Sayın T.,
Mektuplarınız ve Açık Radyo hakkındaki değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederiz. Esas olarak dinleyicilerinin desteği ile ayakta durma çabasında olan bir radyoyuz. Dolayısıyla, destekçilerimizin görüş, öneri ve eleştirileri bizim için büyük önem taşıyor. Her zaman görüş ve eleştirilerinizi beklediğimizi söylemeye bile gerek yok. Bunları yazmanız, bizim de kendimizi, duruşumuzu, yayıncılığımızı her seferinde yeniden gözden geçirmeye teşvik ediyor; onun için de ayrıca mutluyuz.
Öte yandan, bu vesile ile, program ortağım Mahir'e son yazdığınız mektuba ilişkin olarak birkaç noktayı da ben ilaveten size iletmek isterim.
Sözkonusu "süper final" maçının öncesinde, esnasında ve sonrasında meydana gelen olaylar hakkında geçen Pazartesi günü "Açık Gazete" programında dinleyicilerimizle paylaştığımız veriler, dile getirdiğimiz olgular ve yaptığımız yorumlar konusundaki itiraz ve şikâyetlerinizde şüphesiz kendimizi iyi ifade edememiş olmanın payı önceliklidir. Bunun için -her zaman yapmaya çalıştığımız gibi- yaşanmış olanlardan ders çıkarıp, meramımızı daha net, daha belirgin, daha "direkt" anlatabilmenin yollarını aramalı ve bulmalıyız. Bu gayreti şahsen göstermeyi taahhüt ediyorum. Bununla birlikte, gene her zaman olduğu gibi, bu programın da olgular ve yorumlardan oluşan iki ayrı yönü üzerinde bazı şeyleri dile getirmeliyim:
Önce olgulara (facts) bakalım. Bunlar yerleşik medyadan, "sosyal medya"dan ve maça giden dost ve ahbapların anlatımlarından görebildiğimiz, duyabildiğimiz kadarıyla, şunlardan ibaret:
Stadyuma sokulmasının yasak, hatta düpedüz suç olduğu bilinen meşaleler (vb. yanıcı/yakıcı maddeler). Bunların her nasılsa hem özel güvenlik, hem polis, hem de Fenerbahçe kulübü idarecilerinin ve yönetiminin bilgisi dışında stadyuma bir şekilde bol sayıda sokulmuş olduğu, maçtan önce, maç sırasında ve maç sonrasında bolca yakıldığı, zaman zaman ortalığı iyiden iyiye duman kapladığı, hatta bunlardan bir veya birkaçıyla stadyumda kulüp başkanının portresinin (bunlar için koreografi gibi tuhaf bir ad da kullanılıyor galiba) tutuşmuş olduğu, neredeyse yangın çıktığı, maç sonrasında ise bunların sahaya rastgele ve yoğun şekilde atıldığı konusunda herhalde hiçbirimizde bir tereddüt yok. Bu, bir olgu. Bütün gazetelerde yazıyor, bütün televizyon kanallarında gösterildi, bütün internet sitelerindeki videolarda görüldü ve halen görülebiliyor. Maçın ardından, tribünlerden çok sayıda sarı renkli plastik koltuğun tribünlerdeki bazı insanlar tarafından kırılıp sökülerek sahaya, özel güvenlik elemanlarının ve polisin üzerine fırlatıldığı, hakeza. Yine tribünlerden çok sayıda beyaz renkli plastik taburenin tribünlerdeki bazı insanlar tarafından sahaya, özel güvenlik elemanlarının ve polisin üzerine fırlatıldığı da öyle. Fenerbahçe forması giymiş bir şahsın, sahada özel güvenlik elemanlarından birine arkadan, belkemiğinin tam ortasına doğru, uzakdoğu dövüş sporlarına özgü tekmeli bir saldırı hamlesinde bulunduğu da... Polisin yoğun biçimde kullandığı gaz bombalarından ortalığı kaplayan kimyasal dumanlardan göz gözü görmez olduğu, gazın soyunma odalarına kadar sızdığı, çoluk çocuk insanların gözlerinin kan çanağına döndüğü, çocukların büyük korku ve travma atlatmış olduğu da... Önceden belirlenmiş (ulusal ve uluslararası) kurallar gereği final maçının yapıldığı sahada şampiyon takıma törenle Federasyon yöneticileri tarafından kulüp yöneticileri önünde alenen verilmesi gereken şampiyonluk kupasının şampiyon olmuş Galatasaray takımına verilmediği, finalde kaybeden evsahibi takım yöneticilerinin ortadan kaybolduğu, stadın ışıklarının söndürüldüğü, klimaların kapatıldığı, kupanın o ortamda, klimaları çalışmayan soyunma odasında verilmesinin önerildiği, bu arada sahada çimlerin sulama sistemlerinin çalıştırılıp ortalığın "göle dönüştüğü", bir yanda stad hoparlörlerinden stadyumun ve evsahibi takımın marşının çalındığı, gazete ve tv'lerin yorumuna göre 2,5 ya da 3 saatlik inanılmaz uzunlukta bir bekleme süresinin sonunda, siyasetin spora müdahalesinin uluslararası futbol ve spor kurallarına aykırı, hatta muhtemelen suç kabul edilmesine rağmen, Başbakan'ın telefonla "talimatı" üzerine kupanın karanlıkta tv kamera ışıkları altında şampiyon takıma "sunulması", bir başka olgu: Bütün gazetelerde, televizyonlarda ve internet haber sitelerinde yer aldı...Galatasaray Başkanı Ünsal, verdiği bir mülakatta şöyle anlatıyor: “Gerçi bizde fotoğraf çekilecek durum yoktu... Saracoğlu'nda ışık yoktu. Stat sulana sulana göl olmuştu. Ayaklarımız suya batarak kupa aldık. Hatta almadık, Federasyon Başkanı kupayı Ayhan'ın eline attı. Vermemek için de bütün gece direndi.” Kısacası, burada mevcut kurallara uyulmamış, “maç” başladıktan sonra “kalenin yeri değiştirilmek" istenmiştir.[İzin verirseniz, bir yakınımızdan gelen şu küçük notu burada sizinle paylaşayım: “Sevgili Arkadaşlar, Bildiğiniz gibi yarın 19 Mayıs akşamı Bayern Münih-Chelsea Şampiyonlar Ligi finali oynanacak.Karşılaşma Bayern Münih in maçlarını oynadığı Allianz Arena’da yapılacak.Yeni teamüller gereği kupayı Chelsea kazanırsa Kupa soyunma odasında verilecek,eğer Abramoviç bunu kabul etmezse törende stad ışıkları yakılmayacak, ve Chelsea turu karanlıkta yapacak, bu esnada Bayern marşı çalınacak ve saha sulanacak...”]
Stadyum dışında sokak ve caddelerde 9 polis otomobilinin devrilip, bazılarının önünde fotoğraf çektiren maskeli-maskesiz insanlar, 6 cankurtaranın (ambulans) ve 1 itfaiye aracının tahrip edilmesi, reklam panolarının, otobüs duraklarının kırılıp dökülmesi, benzin istasyonlarına doğru meşale ya da molotof kokteyli benzeri yakıcı maddeler atılması, esnaf dükkânlarının tahribi, vitrinlerin cam çerçeve indirilmesi, ortaya çıkan milyonlarca liralık maddi zarar (stadyumdaki hasar ve zarardan ayrı olarak) ... Bütün bunlar somut olgulardan ibaret: Hemen hepsini gerek yerleşik medyadan, televizyonlardan, internet haber sitelerindeki videolardan, gerekse kimi sosyal medyadaki mesaj ve fotoğraf, video vb. trafiğinden izlemek, görmek, okumak kolaylıkla mümkün; dolayısıyla doğruluğu/yanlışlığı tartışma konusu edilemez. Örneğin, Hürriyet yazarı Özkök’ün, “Fenerbahçe taraftarı sahaya hiçbir şey atmasın istedim. Atmadı.” diye biten “süper yazı”sı (bu başlık gazetenin kendisine ait) ortalık yerde apaçık duran bir olgu. Şimdi biz bu yazıyı yazılmamış sayamayız ki. Yazarın, yazısını “taşra baskısı”na yetiştirmek üzere hemen yollayıp stadyumdan çıktığını, sonraki saldırı vb. olaylarını görmediği için yazmadığını söylemek de haklı bir gerekçe olmaz. Çünkü zaten hiçbir gazetecinin profesyonel etik olarak böyle “eksik” haber/yorum yazmaya hakkı yoktur, bu bir, ve ikincisi, aynı gazetenin aynı nüshasına maç sonrası olayların fotoğrafları ve –sizin de bizim vermemizden şikâyetçi olduğunuz– notları gayet ayrıntılı olarak yetiştirilmiş idi. FB futbol takımı teknik direktörü aykut Kocaman’ın maçtan sonra şampiyon rakibi tebrik ettiğini söylemesinden hemen sonraki cümlede “ironi yaparak” maçın hakemini de tebrik etmesi, “bugün Cüneyt Çakır çok güzel oyun bitirdi. Tebrik ediyorum onu. Şahane bir maç yönetti!'' diye şampiyonluğun meşruiyetini “şüpheli” hale getirmeyi amaçlayan konuşması (bkz.: gazeteler) son derece somut bir olgu. Aykut Kocaman’ın saygın, akl-ı selim sahibi, karakterli ve sağduyulu bir spor adamı olması (ki biz de sizinle aynı fikirdeyiz aslında, kendisiyle Açık Radyo mikrofonlarında uzunca mülakatlar yapılmıştır ve kendisi radyomuzun eski destekçileri arasında yer alan bir dostumuzdur) bu haberdeki olguları olmamış saymaya yetmez maalesef. Aynı cümlede hem şampiyon rakibinizi, hem de “oyunu bitiren” hakemi “tebrik” ettiğinizde, o tebriklerin samimi birer tebrik olduğunu, üstelik, daha önceki maçların hakemlerini de “oyun”un ya da komplonun bir parçası olmakla suçlayan bu sözlerin sahibini “fair play” ve hakkaniyet savunucusu, centilmen, sağduyulu bir spor adamı olarak pek düşünemeyiz artık. Etik ilkeler her şeyden önemli olmalı, öyle değil mi?(Programda “tebrik etmedi,” derken, o kelimeyi kullanmadığını değil, böyle cümlelerle onu “yapay/sahte” hale getirdiğini, tebrikin “kıymet-i harbiye”sini sıfırladığını anlatmayı amaçlıyorduk; ama derdimizi yeterince ayrıntılı bir şekilde ifade edemeyip bir yanlış anlamaya yer verdiğimiz de ortada; bu yanlış anlamaya yol açtığımız için kabahat bizde; daha doğrusu bende.)
Armağan Bey,
Yalnızca görmek ve hatırlamak istediğimiz şeyleri görüp, yalnızca onları hatırladığımıza kendimizi ikna etmemiz anlamlı değil. Sebebini neyle (polis provokasyonu, FB düşmanlığı, fanatiklik, cemaat oyunları, para, menfaat, kudret, mafya, siyaset ilişkileri vb...) izah etmeye çalışırsak çalışalım, gene de yukarıda değinilen olguların bir tekini bile olmamış sayamayız. Çünkü bunlar oldu. Hepsi gerçekti. Gerçekliği yok sayamayız.
Tıpkı, final karşılaşmasından kısa bir süre önce Galatasaray takımı oyuncularından Melo’nun idmanda kavga ettiği takım arkadaşı Riera’ya soyunma odasında "pusu kurup", onu neredeyse öldüresiye dövmesini, sonra bu kamusal suç olayının savcılar, polis, GS kulübü yöneticileri, teknik direktörü ve oyuncuları tarafından “elbirliği etmişçesine” örtbas edilmesini, fubolcuların “takım ruhu” adına imparator lakaplı teknik direktörün huzuruna çıkıp saldırganı “affetmesi” için “yalvarması”nı, saldırganın, bir daha yapmayacağını ve üzüntüsünden durmadan ağladığını söylemiş olmasını, saldırgana verilen cezanın lig finali düşünülerek makyavelist/arivist diyebileceğimiz hesaplarla GS yönetimi ve antrenörü tarafından affedilmesini, GS Başkan yardımcısının tam bu "af"tan sonra herkesle alay edercesine GS’nin ne kadar iffetli ve ilkeli bir takım olduğunu söylemesini, bütün bunlara medyanın zerrece ses çıkarmamasını, hatta bazı medya organlarında FB takım kaptanının ağzından Brezilyalı meslekdaşına “kefil olması”, onun ne yüce bir futbolcu olduğu, ama kadrinin Brezilya milli takımı antrenörü tarafından bilinemeyebileceği yolunda ağır kokulu propaganda haberlerinin imal edilmesini, yani her türlü etik ilkenin para mabudunun kaidesine yatırılıp gözler önünde kurban edilmesini yok sayamayacağımız gibi. (Siz rastlamamış olabilirsiniz, ama bütün bunlar Açık Gazete'de ve Alp Ulagay’la Spor köşesinde ayrıntılı şekilde konuşuldu.)
Bunlar işin olgulara ilişkin kısmı. Bir de yorum yanı var; ve şimdi birkaç cümleyle de ona değinelim isterseniz: Açık Gazete programında“Fenerbahçelilerin hesabı Fenerbahçe'nin bir mucizeyi gerçekleştirmesiydi. Bu olmayınca da büyük bir hüsran (früstrasyon) yaşandı” mealindeki sözlerimiz bir yorumdur. Ama Açık Radyo zaten hemen her konuda, olguların yanı sıra, elinden geldiği, dilinin döndüğü ölçüde yorumlarını da dinleyicisiyle paylaşmaya çalışan bağımsız bir yayın organından başka nedir ki? Sayıları 500-600 kişi oldukları tahmin edilen bir güruhun saha içinde ve dışında giriştiği vahim ve vandalca eylemleri, sizin deyişinizle birkaç, hatta yalnızca 1 tek polis memurunun attığı bir demir çubuk yüzünden galeyana gelmesine bağlamak da bir başka yorumdur ama, biz Açık Gazete programcılarına buna hüsran-gerilim-değer kayması-yoksulluk vb vektörlerinin bir sentezi olarak bakmak, daha uygun bir izah tarzı olarak görünüyor. Bu, elbette tartışmaya açık bir konu olabilir. Ama, her hal-ü kârda her konuda özgürce yorum yapma hakkımız olduğunu, hatta bir hak meselesinin ötesinde bunu bir gazetecilik görevi olarak görmekte olduğumuzu, bunca yıllık sıkı bir dinleyici olarak siz de teslim edersiniz diye umuyoruz.
Bu konuda, dünyanın önde gelen radyo programcılarından Amy Goodman’ın geçen yılın sonunda Açık Radyo’ya verdiği özlü mülakatta bize söylediklerine katıldığımızı belirtmemize izin verin: “Ben medyayı küresel bir şölen sofrası gibi düşünüyorum,” diyor Goodman. “Dev bir yemek masası gibi... Bu sofra savaş ve barış, iklim değişikliği veya bunun gibi ölüm kalım meselelerinin sürekli olarak yeniden konuşulduğu, sürekli olarak herkesin birbiriyle özgürce konuşup tartışabildiği bir ortam olmalı. Bu şarttır. Bundan daha azı kabul edilemez. Medyanın bütün bunların enine boşuna tartışıldığı bir şölen sofrası olması şarttır.” Biz de birkaç kelime ve yorumdan oluşan o küçük azığımızı masanın ucuna koyup bu şölene karınca kararınca katkıda bulunmak, dünyanın daha kötü bir yere gitmesinin önüne geçebilme çabasına mütevazı ve demokratik bir katkıda bulunmak istiyoruz işte, hepsi bundan ibaret.
Gidişat hiç de parlak görünmüyor çünkü. Hiçbir açıdan.
Bakınız yazar Ahmet Altan, son yazılarından birinde durumu nasıl görüyor: “’Bütün saygımla söylüyorum ki’ kötü bir karmaşaya doğru gidiyoruz. Düşmanlık algısı çok güçleniyor. Fenerbahçe taraftarıyla Gülen Cemaati arasındaki gerilim bile yaşanan korkutucu tuhaflığı ortaya koyuyor, bir spor camiası bir din camiasını düşman olarak kabul ediyor. Galatasaray maçına giden Fenerlilerin anlatımından anlaşıldığı kadarıyla polisin vahşice davranması, insanları dövmesi, gaz bombalarına tutması, polisin Gülen Cemaati’ne bağlı olduğuna dair kısa vadede değiştirilmesi pek mümkün gözükmeyen algıyla birleşince düşmanlık her türlü provokasyona açık hale geliyor. Benzin istasyonuna molotofkokteylleri atılıyor. Bu olayları ve bu tür gerginlikleri küçümsemeyin, Bizans’ın en büyük ayaklanmalarından biri olan “Nika İsyanı”, hipodromda “yeşillerle maviler” arasındaki rekabetten patlamıştı. Toplumdaki patlamaya hazır bu damara Kürt meselesini, yeniden yükselmeye başlayan çatışmaları, Uludere katliamının Kürtlerin ruhunda yarattığı büyük kırılmayı, “poşudan” 11 yıl hapse mahkûm olan genci, Alevilerin huzursuzluğunu, kültürel çatışmaları ekleyin. Buradan bela çıkar...Benim görebildiğim kadarıyla bu toplumun tutulduğu hastalığı ancak gerçek bir “adaletle”, adaletin adilce uygulanmasının yarattığı güvenle, eşitlikle, özgürlükle tedavi etmek mümkündür... Hiç unutmayın, böyle kıpır kıpır bir fay hattından deprem çıkarmaya bazen bir futbol maçı bile yeter.”
Bendeniz de, Ahmet Altan’ın yazısının yayımlanmasından daha önce nâçizane Nica Ayaklanması felaketini düşünmüş, tüylerim ürpererek bu analojiyi program ortağım Mahir’le –mikrofon dışında– paylaşmıştım. (Hatta bir ara, Belisarius operasından bir arya çalmayı bile düşündüğümüzü, ama iyice yanlış anlaşılmaktan çekinerek sonradan bundan vazgeçtiğimizi de eklemeliyim. Trajik olmakla birlikte, “théatre de l’absurde”ü akla düşüren bir boyutu da yok değil doğrusu bu işin!) Seneye, ligler başladığında, toplumsal şiddet boyutlarının nerelere varabileceği konusunda iyimser olmak için sebep görünmüyor.
Yazınızda “Nefs-i müdafaa durumları dışında şiddetin hiçbir haline yakın durmak ya da şiddeti onaylamadığınızı, ... kendinizi ve içinde bulunduğunuz grubun özellikle gençlerini kör şiddetten uzak tutmaya çabaladığınızı” belirtmişsiniz. Ama bakın, yalnızca bize gönderdiğiniz linklerde videoların altında yer alan “taraftar” yorumlarına bir göz atmak dahi sizin soylu çabanızı birdenbire “nafile” haline dönüştürme riskini beraberinde getiriyor. Bu satırlarda öylesine galiz, öylesine düşmanlık, hınç, öylesine kin ve şiddet dolu ibareler var ki insanın yüreğine ağır birşey oturmaması zor. Doğrusu, şike soruşturması çerçevesinde başta o şöhretli kulüp başkanları olmak üzere, kulüp yöneticilerinin, futbolcuların, antrenörlerin mafya mensuplarının vb. konuşmalarının aylar önce basına yansıyan “tape”lerindeki o iğrenç üslûbu da hatırlatmıyor değil bunlar. Ve elbette, sizin muhtemelen bizden daha iyi bildiğiniz gibi, şiddet önce dilde başlıyor.
Ve işte asıl zor olan da, bununla baş edebilmek, şiddeti tamamen dışlayan, tamamen demokratik bir diyalogu yerleştirmek gibi görünüyor. Yazar Serdar Kaya’nın belirttiği gibi, “(Etyen Mahçupyan’ın bilişsel yaklaşımıyla) demokratlık, doğaları gereği farklı düşünen ve bu farklılıklarının bilincinde olan insanları, siyasetin merkezine iletişimi ve uzlaşı arayışını koymaya yönelten bir zihniyete karşılık geliyor. Bu zihniyet, siyaseti, kendi yaklaşımını hâkim kılma aracı değil, bir ikna etme ve ikna olma süreci olarak algılıyor –ve bunun dışındaki yöntemleri zaten siyaset olarak görmüyor.”
Sayın T.,
Fenerbahçe – Galatasaray maçı konusunu daha fazla tartışmak sizin değerli vaktinizi de (tıpkı bizimkini olduğu gibi) daha fazla almamalı diye düşünerek burada artık bitirmek istedim. Konuşmamız gereken çok önemli mücadele konuları var. Birkaç örnekle “geçiştirirsek”: Filistinlilerin açlık grevi, Occupy ile yükselen devrimci dalga üzerinde nasıl “sörf” yapacağımız, çok yaklaşan iklim felaketine karşı gençleri ve doğayı nasıl koruyacağımız, fosil yakıtçı şirketlere ve onların cebine girmiş hükümetlere nasıl karşı duracağımız, Uludere katliamı, hapiste yığılan öğrencilerin durumu, yeniden şiddet batağına saplandıkça çözülmesi gittikçe açmaza giren Kürt meselesi, İHA’lar, drone’lar, arıkopterler, mayınlar, anayasa, başkanlık, mülteciler... Ya da, gazeteci Pelin Cengiz’in belirttiği gibi “yaşadıkları bölgelerden insanları söküp bu bölgeleri, rant ekonomisine yem etme”yi amaçlayan ... doğasızlaştırma, nehirsizleştirme, ormansızlaştırma ve insansızlaştırma politikasının –şimdilik– son halkasını oluşturan” yeni “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi...” yasaları, Gerze, Bartın ve Aliağa’daki termik santrallar, Taksim’in dalma tünelleri ve topçu kışlası, Ilısu, 2 B, 3. Köprü, 2 bin HES ve bunlar gibi daha pek çok tasallut, pek çok korkunç gelişme karşısında her yerde potansiyel ağırlığını koymakta olan önemli kitle hareketlerini konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Gelin bunlar üzerinde daha fazla konuşalım isterseniz...
Çağın önde gelen düşünür ve aktivistlerinden Chomsky’nin geçen yıl öğrencilerle konuşurken söylediği gibi: “Bizi büyük bir felakete doğru sürükleyen bütün sosyolojik, kültürel ve ideolojik yapıyı baştan aşağıya söküp atmak zorunda olan bir halk hareketi” için neler yapabileceğimizi, onu nasıl besleyebileceğimizi konuşalım. Size akıl vermek haddimiz değil şüphesiz, ama, Chomsky’nin tanım çerçevesinden bakınca, hepimizi bekleyen mücadelenin ve dünyayı dönüştürme çabasının boyutları, gerek “tribün kültürü”nün ve gerekse Ultras gibi hareketlerin biraz ötesine geçmek zorundaymış gibi görünüyor.
Armağan Bey,
Müsaadenizle biz de size bir soru sorup öyle bitirelim: Bir sabah yayınımızı dinleyip hayal kırıklığına uğrayınca neden bize yazmak ya da bizi telefonla aramak yerine, böyle bir hışım, destek bölümünde görevli arkadaşımızı arayıp “desteğinizi geri çekmek” isteğinizi dile getirdiniz ki? Bunu, eskilerin deyişiyle bir “tedip” yöntemi olarak mı yorumlamalıyız? Oysa, radyomuza bunca zamandır yaptığınız desteği, sadece duymak istediğiniz veya hoşunuza giden sözleri söyleyeyelim diye yapmadığınızdan adımız gibi eminiz – zaten öyle olmadığını bizzat yazmışsınız da! O halde bu “cezalandırma eylemi” neden? Öte yandan, konu başlığında yazdığınız “sitem”i de anlayabilmemiz mümkün, ama “utanç” neyin nesi oluyor? Programda konuşulan olgular ve yapılan yorumlardan dolayı radyonuzdan utanç duymadığınızı kuvvetle umuyoruz.
Belki şimdi size tuhaf gelecek, ama bana sorarsanız, aksine, belki mensubu olduğunuz grubu da işin içine sokarak, Açık Radyo'ya desteğinizi artırmanız daha iyi olurdu! Sebebi de basit aslında: Sonuçları hepimiziin geleceğini derinden ilgilendiren bu gibi canalıcı tartışmaları kamuoyu önünde yapmaya ömür boyu gücü yetsin, “şölen sofrasındaki” o küçücük yeri hep kalsın diye bu mütevazı radyonun. Böyle bir mecra olmazsa eğer, böyle bir tartışmayı hangi zeminde yapabileceğiz ki…
Ol hikâyet, bundan ibaret.
Destek ve eleştirileriniz için tekrar teşekkür ederiz.
Sevgiler, selamlar, saygılar,
Ömer Madra
Mahir Bey,Öncelikle mektubuma yanıt verme nezaketinde bulunduğunuz için teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Mektubuma, programda da dile getirdiğiniz gibi "üstüne bir gece uyuyarak" cevap verdiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim. Aynı tavrı ben de göstermeye çalıştım. Ayrıca bir önceki mailimin sonunda en azından saygılarımı iletmeyi atlamışım. Bunun için özür dilerim.Hayal kırıklığının en büyük nedeni hayal kurmak ve beklenti içerisinde olmak sanırım. Pazartesi günkü yayınınız sonrası yaşadığım hayal kırıklığı ve neticesinde ortaya çıkan tüm olumsuz duygularımın en temel nedeninin, taraf olmadan ya da tarafmış gibi görünme kaygısı taşımadan tavır koymak gibi bir ilkeye sahip olan, "radyo'm" dediğim Açık Radyo ve Açık Gazete'de yer alan birazdan alıntılayacağım ifadeler veya bu ifadeleri algılayışım olduğunu söyleyebilirim. Çok uzatmadan önce tribün kültüründen neyi kastettiğimi anlatayım. Son 10 yılı kombineli olmak üzere 25 yılı aşkın bir süredir (7 yaşımdan beri) maçlara gidiyorum. 5-6 Yıllık bir süredir de (kuruluşundan beri) Vamos Ultras (Vamos Fener ya da Vamos Bien) isimli grubun emekçilerinden biriyim. (eğer ilgilenirseniz daha detaylı bilgiyi http://www.vamosbien.net/showthread.php?456-Neden-VamosBien-liyiz adresinden edinebilirsiniz.) Sizin de yakından tanıdığınızı düşündüğüm Ultras hareketini Türkiye ya da özel olarak Fenerbahçe tribünlerinde "Neden Vamos Bien'liyiz?" isimli manifestomuzda belirttiğimiz biçimde yaymak ve tribüne adım atan gençleri ve aynı zamanda kendimizi bu ilkeler çerçevesinde yetiştirmek, geliştirmek niyetindeyiz. Oluşumumuz içerisindeki neredeyse her birey Türkiye Sol'unun bir yerinde eylem ya da teori olarak az ya da çok emek harcamışken, siyasetin özellikle tribünde ayrıştırıcı niteliği nedeniyle sadece Ultras kültürü şiarıyla hareket etmeye çalışıyoruz.Bu doğrultuda, nefs-i müdafa durumları dışında şiddetin hiçbir haline yakın durmak ya da şiddeti onaylamak gibi bir durumumuz olamayacağını, 3 Temmuz'dan bu yana yaşanılan-yaşatılan ortama rağmen özelde kendimi genelde ise içinde bulunduğum grubun özellikle gençlerini kör şiddetten uzak tutmaya çabaladığımı(zı) belirtmek isterim.Ayrıca ifade etmeliyim ki, çok doğal olarak, ne üzerinde konuştuğumuz bu konuda ne de Açık Radyo ve/veya Açık Gazete'nin herhangi bir konudaki tavrında ya da programcılarının görüş ve düşüncelerinde, benim ya da başka dinleyici-destekçilerin söz konusu tavırlara yüzde yüz katılma ya da yakın olma zorunluluğu bulunmaktadır. Herhangi bir konuda bambaşka fikirleri savunuyor, bambaşka görüşlere ve düşüncelere sahip olmamız olumsuz olmaktan ziyade olumlu ve zenginleştirici bir nitelik taşıyor diye düşünüyorum. Size bir önceki mektubumu da bu mektubumu da; cumartesi günkü olayların ne kadarının polis ne kadarınınsa Fenerbahçe taraftarı tarafından ya da nedeniyle çıktığı konusundaki görüşümü anlatmak ya da sizleri ikna etmeye çalışmak için yazmıyorum. Başından sonuna kadar tutulacak hiçbir tarafı kalmamış, neredeyse tek bir doğruya dahi şahit olamadığımız şike davası süreci ve bu davadan etkilenen futbol ortamında, özel olarak da Fenerbahçe camiası içerisinde meseleye farklı noktalardan, farklı bakış açılarıyla yaklaşma ihtiyacının gerekli olduğunu düşünüyorum. Birçok başka konuda ve olayda tavrını ve duruşunu önemsediğim Açık Gazete'nin beni neden ve nasıl hayal kırıklığına uğrattığını ya da Pazartesi günkü yayınınızda hangi ifadelerin beni bu kadar üzdüğünü açıklamak istiyorum.14 Mayıs Açık Gazete yayınının çözümlemesini yaparak aşağıdaki alıntıları getirmek zorunda olduğum için özür dilerim ancak meramımı sanırım başka bir şekilde ifade edemeyeceğim.Sizden M.I., Ömer Bey'den de Ö.M olarak bahsedeceğim izninizle.Ömer Bey, Hürriyet ve Radikal gazetelerinin haberlerini alıntılayarak Cumartesi gecesi olanları anlatıyor ve yorumluyor. En büyük sıkıntı ise zaten burada başlıyor. Tüm Açık Gazete dinleyicileri olaylarla ilgili sadece Hürriyet Gazetesi ve Radikal Gazetesinin söz konusu haberlerini dinliyor. Ö.M: "olaylarda 26 polis yaralı, 58 gözaltı" (gerçekten bu kadar mı sizce yaralananlar? 26 polis mi? toplumsal olaylarda Açık Gazete'nin tavrı yaralı polis adedini belirtmek mi?)Ö.M: "soyunma odasına polis çemberi altında götürülen futbolcular, koltukların uçuşması arasında..." (görüntüleri izlediğiniz ya da stadyumda olanların ifadelerini dinlediğinizde hala aynı şekilde mi düşünüyorsunuz? maç bittiğinde Galatasaray'a ya da oyuncularına tek bir küfür ya da saldırı olmadığını, tüm olayların futbolcular çoktan içeri girdiklerinde başladığını gördünüz mü acaba?)Ö.M: "sahada saldırganlıktan başka birşey gözükmüyordu..." (maç bittiğinde, şampiyonluk kaybedilmiş şekilde bittiğinde, stadyumdaki onbinlerin olgunluğuna şaşırdığımı ifade etmeliyim. 2010'da, yanlış anons olayından sonra sadece hayal kırıklığı kaynaklı bir şiddet ortamı varken, 12 mayıs akşamı maç bittiğinde şarkılar söyleyerek takımını alkışlamak isteyen onbinler vardı. ta ki...)Ö.M: "hürriyet gazetesi bu tip polisiye olaylarda genellikle en iyi veren, böyle bir geleneği olan gazeteye bakıldığı zaman..." (gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?)Ö.M: korkunç saldırgan, fenerbahçeli, çoğunluğu genç insanların ellerinde silah (!), sopa gibi şeylerin bulunduğu kırılmış koltuklarla sahanın ortasında dolaştıkları, galatasaray'lı futbolcuların tünele doğru polis koruması altında itilerek taraftar saldırılarından... (neresinden tutalım sizce? silahlardan mı yoksa galatasaraylı futbolcuların tünele doğru polis korumasında kaçırılmasından mı? galatasaraylı futbolcular sahadayken kimse içeri girmemişti. hiç de kaçırılma-kurtarılma ortamı olmadı.)Ö.M: "peki neymiş öfkenin nedeni? fenerbahçe'nin şampiyon olamamasına değil mi? başka bir sebep yok! bunları görmemiş mi ertuğrul özkök?" (sizlere daha önce gönderdiğim videolarda ya da sosyal merdyadaki diğer videolarda maç bittiği anda hiç de bir öfke ortamı olmadığını, insanların üzüntü ile stadı terkettiklerini ya da fenerbahçeli futbolcuları tribünlere çağırdıklarını göreceksiniz. gerçekten öfkeyle, şampiyonluk kaçtı diye sahaya girildiğine inanıyor musunuz?)Ö.M: "hakemin bitiş düdüğüyle taraftarlar bir anda sahaya daldı." (gerçekten mi?)Ö.M: "kupa törenini engellemek için sahaya giren taraftarlar" (!)M.I: şiddetin ne kadar içimize işlemiş olduğunu görme fırsatı elde ettik. bir yandan tmk, poşu bir yandan ne idüğü belirsiz spor müsabakası ertesinde iç savaş boyutunda olaylar çıkması var. çıkan olayları hak mücadelesi görmek yönünde haberler var.(şiddetin içimize işlediği konusunda hemfikirim sizinle. merak ettiğim; asla meşrulaştırılamayacak şiddetin hangi aktörlerin hangi tavrından sonra ortaya çıktığına hiç değinmemeniz.)Ö.M: herkesin bütün hesabı fenerbahçe'nin bir mucizeyi gerçekleştirmesiydi. olmayınca da büyük bir frustürasyonla karşılaşıldı. radikal gazetesi de maç bitti sahaya girdiler olarak vermiş haberi. (beklenti buydu, olmadı ve fenerbahçe taraftarı sahaya girdi. hürriyet'e ek olarak radikal de böyle yazmış. demek ki doğru???)Ö.M: aykut kocaman galatasarayı tebrik etmemiş, hakemi eleştirmiş. M.I: insanların bir süre sonra tamamen o düzene ait olduklarını düşünmeye başladım.inanın amiyane tabirle en çok koyan bu oldu. Türkiye sınırları içerisinde futbol adına en akl-ı selimle davranabilen, en karakterli ve sağduyulu spor adamlarından biri için "tebrik etmedi" haberini nasıl verirsiniz anlamak mümkün değil.http://www.ligtv.com.tr/haber/kocaman-ne-dedi-5 (00:45- 00:48)http://spor.milliyet.com.tr/aynaya-bakalim/spor/spordetay/07.05.2012/1537115/default.htmhttps://www.facebook.com/note.php?note_id=136999909699132Tüm samimiyetimle ifade etmeliyim ki, memleketin futbol ortamının aldığı mide bulandırıcı hal ve yükselen nefret-şiddet ortamının rahatsız ediciliği konusunda sizinle ve Ömer Bey'le aynı hissiyatı paylaşıyorum.Bununla birlikte, Açık Gazete bugüne kadar hiçbir olayda yalnızca ana akım medyanın taraflı-kasıtlı-sipariş habercilik anlayışına dayanmazken, bu olay sonrası sadece ana akımdan (hürriyet gazetesinden) yukarıdaki alıntıları yapmanız, programı dinleyen ve olaylardan hiç haberi olmayan insanlarda nasıl bir algı yaratmıştır lütfen siz düşünün.3 Temmuz'dan bu yana gerilen sinirler ve her duruşma günü polis ile Fenerbahçe taraftarları arasında gelenek haline gelen çatışmalar; 12 Mayıs akşamı maç sonrasında tek bir olay olmamışken 5-10 kişilik bir ekibe Türkiye'de Şükrü Saraçoğlu dışında hiçbir stadyumda yapılmayan biber gazlı çevik kuvvet müdahalesi; bu müdahaleye cevaben tribünlerin emniyet-cemaat içerikli ağır küfürleri; polisin gerginliğin olduğu bölgeyi adeta kaşıması ve sonrasında gazetecilerin dövülmesi, polis araçlarının ters çevrilmesi, stat içinde ve dışında olayların kontrolden çıkması...Evet faciadan kurtulduk, oldukça şanslıyız zira tüm bu olanları sadece izlerken ya da dışarı çıkmaya çalışırken tribünde ortalarına biber gazı düşen ve kaçışan insanlar vardı. Peki Açık Gazete "Kitleler polis şiddetiyle tanıştı" demek dışında polisin akıl almaz (akıl alır mı demeliyim) tavrını eleştirdi mi? Yoksa vaka-i adiyeden mi saydı? Pazartesi günkü yayınınızı dinleyince inanın şu çıkıyor ortaya: "Holiganlar maç bitince sahaya girdi, dehşet saçtı, ellerinde silahlar(!), sopalar ve koltuklarla sağa sola saldırdı, polis biber gazı kullanmak durumunda kaldı ve aşırıya kaçtı, bu zorunluluk nedeniyle insanlar ezilebilirdi ancak neyse ki ezilmedi."Tekrar ifade etmek istiyorum; siyahla beyaz arasında, tüm suç emniyetin ya da tüm suç taraftarın düşünceleri arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Tüm bu olanları, geçmişten bugüne geniş bir perspektifte, ülkenin genel psikolojisi ve futbol ortamından ayırmadan incelemek zorundayız. Bu inceleme sırasında elbette ki farklı yerlerde durabilir, farklı savlar öne sürebiliriz. Ben tüm bu olanların çok ama çok büyük nedeninin bu sefer polisin tutumu olduğunu söylerken sizlerin de dışardan o gün oradaki 55bin kişinin tavrını eleştirmeniz çok anlaşılır hatta gereklidir. Ancak; yukarıda alıntıladığım "yalan haberleri" hiç kontrol etmeden, önyargıyla nasıl yayında okudunuz ve bizlere aktardınız anlamak mümkün değil. İyi niyetinizden zerre şüphem yok zira bu durumda size bu mektubu yazma ihtiyacı hissetmezdim. Sadece önümü görebilmek için gözlerimi açmaya çalışırken görüş alanıma giren; insanların ezmemek için üzerinden atladığı, kimisininse istemeyerek üzerine bastığı ve babası tarafından çekiştirilen çocuk görüntüsü hafızamdan gitmiyor. Bir dinleyicinizin dediği gibi "sabah bir çay da size koymak istiyorum" dediğimiz insanların bu olayda bu denli yanlış bir yerde durmuş olmaları beni tarifi imkansız bir hayal kırıklığına itti.Umarım tüm bu yazdıklarımı samimi ve yapıcı bir eleştiri olarak değerlendirirsiniz.Saygı ve sevgilerimle...Armağan T.
Sayın T.,Öncelikle kusurumuza bakmayın; mektubunuza daha sağlıklı bir cevap verebilmek için biraz geç yazmak durumunda kaldım. Mektubunuza ek olarak yolladığınız tüm bağlantıları okuyup değerlendirmek için de biraz zamana ihtiyacım oldu açıkçası.Türkiye'de sol ve daha genel olarak entelijansiya arasında futbola ve tribün kültürüne "mesafeli ve yukarıdan bakan" bir tavrın hakim olduğunu belirtmişsiniz. Bahsettiğiniz her iki kategori içine ne kadar dahil olduğumun değerlendirmesini benim yapmam çok doğru olmaz. Ancak, kendi adıma, futbol oynamasını da izlemesini de çok sevdiğimi söyleyebilirim. Dolayısıyla, en azından futbola tepeden baktığımı pek sanmıyorum. "Tribün kültürü" dediğiniz şeyin ise ne olduğunu tam anlayamadım. Dünyanın farklı yerlerinde, tribünlerde çok farklı tavırlara şahit oldum. Bunların bir kısmı rahatsız edici derecede şiddeti içselleştirmiş ve normalleştirmiş gruplardı. Bir kısmı ise öyle değildi. Bu gruplar yine kendi içlerinde homojen değildi. Benim gözlemleme fırsatı bulduğum her yerde, sayıları değişmekle beraber, "ultra"lar bulunuyordu. Bu gruplar büyük ölçüde içinde bulundukları geniş toplumun halini yansıtıyorlardı gözlemini yapsam haddimi aşmış olmam umarım. Maalesef Türkiye'de bir tribün kültüründen bahsedeceksek, bunun içindeki hakim grupların şiddeti reddeden, "dostane" gruplar olmadığını itiraf etmek durumundayız.Bunları bir kenara not ettikten sonra mektubunuzda sizi hayal kırıklığına iten noktaya gelmek isterim. Haberi "Gataltasaray Şampiyon oldu Fenerbahçe Holiganları Sahaya İndi" şeklinde vermedik. Dolayısıyla özür dilencek bir şey yaptığımızı düşünmüyoruz. Polisin daha önceki toplumsal olaylarda olduğu gibi burada da provakatif davranmış olabileceğini ve mutlaka aşırı güç kullandığını söyledik. Bunu, sizin yolladığınız ve bizim de çeşitli kaynaklardan daha önce görmüş olduğumuz görsel malzemeyi görmeseydik dahi söyleyebilirdik (elinde böyle bir şiddet imkanı olan emniyet güçlerinin bunu kullanmayacağına güvenmeyecek kadar tecrübeliyiz maalesef). Hatta polisten önce 3 Temmuz'dan beri yaşananların ortamı çok gerdiğini, bu konuda ilgili kurum ve kuruluşların basiretsizliğinin durumu iyice kötüleştirdiğini defaatle ifade ettik.Öte yandan, "polis tahrik etti, taraftar galeyana geldi" argümanına da katılmıyoruz. Yukarıda saydıklarımız, bazı seyircilerin sahaya girdiğini ve sahaya giren seyircilerden bir kısmının insanlara saldırdığı gerçeğini değiştirmez. Kaldı ki sizin, polis tahriki unsurunu desteklemek için yolladığınız görüntülerde dahi tribünlere demir çubuk atarak olayları başlattığını varsaydığımız polisin yanında yerde duran koltuklara dikkatinizi çekerim. Bunu iddianızı çürütmek amacıyla söylemiyorum. Yukarıda da söylediğim gibi emniyet güçlerinin elinde bu şiddete başvurabilecek imkan olduğu sürece bundan kaçınmayacağını ve "iyi niyetlerine" güvenilemeyeceğini vurgulamak isteriz. Ancak, şiddeti tamamen yansıtarak kompartize etmenin, ortada bir sorun varsa eğer, sorunun çözümüne katkı sağlamayacağını düşünüyoruz.Sonuç olarak çıkan olayların sadece polisin tahrikine bağlanmasının mümkün olmadığını düşünüyoruz. Belki hep birlikte futbol ile şiddet ilişkisini yeniden düşünmenin zamanıdır.Saygılarımla,Mahir Ilgaz
Merhabalar,1997 yılından bu yana radyo değil Açık Radyo dinleyicisiyim. Yine aynı tarihten bu yana sabahları güne Açık Gazete'yle başlıyorum. Bir süredir de imkanım ölçüsünde Radyo(m)uza maddi destek olmaya çalışıyorum.Türkiye entelijansiyasının ve özellikle Türkiye Sol'unun futbol ve tribün kültürü konusunda mesafeli ve zaman zaman da yukardan bakan tavrına alışkın olduğumuzu söylemek zorundayım. Bununla birlikte gündemi işgal eden önemli futbol olaylarında, futbol dışındaki konularda siyasi tavırlarını merak ettiğim ve fikirlerine değer verdiğim kişilerin görüşlerini belki de sadece bakış açısı zenginliği kazanabilmek adına dinlemeyi ya da okumayı ihmal etmiyorum. Futbolun daha doğrusu tribünün bu kadar içinde olmam nedeniyle kimi yorumlara sadece gülerken kimi yorumların da zaman zaman bakış açıma zenginlik kattığı, olayları farklı değerlendirebilmemi sağladığı düşüncesindeyim. Haftaiçleri spor ya da özel olarak futbol konusundaki konuşmalarınızı ve haber yorumlarınızı doğruyu söylemek gerekirse çok da merakla beklemediğimi ifade etmeliyim. İstisna olarak cuma günleri Alp Ulagay'la gerçekleştirdiğiniz konuşmaları dinlemenin keyifli olduğunu da ifade edebilirim.Bu sabah, yani 14 Mayıs 2012 Pazartesi sabahı, 12 Mayıs olaylarıyla ilgili sizlerin (Ömer Madra ve Mahir Ilgaz) yorumlarını ise bir süre sarkazm olarak algılamak istedim. Pazar günü Hürriyet gazetesinin "Galatasaray Şampiyon oldu Fenerbahçe Holiganları Sahaya İndi" şeklindeki haberine benzeri bir şekilde, hiç araştırmadan, hiç sorgulamadan, hem de işin içerisinde Türk Polisi varken sunmanız beni kelimelerle ifade edemeyeceğim bir hayal kırıklığına itti.Biraz sosyal medya araştırması yaparak cumartesi günü gerçekte neler olduğunu;- maç bitiminde sadece birkaç kişinin sahaya girmek istediğini onların da engellendiğini,- maç sonunda Galatasaray'a toplu hiçbir küfür ya da kötü tezahüratın olmadığını,- insanların ya Galatasaray'ın şampiyonluk kutlamalarını görmek istemedikleri için tribünü terkettiklerini ya da kendi takımlarını yani Fenerbahçe'yi tribüne çağırmak ve alkışlamak için tribünde kaldıklarını,- 20-30 taraftar ve 5-10 polis arasında başlayan çatışma sonrası, trüm tribünlerin polise ve fg cemaatine yönelik küfürleri nedeniyle 30-40 polisin ortamı daha da germek adına tribüne yöneldiğini- tek bir insan sahaya inmemişken, polislerin (hatta 1 polisin) tribüne demir çubuk fırlatması sonucu yüzlerce insanın kontrolden çıktığını ve sahaya inerek polisi kovalamaya başladığını- bu kovalamaca sonrası geri çekilen polisin tüm tribünlere, hatta sahaya inmemiş ve inme niyetinde olmayan darbeci paşa kenan evren lisesi tarafındaki tribünün tam ortasına biber gazı attığını- biber gazı sonrası binlerce genç, yaşlı, kadın, çoluk ve çocuğun can havliyle kaçıştığınıgörür, okur, öğrenirdiniz.Hürriyet gazetesi, Samanyolu TV, Kanal 7 çizgisinde, "Maç bitiminde Fenerbahçeli holiganlar mağlubiyeti kabullenemeyip sahaya indi" minvalli ve meselede türk polisinin tavrını aklar bir yayın yapmanız, 15 yıldır dinlediğim ve program yapımcılarının görüşlerine katılayım-katılmayayım her şeyden önemlisi güvendiğim Açık Radyo'ya dair duygularımı nasıl bir anda değiştirdi bilin, görün isterdim.Açık Radyo gibi muhalif, tarafsız, bağımsız bir yayın organın tüm bu olanları nasıl olur da anaakım medya ile aynı mentalitede değerlendirir ve yorumlar, anlamak mümkün değil.Size aşağıda bazı internet siteleri ve medya görüntülerinin linklerini gönderiyorum. Umarım dikkate alır ve polis provakasyonu nedeniyle ezilme tehlikesi geçiren onbinlerce insandan özür dilersiniz.http://12mayis.tumblr.com/archivehttp://www.twitlonger.com/show/hdhkdrhttp://www.eksisozluk.com/show.asp?id=28554023http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=28558234https://p.twimg.com/Asw7bjXCEAAh9bl.jpg (sahada henüz hiçkimse yok, tribünler bu andan sonra aşağı indi)http://www.youtube.com/watch?v=P6y8UD8ov5Yhttp://tr.eurosport.com/cagri-develioglu-pazartesi-sendromu_blog184/acilarin-takimi-fenerbahce_post1840306/blogpostfull.shtmlhttps://fbcdn-sphotos-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash4/401765_10150862504516107_548951106_9840997_155078257_n.jpg
http://www.youtube.com/watch?v=uiZUK8Nzkmw&feature=youtu.be <http://www.youtube.com/watch?v=uiZUK8Nzkmw&feature=youtu.be>https://fbcdn-sphotos-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/546655_10150841266233163_740528162_9988693_796690355_n.jpghttp://www.youtube.com/watch?v=uydU8_4mTIg&feature=share <http://www.youtube.com/watch?v=uydU8_4mTIg&feature=share>http://www.etha.com.tr/Haber/2012/05/13/yasam/sukru-saracoglunu-polis-gaza-bogdu/
Armağan T.