Atlantik Savaşı, 1939–1943

-
Aa
+
a
a
a

 İlk askeri denizaltı Turtle

Deniz altında hareket edebilen ilk aracın tasarımının Keyser adında Nürnberg’li bir mucit tarafından yapıldığına dair kayıtlar var olmakla birlikte, savaşmak maksadı ile su altına dalarak düşmana saldıran ilk teknenin tasarımcısı David Bushnell adlı, İrlanda asıllı bir Amerikalıdır. “Turtle” adını verdiği teknesi, 1776 yılında Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında, Ezra Lee adında bir çavuşun yönetiminde, New York limanını yakın ablukaya alan İngiliz filosunun komutanı Lord Howe’un amiral gemisi HMS Eagle’a bir saldırı düzenlemiş, ancak başarılı olamamıştır. “Turtle”ı 1801 yılında bir başka İrlanda asıllı Amerikalı olan Robert Fulton’ın “Nautilus” adlı teknesi izledi. Fulton’ın bu tekneyi Britanya ile savaşmakta olan Fransızlardan aldığı sipariş nedeni ile inşa etmesine karşın;

başarılı seyir denemelerini takiben, iş Brest limanını ablukaya alan İngiliz filosuna saldırmaya gelince, Fransız Bahriye Bakanlığı deniz altından yapılacak bir saldırının çok alçakça ve insanlık dışı olması gerekçesi ile bu “bateau poisson”a saldırı izni vermedi.

 

1801 yılında su altında kas gücü ile çalıştırılan bir uskur sayesinde hareket eden “Nautilus”, günün koşullarına göre yakın abluka fikrine sıcak bakan İngiliz filolarının gemileri için önemlice bir tehdit oluşturuyordu. Ancak denizaltı gemisinin gerçek bir savaş aracı niteliğini kazanması için henüz üç önemli eksiği vardı. Bu eksikler su üstünde ve altında seyretmesini sağlayacak güvenilir seyir sistemleri ile etkili bir saldırı silahıydı.19’ncu yüzyıl denizaltı gemisinin gelişmesine şahit oldu. Bir taraftan bu yüzyıla sığan savaşlar, beri yandan endüstri devriminin silah teknolojisine sunduğu olanaklar, her üç gereksinimin de karşılanmasına olanak verdi. 20’nci yüzyılın ilk yıllarında satıhta dizel, su altında ise akümülatör bataryalarından desteklenen elektrik motorları ile seyredebilen, ve torpido adlı ve çok tehlikeli bir silahla teçhiz edilmiş olan denizaltı gemileri yavaş yavaş donanma kadrolarında yer almaya başladılar.

 

* * *

 

17’nci yüzyılın ikinci yarısında Hollanda ile giriştiği deniz savaşlarında galip geldiğinden beri giderek denizlerde söz sahibi olmaya başlayan Büyük Britanya, 1805 yılında Lord Nelson’ınTrafalgar Burnunda Fransız-İspanyol donanmasını bozguna uğratmasından bu yana açık denizlerde rakipsiz kalmış ve “Pax Britannica”nın hükümranlığı başlamıştı. Büyük Britanya denizlerin olduğu kadar deniz hukukunun da egemeniydi. Kurallar açık ve basitti. Hazar zamanı deniz ticaret yolları kontraband, yani köle gibi yasaklanmış mallar taşımadıkları sürece, bütün bayraklar altında seyreden ticaret gemilerine açık ve serbestti. Kraliyet Donanması da yüz elli civarında saff-ı harp gemisi ve sayısız fırkateyni ile bu kuralların garantörlüğünü yapıyordu. Gerçekten de 1830’lu ve 40’lı yıllarda hem Batı Afrika ile Karayip ve ABD’nin doğu kıyılarındaki limanlar arasındaki rotalar üzerinde, hem de Hint Okyanusunda ve Güneydoğu Asya kıyılarında devriye gezen İngiliz savaş gemileri bir yandan bandırası ne olursa olsun, şüpheli gördükleri tüm gemileri durdurarak kontraband aramışlar, bir taraftan da o tarihte henüz oldukça yaygın olan korsanlık faaliyetlerini durdurmak için ciddi bir çaba sarf etmişlerdir. Büyük Britanya savaşa girdiği zaman ise durum değişiyordu. İngiliz savaş gemileri derhal düşmanın bütün harp ve ticaret limanlarını yakın ablukaya alıyor, açık denizlerde ise yalnız düşman bandırası taşıyan gemiler değil, düşman için mal taşıyan tarafsız bandıralı gemiler de, düşmana gönderilen bütün mallar kontraband ilan edildiğinden, durduruluyor, teslim alınıyor veya batırılıyordu.

 

 1919: İngilizlerin dizel motorla çalışan M1'in topu ancak suüstünde doldurulabiliyordu. 1925'te bir patlamada battı.

Vur kaç taktiği

 

19’ncu yüzyılda, Alman Birliği kurulmadan ve II. Wilhelm bir açık deniz filosu oluşturarak Britanya’yı rahatsız etmeden önce, Britanya’nın en büyük düşmanı Fransa idi. Ne var ki, zaten endüstri devriminde Britanya’nın gerisinde kalan Fransa, bir de 1870 Prusya Savaşından mağlup çıkarak hem ağır bir savaş tazminatı ödemek zorunda kalmış, hem de mali kaynaklarının önemli bir bölümünü ordusunu yeniden kurmak için harcamıştı. Bu durumda Britanya’nın açık deniz donanmasına benzer bir donanma oluşturmak için yeterli kaynak kalmıyordu.

Bu açmaza bir çözüm arayan genç Fransız denizcilerinden bir grup, Fransız Devriminden önce benzer parasal koşullar altında seleflerinin bulduğu bir çözümü tekrar hayata geçirme yoluna gittiler. “Guerre de course” adı verilen bu strateji okyanusların büyüklüğü karşısında, sayıca ne denli fazla olursa olsun, İngiliz savaş gemilerinin her zaman ve her yerde hazır olmalarının imkansız olduğu varsayımından hareket ediyor ve çok hızlı seyreden Fransız fırkateynlerinin ticaret rotaları üstünde seyreden düşman gemilerine saldırıp, onları batırarak; görülseler dahi kendilerinden daha ağır silahlı, fakat yavaş savaş gemileri önünden kaçabileceği fikrine dayanıyordu. Bu düşman savaş filosu ile savaşmaktan kaçınan, ama düşmanın deniz ticaretini baltalamaya ve yok etmeye yönelik bir stratejiydi. Bu stratejiyi benimseyerek uygulamaya koymak isteyen bu genç subaylara “jeune école” adı verildi.

 

Lakin açık denizlerde düşmanı vuracak olan hızlı fırkateynler, artık buhar gücü kullanmaya başlayan savaş gemileri tarafından yakın abluka altında tutulan limanlardan nasıl kaçabileceklerdi? Bu aşamada “jeune école”ün imdadına yeni silahlar yetişti. Yeni geliştirilen torpido silahı ile teçhiz edilmiş olan ve torpidobot adı verilen küçük, hafif ve çok hızlı tekneler, ağır ve büyük saff-ı harp gemileri için o denli büyük bir tehlike oluşturmaya başladılar ki, Amirallik Dairesi (Britanya Bahriye Bakanlığı) giderek yüzyıllardır gayet etkili bir şekilde kullandığı yakın abluka stratejisinden vazgeçmek zorunda kaldı. Hesap tersine dönmüş, “jeune école” bir savaş zuhurunda torpidobot filotillalarıyla İngiliz Kanalının kuzeyindeki donanma üslerinde yatan savaş gemilerine saldırma hesapları yapmaya başlamıştı.

 

Ancak torpidobotlar boyutları nedeni ile açık denizlere uygun tekneler olmadığından, “jeune école” torpido silahını açık denizlere taşıyarak, büyük saff-ı harp gemilerini orada da rahatsız edecek bir yönteme gereksinim duyuyordu. 20’nci yüzyılın başında temel sorunlarını çözümlemiş olan denizaltı gemileri işte tam burada tekrar öykümüze dönüyorlar. Başta Fransa ve ABD olmak üzere, hemen hemen bütün büyük devletler, tasarımı -yine İrlanda asıllı- bir ABD vatandaşı olan John Philip Holland tarafından yapılan ve yine Holland’ın hissedarı olduğu Electric Boat Co.’nin inşa ettiği denizaltı gemilerini donanma kadrolarına dahil etmeye başladılar. Hatta denizaltıları “İngilizlere hiç yakışmayan kahrolası şeyler” olarak tanımlayan amirallerin varlığına karşın, Kraliyet Donanması dahi A tipi denizaltı gemilerini kadrosuna almaya başladı.

 

Deniz hukukuna uygun batırma

 

Ne var ki Kraliyet Donanmasının en acar savunucusu olduğu deniz hukuku hükümleri, bir savaş gemisi bir ticaret gemisini batırma girişiminde bulunmadan önce bazı işlemlerin yapılmasını öngörüyordu. Şimdiye kadar, bir savaş gemisi durdurup aramak istediği gemiyi önce megafonla uyarır, geminin yoluna devam etmesi halinde geminin burnunun ön tarafına yaptığı bir top atışı ile onu yola getirirdi. Gemi hala durmuyorsa, batırabilirdi. Ancak duran bir gemiye önce bir müfreze gönderilerek kontraband aranır, gemi temizse yoluna devam etmek üzere serbest bırakılırdı. Kontraband bulunması halinde, gemi yedeğe alınabilir, savaş gemisi efradından oluşturulan ufak bir kadro ile kendi limanlarından birine gönderilir, ya da batırılırdı. Gemi batırılacaksa, önce gemideki yolcu ve personelin emniyetinin sağlanması savaş gemisi süvarisinin görev ve sorumluluğuydu. Denizde görüş mesafesinin ötesinde haberleşmenin çok zor olduğu yelken döneminde güçlü toplarla teçhiz edilmiş bir fırkateyn, ya da - daha sonraki yıllarda - bir kruvazör için bu işlemlerin yapılması ufak bir zaman kaybı dışında bir külfet yaratmıyordu. Lakin 20’nci yüzyılın başlarında, gemilerin aralarında ve kıyı istasyonları ile telsiz telgraf haberleşmesine başlaması, devriye gezen bu güçlü gemileri bile huzursuz ediyordu.

 

Durum bir denizaltı için çok daha zordu. 1960’lı yıllarda, nükleer denizaltılar donanmalara katılmadan önce denizaltılar, adlarının aksine, mümkün olduğunca su üstünde seyreden, avına su üstünde yaklaşan, ancak saklanmak veya saldırmak amacı ile ve nispeten kısa süreler için su altına inen korunmasız, zayıf ve ufak teknelerdi. Denizaltının savaş koşulları altında bir düşman ticaret gemisini durdurup aramak için su üstüne çıkmasının bir çok mahzurları vardı. Av telsizinden bir SOS sinyali ve koordinatlarını geçerek, denizaltı avcısı gemileri uyarabilirdi. Karaya ve özellikle limanlara yakın bölgelerde bu çok büyük bir tehlike oluşturuyordu. Savaş başlayınca ticaret gemilerinin baş ve kıç kasaralarına kendilerini savunmak için toplar yerleştirilmeye başlanmıştı. Çoğu kez bu toplar denizaltı gemisinin küçücük çaplı topundan, hatta makineli tüfeğinden çok daha güçlüydü. Nihayet gözü kara ve inisiyatif sahibi bir kaptan, gemisi ile denizaltıyı mahmuzlayarak batırmaya

  Denizaltı tasarımcısı John Philip Holland (1841-1914)

dahi teşebbüs edebilirdi. Kaldı ki İngilizler I. Dünya Savaşı içinde, bazı ticaret gemilerinin dış görünüşlerini değiştirmeksizin, ambarlarına top bataryaları yerleştirerek ve iki bordasına da büyük kapaklar monte ederek bu gemileri denizaltı avcısı olarak kullanma yoluna gitmişlerdi. Bu gemilere Q-gemisi adı verilmişti.

 

Alman Bahriyesi I. Dünya Savaşı başladığında, “U-boot” diye adlandırdıkları denizaltılarını yürürlükteki hukuki koşullar uyarınca kullanmak yoluna gitti ve doğallıkla başarısız oldu. Müttefiklerin savaş patlar patlamaz uygulamaya başladıkları “uzak abluka” Almanya ve müttefikleri için çok zor ekonomik koşullara neden olurken, savaş koşullarının da giderek daha acımasız ve zorlu bir hal alması, Almanları “sınırsız” bir denizaltı savaşına itti. Alman Hükumeti 22 Nisan 1915 günü ABD gazetelerine verilen bir ilanla, Britanya ve İrlanda adaları çevresindeki denizlerin kendilerince savaş alanı addedildiğini ve bu sulara girecek tüm İngiliz ve müttefik gemilerinin başka bir uyarı yapılmadan batıracaklarını duyuruyordu. Ancak 7 Mayıs 1915 günü İngiliz Cunard Şirketi yolcu gemilerinden Lusitania cephane ve diğer kontraband mallar taşıdığı için Alman U-20 denizaltı gemisi tarafından batırıldı ve 128’i ABD vatandaşı, 1198 kişi bu olayda canlarını kaybetti. ABD, Almanlara öyle bir diplomatik savaş açtı ki, Almanlar “sınırsız” denizaltı savaşından “şimdilik” vazgeçmek zorunda kaldılar.

 

Versailles’da Almanya'ya denizaltı yasaklanmıştı

 

Ekonomik durumu giderek bozulan ve İngiliz ablukasından dolayı sivil halkı açlığa mahkum olan Almanya, nihayet 1917 Şubat’ında yeniden sınırsız denizaltı savaşına karar verdi. Ancak çok geç kalmışlardı, çünkü bu arada İngilizler 1915’te edindikleri deneyimin ışığında denizaltılar ile savaşmak üzere ciddi önlemler almak fırsatını bulmuştu. Kaldı ki ABD’de de 1915 yılında verdiği ultimatom çerçevesinde, denizaltı savaşının devam etmesi nedeni ile Almanya’ya savaş ilan etti. 11 Kasım 1918’de silahlar sustuğunda, bilanço 178 U-boot’a karşı Amirallik Dairesinin 277 destroyer, 30 korvet, 77 Q-gemisi, 49 yat, 24 mayın temizleme teknesi ile 1537 römorkör ve hafif tekne seferber ettiğini, 194 uçak kullandığını ve yüz bin mayın döşediğini gösteriyordu.

 

1919 yılında Versailles’da empoze edilen hükümler çerçevesinde Almanlar bir daha hiç bir zaman U-boot inşa edemeyecekler ve bu tip gemileri donanma kadrolarında bulunduramayacaklardı. Ancak Almanlar pes etmediler ve bu konuda sahip oldukları teknolojinin kaybolmasına izin vermediler. I. Dünya Savaşında kullanılan U-boot’ların tasarımcıları olan Techel ve Schürer, Hollanda’da kurulan paravan şirketler vasıtası ile İskandinavya, Finlandiya, İspanya ve Türkiye için denizaltı gemileri inşa etmeye devam ettiler. Bu gemilerde çeşitli gerekçelerle birçok Alman denizcisi gerekli denizaltı eğitimini yaptı.

 

 Kiel'deki Krupp Germania tersanesi (1934)

25 Haziran 1933’te, Adolf Hitler’in iktidara gelmesinden birkaç ay sonra, Kiel’de bir “Denizaltı Savunma Okulu” açıldı. Görünüşte denizcilere denizaltılara karşı alınacak savunma önlemlerini öğreten bu okul aslında gizli bir denizaltı eğitim merkeziydi. 1935 yılının ilk aylarında gerçekten önemli gelişmeler yaşandı. Britanya Versailles Antlaşmasının Alman Donanmasına ilişkin kısıtlamalarını tek yönlü iptal ederek, Almanya ile yeni bir Bahriye Antlaşması imzaladı. Bu antlaşmanın hükümlerine göre Alman

Donanmasının gücü Kraliyet Donanmasının gücünün %35’ini aşamayacaktı. Daha da önemlisi, Almanya bu antlaşmaya göre donanmasına yeniden denizaltı gemilerini katma olanağını kazanıyordu. Vakıa Alman denizaltı gücü İngilizlerinkinin %45’ini geçemeyecekti, ama bazı koşullarda bu sınırlama esnetilebiliyor ve sınır %100’e kadar çıkartılabiliyordu.

 

Bu arada 1934 yılının başında Kiel’deki Deutsche Werke ve Germania Tersanelerinde gösterişsiz bazı hangarlar inşa edilmişti. Yeni bahriye antlaşmasının imzalanmasını takiben, 1935 Haziran’ında bu hangarlardan birinin bir duvarı söküldü ve Almanya’nın yeni U-boot filosunun ilk gemisi U-1denize indirildi. On beş günlük aralarla U-1’i on bir U-boot izledi. Bunlar 250 tonluk ufak teknelerdi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Raeder, bu filotillanın başına I. Dünya Savaşını U-boot’larda geçiren, 1918 yılında UB-68’in süvarisi iken gemisi batırılarak esir edilen Yarbay Karl Dönitz’i getirdi ve filotilla 27 Eylül 1935 günü resmen hizmete girdi. Dönitz yeni görevine dört elle sarıldı. Yeni filotillanın bütün personelinin eğitimi ile bizzat meşgul oluyordu. Bu arada ilk filotillayı takiben yeni U-boot filotillaları hizmete girmeye başlamış, Dönitz de Albay rütbesi ile yeni U-boot filosunun komodorluğuna getirilmişti.

 

Deniz Kuvvetleri yeni inşa edilecek U-boot’ların 1500-2000 ton civarında olmasını tasarlamaktaydı. Dönitz ise sayıları önemsiyordu. Denizaltı gücünün taktik ve stratejik kullanımı üzerinde epey kafa yormuş, manevralar düzenlemiş, kurmayları ile bir hayli savaş oyunu oynamıştı. Britanya’ya karşı yürütülecek bir savaşta en az 300 U-boot’a gereksinim olduğu sonucuna varmıştı. Bu nedenle 1500 tonluk bir gemi yerine iki tane 750 tonluk gemi inşa edilmesini savunuyordu. Bu bürokrasi savaşını Dönitz kazandı. I. Dünya Savaşında müttefiklere kan kusturan U-boot’lar, şartnameleri Dönitz tarafından hazırlanan, yaklaşık 750 tonluk VIIB ve VIIC tipi gemilerdi.

 

Dönitz’in bozkurt sürüleri

 

Dönitz bu arada yeni bir savaş taktiği de geliştirmişti. Buna göre U-boot’lar avlarına geçen savaşta olduğu gibi tek tek saldırmayacaklardı. Komodor savaş başlar başlamaz İngilizlerin geçen savaşta uygulamaya başladıkları ve başarılı oldukları konvoy sistemine döneceklerini düşünerek, yeni buluşlardan yararlanma yoluna gitti. Yeni taktik uyarınca U-boot’lar olası konvoy rotaları üstünde belli kesimlerde devriye görevi yapacaklardı. Bu devriyelerden biri bir konvoy yakalayınca, saldırmak yerine konvoyu izleyecek ve karanlık basar basmaz su üstüne çıkarak U-boot komuta merkezine konvoyun konumunu, hızını, olası rotasını, mevcut gemi sayısını ve konvoya refakat eden savaş gemilerinin tip ve sayısını bildiren kodlanmış kısacık bir şifre gönderecekti. Komutanlık seferdeki bütün U-boot’ların durumunu bildiğinden bu gemiler arasında durumu uygun olanlara belli bir gün ve saatte belli bir koordinatta buluşmak üzere şifreli emirler verecekti. Bu yöntemle savaş içinde en az beş, altı ama zaman zaman on beş, yirmi U-boot bir araya getirilebildi. Dönitz bu şekilde oluşturulan geçici topluluklara “kurt sürüsü” adını vermişti. Bu kurt sürüleri yavaş hareket eden konvoyların önünde bir yerde pusuya yatıyorlar ve karanlık basınca saldırılarını çoğunlukla su sathında, yarı batık şekilde gerçekleştiriyorlardı. Özellikle savaşın ilk yıllarında bir kurt sürüsüne rastlayan konvoy, karaya ya da emniyetli sulara girene dek mevcudunun yarısından fazlasını kaybedebiliyordu.

 

Büyük Amiral Raeder Hitler’in 1943 yılına kadar savaş çıkmayacağına dair sözüne itimat ederek, 1935 Bahriye Antlaşmasının kendisine sağladığı rahatlık içinde dengeli bir donanma yaratmak istiyordu. Bu plan çerçevesinde Dönitz de 1943 yılında 300 U-boot’a kavuşmuş olacaktı. Ancak evdeki pazar çarşıya uymadı, savaş beklenenden dört yıl önce patladı. Savaş patladığında Dönitz’ın komutasında sadece 56 U-boot vardı. Bu 56 tekne ile üç yüz gemi ile yapmayı tasarladığı işi yapması, İngiltere’ye gelen konvoy ve ticaret gemilerini batırması gerekiyordu. Atlantik’i geçerek İngiltere’ye gelmeye gayret eden bu gemiler öncelikle İngiltere’nin yaşamını sürdürebilmesi, saniyen cephelerde savaşı idame ettirebilmesi için gerekli bütün gıda maddeleri ile binbir mamul ve yarı mamul ile savaş araç ve gereçleri taşıyordu. 1941 yılında Hitler’in SSCB’ye saldırmasından sonra bunlara bir de Sovyetlere savaş malzemesi ulaştırmak  için Murmansk limanına doğru yola çıkan konvoylar katıldı.

 Klaus Dönitz, Hitler'le el sıkışıyor(Sesini dinlemek için -Führer'in öldüğü gün- tıklatınız)

Nihayet, Avrupa’da ikinci bir kara cephesinin açılmasına karar verilmesinden ve güney İngiltere’nin üs olarak seçilmesinden sonra, konvoylar bu çıkarma için gerekli yığınağı yapmak üzere yine Atlantik rotaları üzerinde gidip gelmeye başladılar. Bütün bu deniz trafiğinin karşısındaki en önemli engel Dönitz’in U-boot’ları idi.

 

Churchill’in hatalı ısrarı

 

1939–40 kışı U-boot komutanlığı için pek de parlak geçmedi. Savaş başlayınca İngiltere Dover Boğazını ve İngiliz Kanalını mayın döşeyerek denetim altına almıştı. Bu nedenle sefere çıkan U-boot’lar Almanya’daki üslerinden ayrıldıktan sonra önce kuzeye dümen kırıyor, İskoçya’nın kuzeyinden ve İrlanda’nın batısından geçerek, İngiltere’nin güney batısına, görev bölgelerine ulaşıyorlardı. Sayılarının azlığı yanı sıra görev bölgelerine ulaşana kadar sarf edilen zaman ve yakıt da çok önemli bir etmendi. Yakıtının büyük kısmını bu gidiş-gelişte harcayan U-boot’lar görev bölgelerinde çok kısa bir zaman kalabiliyorlardı. Bütün bu kısıtlamalar bir araya gelince zaman zaman devriye görevinde ancak beş, altı, hatta bazen sadece iki U-boot bulunabiliyordu. Bütün bu zorluklara karşın, U-boot’lar 1939 yılının son dört ayında ayda ortalama 190 bin ton, 1940 yılının ilk beş ayında da ayda ortalama 200 bin ton tutarında gemi batırdılar.

 

Bu başarılı rakamlara tekrar Amirallik Birinci Lordluğuna getirilen Sir Winston Churchill’in de dolaylı olarak katkısı vardı. Konvoy sistemi ne kadar yararlı olduğunu I. Dünya savaşında edinilen deneyimlerle ispatlamıştı. Amirallik Dairesi bu nedenle yeni savaş başlarken elinde bulunan bütün destroyer, korvet ve diğer refakat tipi gemilerini konvoyları korumak için kullansaydı, kayıp rakamlarının daha düşük olacağına şüphe yoktur. Ancak buldog mantalitesi iyi bilinen Churchill, elindeki refakat gemilerinin önemli bir kısmını konvoy refakatçisi olarak görevlendirmektense,  U-boot avlama müfrezelerinde kullanmayı tercih etti. Oysa ki o dönemde Atlantik’te U-boot bulmak, nerede ise saman yığınında toplu iğne bulmaktan daha zordu. Üstüne üstlük bu avcı gruplarından birine destek sağlayan HMS Courageous adlı uçak gemisi bu görev sırasında U-29 tarafından torpillenerek batırıldı.

 

Alman orduları 1940 Nisan’ında Norveç’i, Mayıs’ında da Fransa’yı işgal edince stratejik durum değişti. Fransa’nın Brest, Lorient, St. Nazaire, La Pallice ve Bordeaux gibi Atlantik limanlarında inşa edilen güçlü beton koruganlara ve Norveç fiyordlarındaki yeni üslerine intikal eden U-boot filotillaları av bölgelerine çok daha yakınlaşmışlar ve nöbet yerlerinde çok daha uzun süre devriye gezebilir hale gelmişlerdi. Bu sayede Dönitz Temmuz ayından itibaren U-boot’larını İskoçya’nın 470 km batısında bulunan Rockall sahanlığında toplayarak tasarladığı kurt sürüsü taktiklerini kullanmaya başladı. U-boot’lar Temmuz’da 196 bin, Ağustos’ta 268 bin, Eylül’de 295 bin ve Ekim’de 352 bin ton gemiyi denizin dibine göndermişlerdi. Bu dönem U-boot filosu ve komutanı için ilk “Glückzeit”, yani şanslı dönemdi.

 

 Japonlar da savaşın sonlarına doğru çok sayıda denizaltının inşasına girişmişlerdi (Fotoğraf: Ekim 1945)

Fransa düşünce Churchill başbakanlığa getirilmiş, Amirallik Dairesi de yararsız denizaltı avcı gruplarından vazgeçerek, tasarruf ettiği gemileri konvoy refakatinde kullanmaya başlamıştı. Bu sayede batıdan gelen konvoyları 19 derece batı boylamında karşılayabiliyorlardı. Beri yandan savaş koşulları altında devamlı görev yapan U-boot’larda da ciddi yıpranma emareleri görülüyordu. 1940 yılının son iki ayında Rockall sahanlığında bazen ancak iki tekne devriyede bulunuyordu. Batırılan tonaj da ayda 200 bine düşmüştü. İngilizler bu arada refakatçi filolarını, bazı üslerini ABD’ye 99 yıl süre ile kiralama karşılığında ABD’den alınan 50 adet destroyer ile güçlendirmişler, Sahil Koruma Komutanlığı uçaklarını Amirallik Dairesinin emrine vererek denizaltıların

av sahası üzerinde devriye uçuşlarına başlatmışlar ve en önemlisi, U-boot’ların kullandığı bir Enigma makinesini ele geçirerek Ultra şifresini çözmüşlerdi. Bütün bu gelişmeler sonrasında U-boot’ların batırdığı tonaj Ağustos ayında 84 bine kadar gerilemişti. Amirallik Lordları U-boot tehlikesini atlattıklarını düşünüyorlardı.

 

Amerikan limanlarında “kurtlar” pusuda

 

Dönitz için önemli olan belirli limanlara belirli yükler taşıyan gemileri batırmak değil, en az zayiatla en büyük tonajı dibe göndermekti. Bu politika ile Britanya ticaret filosunun direncini kırmayı amaçlıyordu. Bu nedenle 7 Aralık 1941 günü Pearl Harbor’a yapılan saldırı ardından ABD savaşa girince, eylem sahasını derhal batı Atlantik sahillerine, ABD kara sularına kaydırdı. Avrupa’daki gibi karartma uygulanmayan Amerikan limanlarından yansıyan ışıklar altında korunmasız dolaşan ticaret gemileri ve özellikle tankerler, Dönitz’in kurtları için çok kolay yemdi. Dönitz ikinci şanslı dönemini bu aylarda yaşadı. 1942 yılı içinde beşbuçuk milyon tonu kuzey Atlantik sularında olmak üzere 7.8 milyon ton tutan 1662 gemi batırıldı. Bu yılın müttefikler açısından en karanlık ayları ayda 835 bin ton ile Mart ve Haziran aylarıydı.

 

Ama ABD Donanması da acı dersi çabuk öğrendi. Batı Atlantik sahilleri boyunca gidip gelen gemiler de konvoylar oluşturmaya başladılar. Dönitz U-bootlarını kuzey Atlantik’in ortasına, henüz radar ve asdic teçhizatı taşıyan karada üslenmiş uçakların devriye alanı dışında kaldığı için “kara çukur” diye adlandırılan kesime çekti. Alman U-boot’ları bu kesimde de 1942 yılının geri kalan kısmı ile 1943 yılının ilk birkaç ayında müttefikleri ortak bir “uluslarüstü denizaltı savunma komutanlığı” kurmayı düşündürecek kadar etkili oldular. Ama artık şanslı dönemler arkada kalmış, savaşın verdiği ivme ile iyice güçlenen Amerikan endüstrisi, kendisi ve müttefikleri için büyük bir hızla denizaltı savunma savaşı için araç ve gereç üretmeye başlamıştı. Vakıa Dönitz’in komutasına verilen U-boot sayısı da, savaşın başında İngiltere’yi savaş dışına itmek için gerekli gördüğü 300 rakamına ulaşmıştı. Lakin artık yalnız Britanya ile değil, ABD ile de savaşıyordu. Konvoylar çok daha yüksek sayıda ve çok daha yüksek teknoloji ile teçhiz edilmiş refakat gemileri ile korunuyor, önemli rotalar üzerinde devamlı uçak devriyeleri su sathına yaklaşmaya cesaret eden U-boot’ları su altı bombaları ile yine Atlantik’in derin sularına gönderiyordu. 1943 Haziran’ında toplam 18 bin ton tutan dört gemi batırılmış, ama 17 U-boot kaybedilmişti.

 

Okyanusa gömülenler

 

Giderek en iyi komutanlarını ve mürettebatlarını yitiren Alman U-boot filosu ciddi bir personel sıkıntısı yaşamaya başlamıştı. Yeni efrat deneyimsizdi. Kaldı ki savaş koşulları altında zorlanmaya başlayan Alman ekonomisi için kaybedilen U-boot’ların yerine yenisini koymak da gittikçe zorlaşıyordu. Britanya Başbakanı Churchill’e göre tarih boyunca İngiltere’ye yöneltilen en ciddi tehdidin beli kırılmış, Atlantik savaşı kazanılmıştı. Şimdi artık Avrupa’da ikinci cepheyi açmak için gerekli olan malzeme yığınağı, U-boot’lar tarafından denizin dibine gönderilmeden yapılabilecekti.

 Almanya'da savaşın son günlerinde siparişi verilmiş 1900'den fazla XXI ve XXIII tipi denizaltı yapım aşamasındaydı.

Britanya’yı mağlubiyetin eşiğine getiren U-boot’lar savaş boyunca sadece kuzey Atlantik sularında 14 milyon ton tutarında 2233 gemi batırdılar. Bu gemilerin taşıdığı malzemenin savaşı kısaltmak ve yaşam kurtarmak açısından değerini ölçmek adeta olanaksız. Sadece parasal değeri bile birkaç Afrika ülkesinin nüfusunu nerede ise yüzyıl besleyecek boyuttadır. Bu inanılmaz zayiata karşılık Almanlar da epey ağır bir fiyat ödediler. Savaş boyunca çoğu VIIC tipi 1150 U-boot’u hizmete aldılar. Bunların 781 adedi savaş sırasında çeşitli nedenlerden dolayı kaybedildi. Savaş sonunda elde kalan 369 U-boot’dan 215 adedi mürettebatları tarafından batırıldı, 154 denizaltı ise düşmana teslim oldu. Savaşarak yaşamını yitiren 27,491 Alman denizaltıcının adları ise Kiel’de U-boot personelini onurlandırmak için dikilen anıtta yaşatılıyor.

 

Denizaltılarıyla ilgili bazı linkler:u-boat.net (İng.)www.dutchsubmarines.com (İng.)www.u-boot-greywolf.de (Alm.)