Volkan Balkan:İstanbul Film Festivali yönetmen yardımcısı Azize Tan Açık Dergi'nin konuğu. Hoş geldiniz.
Azize Tan: Hoş bulduk.
VB: Festivalin başlangıcını iple çekiyoruz. Öncelikle festival programı nasıl oluşuyor onu merak ediyoruz.?
AT: Bu sene film sayısını biraz azalttık. Festival programının oluşması bir önceki festivalin hemen ardından başlıyor, o bittikten sonra kopyaların geri gönderilmesi, ufak tefek arka toplama işlerinin hemen sonrasında ilk gelen büyük festival Cannes Film Festivali, oraya gidiliyor, filmler seyredilmeye başlanıyor, bir sonraki program için insanlarla konuşuluyor, yavaş yavaş program oluşturuluyor.
Bunun dışında festivalimizin bir danışma kurulu var, yaz aylarında bu kurul bir kaç defa toplanıp genel çerçeveyi çizen kararlar alıyor. Örneğin hangi ustaların filmleri gösterilecek "Ustalara Saygı" bölümünde, kimlere ödül verilecek, "Unutulmaz Yönetmenler" bölümünün yönetmeni kim olacak gibi. Bunun dışında yurt dışında da danışmanlarımız var, onlar da katıldıkları festivallerden gördükleri filmleri bize tavsiye olarak gönderiyorlar. Bizim danışma kurulumuzda da Atilla Dorsay, Esin Küçüktepe, Pınar ve Ali Taşcıyan gibi üç tane sinema yazarı var, onlar da yurtdışında festivalleri takip ediyorlar, onların da önerileri oluyor. Böylece büyük bir havuzumuz oluyor ve oradan en fazla beğenilen filmleri toplamaya çalışıyoruz. Bunun dışında festivalimize yapılan başvurular da oluyor, yurt dışından, yurt içinden çok sayıda başvuru alıyoruz, yaklaşık 100' yakın başvuru oluyor her yıl, onların arasından seyredip değerlendirmeler yaparak içerisinde programın bölümlerine uygun olanlar varsa onları katarak programı oluşturuyoruz.
VB: Bu sene 24. festival yapılıyor ve yurt dışında da oldukça tanınıyor artık.
AT: Evet, uluslararası yapımcılar üyesi bir festivaliz, onların verdikleri bilgiye göre dünyada yaklaşık 2000 tane festival var, Uluslararası Yapımcılar Birliği FIAPF, bu festivallerden sadece 40 tanesini tanıyor, İstanbul Film Fesitvali de bunlardan biri.
VB: Ne mutlu. Bu sene gelen çok önemli konuklar da var, Sophia Loren, Jane Campion, Harvey Keitel gibi, biraz onlardan da bahsedelim.
AT: Az önce de dediğiniz gibi bu yıl 24. yılımız, gelecek sene çeyrek yüzyılı dolduruyoruz, o yüzden hazırlıkları bir yıl önceden başlattık böyle konuklarla, gelecek yıllarda da bunu devam ettirmek istiyoruz artık. Sophia Loren açılışımıza geliyor, bu akşam (1 Nisan'da) Lütfü Kırdar'da yapılacak olan törende Yaşam Boyu Başarı Ödülü alacak kendisi. Ondan başka Harvey Keitel de kapanış törenimize geliyor. 16 Nisan Cumartesi gecesi yapılacak kapanış töreninde, ödül töreniyle birlikte Cemal Reşit Rey'de ona da yaşam boyu başarı ödülü vereceğiz. Bu iki konuk zaten bizi çok heyecanlandırdı. Bunun dışında ilk konfirmasyon aldığımız konuklarımızdan bir tanesi Jane Campion'dı, jüri başkanımız olmayı kabul etti.
Biliyorsunuz her yıl Uluslararası İstanbul Film Festivali çerçevesinde bir Uluslararası Altın Lale yarışması düzenleniyor, bu yıl bu yarışmamızda 13 tane filmimiz olacak. Erden Kıral'ın son filmi "Yolda" da uluslararası yarışmada Türkiye'yi temsil edecek film olacak. Bundan başka Kevin Spacey'nin ikinci yönetmenlik denemesi olan bir film, ki filmdeki şarkıları da kendisi söylüyor. Lucile Hadzihalilovic'in filmi ve "Çocuk Yıldız" ismiyle Don McKellar'ın filmi, ki Don McKellar ile Lucile Hadzihalilovic de festivalin konukları arasında olacaklar. Campion hazır İstanbul'a gelmişken 9 Nisan Cumartesi günü saat 11.00'de Akbank Kültür Sanat Merkezinde bir de "master class" verecek. Buna "ustalar sınıfı" diyebiliriz, sinemaseverlerle buluşacak. Son derece istisnai olan bir kadın yönetmen kariyeri hakkında, filmleri hakkında, sinema üzerine düşünceleri hakkında konuşacak izleyicilerle.
VB: Altın Lale'nin şöyle bir amacı mı var; mesela Altın Aslan, Altın Palmiye ya da Altın Ayı gibi Altın Lale de kazanılması çok arzu edilen büyük ödüller arasına girecek mi, yoksa festivalin böyle bir gayesi yok mu?
AT: Umarım. Bizim her zaman öyle bir gayemiz var, Altın Lale yarışmasının tabii ki böyle bir gayesi var, zaten Nuri Bilge Ceylan'ın "Mayıs Sıkıntısı" filminin İstanbul Film Festivali'ne katıldığı yıl, hem ulusal yarışmada, hem uluslararası Altın Lale yarışmasında iki ödülü birden almış ve bütün dünya festivallerinde son derece büyük ilgiyle karşılanmıştı, belki bir Türk filmi olmasının da etkisiyle. Dünyada düzenlenen başka festivaller de Altın Lale kazanan filmleri kendi listelerine ekleyip "burada da ödül kazandık" diye referans olarak gösteriyorlar. Ama tabii bahsettiğiniz Altın Aslan'larla, Altın Palmiye'lerle yarışabilmek çok daha iddialı bir şey, çünkü o yarışmaların bu kadar önemsenmesinin nedenlerinden bir tanesi oralardaki pazarın çok güçlü olması. Mesela bu kadar üzerinde konuşulan Cannes Film Festivali'nin resmi programında toplam 55 tane film gösteriliyor, aslında çap olarak çok küçük bir festival.
VB: Bildiğim kadarıyla festivaller ikiye ayrılıyor, biri ticari -orada bir pazar oluşturuluyor-, diğerine de seyirlik diyebilir miyiz?
AT: Evet bu şekilde de söyleyebiliriz ama günün koşullarında sizin ticari tarafınızı da güçlü tutmanız gerekiyor, çünkü nerede bu filmlerin alınıp satılacağı, insanların bir araya gelebileceği, karşılıklı konuşup ortak yapımlara girebileceği bir ortam varsa, insanlar da o festivalleri tercih ediyorlar. İstanbul Film Festivali yıllar boyunca, dünyanın her tarafında takdir gören bir festival ama eğer ki Türk sineması geçtiğimiz yıllarda yakaladığı başarıyı sürdürürse, biraz daha –bu bir anlamda iyi bir şey bir anlamda kötü bir şey ama- endüstrileşebilir, biraz daha kaliteli ürün vermeye başlayabilirse bizim festivalimizin de değeri bununla doğru orantılı olarak artacaktır. Kendi ülkemizin, bulunduğu ülkenin festivali de bize muhakkak bir ivme kazandıracaktır.
VB: Programda bu sene değişik köşeler var, mesela en azından benim görmek istediğim bir köşe yok, ben ona üzüldüm; "Genç Yönetmen Mercek Altında". Bu sene mercek altına alınabilecek yönetmen mi bulamadık yoksa?
AT: Her yılın programı biraz dönüşümlü olarak oluyor, geçtiğimiz yıllarda yaptığımız bir kült figürü bu sene "Sinemanın Çılgın Yaratıcıları" adı altında yaptık. John Waters'ın 4 tane filmini, son filmi "Kirli Utanç" dahil göstereceğiz. Biraz da o yılın ürünleriyle, o yılın yönetmenleriyle ilgili. Zannediyorum bizim gösterdiğimiz genç yönetmenlerin hepsi artık büyüdüler, büyük ustalar oldular...
VB: Özel gösteriler de var, onlar da ilginç, Akbank Oda Orkestrası eşliğinde "General" ve Sarband Topluluğu eşliğinde de "Şeyhin Oğlu".
AT: Evet, 12 Nisan günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gösterilecek, Rudolph Valentino'nun ölmeden önce çektiği son film. Bu film Türk müziği çalgıları eşliğinde gösterilecek, o anlamda da çok ilginç bir gösteri olacağını düşünüyorum. "General" de Buster Keaton'ın sinema klasiklerinden bir tanesi, o da Akbank Oda Orkestrası eşliğinde Atlas Sineması'nda gösterilecek. Ondan başka da ben kişisel olarak heyecanlandıran bölümlerimizden bir tanesi de "Kore Sineması". Biz her yıl bir bölümümüzü bir ülkeye ayırıyoruz, eskiden "Bir Ülke Bir Sinema" idi bu bölümün adı, mesela geçen yıl Latin Amerika kıtasına ayırmıştık, bir ülke yerine bir kıtadan 17 tane film göstermiştik. Bu sefer dünyanın öbür ucuna, Kore'ye gittik. Son yıllarda çok büyük çıkış yapan bir sinema Kore.
VB: Kore artık kaçınılmaz oldu herhalde?
AT: Evet, artık kendini gösteriyor zaten bir noktadan sonra, o programı oluştururken Kore herkesin ağzından çıkan ortak isim oluyor, çünkü son yıllarda katıldıkları festivallerde, çok büyük başarı kazanan filmler. Kore sineması da Hint sineması gibi kendi ülkesinde son derece başarılı. Yani Amerikan filmlerini geçen, son derece fazla gişe hasılatı elde eden filmler yapıyorlar ki, bence bu başlı başına başarı. Onun dışında katıldıkları festivallerde çok büyük ödüller kazanıyorlar, çok büyük övgüler alıyorlar, büyük beğeni topluyorlar. Yani hem sanatsal anlamda, hem ticari anlamda kendini kanıtlamış yönetmenlerin filmleri var. Mesela Kim Ki-duk geçen yıl iki film çekti, bir de son derece üretkenler. Kim Ki- duk'un geçen yıl çektiği iki filmden bir tanesi Berlin Film Festivali'nde, diğeri Venedik Film Festivali'nde ödül kazandı. Şimdi de bir film daha çekiyor Mayıs ayındaki Cannes Film Festivali'ne katılmak için, orada da bir ödül alması bekleniyor.
VB: Bir de nitelikten bir şey kaybetmiyorlar.
AT: Evet. Geçen yıl Kim Ki-duk'un bir filmini göstermiştik, "İlkbahar Yaz Sonbahar Kış", o da bizim festivalimizin en çok seyredilen ikinci filmi olmuştu. Hem izleyicinin ilgisini çekiyor hem nitelikli, kaliteli yapımlar var. Mesela "Vaha" o bölümde benim kişisel tercihim, biraz izlenmesi zor bir film olmakla birlikte son derece ilginç ve değişik bir aşk hikâyesi anlatıyor. Ondan başka bu sene iki tane yeni bölümümüz var, bir tanesi "Gençler Gençler", bir diğeri de "Geleceğin Karanlık Yüzü, Distopia". "Distopia" da pek çok insanı heyecanlandıran bir bölüm oldu; özellikle günümüz konjonktüründe, ütopyanın çöktüğü, eskiden çok uzak bir gelecekmiş gibi gelen, ama artık televizyonlarda da gördüğümüz "Big Brother" türü yarışma programları veya Asimov'un fuarlarda başbakanla el sıkışması, robotlar...
VB: Bir anda kendimizi içinde buluyoruz...
AT: Bir anda bu geleceğin içinde bulduk kendimizi, ama bu gelecek ne kadar umutla beklenen bir gelecek, o da çok tartışılabilir. Bununla ilgili yapılmış 5 tane film ve sinema klasiklerinden oluşuyor. Bu bölüm de çok heyecanla bekleniyor ve kopyaların büyük bir kısmı yenilenmiş kopyalar, mesela "Brazil"i büyük ekranda yenilenmiş bir kopyada yeniden görmek ya da George Lucas'ın "THX1138"inin yeni kurgulanmış versiyonunu yine büyük ekranda yenilenmiş kopyadan görmek bence çok heyecanlı olacak. Çünkü "Brasil" daha dün televizyonda gösterildiği zaman bazı izleyiciler "hay Allah festival programında da varmış" demiş olabilir, ama ben kesinlikle aynı tad olduğunu düşünmüyorum.
VB: Çek Cumhuriyeti bu sefer "Canlandırma Sineması"nda...
AT: "Canlandırma Sineması" da bizim gelenekselleşen bölümlerimizden biri, her yıl başka bir ülkeyi programa dahil ediyoruz, bu yıl Çek Cumhuriyeti oldu. Son derece zengin bir canlandırma sineması geçmişleri, tarihleri var, çok güzel örnekler var, dünyaca ünlü animasyon ustası Svanmajer'in filmlerini göstereceğiz. Onun dışında Trinka'dan bir kısa metraj, bir uzun metraj film göreceğiz, iki farklı programla izleyenlerle buluşuyor. Bu da canlandırma sineması meraklılarını son derece cezbeden bir program.
VB: Bir de kolay kolay değişmeyecek bölümlerinden biri "Dünya Festivalleri"nden olsa gerek?
AT: "Dünya Festivalleri'nden" zaten artık bütün izleyicilerin en kabul ettikleri bölümlerden bir tanesi.
VB: Ben kitapçığı açtığım zaman ilk oraya bakarım.
AT: Geçen yılın belli başlı bütün festivallerinde, Berlin olsun, Cannes olsun, Venedik olsun, Toronto olsun, gösterilmiş, beğeni kazanmış, çoğu ödüllü filmleri toplayıp bir seçki sunmaya çalışıyoruz. Zaten İstanbul Film Festivali'nin amacı da aslında bir anlamda her zevke, her beğeniye hitap eden kaliteli filmleri buluşturabilen bir program yapmak, festivaller festivali gibi bir şey oluşturmak. Orada da son derece dikkat çekici filmler var, mesela "Acı Hayal" isimli bir İran filmi var, ki o da benim kişisel tercihlerimden biri, "Palindrom" var Todd Solondz'un filmi, Gregg Araki'nin son filmi "Tenin Gizemi" var, Claude Chabrol'un Nedime adlı filmi var ki bir Ruth Rendell uyarlaması. Olmi'nin son filmi "Paravanın Arkasında Şarkı Söylerken" var, Sally Potter'ın son filmi "Yes" de bu bölümde. Sally Potter aynı zamanda festivalin konuklarından biri olacak. 12 Nisan'daki filmin gösterimi sırasında izleyicilerle buluşacak.
Bu bölümdeki bir başka yönetmen de Claire Denis son filmi "Davetsiz"le yer alıyor, aynı zamanda kendisi de İstanbul'a geliyor, festivalin konukları arasında. 11 Nisan Pazartesi günü saat 17.00'de B.Ü. Mithat Alan Film Merkezi'nde o da bir "master class" verecek. Biz de çok rahatsızız aslında bu deyimi kullanmaktan, ama Türkçe'de tam karşılığını bulamıyoruz. Denis zaten Türkiye'de son derece tanınan, daha önce de "Çukulata"yı göstermiştik. Bunun da çok ilgi çekeceğini düşünüyoruz.
VB: Yine "ustalar sınıfı" demişken o etkinliklere de bir göz atalım.
AT: Orada da "Ustalara Saygı" bölümümüz var. Bu yıl 4 tane ustamız var, bir tanesi Roman Polanski, öbürü Neil Jordan, Türk ustamız Yavuz Turgul ve son olarak Alain Robble-Grillet bizi başlı başına çok heyecanlandırıyor. Ömer Kavur'un önerisiyle biz kendisini davet etmeye ve bu programı yapmaya karar verdik, programda 5 tane filmi gösteriliyor. 20. yüzyılın en yenilikçi sanatçılarından bir tanesi, bütün o Fransız yeni dalgası sırasında son derece aktif olarak işin içinde bulunmuş, yeni roman akımını başlatmış, son derece önemli bir yönetmen. Önce edebiyatçı sonra sinemacı. Kendisi İstanbul'a gelecek 9 Nisan Cumartesi günü saat 14:00'te İstanbul Modern Müzesi'nin içindeki Art House'da Atilla Dorsay'la bir söyleşi gerçekleştirecek. Bence kaçırılmaması gereken bir fırsat, hakikaten 40 yılda bir olabilecek bir şans, bu kadar önemli bir düşünürün konuşmasında bulunmak. Onun dışında 8 Nisan Cuma günü gösterilecek olan "Güzel Tutsak" filminden önce de Alain Robble-Grillet'ye Yaşam Boyu Başarı Ödülü sunacağız, Atlas Sineması'nda saat 19:00'da yapılacak gösterimde. Bence bunun da kaçırılmaması gerekiyor.
VB: Bu sene fiyatlar düşük tutulmuş ya da bana öyle geliyor...
AT: Özellikle çok dikkat ettik, öğrenci fiyatlarına hiç zam yapılmadı. Yine 7.5 milyona izleyebilecekler. Mesela sabah seansları için bu sene özel bir uygulama yaptık, hafta içi sabah 10 seanslarında sinemayı sinema yapan klasikleri sadece 5 milyona izleme şansımız var. Eğer izleyiciler "İKSV Dostu" ise, İKSV kartları varsa yine %20'den fazla indirim şansları var, ki sadece film festivali değil İKSV'nin düzenlediği bütün etkinliklerde bu kartla indirim alabiliyorlar. Bu filmleri izlemek isteyenler bir şekilde bütçelerine uygun bir şekilde bir yolunu bulup izleme şansı bulacak, bu sene özellikle buna çok dikkat ettik.
VB: Yarından başlayarak yine hayata 2 hafta ara vereceğiz.
(1 Nisan 2005 tarihinde Açık Radyo'da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)
24. Uluslararası İstanbul Film Festivali hakkında bilgi almak için: