Prof. Dr. Kayıhan Pala’yla İstanbul’daki hastanelerin sorunlarını, depremin ardından eksikleri ve ihtiyaçlarıyla sağlık sektörünü konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür: Bugün konuğumuz Halk Sağlığı Uzmanı Profesör Doktor Kayıhan Pala Hocamız. Hocam hoş geldiniz programımıza. Merhaba.
Kayıhan Pala: Merhaba. Hoşbulduk. Çok teşekkür ediyorum beni programa konuk olarak aldığınız için.
G.E.: Evet. Aynı zamanda Kayıhan Hocamız Açık Radyo programcısı. Özellikle pandemi döneminde Doktor Osman Elbek'le birlikte yaptıkları programlarla birçoğumuzun sağlığımızı korumamıza da neden oldular. Bunun için de programın başında çok teşekkür etmek
istiyorum Kayıhan Hocam size.
K.P.: Biz de çok teşekkür ederiz. Ben de Osman adına da bu teşekkürü almış olayım. Buradan da selamlar. Çok teşekkürler.
G.E.: Osman Elbek'e de çok teşekkür ediyoruz. Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ sizler de hoşgeldiniz programa, merhaba.
Kayıhan Hocam özellikle depremle ilgili yapmış olduğunuz çalışmalar var, bu konuda çıkarttığınız raporlar var. Aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin depremle ilgili oluşturmuş olduğu Bilim Kurulu üyesisiniz. Sağlıkla ilgili konuların başındasınız. Buradan hareketle, özellikle İstanbul'daki hastanelere ilişkin bir genel soruyla programımıza başlamak istiyoruz. Hastanelerin durumu nedir? Bu konuda alınan önlemler nelerdir? Bu konuda lütfen bilgilerinizi, görüşlerinizi, dinleyicilerimizle paylaşır mısınız?
K.P.: Çok teşekkür ederim bu soru için. Öncelikle bilgilere geçmeden kısa bir açıklama yapmak isterim. Biliyorsunuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), İstanbul Planlama Ajansı (İPA) görevlendirilerek bir Deprem Bilim Kurulu (DBK) oluşturdu. Bu DBK’nın koordinatörlüğünü de sevgili dostumuz Profesör Doktor Faruk Şengül yapıyor. Bir sistematik oluşturuldu. Yedi ana konuda afet yönetiminin dört evresi baz alınarak 28 modül oluşturuldu. Bu yedi ana konunun başlıklarını söylemek isterim. Birincisi yönetsel ve hukuki boyut. İkincisi mühendislik boyutu. Üçüncüsü şehircilik ve mimari boyut. Dördüncüsü toplumsal boyut. Beşincisi sizin de söylediğiniz gibi benim koordinatörü olduğum sağlık boyutu. Altıncısı ekonomik boyut ve yedincisi lojistik boyut olmak üzere. Şimdi afet yönetiminde uluslararası kabul edilen bazı evreler var. Bu evreleri İPA dört ana başlık altında topladı. Dolayısıyla bu yedi çalışma grubu, depremle ilgili önleme ve risk azaltmadan hazırlıklı olmaya, müdahaleden toparlanmaya kadar geniş bir çerçevede bir hazırlık içerisine girdi. Biz de sağlık grubu olarak önce bir çalıştay yaptık. Sonra arkasından toplandık. Ve ilk yapmamız gereken işin İstanbul'daki sağlık kuruluşlarının depremselliğinin incelenmesi buna ilişkin bir veri tabanı oluşturulması olduğuna karar verdik. Buradan yeterince bilgi sahibi olmayanlar için söyleyeyim. İPA gerçekten çok başarılı bir ajans. Çok iyi çalışanları var ve bugün itibariyle benim elimde 60 sayfanın üstünde bir rapor var. Ancak bu rapor daha henüz geliştirilme aşamasında olduğu için ben size bazı ana hatlarından söz edeceğim sorunuza yanıt olsun diye. Önümüzdeki haftalarda İBB bu raporun ayrıntılarını ve bazı hastanelerin isimlerini kamuoyuna açıklayacak. Şimdi önce şuradan bakalım. İstanbul devasa bir kent. Dolayısıyla çok sayıda sağlık kuruluşu var. İstanbul Sağlık Müdürlüğü verilerine bakılırsa iki yüz kırk beş sağlık tesisi var. Bu tesisler içerisinde de 427 yapı var. İBB'nin veri tabanıyla buluşturursak burada önce çok ilgi çekici bir şey söyleyeyim. Yıllardır söylüyoruz zaten İstanbul’da maalesef sağlık hizmetleri, ağırlıklı olarak özel sektöre terk edilmiş durumda. Kamu hastaneleriyle kıyaslandığında kabaca söylüyorum. Sağlık tesislerinin üçte biri kamunun üçte ikisi özel sektörün dersek sanırım temel olarak çatıyı anlatmış oluruz. Peki buyurun bir şey söyleyeceksiniz herhalde.
G.E.: Yok hayır.
Risk grubunda hastane sayısı yüksek
K.P.: Ha tamam. Bir ses geldiği için kesintide bulunmuştum. Şimdi tabii bu kadar yüksek sayıda sağlık tesisi olunca bunların acaba depremsellik karşısındaki durumları nedir sorusuna yanıt aramak için değişik mühendislik analizleri devreye girdi. İki ana kategoride analizler yapıldıktan sonra beş ayrı risk grubu karşımıza çıktı. Beşinci grup en riskli diyebileceğimiz sağlık tesislerini, birinci grup ise hani deprem olsa dahi ciddi bir risk içermeyen sağlık tesislerini tanımlamak için kullanıldı. Önce en risksiz olarak adlandıracağımız birinci gruptaki tesislere bakacak olursak bunlar içerisinde 14 tane kamu hastanesinin 18 tane özel hastanenin pek fazla bir risk içermediğini, şu ana kadarki bulgularımızla söylemek mümkün. Ama beşinci grup ve dördüncü gruba baktığımızda ki bizim yaklaşımımız bunlara ivedi olarak müdahale edilmesi gerektiği biçimindedir. Üç tane kamu hastanesi, 13 tane de özel hastanenin çok ciddi bir şekilde hemen müdahale edilmesi gerektiğini, bunlar beşinci risk grubundalar, en riskli grup. Dördüncü grupta da 29 tane kamuya ait hastane ve sağlık tesisinin, 69 tane de özel hastanenin yer aldığını söyleyebiliriz. İsterseniz bu soruya yanıtımı İstanbul'la birlikte Türkiye üzerinden jeoloji mühendisleri odasının geçen hafta açıkladığı rapordaki bazı verileri vererek bitireyim. O raporu okuyanlar anımsayacaklardır. Bakın, Jeoloji Mühendisleri Odası TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’ndan söz ediyorum tabii. Şöyle bir rapor yayınladı, dedi ki; ‘Şu anda bizim bulgularımıza göre bütün sağlık tesislerini incelememiş olmamıza rağmen Türkiye'de dört tane hastane fay hattına yapılmış durumda.’ Bunlardan bir tanesinin Bursa'da olduğunu biliyoruz. Ve 92 tane hastane ise büyük risk altında. Dolayısıyla özet olarak söylemek gerekirse şu anda Türkiye'de hem kamu hem özel sektör hastanelerinin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesine duyulan ihtiyaç çok net karşımızda duruyor. Ayrıca bazı tesislerin ciddi risk içerdiğini de anlamış oluyoruz.
Elvan Cantekin: Kayıhan Hocam bir soru sorabilir miyim ben? Şimdi bahsettiğiniz raporlar birden beşe kadar tehlike, risk altında bulunan sağlık kurumlarından bahsettiniz. Bunların ötesinde geçen gün biz deprem bölgesinden bir aile hekimiyle konuştuk ve aile hekimi mekanizmasının tamamıyla orada çökmüş olduğunu bize anlattı. İstanbul'da da böyle bir tehlikenin varlığı herhalde yadsınamaz. O noktada depremin hemen sonrasında yaralananların tedavisi filan anlamında tamam hastaneler çok acil ve önemli. Ama depremin sonrasındaki süreç içerisinde de bu aile hekimliği mekanizmasının çalışamaması da çok büyük problemleri getiriyor. O konuda elinizde bir bilgi var mı? Bir değerlendirme yapıldı mı? Bu şeyler kurumlar diyeyim. Hangi mekanlarda hangi riskler altında çalışıyor? Bir değerlendirme yapılabilir mi? Yapıldı mı? O konuda bir bilgi alabilir miyiz sizden?
Kamuya açık bir veri tabanı yok
K.P.: Çok teşekkür ederim bu soru için. Öncelikle birinci basamak sağlık kuruluşlarının ne durumda olduğuna ilişkin henüz elimizde veriler çok sınırlı. Bunları size sayılara dökerek yanıtlama olanağım yok. Ama bu da bizim inceleme alanımız içerisinde. Umuyorum ki bir süre sonra bunlarla ilgili de raporlamaları yapabileceğiz. Burada şöyle ciddi bir sorun var. Aslında bizim bunları raporlamak için özel bir uğraş içerisine girmemiş olmamız beklenirdi. Bunların bir veri tabanında zaten var olması, hatta bu veri tabanından bizim yapmaya çalıştığımız gibi haritalandırma yoluyla nerenin riskli, nerenin eksik olduğunun ortaya çıkarılması beklenirdi ama maalesef böyle bir veri tabanı ve böyle bir haritalandırma girişimi şu ana kadar Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılabilmiş değil. Yapılmışsa da kamuya açık kaynaklarda biz buna erişebilmiş değiliz. Ancak sorunuzun çok önemli şöyle bir boyutu var. Maalesef Türkiye'de bu sağlıkta dönüşüm programının AKP hükümetleri tarafından gündeme alınması sonrasında eski sağlık ocağı sisteminden vazgeçilip birinci basamaktaki bu aile sağlığı merkezleri bir tür muayenehane olarak algılandı. Ve meslektaşlarımıza dendi ki; ‘Git bir uygun yer bul kirasını sen öde, elektriğini suyunu sen öde, temizliğini sen yaptır. Ben de sana bunun için bir miktar gider olarak kaynak aktarayım’ Fakat bu sistemde Türkiye'nin birçok yerinde sorun olmasına rağmen İstanbul'a özgü çok ciddi bir sorun ortaya çıktı. Çünkü İstanbul'da böyle uygun bir birinci basamak sağlık kuruluşu denilebilecek bir yeri bir aile hekiminin ya da birkaç aile hekiminin birden kiralaması bakanlığın verdiği ödeneklerle mümkün değildi. O yüzden İstanbul'da aile sağlığı merkezlerinin büyük bir bölümü aslında sağlık hizmeti sunmaya çok da elverişli olmayan mekanlarda hizmet sunmaya başladı. Bununla ilgili Türk Tabipleri Birliği'nin(TTB) ve işte aile hekimliği uygulaması içinde bulunan meslektaşlarımızın zaman zaman kamuoyuna açıkladıkları bazı raporlar var. Ama bunların depremsellik durumunu bilmiyoruz. Ancak Hatay'da ben 6. günden itibaren kısa bir süre gözlem yapma olanağı bulmuştum. Örneğin Hatay'da biraz daha birinci basamak sağlık kuruluşları müstakil binalarda hizmet sunuyor olmasına rağmen orada da özellikle ilk zamanlarda bu aile sağlığı merkezlerinin hizmet sunmaya başlamasını sağlamak mümkün olmadı. Dolayısıyla çok yerinde bir soru. Çünkü depremden bir süre sonra diyelim ki üstünden iki üç hafta geçtikten sonra artık acil hizmetler dışında rutin hizmetlerin birinci basamak sağlık hizmetlerinin devreye girmesi gerekecek. Öyle görünüyor ki İstanbul şu anda böyle bir hizmetin devreye alınması açısından oldukça sıkıntılı bir kent maalesef.
G.E.: Evet İstanbul'da bazı binaların da kapalı olduğunu, kapatıldığını biliyoruz. Hocam bunlarla ilgili yeterli bilgi var mı elimizde?
K.P.: Kapatılan ve taşınan hastanelerden söz ediyorsunuz değil mi? Şimdi bunların her birini biz İPA’da tek tek inceliyoruz. Bu incelemeyi de hem zemin etütleri hem de binanın yapısına göre yapmaya ve teknik raporlar üzerinden bir değerlendirmede bulunmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyorsunuz buraların taşınması, buraların birdenbire kapatılması kararları hangi raporlara dayanıyor, hangi teknik insanlar bu konuda bir karar verme sürecine katıldı? Bunları bilmiyoruz. Sağlık Bakanlığı burada kamuya açık bir şeffaf bilgilendirme yapmadı. Bu nedenle de özellikle rant değeri çok yüksek olan yerlerdeki kamu sağlık kuruluşlarının kapanması ya da taşınması işlemlerine ilişkin bazı soru işaretleri kamuoyunda tartışılıyor. Biz de bunları tartışılır olmaktan çıkarmak için teknik insanların hazırladığı raporlar üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışıyoruz. Bu değerlendirme öyle zannediyorum ki önümüzdeki iki hafta içerisinde bitmiş olacak. Özellikle o taşınan, taşınma kararı verilen hastanelerle ilgili de biraz daha kapsamlı, bu sefer isim isim kamuoyuna bu açıklamayı yapabilecek duruma geleceğiz.
E.C.: Burada bir soru da hani hep yapısal deprem dayanıklılığından söz ettik. Ama onun ötesinde bir de hani hastanelerin depreme hazır olma, hatta sağlık kurumlarının depreme veya bir afete hazır olma durumuyla ilgili olarak yapısal olmayanların dışında da bir sürü etmen var. Bu hastanelerin içerisinde acil durum planlarının yapılmış olması deprem gibi çok büyük bir afet sırasında gelecek olan yoğun talebe olan yani nasıl cevap verilebileceği, artı hastanenin kendi içerisinde yapısı olmayan birtakım hasarların meydana gelme durumu bütün bunları da dikkate almak gerekmiyor mu? Ve bu konuda hani sizlerin önerileri ne oldu?
K.P.: Çok teşekkür ederim bu soru için. Çünkü yakın zamandaki 6 Şubat depremlerinden sonra özellikle Hatay'da karşılaştığımız tablo bu sorunun çok güçlü bir şekilde yanıtlanmasını zorunlu kılıyor. Şimdi şöyle bir durum var, anımsayalım; Hatay'da Sağlık Bakanlığı'nın Eğitim Araştırma Hastanesi merkez Antakya ilçesinde aslında bir hasar görüyor, 2016 yılında hizmete açılmış olmasına rağmen Amik Ovası üzerinde sonradan işte kurutulmuş ama kötü bir zeminde yapılmasının etkisiyle. Fakat hastane yıkılmıyor. Zarar görüyor hatta dışarıdan baktığınızda o zararı pek anlamanız da mümkün değil. Ancak içeriden bu zarar görülebilir. Ama zarar gördükten sonra hastanenin bu afete daha doğrusu böyle büyük bir depreme karşı vereceği yanıtla ilgili süreçler çok iyi işlenmediği için maalesef 80’den fazla hastanın ölüme terk edildiğini epey sonra öğrenmiş bulunuyoruz. Biliyorsunuz İsmail Saymaz bunu köşesinde kanıta dayalı olarak çok net gündeme getirmişti. Orada iki tane sorunun varlığını görüyoruz. Bir tanesi hastane çalışanlarının hastanenin tahliyesiyle ilgili görevlerini ne kadar yerine getirebildikleri, sağlık müdürlüğünün hastane çalışanları dışında hastanelerin tahliyesiyle ilgili süreci ne kadar izleyebildiği, ne kadar denetleyebildiğine ilişkin sıkıntılı bir durum var. Bir başkası ise bence çok önemli. Bakın hastane yıkılmıyor. Ama hastane çalışmaya başladığı sırada elektrik kesintisine karşı hemen jeneratörlerin devreye girmesi hatta ikinci jeneratörlerin devreye girmesiyle ilgili sürecin tamamlanmamış olduğunu görüyoruz. Bunu da bir önceki başhekiminin görevden ayrılırken bunu ilgili makamlara ileterek mutlaka giderilmesi taleplerinin kamuoyuna yansımasından anlıyoruz. Ben bir süre bizim hastanemizde başhekimlik de yaptım. Hastanelerde genel kuraldır; elektrik kesintisine karşı özellikle yoğun bakımlarda ameliyathanelerde acilde bir hizmet sunumunun kesintiye uğramaması için mutlaka çok kısa süre içerisinde jeneratörler devreye girer, hatta o jeneratörlerle ilgili bir sıkıntı olursa diye bir de yedek jeneratörler vardır. Onlar da devreye girer. Örneğin bu hastanede Hatay'daki bu Eğitim Araştırma Hastanesi'nde jeneratörlerin devreye girip girmediği belli değil. Bu süreç yeterince tanımlanmamış. Ayrıca az önce söylediğim gibi bir ciddi deprem olduğunda hastanenin nasıl tahliye edilmesi gerektiğine ilişkin süreçlerin de içselleştirilmemiş olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla yalnızca binanın depremselliğe karşı güçlendirilmesi yetmez. Aynı zamanda bir olağandışı durumla karşılaştığımızda o hastanenin nasıl tahliye edileceği, başta elektrik olmak üzere bazı gereksinim duyulan işte elektrik, su kesintisi birtakım yangın merdivenlerinin korunması ya da yangına karşı alınacak önlemler gibi süreçlerin de tamamlanmış olması gerekir. Açıkçası ne Sağlık Bakanlığı hastanelerinde ne de özel hastanelerde bu süreçlerin nasıl tamamlanmış olduğuna ya da buna ilişkin daha öncesinde hazırlıkların ne derece yeterli olduğuna ilişkin şu anda elimizde maalesef yeterince bilgi yok.
Kayıhan Hocam şimdi İBB'nin oluşturmuş olduğu Bilim Kurulu’na bağlı Sağlık Çalışma Grubu olarak sizin uzun vadeli bir planınız da var bildiğimiz kadarıyla. Yani mevcut durumu tespit ettikten sonra İstanbul'daki hastaneler, bu hastanelerin durumu özel ve kamu hastaneleri. Ondan sonraki aşama ne olacak? Bu konuda da biraz bilgilendirir misiniz lütfen?
Acil durum personel eğitimi önceliğimiz
K.P.: Teşekkür ederim. Şimdi ilk olarak bu veri tabanını gündeme getirdikten sonra şunları yapmaya çalışacağız. Bir kere bu veri tabanında yer alan depremsellik açısından risk oluşturan binaların bir an önce bu riskten arındırılması için girişimde bulunacağız. Ister kamu ister özel fark etmez. Bunların bazıları belki kullanılamayacak durumda. Belki bazılarını güçlendirme gerekecek. Belki bazılarının taşınması gerekecek. Ama bir biçimde
bizim bu riski ortadan kaldıracak bir girişimde bulunmamız gerekecek. Zaten yapmaya çalıştığımız en önemli işlerden birisi bu. İkincisi şimdi kullanılabilir durumda olan sağlık kuruluşlarını haritada önümüze koyduğumuzda kamu ya da özel sektör fark etmez, bir deprem olması halinde ki biliyorsunuz mevcut bilim insanlarının bize gösterdiği İstanbul depreminin olası olarak nerelerde olabileceğine ilişkin haritalarda bazı işaretlemeler var
ona uygun olarak kısa mesafede mümkünse üç ya da beş kilometre içerisinde anında ulaşılabilecek sağlık tesisleri olmayan yerler için oralara bir sağlık tesisleri planlamasını hayata geçirmeye çalışacağız. Bunun için eğer kısa sürede oraya bir sağlık tesisi yapılması mümkün değilse oraları deprem sonrasında sağlık tesisi yapılabilir alanlar biçimine dönüştürmek için bazı planlarımız var. Bu arada Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği yalnızca binaların depremselliği değil. Ayrıca böyle bir olağandışı durum karşımıza geldiğinde risklerin sağlık açısından ne olduğunun anlaşılabilmesine dönük bir risk değerlendirme yöntemi var. Buna stratejik, sağlık risk değerlendirmesi deniyor. Önümüzdeki aylarda bizim İstanbul açısından böyle bir stratejik sağlık, risk değerlendirmesi yapmak gibi bir planımız var. Bunun dışında en başta İBB personeliyle başlayıp daha sonra dalga dalga bütün sağlık personelini içine alacak şekilde olağandışı durumlara hazırlıkla ilgili bir eğitim sürecini oluşturmaya çalışıyoruz
İBB'nin afet planını sağlık açısından gözden geçirmeyi planlıyoruz. Ve o gözden geçirmenin bitmesinin ardından da İBB afetlerle ilgili sağlık politika metni oluşturmak için bir çaba içerisindeyiz.
G.E.: Evet, bu belirttiğiniz son derece önemli hocam. Çünkü uzun vadede gerçekten herhangi bir afetle karşılaşıldığında beklenen İstanbul depremi diyelim. Daha doğrusu Marmara depremi gerçekleştiğinde bütün sağlık kuruluşlarının bu çalışabilmesinin temelini oluşturmak gerekiyor. Muzaffer Tunçağ'ın bir sorusu var hocam.
M.T.: Evet. Bu çalışmaları yaparken bakanlıkla bir eş güdüm var mı? Yani şu açıdan soruyorum. Bir özel hastaneler de bu kapsamda mı? Yani hepsini kapsayacak mı? İkincisi, çevre illerle yani oradaki hastanelerle bir ilişki var mı? Bir çalışma olacak mı?
Merkezî hükümeti sürece katabilmiş değiliz
K.P.: Çok teşekkür ederim bu soru için. Şimdi Dünya Sağlık Örgütü'nün formal afet eğitimlerinde bütün devlet ve bütün toplum diye bir yaklaşımdan söz edilir. Bütün devlet dediğimiz zaman merkezi yönetim ve yerel yönetimin birlikte davranmasını, bütün toplum dediğimiz zaman ise merkezi hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum ve gönüllülerin hep birlikte bir güçlü eşgüdüm içerisinde davranmasını kastediyoruz. İBB aslında merkezi yönetimle bu konuda bir iş birliği içerisinde çalışmak için çaba göstermesine rağmen bizim örneğin sağlık yapılanmamız içerisinde bu davete iştirak ederek katılan merkezi hükümet adına kimse yok. Dolayısıyla bu aşamada henüz merkezi hükümeti bu çabanın içerisine katabilmiş değiliz. Umuyorum ki önümüzdeki günlerde katılacaktır. Burada çok önemli bir konu; Biz sağlık alanını İstanbul üzerinden tartışırken aslında İstanbul'da bir deprem olması halinde İstanbul'un yakın çevresinin de bundan etkileneceği varsayımıyla bunu bir İstanbul dışında bir Marmara depremi ve hangi ilçeden hangi ilçeye yardım gelecekse bunun o depremden etkilenmeyecek ilçelerle illerle eşleştirilmesi içerisinde bir çaba içerisindeyiz
Bunu önümüzdeki aylarda umuyorum ki mümkün olursa elbette merkezi yönetimi de, merkezi hükümeti de bu işin içine katarak yapabilme olanağına kavuşacağız. O nedenle aslında soruya kısa yanıt vermem gerekirse, şu anda İBB ağırlıklı olarak kendi olanaklarıyla sürece müdahil olmaya çalışıyor. Örneğin sağlık kuruluşu ihtiyaçlarının özellikle yolların kapanma ihtimali üzerinden de bakıldığında tek başına belki karadaki sağlık kuruluşlarıyla karşılanamayabileceği öngörüsüyle en azından başlangıç olarak bir feribotun bir yüzer sağlık kuruluşu hatta yüzer hastane biçimine dönüştürülmesi ve bunun yalnızca afet olursa kullanılmak üzere değil. Afet dışında da herhangi bir yerde örneğin bir adanın iskelesine çekilerek rutin hizmet sunmak amacıyla da kullanılabilmesine dönük bir yaklaşımımız şu anda söz konusu.
E.C.: Şu soruyu sormak gerekiyor galiba hocam. İnsan kaynağı açısından yani biliyorsunuz İstanbul'da bir deprem olması durumunda doktor şeyinin İstanbul'daki doktorların önemli bölümü ve en azından belli bir süre faal olamayacaklar. Kendi aileleriyle durumlarıyla ilgilenmek durumunda kalacaklar. O noktada insan kaynağı nasıl karşılanabilir? Gönüllülerden bahsediyorsunuz raporda, bu gönüllü yapılanması nasıl oluşabilir? Bir seferberlik gibi mesela demek doktorlar veyahut da emekli sağlık personelinin devreye sokulması filan gibi birtakım faaliyetler için bir planlama gündemde mi?
Depremde ne yapacağını bilmeyen yönetim kaybeder
K.P.: Evet. Gündemde. Az önce söylemeye çalıştığım da tam da buydu. Yani İstanbul depremi olduğunda bir, İstanbul'daki sağlık çalışanları önce kendilerini kurtarmak ve sevdiklerini kurtarmak telaşı içine düşecekler. İki İstanbul depremi olduğunda belki o depremin ana üssünün 200 kilometre yarıçapı civarındaki iller de bundan etkilenecek. Dolayısıyla örneğin Bursa'dan İstanbul'a katkı çok fazla olmayabilir. Kocaeli'den olmayabilir.
Trakya bölgesinden olmayabilir. O zaman bizim İstanbul'a kısa sürede katkıda bulunabilecek, yalnızca örnek olsun diye söylüyorum. Bu il adı henüz kesinleşmiş durumda değil ama örneğin Ankara'dan çünkü nüfus büyüklüğünü düşünecek olursanız, daha büyük bir yerden bu hekimlerin hemşirelerin sağlık çalışanlarının gelmesinde yarar olabilir. Örneğin Ankara'dan bunu getirmek mümkün olabilir. Bir de Ankara'nın şöyle bir avantajı vardır. Ankara nüfusa göre hekim sayısının, hemşire sayısının en yüksek olduğu illerden bir tanesidir. Dolayısıyla kısa süreli böyle bir katkıda bulunmak Ankara'daki mevcut hizmeti de çok büyük ölçüde olumsuz etkilemeyebilir. Dolayısıyla bu plana zaten merkezi hükümetin de mutlaka katılmasının zorunluluğu böyle eşleştirilecek iller, hatta biz bunun bir miktar belki ilçe bazında da eşleştirilmesi gerektiğini şimdi tartışıyoruz. İlçeleri belirlemek açısından da önemli olacak. Çünkü İstanbul'un öyle ilçeleri var ki birçok ilin nüfusundan daha yüksek bir nüfusu barındırıyor tek başına. İstanbul'la Ankara'yı eşleştirmek yerine yalnızca örnek olsun diye söylüyorum. İstanbul'un ilçelerini belki depremden çok fazla etkilenmeyeceği düşünülen ilçelerle eşleştirerek ve buradaki herkesi az önce söylediğim eğitim programına alarak adım atmak gerekecek. Çünkü bu depremde de gördük. Depremden sonra şimdi ne yapacağız diye eğer bir yönetici soru soruyorsa zaten siz o anda her şeyi kaybetmişsiniz demektir depremden sonra ne yapılacağının hem riski azaltma hem de hazırlıklı olma aşamalarında çok ciddi bir şekilde gündeme getirmiş olması halinde kişiler ne yapacağını bilerek kısa bir süre sonra eğer o yapması gerekenleri yapmaya başlarlarsa o zaman hasarı daha aza indirmek mümkün olabilecek. Bir de yeri gelmişken söyleyeyim. Bu programda bunu söylemezsem sonradan niye söylemedim diye üzülebilirim. Şimdi bakın bu deprem algısını bizim Türkiye'de değiştirmemiz gerekir. Deprem eşittir felaket, afet yaklaşımı doğru değil. Deprem bir doğa olayı ve 14 milyon yıldır karşımıza çıkan bir doğa olayı. Depremi yani o yer kabuğundaki kırılma ve yer değiştirmeyi afete, hatta felakete dönüştüren en başta merkezi hükümet, sonra yerel yönetimler, sonra da toplumun kendisi. Dolayısıyla asıl yapmamız gereken şey depremi bir doğa olayı olarak algılayabilecek bir zaman dilimine kendimizi götürebilmek bunu bir afetten, bir felaketten, bir doğa olayına nasıl dönüştürebileceğimizi birlikte tartışmak, konuşmak ve eyleme geçmek diye düşünüyorum doğrusu.
E.C.: Pardon ben bir son soruyla artık mikrofonu bırakacağım. Şöyle şimdi deprem bir doğa olayı ve hani deprem risklerinin azaltılması daha doğrusu bu afet risklerinin azaltılması çok çok önemli bir konu. Ama öbür taraftan da şunu biliyoruz. Yani İstanbul depremi yaptı. Beklenen Marmara depreminin oldukça yaklaştığını ve bu konuda yani elimizde çok ciddi bilimsel verilerin olduğunu da biliyoruz tarih de kesinlikle verilmese, büyüklük kesinlikle tahmin edilemese bile veya bu olayın çok fazla uzak tarihte olmadığını biliyoruz. O noktada risk azaltılmasının yanında çok ciddi bir hazırlık dönemine de ihtiyaç var. Hani bir afet sonrasını nasıl geçireceğiz? Özellikle siz halk sağlığı uzmanı olarak da işte İstanbul gibi büyük bir metropolde hijyen, sanitasyon ve benzeri konularda karşılaşılacak sorunlar karşısında neler yapılabilir? Bunların herhalde ele alınması da gerekiyor diye düşünüyorum. Yani işte altyapının bir türlü 40 küsur gün geçmesine rağmen deprem bölgesinde hala su sıkıntısının çekildiğini düşünürsek İstanbul'da belki bu olay çok daha dehşetli boyutlara da ulaşabilir. O anlamda bu hazırlık anlamında yapılması gerekenler konusunda biraz bahsettiğiniz zaman bu özellikle sanitasyon ve hijyen ve de halk sağlığı konularına biraz değinebilir misiniz?
K.P.: Çok teşekkür ederim bu soru için. Şimdi biliyorsunuz 2002 yılında Aykut Barka ve arkadaşları bir bilimsel makale yayınladılar ve dediler ki; Kahramanmaraş'ta bakın 2002 yılından söz ediyorum en az 7,3 büyüklüğünde bir deprem olacak. Yirmi iki yıl sonra bu deprem oldu. Söyledikleri yere çok yakın ve çok ciddi bir hasara yol açtı. Çünkü ne merkezi hükümet, ne yerel yönetimler ne de toplum bilim insanlarının bu öngörüsünü ciddiye almadı. Şimdi İstanbul depreminin ne zaman olabileceğine ilişkin değişik öngörüler ve tahminler var. Bir tanesi artık önümüzdeki yedi yıl içerisinde yüzde 60’tan daha büyük bir olasılıkla 7 ya da daha üzerinde bir depremin olma ihtimalini karşımıza çıkartıyor. Umarım olmaz ama böyle bir elimizde de durum var. O zaman şimdi sizin sorunuza gelecek olursak en kısa sürede bizim depremin olması halinde iyi hazırlıklı olarak depremin olumsuz sonuçlarını, sağlıkla ilgili sonuçlardan söz ediyorum, azaltmamız gerekir. Burada bakın Dünya Sağlık Örgütü'nün sistematiğine uygun eğer bakacaksak ilk önce elinizde güçlü bir sağlık sistemi olması gerekir. Güçlü sağlık sistemi niye olmalı? Bakın şimdi Suriye'de de deprem var bizde de deprem var ama Suriye'de yıkım çok daha yüksek. Neden? Deprem olduğunda örneğin Suriye'de depremin olduğu bölgede kolera vakaları vardı ve deprem sonrasında kolera daha büyük bir artış gösterdi. İnsanlar daha fazla ölüyorlar. Biz de şu ana kadar bildirilen tek bir kolera vakası bile yok. Umarım hiç olmaz. Ama eğer sizin sisteminiz güçlü olmaz ise mevcut hastalıkların depremden sonra çok daha büyük bir risk yaratma ihtimali var. O yüzden güçlü bir sağlık sistemi yalnızca gündelik depremin olmadığı zamanlarda ihtiyacımız değil. Aynı zamanda depreme karşı daha iyi yanıt verebilmek açısından da ihtiyacımız. Güçlü bir sağlık sisteminin yanında da depreme özgü hazırlanmış sağlık programlarımız olmalı. Bunun başında az önce konuştuğumuz sağlık hizmeti sunulan bütün sağlık kuruluşlarının deprem açısından güvenlik endişesi yaratmaması işlevsellik açısından da depremden sonra hizmet sunabilir olması gerekir. Burada elimizin altında özellikle salgın hastalıklara karşı mücadelede mutlaka iyi bir laboratuvar ağı bulunmalı. Biz bu laboratuvar ağını depremden sonra mevcut karadaki binalarla çözemezsek diye bir mobil laboratuvar ağı olarak kurmak niyetindeyiz. İBB'nin de belki bütün İstanbul'a yetmek konusunda bazı sıkıntılar olabilir ama yani olanakların ne ölçüde oraya kadar yetişebileceğini bilmediğim için söylüyorum. Ama iyi bir laboratuvar ağı kurma çabasına merkezi hükümet dışında yerel yönetim olarak katkıda bulunmak için bugünden hayata geçirmeye çalıştığı bir planı var. Ayrıca bu depremlerden sonra hastalık sürveyansı dediğimiz bizim yani hastalıkların sürekli gözetim altında bulundurularak kişilerin sağlık kuruluşuna gelmesini beklemeksizin toplumu çok iyi gözleyerek herhangi bir yerde bir salgın çıkarma ihtimali olan herhangi bir hastalığın olması halinde basit bir ishalli hastalık örneğin. Hemen sistemin alarma geçerek buna karşı önlem alabileceği bir yapıyı kurmaya çalışıyoruz. Burada merkezi yönetimle birlikte yerel yönetime de örneğin su kaynaklarının ve atık su kaynaklarının sürekli izlenmesi çünkü yalnızca insanlara su sağlamanız, yeterince temiz su sağlamanız değil. Aynı zamanda kirlenen suyun kanalizasyonlardan söz ediyorum. Sağlıklı bir şekilde ortamdan uzaklaştırılmasını da sağlamanız gerekir. İşte deprem bölgesinde örneğin kanalizasyonların arıtmadan geçirilemeyerek açık ortamlara, derelere, nehirlere veriliyor olması yeni bir risk yaratabilir. Bir de çok önemli, üstünde durmamız gereken şey, risk iletişimidir. İnsanları doğru bilgilendirmek, kaynakları doğru dağıtmak ve bunu bir eşgüdüm içerisinde yapabilmek için çok önemli bir çaba göstermemiz gerekir. Bunun için de siz de biliyorsunuzdur, bir süredir İBB de hem bu tehlikelere hazırlanmak hem bunlar gerçekleştiği zaman yanıt verebilmek ve bunlar için harekete geçebilmek için dirençli bir kent, dirençli, sürdürülebilir, akıllı bir kent olma yolunda adım atmaya çalışıyor.
G.E.: Evet hocam. Sormak istediğim bir diğer konu da şu, bu tür afetlerin sonrasında depremin sonrasında trafik son derece önemli bir konu haline geliyor ve yapılan hesaplamalara göre İstanbul'u etkileyecek bir depremin gerçekleşmesi durumunda en ciddi sorunlardan birisi ulaşım olacak. Bunu dikkate alarak acaba aynı zamanda sağlık hizmetlerinin verilmesi açısından denizi kullanmak ve denizde de herhangi bir hastane gerçekleştirmek gibi bir proje de söz konusu mu? Mobil laboratuvarlardan bahsettiğiniz için bu konuya da belki değinmişsinizdir diye sormak isterim.
K.P.: Evet teşekkürler. Az önce söylemeye çalışmıştım. Şu anda mevcut İBB’deki feribotlardan birinin bir hastane biçimine dönüştürülmesi söz konusu ama İBB bununla yetinmeyip böyle bir deprem olması halinde depremden en az etkilenme ihtimali olan İstanbul'un kuzeyindeki deniz alanlarını daha çok kullanabilecek ve deprem sonrası deniz yoluyla hizmet sunmayı kolaylaştırabilecek bir eylem planını da tartışıyor. Burada yalnızca deniz değil hava yollarının, helikopterler aracılığıyla bazı hizmetlerin sunulması da söz konusu. Ayrıca yine İBB bünyesinde sağlık departmanının hem koordinasyonu sağlamak üzere mobil araçlar hem de hizmetin eksik kalacağını şu anda harita üzerinde gördüğümüz, tahmin ettiğimiz yerlerde bir an önce hem acil hizmetin hem de rutin hizmetin birinci basamak hizmetinin sunulabileceği mobil sağlık birimlerinin oluşturulmasıyla ilgili bir çaba içerisinde. Bunlarla ilgili hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Umuyorum ki önümüzdeki aylar içerisinde bunları ete kemiğe büründürmüş oluruz. Bu konuda özellikle Ekrem İmamoğlu'na teşekkür etmek gerekir. Çünkü gerçekten kendisi İBB Başkanı olarak bu süreci içtenlikle takip edip olanakları ölçüsünde İBB'nin bu konuda üstüne düşeni yapma kararlılığını açık olarak gösteriyor. Dolayısıyla yalnızca deniz yoluyla değil, hava yoluyla da karayoluna ek olarak müdahale etmenin olanaklarını biz de tartışıyoruz. Ve bir eylem planına dönüştürmek üzereyiz
G.E.: Evet Sağlık Bakanlığı'yla herhangi bir iletişim olmadığını belirttiniz. Önümüzdeki dönemde olmasını dileyerek aynı zamanda İstanbul'da kamu binalarının ki bunların içinde okullar var. Aynı zamanda kamu hastaneleri ve diğer kamu sağlık binaları var. İstanbul Proje Koordinasyon Birimi’nin senelerden beri devam eden çalışmaları var. İstanbul Proje Koordinasyon Birimi İstanbul'da bazı hastaneleri güçlendirerek depreme dayanıklı hale getirdi. Bazılarını da yeniden inşa etti. Bu grupla da, bu birimle de herhangi bir ilişki var mı hocam gerçi onlar Ankara'dan gelen talimatlar üzerine yeni yapılan binaları şehir hastaneleri büyüklüğünde gerçekleştiriyorlar. Ama belki önümüzdeki döneme ilişkin olarak onlarla bir ortak çalışmada mümkün olabilir mi? Diye sormak istiyorum.
K.P.: Teşekkürler. Şimdi bizim yapmaya çalıştığımız şey önce İstanbul'un sağlık tesisleri açısından fotoğrafını çekebilmek. Bu fotoğrafı kapsamlı olarak çektikten sonra sorunları saptayıp eksiklikleri ortaya koyup hem merkezi hükümetle hem de Sağlık Bakanlığı ve onun alt birimleriyle elbette daha yakın bir iletişime geçmek için bir çaba içerisinde olacağız. Umuyorum ki önümüzdeki süreçte herkes artık merkezi hükümet, yerel yönetim, sivil toplum, gönüllüler bir ortak çabayı eş güdüm içerisinde hayata geçirebilecekler. Çünkü başka da seçeneğimiz yok. Aksi halde yani çok yüksek sayıda ölümle, çok yüksek sayıda yaralanmayla, çok yüksek sayıda yer değiştirmek, yerinden edilmek zorunda kalmayla karşı karşıya kalabiliriz.
G.E.: Evet, maalesef öyle görünüyor. Bu şimdi bu noktada programımızın son dakikaları içinde biraz da şehir hastaneleri konusunu konuşabilir miyiz hocam? Çünkü aynı problem bölgede de görüldü. Deprem bölgelerinde de görüldü. Aynı durum İstanbul'da söz konusu olduğunda veya Marmara Bölgesi'nde birçok şehir hastanesi yapıldığını biliyoruz. Buna ilişkin de görüşlerinizi, şehir hastanelerine ilişkin görüşünüzü de alabilir miyiz lütfen?
K.P.: Şimdi şehir hastaneleri kamu özel ortaklığı yöntemiyle yapılan ve kamudan özel sektöre çok büyük kaynak aktarılan bir kötü proje desek abartmamış oluruz. Ama bu çok büyük ekonomik kaynak aktarmanın dışında bugünkü depremle ilişkilendirecek olursak bir kere biz zaman içerisinde şunu defalarca gösterdik, kanıtları ortaya koyduk ki 600 yataktan daha büyük yatak sayısı olan hastaneler verimli değil. O yüzden 1,000, 2,000, 3,000, 4,000 yataklı diye Sağlık Bakanlığının ya da işte hükümet yetkililerinin övündüğü şehir hastaneleri hizmeti doğru düzgün sunabilecek hastaneler değil. Ama bunun yanı sıra bu hastaneleri açarken daha küçük ölçekli kamu hastanelerini, kent merkezindeki hastanelerini kapattıkları için o bölgelerde hizmete fiziksel olarak erişmenin önünde çok büyük bir engel oluştu. Bir İstanbul depreminde yalnızca büyük hastaneler üzerinden hizmet sunmaya eğer kalkışılırsa o zaman insanların yollar kapalı, az önce sizin söylediğiniz gibi koşullarda enkazlardan yaralıları kurtararak ya da yaralanmasalar bile örneğin şeker hastası, kalp hastası, kanser hastası gibi hastaların rutin alması gereken hizmete ulaşmaları açısından da büyük bir problem olacak. Dolayısıyla kamu hastanelerinin en fazla 600 yatak olacak şekilde ve coğrafi olarak insanların erişimlerinin çok zor olmayacağı biçimde dağıtılması bunun yanı sıra birinci basamak sağlık kuruluşlarının da işte bir ya da iki katlı müstakil binalarda bahçeleri de olan biçimde kurulması halinde ancak depremden sonra insanlar sağlık hizmetine erişim açısından bir rahatlık yaşayabilirler. Aksi halde şu anda deprem bölgesinde gördüğümüz gibi maalesef hem acil hizmetlerin hem de rutin hizmetlerin sunulmasında büyük sorunlar karşımıza çıkabilir.
G.E.: Evet programımızın başında İstanbul'daki sağlık kuruluşlarına ve hastanelere ilişkin rakamlar vermiştiniz. Bunların içinde aile sağlık merkezleri de var mı bu semt doktorlarının çalışmaları yürüttükleri binalar veyahut da daireler diyelim bunlar da dahil mi verdiğiniz rakamlara hocam?
K.P.: Hayır henüz değil. Henüz veri tabanımız tam olarak tamamlanabilmiş durumda değil. Çünkü Türkiye'de veriye erişmekle ilgili ciddi sorunlarımız var. Ama öyle zannediyoruz ki önümüzdeki haftalar içerisinde bu konuda size daha kapsamlı bu sefer yalnızca sayıları değil kurumların adlarını bile verebileceğimiz bir biçimde veri tabanını tamamlamış oluruz. Şu anda benim önümde bunlarla ilgili haritalar da var. Bu haritalar üzerinden İstanbul'da bir deprem olması halinde sağlık hizmetine erişimle ilgili nerelerde sorun yaşayabileceğimizi de değerlendirmemiz mümkün olacaktır. Çünkü bazı bölgelerde tabii nüfus yoğunluğuyla da ilişkili ama daha kolay erişebilecek kamuya ait sağlık tesisleri başta olmak üzere sağlık kuruluşları var ama bazı bölgelerde de görüyorsunuz sağlık kuruluşuna erişmek için epeyce uğraşmanız gerekecek oysa deprem sırasında eğer yollar da kapalı olacak olursa bu sağlık kuruluşuna erişmek epeyce zor olabilir. Yani ben Hatay'da özellikle depremden işte 9-10 gün sonra bile insanların sağlık hizmetine erişmekte ne kadar zorlandıklarına tanık oldum. Depremden iki üç gün sonrasında ise sağlık kuruluşuna erişemeyen ya da depremden yaralı çıktığı halde nitelikli sağlık kuruluşuna erişemediği için hayatını kaybeden kişilerin öyküleriyle karşılaştık. Bunların olmaması için coğrafi olarak çok uzak olmayan mesafelerde ayakta kalabilecek binalarda ve orada hizmet sunabilecek sağlık personeliyle ilgili bir eylem planına ve şimdiden ihtiyacımız var.
E.C.: Var ama son iki dakikam olduğu için de bilemiyorum ne kadar zamanımız olacak bu sorunun cevabına. Bu psikososyal destek yani bir fiziksel sağlıktan bahsettik ama bir de ruh sağlığı sorunu var ve çok uzun bir süreci kapsayan bir tedavi süresi olan bir durum. Bu konuda neler yapılabilir? Şu anda mesela deprem bölgesinde hani birtakım destekler veriliyor ama bu desteklerin ne kadar devam edeceği ve İstanbul'da olması durumunda bunun nasıl çözümlenebileceği konusunda bir şey fikir gelişti mi o çalıştayda?
K.P.: Evet. Çünkü içimizde Türkiye Psikiyatri Derneği'nin Başkanı sevgili meslektaşım Ejder Hoca da vardı. Onun da katkısıyla Türkiye Psikiyatri Derneği'nin de katkısıyla bu konuları da konuşma olanağı bulduk. Ayrıca içimizde psikologlar ve bu alanda çalışan değerli sağlık çalışanları da var. Burada hem toplum ruh sağlığı merkezleri aracılığıyla Sağlık Bakanlığı’na bağlı hem Türkiye Psikiyatri Derneği ve benzer meslek örgütleri aracılığıyla hem de gönüllüler aracılığıyla hem depremden hemen sonra hem de sizin de vurguladığınız gibi çünkü bu bir tür artık post travmatik stres sendromuna kadar özellikle çocuklarda ve ergenlerde gidebilen bir süreç, daha uzun erimli çabalara ihtiyaç var. Bunları da konuşuyoruz. Burada merkezi hükümetin yanı sıra yerel yönetimlerin hem ilçe belediyelerinden hem de İBB’den söz ediyorum. Üstlerine düşen bazı sorumluluklar ve görev alanları da var bunları da tartışıyoruz ve elimizden geldiğince bunların da hem deprem öncesinde hem de deprem sırasında ve sonrasında nasıl hizmet sunacağına ilişkin eylem planlarını hazırlamaya çalışacağız.
G.E.: Evet hocam size çok teşekkür ederiz. Belki programımızı kapatmadan önce dinleyicilerimize mesajlarınız olabilir. Onları da alalım lütfen. Ayrıca sizi kutluyoruz. Aday adayı oldunuz ve dileriz ki önümüzdeki dönemde yeni parlamentoda sizi görme fırsatımız olur. Onun için de size başarılar diliyoruz. Ama dediğim gibi son dakikamızda dinleyicilerimize, mesajlarınız varsa onu da almak isteriz
K.P.: Çok teşekkürler. Mesajım şu. İstanbul depremi de içinde olmak üzere depremler karşımıza çıkacak. Ne kadar zaman içerisinde çıkacağını bilmiyoruz ama çok da uzun olmayan bir zaman içerisinde Marmara depreminin, İstanbul depreminin karşımıza çıkma ihtimali var. O zaman bir yandan yurttaşlar merkezi yönetimi zorlamalı, diğer yandan yerel yönetimleri zorlamalı. Ama kendileri de üstlerine düşeni yapmak için çaba göstermeli. Eğer bu üçlüyü buluşturabilirsek depremlerden daha az hasarla kurtulmamız mümkün olabilir. Beni bu programa konuk ettiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum.