Programcımız Cengiz Aktar, Açık Radyo 19. Dinleyici Destek Yayınının beşinci gününde Ömer Madra ve Eraslan Sağlam'ın konuğu oldu ve Ahmet İnsel'in bir önceki gün kaldığı yerden "müşterekçilik" kavramını tartıştı.
(13 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da 19. Dinleyici Destek Projesi sırasında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Evet, 19. Radyo Günleri, hoş geldin Eraslan.
Eraslan Sağlam: Günaydın, Dinleyici Destek Projesi Özel Yayınından bütün dinleyicilerimize, destekçilerimize, programcılarımıza, herkese günaydın, canlı yayındayız. Saat 09.06.
ÖM: Evet, dün başarılı bir çaba göstermiş olduğumuz anlaşılıyor. Bütün programcılarımızla birlikte ve bütün çalışanlarımızla birlikte bayağı ciddi bir rekor kırdık galiba. Kısaca ondan bahseder misin? Sonradan Cengiz Aktar'la konuşacağız.
ES: Elbette, çok hızlı ve buna bir şey ekleyerek yapmakta fayda var; bütün dinleyicilerimizin yoğun çabasıyla, yani çünkü onlar böyle bir gün geçirmeye karar verdiler kendi aralarında. Adı konmamış bir bağla, kendi aralarında sıkı sıkıya tuttukları bir bağla dediler ki “Ya biz bugün yüksek bir şey yapalım” dediler ve bir anda bizden sonraki yayınla birlikte iki yüz yirmi kişilik bir kitleye ulaşmış olduk. İki yüz yirmi destek oluşmuş oldu. Gerçekten bu adı konmamış, aramızdaki sımsıkı, çok ciddi bir bağ olduğunu, bir ortaklık bağı olduğunu düşünüyorum ve bu adı konmamışlık da insana çok iyi geliyor. Çünkü dünün hedefi çok daha düşük bir hedefken, bir anda hedefleri altüst ettiler ve bütün, önceki yıllardaki sayıları da elimine ederek iki yüz yirmi sayısına ulaştılar. Çok çok teşekkür ederiz. Bizden sonra da, biz huzurunuzdan ayrıldıktan sonra, sekizden sonra olan yayınlarda da programcılarımız müthiş büyük bir gayret sarf ettiler. Ve tabii ki dinleyicilerimiz onlara eşlik ederek bu sayıya gecenin sonunda ulaşılmış oldu. Zaten dün demiştik, bakalım yarın radyoyu açtığımızda sayı olarak kaç diyeceğiz size diye. Yüksek bir sayı vereceğimizi biliyorduk. Nitekim iki yüz yirmiyle günaydın diyoruz şu anda dinleyicilerimize. Bugünün hedefine hemen bakacak olursak, yani ilk beş günlerine baktığımızda, öncelikli olarak geçen senenin beşinci gününe, özel yayın gününe baktığımızda yüz yirmi sekiz, yüz yirmi sekiz sayısıyla mücadele ediyor olacağız. Hemen, son olarak da tekrar ediyorum: Açık Radyo’nun bir saatlik bir programını üç yüz elli liraya ve katlarına destekleyebilirsiniz. Yarım saatlik bir destek de olabilir. Sesteğinizi kredi kartıyla taksitlendirerek ya da havale yöntemini seçerek yapabilirsiniz. Biz de bu seçtiğiniz programın başında ve sonunda teşekkürlerimizle sizin adınızı ve soyadınızı söylüyoruz. İki mecra kullanılabilir destekte; biri acikradyo.com.tr'den “Destek olun” düğmesi tıklanarak yapılabilir. Bir diğeri ise, her zaman olduğu gibi o meşhur telefonumuzun numarasını çevirerek yapılabilir. Sıfır iki yüz on iki alan koduyla üç yüz kırk üç kırk bir kırk bir numaralı telefondan destek aktarılabilir. Zaten sıkça bu anonsa geri döneceğiz. Cengiz bey'in vaktinden daha fazla almak istemem.
ÖM: Ben bir de şeyi söyleyeyim; sen özel bir bağ kurulduğundan bahsettin destekçilerle Açık Radyo arasında. Bunun adını da Cengiz koyacak herhalde müştereklik olarak değil mi?
Cengiz Aktar: Tabii, tabii, tabii. Lafı ağzımdan aldın, aynen öyle. Bu özel bağ herhalde… Herkese günaydın bu arada. Bu özel bağ herhalde bir müşterekçi bağ. Dün de Ahmet İnsel'le bu müşterekçilikten söz edildi. Ben biraz daha ayrıntısına gireyim. Bu 2013 yılında Fransa'da sosyal bilimcilerin başını çektiği bir heyet tarafından kaleme alınmış bir manifesto, ilki. İkincisi de 2020’de, Fransızca aslı tabii, fakat akabinde Almancaya ve Brezilya Portekizcesine, İngilizceye, İspanyolcaya, İtalyancaya, Katalancaya çevrildi, Arapça çevirisi hazır. Çince çevirisi bitmek üzere. Türkçesi de şimdilik yolda diyelim. Şimdi bu müşterekçiliği, yani ‘convivialisme’i, “birlikte var olmak” diye çevirebiliriz belki. Bu convivialisme, müşterekçilik var olan laik veya dini doktrinlerde doğal kaynakların sonluluğunun -ki bu çok üstünde durduğumuz bir kavram bu- ve dünyayı koruma gereğinin farkında olan insanlara, onların eş zamanlı olarak birbirleriyle rekabet etmeleri ve iş birliğinde bulunmalarını sağlayacak ilkelerin arayışıdır müşterekçilik. Manifesto böyle diyor. Ve böyle bir dünyaya ait olmamızdır. Şimdi diğer doktrinleri ikame etme ve onları radikal biçimde aşma iddiasında olan bir söylem değil müşterekçilik. Bilakis, var olan doktrinlere ilave olacak. Yeni bir doktrin de değil; olası felaket karşısında -ki felaketin içindeyiz zaten, olası demenin bir manası yok- duyulan aciliyet hissinin sonucu olarak bütün bu geçmiş doktrinlerin birbirleriyle karşılıklı olarak sorgulamalarının hareketi aslında. Çünkü hiçbir bildik doktrini dışlayan bir yaklaşım değil müşterekçilik. Miras alınan bütün bu doktrinlerin her birinde değerli hususlar var tabii ve bunlar korunuyor. Peki en değerli olanları hangileri, bunları nasıl tanımlarız, nasıl kavrarız? Bu soruların yegane ve tek bir yanıtı yok tabii. Olmamalı zaten. Herkes kendi karar vermeli ama olası bir felaketle umut vadeden bir gelecek mecburiyeti altında ve çoğul evrenselleşme perspektifi içinde her doktrinden hangi hususları alabileceğimizi belirleyen kesin bir kriter var. Ne o? Her doktrinden muhakkak öğrenmemiz gereken ihtilafın, var olması gereken ihtilafın şiddete dönüşmemesi için bu doktrinler kendi yordamlarıyla nasıl bu şiddeti kontrol altına alırlar? İş birliğini sınırlı doğal kaynaklarla nasıl sağlarlar? Ve bütün bu doktrinlerin benzer çözümleri olduğunu varsayarak aralarında nasıl diyalog kurarlar ve karşıtlıklara ne kadar açıktırlar? Şimdi bu çerçevede müşterekçilik şunu söylüyor, altını çiziyor; yegane meşru siyaset ve aynı zamanda yegane kabul edilebilir ahlak, etik şu beş ilkeden esinlenenlerdir: Bir, “Ortak Doğallık”, iki, “Ortak İnsanlık”, üç “Ortak Toplumsallık”, dört, “Meşru Bireyselleşme” ve beş, “Yaratıcı ve Kontrol Altına Alınmış Muhalefet” ilkeleri. Tabii bu beş ilkenin kibri, küstahlığı ve öfkeyi, yani Antik Yunancasıyla ‘hubris’i, günümüzdeki İngilizcesiyle de ‘hybris’i kontrol altına almadan, bu beş ilkenin hayata geçirilmesi mümkün değil. Şimdi kısaca bu ilkelerin de ne olduğunu anlatayım; “Ortak Doğallık” ilkesi, ya bilmediğimiz şeyler değil bunlar, “İnsanlar efendileri ve sahipleri olmaları gereken bir doğa ile dışsal değil içsel bir ilişki içindedirler. Tüm canlılar gibi onlar da doğanın bir parçasıdır ve ona bağımlıdırlar. Doğayla ilgilenmekle yükümlüdürler. Eğer buna saygı duymazlarsa, etik ve fiziksel olarak hayatta kalmalarını tehlikeye atarlar” diyen ilke.
'Aciliyet' ve 'adiliyet'
ÖM: Evet, ikinciye geçmeden bir şey daha söyleyeyim izninle; biz bu bir hafta, dokuz gün sürecek kampanyamıza, destek günlerine geçerken de programcılarımızla ufak bir metin paylaşmıştık ve dünyanın içinde bulunduğu durumu en net olarak özetleyebileceği iki kelimeden bahsetmiştik naçizane. Biri, “aciliyet”, biri de “adiliyet”. Tam burada senin sözünü ettiğin şeyler onları gösteriyor. O yüzden cuk oturdu tabiri caizse.
CA: İkincisi “Ortak İnsanlık” ilkesi. Bu da bildiğimiz bir şey; “Ten rengi, uyruğu, dili, kültürü, dini, parası, pulu, cinsiyeti, cinsel tercihinin ötesinde tek bir insanlık vardır” diyen ilke. “İnsanlığa, ona dahil olan her bireyin kişiliğinde saygı duymak gerekir” diyen ilke “Ortak İnsanlık” ilkesi. Üçüncüsü, “Ortak Toplumsallık” ilkesi. Bu da bilmediğimiz bir şey değil; “İnsanlar, çeşitli boyut ve nitelikteki birlikler, topluluklar ve toplumlar içerisinde kendi aralarında sürdürdükleri somut ilişkilerin zenginliğiyle var olan sosyal varlıklardır” diyen ilke. Dördüncüsü, “Meşru Bireyleşme” ilkesi. Bu, önce saydığım üç ilkeye uygun olarak “Meşru siyaset, herkesin kendi benzersiz, eşsiz, tekil bireyselliğini, kendi kapasitesini, var olma ve eyleme gücünü başkalarınınkine zarar vermeden geliştirmesine izin veren, aynı zamanda eşit özgürlük perspektifini gözeten siyaset, meşru siyaset. Her insanı kendine odaklanmasına ve herkesin herkese karşı mücadelesine götüren bireyciliğin aksine, bireyleşme ilkesi diğer bireyler ve doğayla karşılıklı bağımlılıklarına saygı göstererek tekilliklerini, eşsizliklerini ifade eden bireyleri öne çıkartır.” Burayı tekrar etmekte yarar var, yani bireycilik değil, bireyleşme ilkesi. Sonuncusu da bununla bağlantılı olarak “Yaratıcı” ya da “Kontrol Altına Alınmış Karşıtlık İlkesi”. Şimdi herkesin kendine özgü bireyselliği vardır dedik ve bunu ortaya koyma eğilimi var. Her insan böyledir, yani son derece doğal. Ancak bu rekabetin yıkıcı değil, verimli olması gerekiyor. Bunun için ortak insanlık, ortak toplumsallık ve ortak doğallığın tehlikeye atılmaması gerekiyor. Ve bu nedenle iyi ve meşru siyaset, rekabeti ortak iyinin hizmetine sunan siyaset ve insanların kendilerini farklılaştırmalarına izin veren siyaset. Aynı şey etik için de geçerlidir. Bu fevkalade önemli bir ilke. Burada bitirmeden altını çizmek istediğim üç kavram kümesi var, yani bu saydığım beş ilkede; ilki, bir kere her insan topluluğunda bulunan ve üzerlerine titrenmesi gereken farklılık ve çeşitlilikler. Hepimiz farklıyız ,hepimiz çeşitliyiz. İkincisi, bu farklılar arasında var olan doğal ihtilaflar ve bundan doğan çelişkiler. Yani bundan daha doğal olan bir şey yok. Yani tabii ki farklı olanlar çelişecek birbirleriyle. Ama üçüncüsü, bu ihtilaf ve çelişkilerin barışçıl yönetimi. Bu fevkalade önemli. Yoksa ihtilaf özünde kötü bir şey değil. Bütün bunlar da zaten demokrasinin olmazsa olmazları. Yani mesela “demokrasi”, “ortak akıl”, “anlaşma”, efendim “çatışmasızlık” falan gibi tamamen yanlış bilinen kavramlar dolaşıyor ortada biliyorsunuz. Böyle bir şey mümkün değil. Yani iki farklı insan arasında çelişki doğaldır. Önemli olan o çelişkiyi yıkıcı değil, verimli bir çelişki haline getirerek demokrasiyi pekiştirmek ve doğru siyaseti bulabilmektir. Yoksa farklılığı yok ederek, yok etmek amacıyla çelişkiyi ortadan kaldırmak değil tabii, deyip burada bırakayım.
ÖM: Evet, yani bu hakikaten çok önemli bir metin ve Açık Radyo açısından da bunca yıldır giderek daha net bir şekilde, elimizden geldiği ölçüde dile getirmeye çalıştığımız dünya görüşünün parçalarını oluşturuyorlar. Bu çok özlü bir metin olmuş. Ne zaman yayınlanacak diye heyecanla soralım.
CA: Vallahi İletişim basacak yani. Buradan da bir daha mesaj yollayalım İletişim’dekilere.
ÖM: Sıkıştıralım İletişim’deki arkadaşlarımızı.
CA: Evet.
ÖM: Dün Ahmet İnsel'le de zaten aynı konularda konuşmuş ve tam bu potlaç meselelerine kadar, insanlığın ilk kurulmuş topluluklarında da zaten bu ilkelerin yaşadığını ve bunların geliştirilmesi gerektiğinin, oysa tam tersine gittiğini dile getirdik, hele bu savaş filan ortamlarında. Şimdi de yani şöyle bir şey düşünerek belki bitirebiliriz; yani ben şimdi elimizdeki felsefe… Bunu şeyde de söylemiştik “Müştereklerimiz: Paylaştığımız her şey” diye Jay Walljasper metinlerinden çıkan ve Bengü Akbulut'la, sevgili programcı arkadaşımız, akademisyen Bengi Akbulut'un da müşterekler ekinde odağında demiştik. Biz de orada, o ekte söylediğimiz işte Açık Radyo’nun bunca zaman kuyruğu dik tutmayı başarmasının, işin sırrının tek kelimeyle özetlenebileceğini, bunun “müşterekler” olduğunu, bir avuç mütevazı insanın parklar, zeytinlikler, sahiller, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet gibi ortak değerleri koruyarak o müştereklere gözü gibi bakmak için yürüttüğü çaba, mini mucize demiştik Açık Radyo için. Belki de abartmış da olmadık.
CA: Yok bilakis ama içinde yaşadığımız dünya, demin sözünü ettin, ben de müsaadenle bir şey ekleyeyim, yani bu beş ilkenin tamamen reddedildiği bir dünya ve bunun şu sıradaki tezahürü kuzeyimizde cereyan eden savaş.
ÖM: Evet olağanüstü ve şey savaşı, yani her türlü, bütün savaş suçlarını, insanlık suçlarını da içeren, akılalmaz şeyleri her sabah okumak bizim için ne kadar ağır geliyor tahmin edebilirsin herhalde.
CA: Korkunç. Herkese Allah sabır versin yani dayanılır gibi değil. Evet.
ÖM: Evet, şimdi sana güzel bir parça seçtik aslında.
CA: Çok teşekkür ediyorum.
"Sanat ve meşru politika birbirini öldürmeden zıtlaşabilmelidir"
ÖM: Her zamanki geleceğimize uygun, sözlerin şöyle geçiyor. Colby ve Awu seslendirecek, Afrika'dan geliyorlar. Şimdi hakim olan felsefe, senin de biraz önce söylediğin gibi, işte “sen bana ne yaparsan ben de sana onu yaparım”, sahip olduğunuz felsefe bu işte. Bütün bu sefalet, acı çekme, ıstırap, bunca savaş, bunca ayrımcılık, politik ihtiras, göze göz, dişe, diş, masumların kanını akıtırız, evsiz çocukları kaçak hale getiririz, kaçırırız onları ve her ırk ve her dinde bir araya gelmek imkansızdır, çünkü sen bilirsin, uzakta bir yerde ta bir yerlerde var herhalde, okyanusların ötesinde. Ondan sonra koro bölümüne geçiyoruz. Dünyada bütün uluslar, akan nehir ırmağının üzerindeki tekneler, kayıklar gibidir; bütün uluslar tek bir hayat ırmağının gemileri gibidir ve tek bir kelimemiz var bunun için diyor, “Ubuntu”.
CA: Mükemmel. Ubuntu manifestosu da yakışır.
ÖM: Evet, Afrika'daki ana vatandan geliyor zaten diyor. Yani sözün özü şu demektir ubuntu; ben senim, sen bensin, bundan ibaret, diyor. Yani bu kadar basit. İnsanlığın doğduğu Afrika'dan gelen miras budur, diyor. Artık bizler-onlar, bu ayrımları bırakalım ve devam edelim diyorlar. Gördüğün bütün ağaçlar, bütün otlar, bütün hayvanlar, hepimiz onlarla bağlantılıyız; hem onlar birbiriyle bağlantılı hem biz onlarla bağlantılıyız. Neredeysen neredesin, kimsen kimsin; Unutmayacağın tek şey, sevgi ateşini tutuşturarak devam edeceksin, çünkü sen uzaklarda bir yerdeki sensin. Uzaklardaki, okyanus ötesindeki birileri de biziz, diyorlar. Ve tek bir kelimemiz var: Ubuntu, diyor.
CA: Bu, bilginliğin -zaten sen de altını çizdin Ömer- bu bilgeliğin kökü Afrika tabii. Yani bütün bu çatışma çözümlerinin, bugün modern dünyada çok revaçta olan, en azından olması gereken çatışma çözümlerinin özü, ilk… Yani Marcel Mauss’un, sosyolog Marcel Mauss’un gidip, arayıp bulduğu o dün bahsettiğiniz potlaç, yani al-ver ilişkisinin -öyle diyelim- kökü Afrika ve Marcel Mauss bunu çok hoş bir ifadeyle dile getirir; "sanat ve meşru politika, siyasetin birbirini öldürmeden zıtlaşabilmesidir” der.
ÖM: Evet, mükemmel bir tanım bence de işte. Evet, harika. Şimdi onu dinleyelim istersen. Çok teşekkür ederiz. Colby ve Awu'dan dinliyoruz, Ubuntu. Bu İngilizce dilinde yazılmış en kısa şiiri de Muhammed Ali, Ubuntu felsefesinin özetleyerek… “Bize şiir söyle” filan diyorlar en ünlü zamanında Harvard Üniversitesi’nde. “Peki” diyor, “dönüyorum ve söylüyorum” diyor, “Me, we" kafiyeli iki kelimeden oluşan.
CA: İşte bu, mükemmel.
ÖM: Peki, çok teşekkürler. Görüşmek üzere.
CA: Kolaylıklar herkese ve müştereklerimize sevgiler.
ES: Teşekkür ederiz Cengiz bey.