Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Atlas dergisinin 30. yılını kutlamak ve derginin evrim sürecini değerlendirmek üzere derginin editörü Özlem Numanoğlu ile bir araya geliyor.
Antroposen Sohbetler'de bu hafta, Atlas dergisinin 30. yılını kutlamak ve derginin evrim sürecini değerlendirmek üzere derginin editörü Özlem Numanoğlu ile buluştum. Özlem Hanım, derginin geçmiş 30 yıl içindeki evrimini ve Türkiye'de kültürel etkisini ele aldı. Derginin kuruluşundan günümüze kadar geçen süreçte, Atlas'ın Türkiye'nin turizm anlayışını yeniden tanımlayarak okurlarına keşif perspektifini nasıl sunduğunu, okurlarının dergiyi nasıl bir okul olarak tanımladığını ve Atlas’ın nasıl kültürel sınırları aşan bir yayın haline geldiğini anlattı.
Şüphesiz ülkemiz için önemli bir yayın olan Atlas, birçok alanda çığır açan bir yayındı. Ülkemizde coğrafya ile ilgili böyle bir dergi yokken ciddi bir boşluğu doldurarak halka bilgi veren bir dergi misyonuyla işe başlamıştı ve hala da devam ediyor. Özlem Hanım ile okurlardan gelen yansımalarını da konuştuk ve böylece derginin toplumsal alandaki olumlu izlerinin de altını çizdik. Atlas dergisinin nice yeni yılları olsun. İyi dinlemeler ve iyi okumalar…
Utku Perktaş: Merhaba, iyi akşamlar herkese, Antroposen Sohbetler'e hoş geldiniz! Ben Utku Perktaş. Bugün programda özel bir konu, benim çok kıymet verdiğim bir yayını konuşacağız. Esasında Nisan 1993'ten beri yayında olan bir dergiyi bugün programa konu ediyoruz; Atlas dergisi. Daha önce Çernobil dosyasıyla programa konuk olan Atlas dergisinin editörü sevgili Özlem Numanoğlu bugün konuğum. Özlem Hanım, hoş geldiniz. İyi ki geldiniz, öncelikle çok teşekkür ederim, kırmadınız beni, birlikteyiz bugün, eksik olmayın!
Özlem Numanoğlu: Ben teşekkür ederim Atlas adına sağolun.
U.P.: İyisiniz?
Ö.N.: İyiyiz, iyi olmaya çalışıyoruz elden geldiğince.
U.P.: Bu yıl dergi 30 yaşına bastı. Dolayısıyla ben de bu heyecanla hem tebrik etmek istiyorum sizi, hem de dediğim gibi çok önemsiyorum bu tür yıldönümlerini ve o vesileyle de Atlas'ı konuşalım istedim sizinle, siz de geldiniz, eksik olmayın!
Ö.N.: Çok teşekkürler. Bu vesileyle ben de sizin programınızı, 100. programımızı kutlamış olayım.
U.P.: Çok teşekkürler! Şimdi sorularla başlayabiliriz o zaman. Ben, Atlas'ı dediğim gibi önemsiyorum ve Atlas'ın başlangıcından bugüne kadar geçen 30 yıl boyunca nasıl evrim geçirdiğini düşünüyorsunuz diye bir editör olarak size sormak istiyorum. En azından sizin gördüğünüz, sizin gözünüzden, sizin perspektifinizden bunu nasıl konuşabiliriz? Atlas dergisi için ne söylersiniz?
Ö.N.: Aslında bu soru, 30. yıl özel sayımızı hazırlarken bizim de kendi kendimize sorduğumuz ve merak ettiğimiz bir soruydu. Çünkü 30 yıl belki kısa bir zaman dilimi gibi gözüküyor ama yayıncılıkta oldukça uzun bir süre. Evet, derginin 30 yıl önceki sayılarına bugün teknolojik açıdan ulaşabilmemiz bile mesele. Çünkü tamamen başka teknolojiler, başka programlarla çalışılıyormuş o dönemler. Artık bambaşka programlarla çalışılıyor. Dolayısıyla hem teknik güçlükleri olan, hem de hatırlaması güç bir soru aslında. Fakat biz bu sorunun peşine düşmüşken başka şeylere de bakmaya çalıştık. Örneğin; son 30 yılda politik, toplumsal, kültürel anlamda ne gibi değişimler geçirdi acaba Türkiye ve dünya? Bu soruyla birlikte bir panorama çizme fırsatı yakaladık. Tabii sadece yayıncılık olarak değil, aslında günlük hayatın da büyük bir evrim geçirdiğini gördük.
Atlas'ın ilk sayısı sizin de dediğiniz gibi Nisan 1993'te rafa çıkıyor. O yıl hayatımızda internet diye bir şey yok. Fakat internet Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) bilim insanları arasındaki bilgi alışverişini kolaylaştırmak için aslında bir şekilde geliştirilmiş ve kamu malı olarak halka açılmış. Fakat bizim interneti kullanabileceğimiz teknolojiler daha yok. Hatta komik bir anekdot da var; o yıl Bill Clinton işbaşı yapıyor, göreve geliyor ve Amerika'da dünyanın e-mail adresi alan ilk devlet başkanı oluyor ve görev süresi boyunca, sekiz yıl boyunca sadece iki mail atmış.
U.P.: Bu bilgi çok güzel bir bilgi benim için, çok yeni bir bilgi, harika oldu.
Ö.N.: Bu maillerden birini uzaya atıyor, uzaya gönderiyor. İşte böyle bir dünyadan bilgiye aç bir dünya var. 90'lar dediğimizde ise aslında bugün bir kültürel uyanış dönemi olarak da hatırlıyoruz 90'ları. İşte böyle bir dünyaya doğuyor Atlas ve insanlara dünyayı taşıyor. Aslına bakarsanız biz bugün o yıllara şimdi dergiciliğin altın yılları diyoruz. Şimdi size Atlas'ın 30. yıl sayısını göstereyim.
Atlas, sınır tanımayan bir dergi olarak, kültürel, coğrafi sınırları aşan ve anlatılmaya değer her hikayeyi okurlarına sunarak, Türk kültürüne ve toplumuna katkı sağlıyor
U.P.: Evet ben de edindim hemen görür görmez.
Ö.N.: Evet, şimdi Atlas'ın ilk sayısı hazırlanırken Mehmet Yaşin ile konuşma fırsatımız oldu. Kendisi Atlas'ın ilk yayın yönetmeni ve aynı zamanda fikir babası biliyorsunuz. Dedi ki, 'Çok tereddütle hazırladık'. Çünkü bir coğrafya dergisi, bir keşif dergisi örneği yok Türkiye'de. Yani Amerika'da var; National Geographic var. Ama Türkiye'de okur bunu nasıl karşılar? Hiçbir fikirleri yok. Dolayısıyla bir risk alıyor grup o dönem. Sedat Simavi'ler de işin içinde ve bir şekilde 'tamam' deniliyor ve Atlas basılıyor.
Atlas piyasaya çıktığı gibi tükeniyor, ilk sayısı altı baskı yapıyor. Bugün bir derginin ikinci baskısını görmesi bir 'hayal' diyebilirim size. Çok önemli tabi. İşte dergiciliğin altın yılları da böyle bir dönem; internetsiz bir dünya ve insanlar kucaklıyor Atlas'ı. Okurun bu ilgisi, reklam veren için de yeni bir şey tabii ki ve reklam verenleri de harekete geçiriyor, şirketler yarışa giriyorlar, Atlas'a reklam vermek istiyorlar, mesela havayolları çok cazip olanaklar sunuyorlar. Böyle bir dünyada Atlas, yavaş yavaş dünya çapında bir coğrafya dergisine dönüşüyor.
U.P.: Çok güzel. Benim için çok yeni bilgiler bunlar, bunları hiç bilmiyordum, nefis bir başlangıç oldu.
Ö.N.: Yani Atlas'ın evrim süreci böyle başlıyor diyebiliriz. Ama tabi bugün geldiğimiz noktada elbette çok şey değişti. Yani mesela şimdi biz sizinle - siz New York'tasınız, ben ise İstanbul'dayım - internet ortamında görüntülü bir görüşme yapıyoruz ve bu bir radyo kaydı olarak yayınlanacak. Bambaşka bir gerçeklikte, bambaşka bir dünyada var olmaya çalışıyor Atlas.
Atlas, Türkiye'nin kültür haritasını çizen, 30 yıllık serüveninde 'keşfetmek için bak' sloganını benimseyerek okurlarına dünyayı farklı bir perspektifle görmeyi öğretiyor
U.P.: Geçen yılın Ağustos ayında kitaplar, bu basılı materyaller neden hayatımızda sorusuna dair Can Kozanoğlu'na da - kendisini de anmış olalım - sormuştum aynı soruyu. Bu basılı materyaller bizim hayatımızdan çıkmamalı. Yani tabii ki yer problem, her zaman dergi biriktirilmiyor, alınmıyor yer sorunundan dolayı. Hepimizin sınırlı yaşam alanları var ve sonuçta kütüphane kurmuyoruz baktığınız zaman ama yine de bu basılı materyallerden vazgeçmiyoruz. Bir şekilde evde kütüphanede oluyor bir takım dergilerin özel sayıları, bunları hep koruyoruz yani bunda bir aidiyet var.
Benim şimdi gördüğüm ilginç bir şekilde yurt dışında - geçtiğimiz aylarda İngiltere'ye gitmiştim, şimdi ise New York'tayım - insanlar yine kitapçıları boşaltıyor. Ama benim anladığım kadarıyla üniversitede de, o genç kuşakta da bu tür basılı materyallere olan bağlılık azalmış gibi görünüyor. Bu sadece Türkiye'nin problemi de değil ama genel olarak dünyada da böyle bir şey var. Herhalde internetin getirdiği ya da sosyal medyanın getirdiği bir tür yozlaşma mı demeli ya da evrimleşme süreci mi demeli, bilmiyorum, ama yine de kopmamamız gerektiğine inanıyorum. Yani Atlas'ın hayatını basılı olarak devam ettirmesi gerekiyor. Ben her zaman, gazetecide ya da dergi satan bir markette ya da gördüğüm her yerde gözümün aradığı dergilerden bir tanesi Atlas. Bunun gibi birkaç tane dergi daha var.
Ö.N.: Ne güzel, ne mutlu...
U.P.: Ama dediğim gibi siz de haklısınız, maliyetler artıyor ve yaşam da farklı bir şekilde evrimleşti, gündelik hayat değişti.
Ö.N.: Evet, gündelik hayat değişti. Son dönemde kağıt fiyatları %400 oranında arttı. Bu bile çok şey söylüyor aslında. İnsanlar sadece dergilerde değil, bir kitap almaya çalıştıklarında da o fiyat etiketinde bunu görüyorlar. Tabii bu söylediğinize ek şunu da söyleyeyim; içinde bulunduğumuz ay ABD'de National Geographic dergisi artık rafa çıkmıyor, basılı olarak yok. Bildiğimiz kadarıyla sadece online olarak sürecek yayınlarını ve abonelik sistemiyle gönderecek. Yani 1888 yılında, yanlış hatırlamıyorsam, National Geographic'in ilk sayısı çıkıyor. Yani bu kadar köklü bir yayın ve aslında nispeten Atlas da böyle imkanlar denizinde yüzen bir yayın.
Geleneksel yayıncılıktan kopuyoruz, aşamalı olarak başka bir dünyaya doğru evriliyoruz. Atlas'ın bu evrim sürecini nasıl tamamlayacağını tabii yazı işleri ve okurdan ziyade biraz bağlı bulunduğu yayın grubunun vizyonu belirleyecek muhtemelen. Umarız geleceğe taşınır ve yeni okurlar, yeni nesiller Atlas ile büyümeye devam ederler.
U.P.: Ben kendi adıma hiç olumsuz bir şey düşünmek istemiyorum. O yüzden zaten bu vesileyle de sizinle konuştuk ve ben bunu konu etmek istedim. Yani 30. yıl ve madem elimizde böyle bir olanak var bu programda duyurmak istedim tekrardan 30. yılı. Şimdi o zaman izniniz olursa şunu soracağım; geçen 30 yıllık süre zarfında Atlas'ın en etkileyici makaleleri ya da röportajları hangileri olmuş acaba? Bunlardan hiç örnek verme şansınız olur mu?
Ben mesela şunu hatırlıyorum, bir onu söyleyeyim; Cüneyt Oğuztüzün ve ilgilendiğim kuşlar, sulak alanlar, Türkiye'deki doğal hayat deyince benim Atlas'la tanıdığım ve fotoğraflarına hayranlıkla baktığım sulak alan dosyaları. Yani doğal yaşamla ilgili olan dosyalar ve fotoğraflar deyince Cüneyt Oğuztüzün nedense benim aklımda, zihnimde değişmez bir yer etmiş. Ama Cüneyt Oğuztüzün'ü kaybettik.
Ö.N.: Burada anmış olalım kendisini yeniden. Gerçekten Anadolu'yu en güzel gören gözlerden biri Cüneyt Oğuztüzün herhalde.
U.P.: Kesinlikle. Dijital fotoğrafçılık yok, hiç bir şey yok. O zamanların normal fotoğraf makineleriyle o kuş fotoğrafları inanılmaz.
Ö.N.: Cüneyt Oğuztüzün ile ilgili ilginç bir şey söyleyeyim hazır lafı açılmışken; bugün Anadolu'da bir yere gittiğinizde yani çok ücra bir yere gidin ve Atlas dergisinden geldiğinizi söyleyin bir şekilde Cüneyt Oğuztüzün'ü tanıyan birileri çıkar. Anadolu'yu o kadar gezmiş, gittiği yerlerde o kadar uzun süreler geçirmiş ki kendisi. Bir de o günün dijital teknolojileri de nispeten daha az olduğu için çok kıymetli filmli çekim yapıyorlar sonuçta o dönem içinde. Işığı bekliyor, onu bekliyor, bunu bekliyor... Belki gittiği yerde haftalar geçiriyor ve oradaki insanlarla güzel ilişkiler kuruyor. Böyle de Cüneyt Oğuztüzün'e bir parantez açmış olalım.
U.P.: Çok iyi oldu. Şimdi ben sorumu o zaman yine tekrarlayayım; makaleler ve röportajları düşününce acaba akılda kalan bu 30 yıllık süre zarfında etkileyici makaleler hangileri olmuş olabilir, siz neler söylersiniz bu soru için?
Ö.N.: Şimdi Anadolu özelinde Atlas'ın Yazı İşleri Müdürü Türker Erşen'in 30. yıl sayımıza yazdığı güzel bir yazı vardı. Yazıda Karaman Ermenek'e gidiyorlar fotoğrafçı Gökhan Tan ile birlikte ve oranın köylerinde günler geçiriyorlar. Bir dağ köyünde çocuklar diyorlar ki, 'Biz Atlas dergisini tanıyoruz.' Yıl 1998. 'Nereden tanıyorsunuz?' diye soruyorlar ve çoçuklar 'Buradan paraşütle geçti Atlas' diyorlar. O da aslında Hakan Öge; Sinop'tan Anamur'a paramotorla uçuyor ve paraşütün üzerinde de kocaman Atlas yazıyor, Atlas'ın logosu var. Anadolu'yu havadan fotoğraflıyor, daha drone'un olmadığı dönemler. Yani bu güzel bir örnek olabilir.
Bunun dışında Türk basınında Antarktika'ya ayak basan ilk kişi Ali Murat Atay. Daha yıl 1995 ve Şili'den geçiyor. Yine Atlas'ın kayıtlarından söz ettik. Uğur Uluocak var. O da Atlas'ın ekspediksiyon editörü. Uğur'u ne yazık ki bir çalışma arkadaşı olarak tanıma şansım olmadı ama okuruydum ve ne yazık ki Uğur'u da kaybettik. Karakurum Bölgesi'nde dünyanın tırmanması en zor dağlarından K2 var. Yüksekliği sekiz bin metrenin üzerinde ve gerçekten belalı bir yer, çok sayıda da can almış. Uğur, iki kez K2'ye tırmanmayı deniyor fakat ikisinde de hava şartları ona izin vermiyor. İkinci seferinden de hüsranla dönünce bu dergiye şu başlıkla taşınıyor 'K2 - Uğur Sıfır.'
U.P.: Gerçekten çok güzelmiş.
Ö.N.: Evet. Şimdi tabii insanlar bugünün kıymetli de dağcılarından Tunç Fındık da Uğur'u okuyanlardan birisi. Tunç Fındık, dünyada sekiz bin metrenin üzerindeki 14 dağa tırmanan ilk Türk dağcı oldu, geçtiğimiz aylarda böyle bir başarıya imza attı kendisi. Şimdi Tunç, bu projesini dergimizin Şubat sayısına yazıyor, kapağımız olacak Şubat ayında. Etkileyici hikayeler yazmaya ve okurlarını yoldan çıkarmaya da devam ediyor diyebiliriz Atlas.
U.P.: Harika, çok güzel örnekler oldu. Peki, derginin Türkiye'deki kültürel alanda nasıl bir yanıt verdiğini düşünüyorsunuz? Çünkü dergi 30 yıldır hayatımızda ve sanıyorum belli ölçüde bu kültürün Türkiye'deki evrimi içerisinde etkileşimi nasıl? Dergi evrimleşti ve dergi Türk kültürüne de bir şeyler kazandırdı diye düşünüyorum ben. Neler düşünürsünüz bu soru için?
Ö.N.: Tabii bu soruya cevap vermek için belki de Atlas'ın nasıl bir dergi olduğunu birazcık anlatmak gerekebilir. Biliyorsunuz Atlas, ismini gök kubbeyi omuzlarında taşıyan mitolojideki Atlas karakterinden alıyor. Mehmet Yaşin'e geçenlerde sordum 'Neden Atlas ismini seçtiniz?' diye. 'Çünkü biz bu dergiyle Türkiye'ye dünyayı taşımak istiyorduk' dedi. Türk insanının tatil anlayışı o dönemlerde bildiğiniz gibi deniz, kum, güneş üçlemesi üzerine yani o klasik üçleme üzerine.
U.P.: Klasik sahil şeridi.
Ö.N.: Ne yenir ve ne içilir. Keşfetmeye, kanyonlara girmeye, dağlara tırmanmaya, kamp yapmaya çok meraklı insanlar değil Türkler. Böyle bir Türkiye'ye aslında yepyeni bir tatil, turizm anlayışı kazandırıyorlar o dönem ve bunu yaparken sadece turizm değil, yepyeni bir perspektif sunuyorlar, bir keşif perspektifi sunuyorlar. Atlas okurları, antropoloji, arkeoloji, biyoloji gibi kavram ve bilim dallarını belki de ilk kez Atlas'tan okuyorlar o dönem. Ben o okurlardan biriydim. Pek çoğuyla Atlas sayesinde tanıştım yani Atlas bir dünya okuluna dönüşüyor ve bu dünya okulu kavramı da bir okurumuza ait; 'Atlas benim için bir dünya okulu oldu' diyor ve gerçekten de Atlas, okurlarının dünyasını genişletiyor.
Klişeleri sevmeyen, yeni anlatım yolları arayan bir dergi Atlas. Sınır tanımayan; kültürel, coğrafi sınırları tanımayan, anlatılmaya değer her hikayeyi anlatmaya çalışan ve hamasete sapmadan insanlara ülkesini sevdiren bir dergiye dönüşüyor Atlas.
Aynı zamanda bir dünyalı olmayı da öğretiyor okurlarına Atlas. Dünyadaki her canlı eşit derecede önemlidir, hepsinin var olmaya hakkı vardır. Dağların, nehirlerin, göllerin dahi var olmaya hakkı vardır ve Atlas, tüm bunları yerli yazar ve fotoğrafçılarla yapıyor. Bu da çok önemli tabi ki çünkü insanların içindeki kaşifi çıkartıyor yani sürekli küçük küçük tohumlar atıyor okurlarının içine.
U.P.: Peki bu sorunun bir devamı olarak şunu soracağım şimdi; derginin Türkiye'de olumlu anlamda iz bıraktığı kesin. Sonuçta konuştuğumuz, biraz önce söylediklerinizden yola çıkarak bu işin toplumsal alanda size okurlardan gelen yansımalarında ilginç şeyler var mı? Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz ya da örnek verebilir misiniz?
Ö.N.: Pek çok okurumuz çocuğuna Atlas ismini koyuyor.
U.P.: Çok güzel.
Ö.N.: Popüler bir isim biliyorsunuz Atlas ismi ve şu aralar pek çok çocuk Atlas adıyla büyüyor. Şaka bir yana tabii farkındalık sahibi bir okur Atlas okuru. Dünyanın bir parçası olduğunu bilen, efendi gibi değil, bir parçası olduğunu bilen bir okur. Etrafına merakla bakan bir okur. 'Keşfetmek için bak' sloganı zaten biliyorsunuz derginin. Bir de ilginçtir, her siyasi görüşten insan Atlas alır, okur, Atlas'ın o kırmızı çizgilerine, değişmez çizgilerine saygı gösterir. Yani doğadan yana taraftır, kültürden yana taraftır Atlas ve derginin bu taraf olduğu noktalara okur da her zaman saygı duyar. Hangi ideolojiden ve yapıdan olursa olsun; öğretmen de okur, mühendis de okur, jandarma da okur ve ev hanımı da okur. Çok farklı profiller her biri fakat bize gelen okur yorumlarından anladığımız kadarıyla, hemen hemen hepsi aslında Atlas ile büyümüş okurlar ve bazı okurlarımızın da çok genç okurlarımız olduğunu görüyoruz, bu bizi mutlu ediyor. Yani liseli öğrenciler bazen bize e-posta gönderiyorlar. Eskiden mektup gelirdi, artık e-posta geliyor ya da Instagram'dan mesaj geliyor. Hepsinin söylediği şey, bir farkındalık kazandıkları, dünyaya mavi çerçeveden bakmaya çalıştıkları.
Bir okurumuz şöyle demişti, 'Atlas'dan yedi yaş büyüğüm ama bu biraz ilginç çünkü beni Atlas büyüttü diyebilirim.' Bir başka okurumuz ise yıllar önce Mardin'de askerlik yaparken güvenlik kontrollerinde yaşlıların yüzlerinde dövmeler görüyor. Pek çok arkadaşı da yadırgıyor tabii o dövmeler nedir diye. Ama okurumuz bir Atlas okuru olduğu için biliyor o dövmelerin ne olduğunu ve şöyle diyor, 'Dövmenin iğne yardımıyla anne sütü ve külle deriye işlendiğini biliyordum' ve ekliyor, 'Temel desenlerin ne anlama geldiğini bile hatırlıyordum.' İşte bunlar bize gelen çok güzel yansımalar diyebilirim.
U.P.: Çok önemli izler. Gerçekten dergi iz bırakmış belli ölçüde. Şimdi ben de şöyle bir şey söyleyeceğim; ben tabii liseyi bitirdiğim yıl 1993 ve aynı zamanda Atlas'ın da hayata geçtiği yıl. Sonra üniversite hayatı başlıyor bizim için. Lisedeki arkadaşlarımla görüşmeye devam ediyoruz o dönemlerde, üniversiteye başlayınca kopmuyor ilişkiler ve hala oradan devam eden arkadaşlıklar da var ve o zaman şu diyaloglar bizim aramızda geçiyordu. Atlas alıyorduk yani Atlas alınıyordu kesinlikle. Kendi aramızda ve Türkiye'deki en iyi derginin Atlas olduğunu 1994-1995 ve 1996 yıllarında biz üniversite öğrencisiyken kendi aramızda konuşuyorduk, 'Türkiye'de bir dergi varsa en iyisi Atlas' diyorduk. Gerçekten her türlü alandan inanılmaz bir perspektifi var, herkese hitap eden bir dergi diye kendi aramızda o zaman konuşurduk. Üniversitede de böyle bir komünite vardı.
Üniversiteyi de programa konu ettik ama zannediyorum ortaöğretimin kalitesi de Türkiye'de aşağı doğru çekiliyor. Bu tür şeyleri duymuyoruz artık ama bir şekilde en azından biz kendi çevremizdeki öğrencilere ya da genç arkadaşlarımıza ya da meslektaşımız olacak insanlara bunu biraz vermeye çalışıyoruz. Ne yazık ki böyle bir yozlaşma dönemi var, buna diyecek bir şey yok.
Zaman çok hızlı geçiyor, çok güzel bir söyleşi oldu şu ana kadar. Gerçekten ben çok yeni şeyler öğrendim. Şimdi son soruma geçiyorum; derginin geleceğini soracağım size. Birçok basılı yayın artık online oluyor, sizde böyle bir plan var mı? Gelecek 30 yılı nasıl görüyorsunuz? Çünkü burada söylemek istiyorum; Atlas 30. yılını kutluyor ve nice 30 yılları olsun diyorum Türkiye için. Yani gerçekten bitmesin ve nice yeni yaşları olsun. Bu anlamda, geleceği hakkında ya da gelecek 30 yıl hakkında neler söylenebilir ya da ne söylersiniz? Var mı birtakım farklı düşünceler?
Ö.N.: Yayının başında konuştuğumuz gibi, dijital bir devrim söz konusu. Böyle bir çağdayız, şu an dijital bir devrim yaşanıyor ve bu devrimden geleneksel medya çok büyük ölçüde etkileniyor. Atlas da bundan etkileniyor. Sarsıcı bir rüzgar, her ay gemiyi limana yanaştırmak zorundasınız ve fırtınalı zamanlardayız, onu söyleyebilirim yazılı mecralar için. Az önce koskoca National Geographic'den konuştuk, bütün dünyada ağı olan bir dergiden. Onlar dahi artık dijital karşısında geri adım attılar ve farklı yöntemler izleyecekler.
Atlas'a sosyal medya mecralardan ulaşılabiliyor, indirilebiliyor ama bu hızlı yarışta Atlas'ın dijital dünyada - açık konuşmak gerekirse - geride, biraz hantal kaldığını düşünüyorum, o hıza ayak uyduramıyor. Çünkü bu bambaşka yatırımlar ve bambaşka insan gücü isteyen bir durum. Ne yazık ki bu nedenle bu soruya böyle dört başı mamur bir yanıt veremiyorum şu anda. Fakat bir yandan da bazen biz tek bir sayfasını hazırlamak için günlerce uğraşırız Atlas'ın, bir bilim insanına yollarız, ona yollarız, buna yollarız, o sayfa gider gelir ve en son halini alır. Bu sadece tek bir sayfa için. Okur bunu çoğu zaman fark etmez. Yani müthiş bir emek, titizlik ve detaycılık var bu dergide fakat dijital dünya bu ağırlığı kaldırabilecek bir ortam değil. Yani bir yandan bu emeğin görülmemesine üzülüyorum, bir yandan da o yarışta geride kaldığımız için üzülüyorum. Bilmiyorum, bunun bir ortasını bulmak gerekiyor sanıyorum. Dileriz gerekli yatırımlar yapılır ve Atlas dijital dünyada daha etkin bir şekilde yerini alır.
U.P.: Özlem Hanım, çok teşekkürler, çok harika bir söyleşi oldu. Atlas'ı konu etmek de çok güzel oldu, sizinle buluşmak da gerçekten çok güzel oldu. Eksik olmayın, ağzınıza sağlık. Bana ayrılan süre hemen hemen bitti sayılır. Dolayısıyla ben çok teşekkür ediyorum tekrardan size ve bu vesile ile dinleyicilerimize de iyi akşamlar diliyorum. Önümüzdeki günlerde Antroposen Sohbetler'de tekrar buluşmak üzere hoşça kalın. Çok teşekkürler Özlem Hanım.
Ö.N.: Ben teşekkür ediyorum. Dinleyenler de sağolsunlar.
U.P.: Eksik olmayın.