Tony Blair 11 Eylül saldırılarından sonraki İşçi Partisi kongresinde yaptığı akıllarda kalan konuşmada "Afgan halkına şu sözü veriyorum. Biz çekip gitmeyeceğiz…Eğer Taliban rejimi değişirse yerine geleceklerin, geniş tabanlı, bütün etnik grupları biraraya getiren ve şu anda içinde bulunduğunuz fakirlik ve perişanlıktan çıkış için yol gösterebilecek nitelikte kişiler olacağına dair size güvence veriyorum" diyordu. Aslında George Bush'un birkaç gün önce söylediklerini tekrarlıyordu sadece: "Zulüm ve baskı altındaki Afgan halkı, Amerika ve müttefiklerinin cömertliğinin ne demek olduğunu anlayacak. Bir yandan askeri hedefleri bombalarken, bir yandan da aç ve acı çeken Afgan erkek, kadın ve çocuklar için yiyecek, ilaç ve malzeme atacağız. ABD Afgan halkının dostudur."Neredeyse söyledikleri herşey yalandı. Endişelerini dile getirdikleri konuşmalar, Afganistan ve Irak'ın zaptedilmesi için hazırlanan zalimce aldatmacalardı. Şimdi yasadışı Anglo-Amerikan Irak işgalinin aslı anlaşılmaya başlarken, "terörle savaştaki" ilk "zafer" belki de gücün neler yapabileceğinin çok daha sarsıcı bir kanıtı.Benim Afganistan'a ilk gelişimdi. Hayatım boyunca karışıklık içindeki yerlerde bulundum ama böylesini hiç görmedim. Kabil 1945 sonrası Dresden'i andırıyor. Moloz yığını yollar, kurtarılmayı bekleyen deprem kurbanları gibi, yıkık yapılarda yaşayan insanlar. Elektrikleri yok, ısınamıyorlar; yaktıkları felaket ateşleri, gece boyunca yanıyor. Üzerinde neredeyse her türlü silahtan çıkmış mermi delikleri olmayan bir duvara rastlamak çok zor. Göbeklerde devrilmiş otomobiller yatıyor. Modern troleybüs filoları için dikilmiş elektrik direkleri, firketeler gibi kıvrılmış. Birbirinin üstüne yığılmış otobüsler, Kızıl Kmer'in (Khmer Rouge) Sıfır Yılı'nı* simgelemek için diktiği makinalardan yapılma piramitleri andırıyor. Afganistan'da bir Sıfır Yılı duygusu yaşanıyor. Britanyalı bir mimar tararafından tasarlanıp, 1910 yılında yapılmış, yuvarlak merdivenleri, Korint tarzı sütunları vetaş freskleri ile ünlü Dilkuşa Sarayı'nda ayak seslerim yankılanıyor. Artık içinden küçük hayaletlere benzeyen, iğne ipliğe dönmüş zayıf çocukların çıktığı, mağara benzeri bir harabe. Çocuklar, sarayın 30 yıl önceki halini gösteren sararmış karpostalları satmaya çalışıyorlar. Büyük bir olasılıkla Londra'daki Mall'ın kopyası ağaçlık bir gezinti yolunun sonunda, bayrakları ve ağaçları ile mağrurca yükselen görkemli bir bina… Merdiven altında önceki gün bir bombayla parçalanan iki kişiden etrafa saçılmış kan ve et artıkları var. Kimdi bu insanlar? Bombayı kim koydu? Çoğu teröristlerin suç ortağı, savaş ağalarının esareti altındaki bir ülkede bu sorunun bizatihi kendisi gerçeküstü.80 metre ötede mavili adamlar tek sıra halinde dimdik yürüyorlar: mayın temizleyicileri. Burada mayınlar ortalığa saçılmış durumda, tahminlere göre mayınlar her gün, her saat öldürüyorlar, sakat bırakıyorlar. Şimdi art-deco bir kabuktan ibaret olan Kabil'in en büyük sinemasının karşısında, trafiği yoğun göbekte pankartlar var. Pankartlarda, etrafta “sarı renkli ABD misket bombalarının bulunduğu” uyarıları yazılı. Burada çocuklar oynuyor, birbirlerini gölgeliklere doğru kovalıyorlar. Bir bacağı kesik, yüzünün bir kısmı olmayan ergenlik çağındaki bir oğlan onları seyrediyor. Kırsal bölgelerdeki halk, iki sene önce atılan misket bombaları ile, Bush'un uluslararası yardım konvoylarının Pakistan'dan Afganistan'a geçmesini yasaklamasından sonra atılmaya başlanan sarı renkli yardım paketlerini, hâlâ birbirine karıştırıyor.
CIA’dan savaş ağalarını silah ve rüşvet7 Ekim 2001'den beri Afganistan'a 10 milyar dolar harcandı. Bu harcamanın çoğunu ABD yaptı. Bu paranın % 80'inden fazlası, ülkenin bombalanmasına ve savaş ağalarına ödenen paralar. Savaş ağaları kendilerini "Kuzey İttifakı" olarak tanımlayan eski mücahitler. Amerika savaş ağalarının her birine onbinlerce dolar nakit para ve kamyonlar dolusu silah verdi. Savaş sırasında bir CIA görevlisi Wall Street Journal'a "bulabileceğimiz her komutanla ilişki kurmaya çalışıyoruz" dedi. Yani onlara birbirlerine karşı savaşmayı bırakıp, Taliban'a karşı savaşmaları için rüşvet verdiler. İnsan Hakları İzleme Komitesi'ne (Human Rights Watch) göre bunlar 1989'da Rusların çekilmesinden sonra Kabil'de taş üstünde taş bırakmayan, 50 bin sivili öldüren savaş ağalarının ta kendileri. Sadece 1994'te 25 bin sivil öldürüldü. Amerika'nın sayesinde Afganistan'ın idaresi, üyelerinin çoğu fiilen bu katliamı yapan kişiler olan mafya grubuna terkedildi. Onlar da özel ordularıyla korku salarak, gasp ederek, Afganistan afyon tekelini ellerinde tutarak ülkeyi yönetiyorlar. Britanya sokaklarında satılan eroinin % 90'ı Afganistan'dan geliyor. Taliban sonrası kurulan hükumet kendine demokratik süsü veriyor, gelecek yıl seçime gideceğini iddia ediyor ama aslında göstermelik; parası yok ve gücü Kabil il sınırlarına bile zor yetiyor.
Köyişleri bakanlığı yetkililerinden Ömer Zakhilwal bana Afganistan'a yapılan yardımın ancak % 20'sinin hükumetin eline geçtiğini söyledi. “Bırakın yeniden yapılanma çalışmalarını, maaşları ödeyecek paramız bile yok" dedi. Washington'un işbaşına getirdiği Cumhurbaşkanı Hamit Karzai, ABD Özel Kuvvetleri'den gelen koruma müfrezesi olmadan hiçbir yere gidemiyor. İnsan Hakları İzleme Komitesi, sonuncusu Temmuz'da çıkan bir dizi rapor yayınladı. Bu raporlarla "Taliban'ın 2001'de düşmesinden sonra ABD ve müttefikleri tarafından göreve getirilen silahlı kişilerle savaş ağalarının" yaptıkları gaddarlıklar, "kaba kuvvetle ülkeyi ele geçirmeleri" belgelendi. Rapor savaş ağalarının kontrolü altında bulunan ve yasalara karşı sorumlu olmayan ordu ve polis güçlerinin, nasıl köylüleri fidye için kaçırarak özel hapishanelerde tuttuklarını, kadın, kız ve erkek çocuklara tecavüzün yaygınlığını, gasp, soygun ve keyfi cinayetin olağan hale geldiğini açıklıyor. Kız okulları yakılmış. Rapor "askerler kadın ve kızları hedefledikleri için" diyor, "kadın ve kızların çoğu evden çıkamıyorlar, okula ve işe gidemiyorlar." Mesela batıdaki Herat şehrinde araba kullanan kadınlar tutuklanıyorlar; akraba olmayan bir adamla seyahat etmeleri, şoför akrabaları değilse taksiye bile binmeleri yasak. Eğer yakalanırlarsa "jinekolojik muayeneden" geçiriliyorlar. Tıp hizmetlerinin bu kadar kıt olduğu bir yerde, var olan tıp olanakları bu kontrollere harcanıyor. İnsan Hakları İzleme Komitesi'ne göre "Kadın ve kızların tıp hizmetlerinden faydalanma olanağı yok denecek kadar az. Özellikle Herat'ta eğitimli bir yardımcıyla yapılan doğumların, toplam doğumlara oranı yüzde birin altında. Unicef'e göre Afganistan, doğum sırasındaki ölüm oranında dünya birincisi. Herat savaş ağası İsmail Han tarafından yönetiliyor. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld İsmail Han'ı "çekici…düşünceli, ölçülü ve kendine güveni olan" biri olarak tanımlayıp, onaylıyor. George Bush geçen yıl yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında "geçen sefer burada toplandığımızda" demişti, "Afganistan'daki analar ve kızlar kendi evlerinde tutukluydular, işe ve okula gitmeleri yasaklanmıştı. Bugün özgürler, yeni Afganistan hükumetinde görev alıyorlar. Ve şimdi yeni kadın sorunlarından sorumlu bakan Dr. Sima Samar'a hoşgeldin diyoruz." Ayakta duran, başörtülü, zayıf bir orta yaşlı kadın, bir işaretle başlayan alkışları kabul etmişti. Samar Taliban idaresi sırasında kadınların tedaviden yoksun bırakılmalarına karşı çıkmış bir hekimdi. Aşırı tatlı dilli ve kaypak Bush tarafından desteklenmesi kısa süren Samar, şimdi direnişin gerçek simgesi. Samar Aralık 2001'de Bonn'da yapılan ve masrafları Washington tarafından karşılanan "barış konferansına" katıldı. Bu konferansta Karzai cumhurbaşkanı yapılırken, en zalim üç savaş ağası da başkan yardımcısı konumuna getirildiler. (Tutuklulara işkence yapıp öldürmekle suçlanan Özbek savaş ağası General Raşit Dostum şu anda savunma bakanı.) Samar, Karzai'nin kabinesindeki iki kadın bakandan biriydi.
Taliban dönemi daha güvenliydiABD Kongresi'ndeki alkışlar diner dinmez, Samar'a günahkâr olduğu iftirası atıldı ve görevden uzaklaştırıldı. Savaş ağaları sadece bağlı oldukları aşiretler ve dine saygı konusunda Taliban'dan farklıydılar. İş kadın özgürlüğüne gelince en küçük bir çabayı bile hoşgörüyle karşılamıyorlardı. Bugün Samar sürekli ölüm korkusu içinde yaşıyor. Otomatik silah taşıyan, görünüşleri ürkütücü iki koruması var. Biri ofisinin kapısında, diğeri sokak kapısında. Arka bölümü camsız bir kamyonet içinde seyahat ediyor. Bana "son 23 yıldır güvende değildim" dedi, "ama hiçbir zaman şimdi olduğu gibi gizlenerek ve korumalarla bir yerden bir yere gitmiyordum, şimdi bunu yapmak zorundayım…Resmen kadınların işe ve okula gitmelerini yasaklayan bir kanun yok; kadınların giyim tarzına ilişkin bir kanun da yok. Ama gerçek şu ki kırsal bölgelerde yaşayan kadınlara, Taliban zamanında bile şimdi olduğu kadar baskı uygulanmıyordu."Kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık resmen sona ermiş olabilir. Ama Afganistan'daki kadınların % 90'ı için, Kabil'de kadın işleri bakanlığı kurulması kabilinden "reformlar" kağıt üstünde kalan ayrıntılardan öteye gitmiyor. Burka hala her yerde hazır ve nazır. Samar'ın söylediği gibi, kırsal bölgelerdeki kadınlar, şimdi Taliban döneminde olduklarından çok daha kötü durumdalar. Çünkü namus ve suç işleme konularında aşırı titiz olan Taliban, tecavüz, adam öldürme ve eşkıyalığı şiddetle cezalandırıyordu. Şimdiki durumun tersine, ülkenin büyük bir bölümünde güvenli bir şekilde yolculuk yapmak mümkündü. Batı Kabil'de bombalanmış bir ayakkabı fabrikasına sığınmış iki köyün ahalisini buldum. Fabrikanın zemininde birbirine sokulmuş olarak karanlıkta oturuyor, su ihtiyaçlarını damla damla akan tek bir musluktan karşılıyorlardı. Küçük çocuklar çökmek üzere olan korkulukların üstünde yakılmış ateşlerin etrafında çömelmişlerdi. Bir gün önce bir çocuk düşmüş ve ölmüştü. Benim geldiğim gece bir başka çocuk düştü ve kötü bir şekilde yaralandı. Onlar için çaya batırılan ekmek yemek anlamına geliyor. Bu dehşet içindeki mülteciler, baykuşlar gibi bakıyorlar. Savaş ağaları tarafından sürekli soyuldukları, karıları, kızları ve oğulları kaçırılıp önce ırzlarına geçildikten sonra fidye karşılığı serbest bırakıldığı için, kaçıp buraya sığındıklarını anlattılar bana. Direniş hareketinden Marina bana "Taliban zamanında mezarda yaşıyorduk ama güvendeydik" dedi. "Hatta bazı insanlar o zaman durunun daha iyi olduğunu söylüyorlar. Bugün durum işte bu kadar ümitsiz. Kanunlar değişmiş olabilir ama kadınlar burkasız evden çıkmaya cesaret edemiyorlar. Burkayı kendimizi korumak için de giyiyoruz."Marina RAWA'nın, Devrimci Afganistan Kadınları Birliği'nin (RAWA - Revolutionary Association of the Women of Afghanistan) önde gelen üyelerinden. Yıllardır dış dünyanın dikkatini, acı çeken Afganistan kadınlarının üstüne çekebilmek için savaşan, cesur bir örgüt RAWA. Kadınları burkalarının altına sakladıkları kameralarıyla gizlice bütün ülkeyi dolaştılar. Taliban'ın infazlarını ve uyguladığı şiddeti görüntüleyip, videobantları batıya kaçırdılar. Marina "bantları çeşitli medya gruplarına götürdük" diyor. "Meselâ Reuters, ABC Avustralya... Onlar da, çok iyi ama bunları yayınlayamayız, çünkü bu görüntüler batılı izleyiciler için aşırı derecede şoke edici, dediler." Sonunda infaz Kanal 4'ün yayınladığı bir belgeselde gösterildi.
Toplu intihar
Bu olay 11 Eylül 2001'den, Bush'un ve ABD medyasının Afganistan'daki kadın sorununu keşfetmesinden önce gerçekleşti. Marina şimdi batının desteklediği savaş ağaları rejiminin uyguladığı vahşete karşı sessiz kalınmasının da, eskisinden farklı bir durum olmadığını söylüyor. Gizlice buluştuk, kimliğini gizlemek için peçe takmıştı. Marina da gerçek adı değil.
"İki kız burka giymeden okula gittikleri için öldürüldüler. Cesetleri evlerinin önüne kondu" diyor. "Geçen ay 35 kadın, ordu görevlilerinin ırza geçme saldırılarından kurtulmak için çocuklarıyla birlikte kendilerini nehire atıp öldüler. İşte şimdi Afganistan'ın hali bu; Taliban ve Kuzey İttifakı'nın savaş ağaları, aynı paranın iki yüzü. Bu Amerika için bir Frankenstein hikayesi. Bir canavar yaratıyorsunuz ve canavar size karşı gelmeye başlıyor. Amerika bu savaş ağalarını, Usame Bin Laden'i ve Afganistan'daki bağnaz güçleri Rus işgaline karşı desteklemeseydi, onlar da 11 Eylül 2001'de sahiplerine saldırmazlardı."Afganistan'ın trajedisi, batılı güçlerin kurallarına örnek oluşturuyor. Üçüncü dünya ülkelerine yapılan muamele, "bize" olan faydalarına göre belirleniyor. Bu kuralların gerektirdiği insafsızlık ve riyakârlık, Afganistan'ın çağdaş tarihine yazıldı. Soğuk Savaş sırasında en sıkı saklanan sırlardan biri de, Amerika ve Britanya'nın savaş ağaları ile, mücahidin ile yaptığı işbirliği ve bu işbirliğinin sonunda ortaya çıkan cihattı. Bu işbirliği Taliban'ı, El Kaide'yi ve 11 Eylül'ü yarattı. Başkan Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski 1998'de verdiği bir mülakatta "Resmi tarihe göre" diyordu, "mücahidine verilen CIA desteği 1980'de, yani Sovyet ordusunun Afganistan'ı işgalinden sonra başladı…Ama şimdiye kadar sıkı sıkıya saklanan gerçek bunun tam tersi." Brzezinski'nin ısrarı sonucunda Carter Temmuz 1979'da, özünde terörist olan bir örgüt kurulması için 500 milyon dolar verilmesine izin verdi. Amaç Orta Asya cumhuriyetlerinde yayılan İslami bağnazlıkla başı belada olan Moskova'yı, bu yayılmanın kaynağı olan Afganistan tuzağına düşürmekti. Washington 17 yıl boyunca dünyadaki en vahşi adamların ceplerine 4 milyar dolar doldurdu. Amaç önce Sovyetleri yapılan bu nafile savaşla yıpratmak, sonra da yıkmaktı. Bu gaddar adamlardan biri, CIA'nın gözdesi savaş ağası Gülbeddin Hikmetyar, on milyonlarca dolar aldı. Özel becerileri, esrar ticareti ve peçe takmayı reddeden kadınların yüzlerine kezzap atmaktı. 1994'te başbakan yapılması karşılığında Kabil'e saldırmaktan vazgeçmeyi kabul etti. Ve başbakan oldu.
Bundan sekiz yıl önce CIA başkanı William Casey, Pakistan istihbarat örgütü ISI'nin geliştirdiği bir plana destek verdi. Afgan cihadı için dünyanın her tarafından insan toplanacaktı. 1986 ile 1992 yılları arasında Pakistan'da yüz bin militan eğitildi. Kamplar CIA ve MI6'in gözetimindeydi, eğitim SAS tarafından yapıldı. Gelecekte Taliban ve El Kaide savaşçıları olacak militanlara, bomba yapımı ve diğer yasadışı sanatlar öğretildi. Liderleri Virginia'daki CIA kamplarında eğitildi. Buna Siklon Operasyonu adı verildi. Operasyon Sovyetler'in çekildiği 1989 yılından sonra da sürdü. Hindistan genel valisi Lord Curzon 1868'de "ülkelerin satranç tahtası üstündeki taşlar olduğunu itiraf etmeliyim" demişti, "bu taşlarla adına dünyayı kontrol etme denilen büyük oyun oynanır." Brzezinski birçok Amerikan başkanına danışmanlık yaptı ve Bush çetesinin gurusu. Çete ona hayran. Brzezinski neredeyse aynı şeyleri yazmış. “Büyük Satranç Tahtası: Amerika'nın Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Sonuçları” adlı kitabında dünyayı kontrol etmenin anahtarının, büyük güçler arasındaki stratejik konumu, petrol ve doğalgaz varlığı nedeniyle, Orta Asya'da olduğunu yazıyor. Ve "Daha acımasız zamanların, eski imparatorluklar çağının terminolojisine kulak verirsek, emperyal jeostratejinin büyük gereklerinden biri de barbarların birleşmesini önlemektir" diye devam ediyor. Sovyetler Birliği'nin küllerini eşeleyen gurunun düşünceleri, birkaç kez derinine indi: Peki ya bütün bunlar ortaya "karışıklık yaratan birkaç Müslüman" çıkardıysa ne olacaktı? 11 Eylül 2001'de ortaya çıkan "karışıklık yaratan birkaç Müslüman" bu sorununun cevabını verdi. Geçenlerde Washington'da Brzezinski ile görüştüm. Kendi stratejisinin El Kaide'yi yarattığı görüşüne şiddetle karşı çıktı: suçu terörizme ve Ruslara yükledi.
Taliban liderleri Walmart’taSovyetler Birliği nihayet çöktüğünde satranç tahtası Clinton yönetimine geçti. Mücahidinin en son mutasyonu Taliban artık Afganistan'ı idare ediyordu. 1997'de ABD içişleri bakanlığı görevlileri ve Union Oil Company of California (Unocal) Taliban liderlerini Washington ve Texas'ın Houston şehrinde gizlice ağırladılar. Ağırlamada masraftan kaçınılmadı. Şereflerine Houston'un lüks evlerinde akşam yemekleri verildi. İstekleri üzerine Walmart'ta alışverişe götürüldüler. Turistlerin ilgi odağı yerleri gezdiler. Kennedy Uzay Merkezini gördüler, Güney Dakota'daki Mount Rushmore'da ABD başkanlarının kayalara oyulmuş yüzlerine baktılar. ABD gücünün bülteni The Wall Street Journal şöyle yazdı: "Tarihin bu noktasında Afganistan'da barışı sağlayacak en ehil oyuncular Taliban'dadır."Ocak 1997'de özel bir mülakat sırasında içişleri bakanlığından bir yetkili gazetecilere, Afganistan'ın "Suudi Arabistan gibi" bir petrol hamisi konumuna gelmesinin umulduğunu söyledi. Ona Suudi Arabistan'da demokrasinin olmadığı ve kadınlara işkence ve idam cezalarının uygulandığı hatırlatıldığında, "Bu gerçeğe katlanabiliriz" cevabını verdi.Şimdi Amerika'nın amacı 60 yıllık "rüyayı" gerçekleştirmek, Hazar petrollerini Afganistan üstünden petrol boru hattıyla uygun bir limana akıtmaktı. Taliban'a Afganistan'dan geçecek doğalgazın metreküpüne 53 sent ücret ödenmesi teklif edildi. Dönem Clinton dönemi olmasına rağmen bu anlaşma için baskı yapan "petrol ve doğalgaz cuntası", George W Bush'un döneminde hakim konuma geçecek kişilerden oluşuyordu. İçlerinde George Bush kabinesinin üç önemli eski bakanı vardı. Dokuz petrol şirketini temsil eden başkan yardımcısı Dick Cheney, şimdi ulusal güvenlik danışmanı olan, o zaman Chevron-Texaco'nun Orta Asya ve Pakistan'dan sorumlu direktörü Condoleezza Rice gibi. Bir kat daha derine inince, petrol, doğalgaz, boru hatları ve silah konusunda faaliyet gösteren 164 şirketin sahibi ve dev Carlyle Grubu'nun maaşlı danışmanı baba Bush'la karşılaşırsınız. Müşterileri arasında süper zengin bir Suudi aile, Bin Ladenler var. (11 Eylül saldırılarından hemen sonraki günler içinde Bin Laden ailesinin gizlice ABD'yi terketmesine izin verildi.)Boru hattı "rüyası" Afrika'daki ABD elçiliklerindeki patlamalar ve bu patlamalardan El Kaide'nin sorumlu tutulup, olayın Afganistan'la ilişkilendirilmesiyle son buldu. Taliban artık işlerine yaramıyordu; artan ölçüde bir utanç kaynağı haline gelmişti. Ekim 2001'de Amerikalılar bombardımanla karşılık verdiler ve "Kuzey İttifakını" işbaşına getirdiler. Bugün Afganistan "kurtarılmış" durumda, boru hattı projesine nihayet başlandı. Proje ABD'nin Afganistan büyükelçisi John J. Maresca'nın gözetimi altında. Maresca eskiden Unocal'de çalışıyordu. Taliban'ı görevden alan ABD, Afganistan'ın doğal kaynaklar bakımından zengin komşularında üsler açtı. Eskiden Sovyetler Birliği içinde yer alan dokuz ülkede 13 üs açıldı. Artık dünya yüzündeki fosil yakıt kaynağı her önemli yerin girişinde, ABD askeri varlığı mevcut. Lord Curzon şimdi burada olsa büyük oyununu tanıyamazdı. ABD Space Command bunu "mutlak hakimiyet" olarak tanımlıyor.
Savaş bitmediABD Kabil yakınındaki Sovyet yapımı devasa Bagram üssünden, Hazar Havzası'nın kara ulaşımını kontrol ediyor. Ama fethedilen diğer ülkede, Irak'ta da olduğu gibi burada da işler yolunda gitmiyor. Albay Rod Davis, "Üsten her çıkışımızda üstümüze ateş ediyorlar" diyor. "Bizim için burası bir savaş alanı."Ben de ona soruyorum, "Ama başkan Bush sizin Afganistan'ı kurtardığınızı söylüyor. Halk size neden ateş etsin?""Arkadaşım, her yerde düşman unsurlar var.""Buna niye şaşırıyorsunuz, katil savaş ağalarına destek veriyorsunuz?" diye cevap veriyorum. "Biz onlara bölgesel yöneticiler diyoruz." (Herat'ta "Bölgesel yönetici" olan İsmail Han, Karzai hükumetinin bir parçası, onun yanıbaşında sayılıyor, rahatsız edici bir birliktelik. Karzai milyonlarca dolarlık gümrük gelirinin serbest bırakılması için Han'la birlikte ricada bulundu.) Taliban'ı defeden savaş hiç bitmedi. Orada on bin ABD bölüğü var; savaş helikopterleri ve Humvee cipleriyle gidip dağlarda mağaraları tahrip ediyorlar veya bir köyü, genellikle güneydoğuda bir köyü hedef alıyorlar. Taliban, Peştun bölgesinin kalbi olan Pakistan sınırında yeniden güçleniyor. Savaşın gidişatını bağımsız bir kaynaktan öğrenme olanağı yok. "50 Taliban savaşçısı ABD güçleri tarafından öldürüldü" türünden haberlerin kaynağı, ABD sözcüsü Albay Davis gibi kişiler. Şimdi Afganistan o kadar tehlikeli ki, gazetecilerin gidip gerçeği öğrenmesine neredeyse imkan yok. Şimdi ABD operasyonlarının merkezi, sanıkların götürülüp sorgulandığı Bagram'daki "alıkoyma merkezi".İki eski tutuklu Abdul Jabar ve Hakkim Şah, Mart ayında New York Times'a sayıları yüze varan tutuklunun nasıl "başlarına torba geçirilerek, ayakta durur durumda, havaya kaldırdıkları ellerinden tavana zincirlendiklerini, ayaklarına da pranga vurulduğunu, kımıldamaya olanak tanımayan bu vaziyette saatlerce durmaya zorlandıklarını" anlattılar. Bu insanların çoğu buradan Guantanamo Körfezi'ndeki toplama kampına gönderiliyor. Bütün hakları ellerinden alınıyor. Kızılhaç'a "gözaltı merkezinin" ancak bir bölümüne giriş izni verildi; Uluslararası Af Örgütü'ne hiç izin verilmedi. Geçen yılın nisan ayında Kabilli taksi şoförü Vezir Muhammed yola kurulmuş bir barikatta bir arkadaşının nerede olduğunu sorunca tutuklandı ve Bagram’a gönderildi. Şoförün ailesi ile görüştüm. Arkadaşı çoktan serbest bırakılmış ama Muhammed şimdi Guantanamo Körfezi'nde bir kafesin içinde. Karzai hükumetinin bir bakanı bana Muhammed'in sadece yanlış zamanda, yanlış yerde bulunduğunu söyledi: "O masum." Üstelik vaktiyle Taliban'a karşı direnmiş. Bagram'a ve Guantanamo Körfezi'ne kapatılanların çoğu, büyük bir olasılıkla Amerikalıların zanlılar için ödediği parayı alabilmek için kaçırılan insanlar..
“Afgan halkı ABD’nin cömertliğini kavrayacak”Albay Davis'e yabancı bir ordu Amerikan bir askerini esir aldığında ona sağlanmasını istedikleri temel hakları, niçin "gözaltı merkezindekilere" sağlamadıklarını sordum. "Savaş esirleri konusunu kendi perspektifinize bağlı olarak çok farklı noktalara taşımak mümkün" cevabını verdi. İşte bu, Bush Amerika'sının imparatorluğuna kattığı yeni ülkelerde damgasını vurduğu, Kafkavari bir dünya. Sanal veya gerçek, molozlar üstünde yükselen yeni dünyada insanların hayatına, Sıfır Noktası'nda (İkiz Kuleler) ölenlerin hayatlarına verildiği kadar değer verilmiyor. Bu yerlerden biri de, yaklaşık iki yıl önce savaş sırasında bir F-16'nın saldırısına uğrayan Bibi Mahru köyü. Pilot 250 kiloluk "hassas" MK82 bombasını, içinde Orifa ve halı dokuyan kocası Gül Ahmet'in yaşadığı çamur ve taştan yapılma evin üstüne attı. Bomba Orifa'nın ailesinden altı çocuğu dahil, sekiz kişiyi öldürdü. Sadece Orifa ve bir oğlu sağ kaldı. Komşu evde yaşayan iki çocuk da öldü. Yüzüne acı ve öfke kazılı Orifa onları bulduğundaki korkunç durumu, cesetlerin nasıl cami önüne dizildiğini anlattı. Bütün öğleden sonra et ve kemik parçaları toplamış, "sonra gömülmeleri için parçaları ayrı ayrı torbalara koyup, üstlerine isimlerini yazmıştı." Sonra 11 kişilik bir Amerikan timinin gelip, daha önce evinin bulunduğu çukurda inceleme yaptığını söyledi. Her şarapnelin numarasını kaydetmişler, hepsi ayrı ayrı Orifa'yı sorguya çekmişler. Çevirmenleri ona içinde 15 dolar olan bir zarf vermiş. Daha sonra erkek kardeşini İkiz Kuleler'de kaybeden, bombardımanı protesto etmek ve kurbanları teselli etmek amacıyla Afganistan'a gelen New Yorklu Rita Lasar, onu alıp Kabil'deki ABD büyükelçiliğine götürmüş. Orifa elçilik kapısından bir mektup uzatmaya çalışmış, ona "Dilenci, çekil oradan" demişler. Guardian geçen yıl Mayıs'ta Jonathan Steele tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Onun çıkardığı sonuçlara göre 8 000 Afganlı Amerikan bombalarıyla öldü. Sayıları 20 bine varan insan büyük bir olasılıkla Bush işgalinin dolaylı sonuçları yüzünden hayatlarını kaybetti. Bunların arasında kuraklık yüzünden yaşadıkları yerleri terketmek zorunda kalan ve kıtlık sırasında kendilerine acil yardım yapılmayan insanlar da var. Son yıllarda büyük insanlık krizleri yaşandı. Bu krizler sırasında insanlara yardım edildi. En az yardımı Afganlılar aldı. Nüfusu Afganistan'ın dörtte biri kadar olan Bosna'da kişi başına 356 dolar verildi. Afganistan'da kişi başına ödenen para 42 dolar. Afganistan'a yapılan uluslararası yardımın sadece % 3'ü yeniden yapılanmaya harcanıyor; yardımların % 84'ünü "koalisyon" sağlıyor, geri kalanı acil yardım. Geçen yıl daha fazla para dilenmek için Karzai Washington'a gitti. ABD'nin özel sektör yatırımcıları daha fazla para sözü verdiler. Verilecek paranın 35 milyon doları yapımı düşünülen beş yıldızlı bir otele harcanacak. Bush'un dediği gibi, "Afgan halkı ABD ve müttefiklerinin cömertliğinin ne demek olduğunu anlayacak."
(The Betrayel of Afghanistan, ilk kez 20 Eylül 2003'te The Guardian gazetesinde yayımlandı.)
Çeviren: İnci Ötügen