6 Haziran 2007Çiğdem MATER
Artık alıştık; kısa ve net, alıştık. Her gün yeni bir linç haberi almaya, birilerinin kendilerince "öteki" olanları sokak ortasında dövmelerine, yetinmeyip, insanların boğazlarını kesmelerine alıştık; bu kadar işte, alıştık... Daha fenası aslında, "ama onlar da o tişörtü giymeselermiş, ama onlar da mesela Malatya'da İncil satmasalarmış, ama Hrant Dink de konuşmasaymış" diye, naifçe konuşanlara, fark etmeden "anormal" olanı "normalleştiren"lere, "normal" olanı yabancılaştıranlara alıştık. Düşünsenize, bu ülkede genelde on yıllardır, özelde son bir kaç yıldır gelişen linçlere verilen resmi ve gayrı resmi tepkilerin hemen hepsi linç edilene, "yok edilmek" istenene yönelik. Trabzon, Bursa, Malatya, İstanbul Trabzon'da bildiri dağıtan Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyelerine saldırılır, yöneticiler "tahrik var" der, 19 Mayıs törenlerinde YÖK protestosu yapmak isteyenler linç edilmeye kalkılır, emniyet müdürü "halkın tepkisi yerindedir" der.Bursa'da yürüyüş yapmak isteyen eşcinsellere tepki şehrin spor kulübünden gelir, insanlar açıkça tehdit edilir, yöneticiler durumu normal, saldırmak isteyenleri haklı bulur.Malatya'da insanlar boğazları kesilerek katledilir, yöneticilerin ilk yorumu "tahriki araştırıyoruz" olur. Hrant Dink güpegündüz sokak ortasında öldürülür, ülkenin en çok satan gazetesinin genel yayın yönetmeni "katille empati kurmayı" önerir.Yok etmek! 30 yaşıma az kaldı, yaklaşık 15 yıldır da aklım başımda, okuduğumu, gördüğümü anlıyorum, yorumlamaya çalışıyorum ama son bir kaç yıldır yaşadığımız süreci anlamakta gerçekte zorlanıyorum. "Öteki"ni yok etmeye yönelik, yok eden bu örgütlenme, bu örgütlenmeler nerelerde oluşuyor, nasıl harekete geçiyor, geçiriliyor? Yöneticiler, emniyet müdürleri, gazeteciler bütün bunları nasıl engellemiyor, engelleyemiyor? Bir an durup düşündüğümüzde bile o kadar çok hikaye geliyor ki insanın aklına son bir kaç yıldan. Daha geriye gidersek, Adapazarı'nda Ahmet Kaya tişörtü yüzünden genç inşaat işçilerini linç etmeye kalkanların büyüklerini tanıyoruz biz. Biz bunları tanıyoruz! Onların dedeleri, amcaları, teyzeleri 6-7 Eylül 1955'te sokaklarda Rumları, Ermenileri linç etmeye kalkanlardı, Türkiye'nin gördüğü en büyük yağma hareketini yapanlardı. Şimdi onların torunları sokaklarda tek tek gördüklerine saldırıyorlar. Ama hala safım, biz nasıl oldu da sokakta bir tişörtün üzerindeki resme bakarak saldıracak kadar içgüdülerimizin kurbanı olduk anlamıyorum. Adapazarı'nda yaşanan linçin bir geri planı var elbette. Hafızalarımızı tazelemekte fayda var. İki inşaat işçisi göçmenin üzerine tişörtü olan Ahmet Kaya'ya nefretin altında popüler kültür var. Çatal bıçakla saldıranlar halen ortalıkta 10 yıl kadar önce, Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde, ödülünü alırken sadece "Kürtçe klip çekeceğim, biliyorum ki bu ülkede bu klipi yayınlayacak cesur insanlar var" dediği için, ülke magazin tarihinin ilk magazin linçine maruz kalmıştı Kaya. Şimdilerde halen ortalıkta olan magazin dünyasının gazetecileri ve şarkıcıları sözlerini bitirmeye fırsat vermeden çatal bıçaklarla saldırmışlardı Kaya'ya. O gün onu törenin yapıldığı otelin garsonları korumuşlardı çatallarla, bıçaklarla yaralanma pahasına. Kaya o günden sonra asla eskisi gibi olamadı ülkesinde, gitti, Paris'e yerleşti, sürgünde öldü, 21. Yüzyılın sürgünleri popüler kültür vasıtasıyla da oluyordu zira. Nedir bu "hassasiyet"? Kaya'nın ölümünden yıllar sonra, muhtemelen o çatallı bıçaklı saldırı günlerinde henüz çocuk olan iki genç, şarkılarından bildikleri, sevdikleri Kaya'nın tişörtüyle yürürken, Kaya'nın maruz kaldığı şiddetin bir benzerine maruz kaldılar.Sonuç yine aynı oldu, Kaya sürgüne gitmişti, gençlerse kışkırtma gerekçesiyle gözaltına alındılar. "hassasiyeti yüksek" bu insanlar, bu gruplar haklıydı zira "hassasiyet"lerine dokunulmuştu... Ama bütün bunlarda sorun dedim ya, bu işin artık normalleşmiş olması. Her gün bir linç haberi almak, her gün "normaldir, hassasiyetler var" laflarını duymaktan artık gına geldi. Bir yol bulmalı Muhalif olan, farklı olan, beklendiği gibi düşünmeyen herkes bu ülke için "tehlike". Okullarda da, günlük hayatta da bu öğretilmiyor mu? İşte tam da bu yüzden, durup düşünmek, değiştirmek için çabalamak gerekiyor. Yoksa "bir daha asla gelmesin" dediğimiz yakın tarihin daha da fenasını yaşamak olası. Kimin muteber, kimin daha iyi, kimin ülkesini sevdiğine sevmediğine kimsenin karar veremeyeceğini anlatmanın yollarını bulmak lazım...(ÇM/BA/EÜ)