bu yönde net bir açıklama merkez bankası başkanından geldi. İspanya böyle bir programı uygulayabilmek açısından, Yunanistan'a oranla hem daha iyi bir konumda hem de değil. Bunun nedeni de İspanya'nın yurtiçi tasarruf oranının Yunanistan'dan (yüzde 6) çok yüksek olması (yüzde 20). Bu, İspanya'ya önemli bir güç veriyor. Ancak aynı nedenle İspanya'nın kamu borcunun yabancıların elinde olan kısmının payı da düşük, yüzde 27. Dolayısıyla Yunanistan üzerindeki kadar yoğun dış baskı olmaması söz konusu. Ama bunu dengeleyen önemli bir başka etmen de İspanya'nın, Yunanistan'a oranla çok büyük bir ekonomi olması. Yunanistan'ın 2009 yılının tümü için likidite gereksimi 73 milyar dolarken İspanya'nınki 279 milyar dolar, karşılaması gereken borç miktarı da 225 milyar dolar.
Bütün bunlar Türkiye'nin yeni bir dış şoka hazırlıklı olması gerektiğini gösteriyor. Zayıf noktamız cari açık, daha sıkı denetlememiz gereken de kamu açığı. Niyetimiz varsa ve bunu iradeye dönüştürebilirsek yapabiliriz.