Anayasa paketi ve demokrat tutum

-
Aa
+
a
a
a

25 Mart 2010Taraf

Anayasa değişikliği paketi, siyasal safların belirginleşmesinde önemli rol oynayacak gibi görünüyor. İlk ayrışma çizgisini, paketin içerdikleri ile içermedikleri konusunda çizmek mümkün. O halde, bu ayrışmanın mantığını ve sonuçlarını kavrayabilmek için, paketin neler getirdiğine kabaca bakmak lazım.

 

Bu paketin odağını, iki alana ilişkin düzenleme önerileri oluşturuyor. Bunlardan biri yargı, diğeri de siyasi partilerin kapatılması meselesidir. Yargıya dair öneriler ise, iki kuruma yöneliyor: HSYK ve Anayasa Mahkemesi.

 

Paket, HSYK’nın yapısında radikal değişiklikler öngörüyor. Bu değişiklikler, HSYK’yı, mevcut yapıyla kıyaslanmayacak derecede çoğulcu ve geniş tabanlı hale getirecektir. Burada amacın, yüksek yargı bürokrasisinin oligarşik konumuna son vermek olduğu gayet açıktır. Nitekim bu öneriye en şiddetli tepkiyi yargı bürokrasisinin tepesindekiler gösterdi. Vesayet sisteminin devamını savunanlar da, tepkide onlardan aşağı kalmadılar.

 

Bu “kökten ret” çevresi, değişikliklerin hedefinin “yargıyı kuşatmak ve işgal etmek” olduğunu, bu yolla “yargı bağımsızlığının yok edileceğini” iddia ediyor. Lakin pakete baktığımızda, durumun hiç de öyle olmadığını hemen görebiliriz. Mesela HSYK’nın 21 asıl üyesinin 15’ini, yargı kendi içinden seçecek. Kurulun ayrı bir sekretaryası olacak, ki bu durum, Adalet Bakanlığı’nın kurul üzerindeki etkisini çok önemli ölçüde sınırlayacak. Adalet müfettişlerinin hâkimleri denetleme yetkisine son veren değişiklik önerisi de, bu sonucu pekiştirici niteliktedir. Bu açıdan, önerilen değişikliklerin, HSYK’yı mevcut sistemdekinden çok daha bağımsız hale getireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

HSYK’yla ilgili değişiklik önerisinde sorunlu yanlar yok mu? Var elbette! Mesela adalet bakanını kurulun doğal üyesi ve peşin başkanı yapmak, yargı-yürütme ilişkisine dair tecrübeler ışığında, isabetli bir tercih değildir. Üstelik AB Komisyonu’nun Türkiye’de yargı sistemiyle ilgili önemli tesbitler içeren “İstişari Ziyaret Raporları”nda da bu kaygının altı çiziliyor. Eğer amaç, parlamentoya ve topluma hesap verme konumunda olan yürütme ile böyle bir sorumluluğu olmayan yargı arasında bir köprü kurmak ise, hem siyasi işlevi hem de idari görevleri olan müsteşarın kurulda yer alması bu açıdan yeterli olacaktır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı’na kurula üye atama yetkisi tanımak da, 1982 Anayasası’nın vesayetçi mantığını sürdürmek anlamına geliyor. Dört üyenin Cumhurbaşkanı yerine TBMM tarafından seçilmesi, demokratik zihniyetin kurumlar düzleminde yerleşmesi açısından çok daha doğru olacaktır.

 

Ayrıntıya girmeye bu köşenin sınırları elvermiyor, ama anayasa yargısıyla ilgili değişiklik önerilerini de kısaca değerlendirmeye çalışayım. Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısının arttırılması ve daireler şeklinde örgütlenmesi, “oligarşik yapıyı” kırmak açısından gereklidir. Ancak üye seçiminde öngörülen sistem, çoğulculuğu sağlamaya elverişli görünmüyor. TBMM’ye üç asıl üye seçme yetkisi tanınması da bu durumu değiştirmeye yetmiyor. Geriye kalan 16 asıl üyenin Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek olması, 1982 Anayasası’nın vesayetçi zihniyetinin hayat alanını koruma altına alır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesinde, TBMM’nin kontenjanını genişletmek ve HSYK’ya dönük değişiklik önerisinde olduğu gibi, yargı organlarına doğrudan yetki tanımak, mahkemenin çoğulcu demokratik bir yapıya kavuşmasını çok daha fazla teşvik edecektir.

 

Pakette yer alan değişiklik önerileri arasında, özellikle parti kapatmaların epeyce zorlaştırılmış ve sonuçlarının da hafifletilmiş olması, demokratikleşme açısından tümüyle doğru bir hamledir. Paketin en kötü tarafı ise, kamu çalışanlarına “toplu sözleşme” imkânı tanıma iddiası içeren öneridir. Bir defa, “tanınan şey”, toplu sözleşme değildir. Ayrıca grev hakkıyla desteklenmedikçe toplu sözleşme yetkisinin bir işlevi de olmaz. Bu konuları başka yazılarda ele alacağım; şimdi paketin odağına dair kısa bir değerlendirme yaparak bitireyim.

 

***

 

Türkiye’nin yeni demokratik bir anayasaya ihtiyacı olduğu konusunda bir tereddüt yok. Ancak böyle bir girişimin önünde çok ciddi engeller bulunduğu da bir gerçektir. Bu engeller arasında, yüksek yargı bürokrasisi ve Anayasa Mahkemesi çok belirleyici yerde duruyorlar. Daha kapsamlı demokratikleşme reformlarını sahici bir biçimde gündeme getirebilmek için, bu engellerin kalkması şarttır. Ayrıca AKP’nin, bu engelleri bahane ederek, reformlar konusunda ayak sürümesinin temelleri de böylece zayıflayacaktır.

 

Yargı, Türkiye’deki vesayetçi sistemin iki temel direğinden biridir. 1982 Anayasası, yargının siyasal vesayet mercii olma işlevini, HSYK’yı ve Anayasa Mahkemesi’ni oligarşik bir yapı biçiminde düzenlemekle garanti altına almayı hedeflemiştir ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Vesayetçi sistemin tasfiyesi için, yargının oligarşik yapısını değiştirmek bir zorunluluktur.

 

Bu nedenle, anayasa değişikliği paketinde yargının vesayetini kıracak düzenlemelerin odağa alınmış olması isabetlidir. Demokratikleşmeyi isteyenler açısından doğru tutum, paketi bu çerçevede ele almak ve bu hedefe daha etkili bir şekilde ulaşmayı sağlayacak yönde düzeltmeler ve eklemeler önermektir. Mesela TBMM’nin yargıya üye seçme konusundaki yetkilerini genişletmenin amacı yargıda çoğulculuğu sağlamak ise, aynı kaygıyı öncelikle TBMM açısından da hissetmek ve gündeme taşımak gerekiyor. Seçim barajının düşürülmesi talebi, bu amaç ışığında değerlendirilmelidir.

 

Paketi, içermedikleri ve içerebilecekleri açısından tartışmanın merkezine almak, Türkiye’de demokratikleşme açısından temel tıkanma noktalarını gölgeleme sonucunu doğurabilir. Daha açık söyleyeyim: Tartışmayı, pakette nelerin yer almadığı üzerine inşa etmek, siyasetin kıyısına kaçmak, yani anti-politikanın rahat limanlarına sığınmak gibi bir sonuç doğurur. Zira 2007 seçimleri öncesinden başlayarak, yargının sistemin demokratik yönde değişimini önleme misyonuna daha açık bir biçimde soyunduğu görülüyor. Bu paketi, normalleşmeye karşı kriz ve demokratikleşmeye karşı engel işlevi gören bu odağa yönelik bir girişim olarak değerlendirmek ve başlayan süreci eleştiri hakkını ve müdahale imkânlarını daha çok bu amaç doğrultusunda kullanarak açıkça desteklemek gerekir.