Arato'dan statükoya 'eleştirel teori' desteği

-
Aa
+
a
a
a

1 Mayıs 2010Star

Vaktiyle “eleştirel teori”ye yakınlığıyla tanınan, hatta kimi yazarlarca Habermas’ın tilmizlerinden biri olarak nitelenen sosyal teorisyen Andrew Arato Milliyet gazetesine verdiği mülâkatla Türkiye’deki statükocu odakları sevindirdi. Arato’nun oryantalizm kokan açıklamaları buna karşılık Türkiye’nin demokratlarını şaşırttı.Şu kesin: Arato Türkiye hakkında, en hafif tabirle, yanlış ve eksik bilgilendirmeye dayalı olarak konuşuyor. Doğrusu, Arato gibi bir sosyal teorisyenin Türkiye hakkında bu kadar az bilgiyle nasıl bu kadar iddialı hükümler verebildiğine şaşırmaktan kendimi alamıyorum. Dahası, Türkiye’deki demokratikleşme mücadelesine statükonun korunmasından yana tavır alarak katılmaya istekli bir “eleştirel teori”syeni anlamak hiç kolay değil.

Görünüşe göre Arato’nun temel kaygısı, çoğunluk baskısı ihtimaline karşı azınlığın korunması. Başka bir anlatımla, Arato “çoğunlukçu demokrasi”ye karşı “anayasal demokrasi”den yana. Bu, liberal demokrasi teorisi açısından haklı bir kaygı olmakla beraber, Türkiye’deki kavganın bununla ilgisi yok. Hatta Türkiye’de tam tersi bir durum söz konusu: Seçkinci bir azınlığın iktidarını garantiye alan bir sistem demokratikleştirilmeye çalışılıyor. Onun için, 1982 Anayasasını ve Türk Anayasa Mahkemesi’ni adeta kutsayan tutumuyla Arato iyiliğe değil kötülüğe destek çıkmış oluyor.

Oysa, Türkiye uzmanı olmasa da, Arato’nun Türkiye’nin rejimini “yarı-demokrasi”nin demokrasi”nin örnekleri arasında zikreden, bu arada Anayasa Mahkemesi’ni ordunun “yedek gücü” olarak niteleyen İngilizce literatürden bile habersiz olması bağışlanabilir gibi değil. Arato soyut olarak “ileri”, “liberal” filân bulduğu Anayasa değişikliklerinin Türkiye bağlamında tehlikeli olduğunu söylerken tipik bir oryantalist gibi davranıyor. Bu arada, seçmenlerin neredeyse yarısının desteklediği bir siyasi partinin kapatılması ihtimalinden değil de, bu ihtimalin zayıflamasından rahatsızlık duyması  en azından esef verici.

Bizim otoriter lâiklik yanlısı Kemalistlerimiz gibi Arato da bugünkü Türkiye’de lâikliğin tehdit altında olduğunu sanıyor. Oysa, Türkiye’de tehdit altında olan bir şey varsa o da lâiklik değil “lâikçilik”tir. Doğru anlamda bir lâikliğin Türkiye’deki toplumsal tabanı herhangi bir Batı demokrasisinde olduğundan daha zayıf değil. Türkiye’ye özgü sözde “lâiklik”in rejimin otoriterliğini destekleyen bir unsur olduğunu galiba bir tek Andrew Arato bilmiyor.

“Bu anayasanın” -yani, 1982 Anayasası’nın- halihazırdaki Meclise karşı “savunulması gerektiği” gibi tuhaf bir yargıda bulunan Arato çoğunluklara karşı korunması gerektiğini söylediği bu “anayasal düzlem”in matah bir şey olduğunu da sanıyor.

Arato Anayasa’nın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişikliklerinden bahisle, “Hükümet, türbana ilişkin değişikliği önermeden önce azınlığı korumaya yönelik koruma mekanizmalarını yasalaştırmalıydı” (!) diyor. Anlaşılan, Prof. Arato bu değişikliklerin kadınlara başörtüsü zorunluluğu getirdiğini sanıyor. Yoksa, eşitliği ve sivil özgürlükleri güçlendirmenin başkalarının haklarında bir azalma veya daralmaya yol açmayacağını elbette o da biliyordur. Bu arada, söz konusu maddelerin parlamentoda 411 oyla geçmesini AKP’nin “uzlaşmayı dışlayan, çoğunlukçu” tutumunun bir örneği olarak zikretmesi de, eğer statükocu mahfillerin kasıtlı yanıltmasının kurbanı değilse, Arato’nun açıkça kötü niyetli olduğunun bir kanıtıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluğu frenleyen işleyişini takdirle anan Arato şunu da bilmiyor: Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, genel bir eğilim olarak, çoğunluk karşısında azınlıkların haklarını korumuyor; aksine ideolojik devlet iktidarını veya seçilmemiş bir azınlığın sürekli iktidarını garanti ediyor. Temel hakların koruyucusu olmak yerine, demokratik çoğunluklar üzerindeki bürokratik vesayetin muhafızı gibi davranıyor.

Arato Türkiye’de “Gül sultan ve halifedir” şeklinde bir anayasa değişikliği ihtimalini ciddiye almakla hakikaten saçmalığın sınırına geliyor. Bu artık sözün bittiği yerdir!