Ormanın Dili: Çeşitlilik, İklim ve Birlikte Yaşam

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Ecology Letters dergisinde yayımlanan 'Tree Diversity Increases Forest Temperature Buffering via Enhancing Canopy Density and Structural Diversity' adlı makaleden hareketle biyoçeşitliliğin önemi üzerine konuşuyor.

""
Ormanın Dili: Çeşitlilik, İklim ve Birlikte Yaşam
 

Ormanın Dili: Çeşitlilik, İklim ve Birlikte Yaşam

podcast servisi: iTunes / RSS

“Çeşitlilik birlikte yaşamanın olmazsa olmazı.” Bu cümleyi ilk duyduğumda, aklıma ormanlar geldi; gövdesini güneşe uzatmış bir meşe ağacının yanında, serin gölgede büyüyen bir başka çalı… Yukarıdan bakıldığında sadece bir yeşil alan gibi görünen ama içinde binlerce türün birlikte nefes aldığı o karmaşık, dünyalar. Ekolojist Robert H. MacArthur’un da dediği gibi, doğadaki düzenin temeli çeşitliliktir ve şimdi, o düzenin temel taşları birer birer yerinden oynuyor.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırma, Çin’in subtropikal ormanlarında yapılan gözlemlere dayanarak önemli bir gerçekliği yeniden gözler önüne serdi: Tür çeşitliliği yüksek olan ormanlar, yazın 4 dereceye kadar daha serin, kışın ise daha sıcak kalabiliyor. Ağaçların farklı boyları, yaprakların gökyüzüne yayılan katmanları, orman zeminine düşen yumuşak gölgeler… Tüm bunlar sadece estetik değil; hayati. Orman, kendi içinde bir mikroklima yaratıyor ve bunu, farklılık sayesinde yapıyor.

Bu çarpıcı bulgular, Ecology Letters dergisinde yayımlanan ve Florian Schnabel ile arkadaşlarının yürüttüğü bir çalışmadan geliyor: Schnabel F. et al.(2025). Tree Diversity Increases Forest Temperature Buffering via Enhancing Canopy Density and Structural Diversity. Ecology Letters.

Ama bu mucizevi sistem hızla bozuluyor. 1990’dan bu yana dünya, Libya’nın yüzölçümüne eşit bir alan olan 178 milyon hektar orman kaybetti. Asya-Pasifik bölgesindeki yağmur ormanları, en çok kayıp yaşayan bölgelerden biri ve bu kaybın arkasında, çoğu zaman haritalarda bile görünmeyen bir tehdit var: hayalet yollar. James Cook Üniversitesi araştırmacıları, bu yasa dışı yolların kayıtlı yollardan üç ila yedi kat daha fazla olduğunu, tarım, madencilik ve kaçakçılık gibi faaliyetlerle ormanları geri dönüşsüz şekilde yok ettiğini ortaya koydu.

Peki ya Türkiye? Resmi kayıtlara göre ormanlık alanlarımız ülkenin %29.4’ünü kaplıyor. Ancak bu ormanların önemli bir bölümü, bilimsel orman tanımının oldukça altında kalan alanlardan oluşuyor. Kapalılık oranı %10’un altında olan bölgeler bile orman sayılıyor. Madencilikle tahrip edilen alanlar hâlâ ‘orman’ olarak kayıtlarda duruyor. Göstermelik ağaçlandırma sahalarıyla kaybettiklerimizi yerine koyduğumuzu sanıyoruz; oysa ekolojik anlamda bu yalnızca bir yanılsama.

Bu tablo karanlık gibi görünse de Brezilya ve Kolombiya gibi ülkelerin son yıllarda orman kayıplarını yavaşlatması umut verici. Doğru politikalar, etkin sivil toplum hareketleri ve şeffaf verilerle bu mücadele kazanılabiliyor. Türkiye de bu yoldan yürüyebilir - yeter ki gerçek ormanlarla yüzleşmeye, çeşitliliğin değerini ve ekolojik hafızayı yeniden hatırlamaya cesaret edelim.

Peki neden ‘ekolojik hafıza’?

Antroposen Sohbetler’in bu bölümünde anahtar kavramımız ‘ekolojik hafıza’. Çünkü ormanların kaybı yalnızca bir habitatın değil, binlerce yıllık bir evrimsel ve kültürel birikimin silinmesi anlamına geliyor. Doğanın belleğinde kayıtlı olan çeşitlilik, birlikte yaşamanın tarihini barındırıyor. ‘Hayalet yollar’, gösterilmeyen kayıplar, Anadolu’daki görünmeyen tahribatlar… Bunlar hep doğal tarih anlatısının parçası.

Bu ifade, aynı zamanda geçmişten bugüne uzanan natural history yaklaşımını, türlerin birlikte evrimini ve insan-doğa ilişkilerini çağrıştırıyor. Ekolojik hafıza, sadece bir kavram değil; kaybolmakta olan bir belleğin sessiz ama ısrarlı bir çağrısıdır. Çünkü orman yalnızca ağaç değildir. O, yaşamdır; kökleriyle toprağa tutunur, gövdesiyle göğe uzanır; çeşitliliğiyle bize birlikte yaşamanın ne demek olduğunu hatırlatır. Onu korumak, sadece doğayı değil, biyoçeşitliliğin tüm bileşenlerini korumaktır.