Deprem hakkında bir farkındalık çalışması

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

26 Eylül’de gerçeklesen 5,8 şiddetindeki depremde ne kadar hazırlıksız ve deprem anında yapılacaklar hakkında ne kadar bilinçsiz olduğumuzu tespit etmiş olduk.

Fotoğraf: İnternethaber

Herkese tekrardan merhabalar. Arayı çok soğutmadan, yakın zamanlarda yüreğimizi ağzımıza getiren İstanbul-Silivri (26 Eylül 2019) depremi ile ilgi bir yazı yazmak istedim. Tabii yazının amacı meydana gelen bu deprem ile ilgili yalın bir olay silsilesi sunmaktan ibaret değil. Sonuçları çok ağır olabilecek, günümüzün en büyük tehlike arz eden doğal felaket temasını Türkiye ve İsviçre kapsamında incelemeye çalıştım. Bununla birlikte deprem öncesinde, deprem esnasında ve sonrasında alınması gereken önlemleri dilimin döndüğü kadar açıklamaya getirmeye çabaladım.

Ne olmuştu?: Geçtiğimiz haftalarda İstanbul ahalisi oldukça tedirgin edici bir depreme maruz kaldı. 26 Eylül 2019 Perşembe günü mesai saatlerinde meydana gelen 5,8 şiddetindeki deprem hem büyük bir korku yaşattı hem de yıllardır beklenen meşhur Büyük İstanbul depremini akıllara getirdi. Herhangi bir can kaybına yol açmaması oldukça güzel bir haber ama, İstanbul’da yaşayan vatandaşların depremde yapılması gerekenler ve yönetimden sorumlu otoritelerin ne gibi önlemler alması gerekir sınavından feci halde çaktığını gözler önüne serdi.

Esasa girişilmeden verilmesi gereken önemli bir anekdot olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, depreme karşı kapsamlı bir çalışma başlattı ve çok ciddi önlemlerin alınacağını gösteren birçok unsuru basınla paylaştı. 5 ana başlık altında toplanan bu çalışmalar; afet odaklı kentsel dönüşüm çalışmaları, mevcut alt yapı ve ulaşım ağının afetlere dayanıklı hale getirilmesi, sismik ve yer bilimleri çalışmaları, afet sonrası toplanma / barınma alanları ve afet odaklı eğitim ve kapasite geliştirme şeklinde belirtilmiş[1].

Marmara Denizi’nde Silivri açıklarında meydana gelen deprem kamu yapıları, konut ve iş yerleri, eğitim kurumlarının yapıları olmak üzere birçok binada hasara yol açtı iddia ediliyor olsa da bu yapıların birçoğunun halihazırda hasarlı olduğu gerçeği ne yazık ki medyada kendine yer bulamadı. Aynı zamanda 1999 depreminden hasarlı kalan yapılarında hasarı ve çökme riski daha yüksek bir seviyeye çıktı. Göze en çok çarpan haberler arasında ÇAPA Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Bölümü’ne ait binalar yer aldı. Buna ek olarak Avcılar semtinde de bir caminin minaresi, tabiri caizse ortadan ikiye ayrıldı. Ancak Açık Radyo’da yayın yapan Altın Saatler programında da bahsedildiği gibi, 26 Eylül depremi sonrası binaların hasar tespitine dair bilgiler tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor.

İBB Deprem Seferberlik Planı’nda belirtilen İstanbul’daki toplam bina sayısı 1.166.000. Bu rakam dikkate alınarak, 1980 öncesi var olan bina sayısı 255.000, 1980-2000 yılları arasında inşa edilen bina sayısı 533.000 ve 2000 yılından günümüze kadar inşa edilen bina sayısı 376.000. Deprem Seferberlik Planı’nda ağır hasar riski barındıran bina sayısı 44.000 olarak belirtilmiş. Tabii bu rakama çok kaba bir hesaplama sonucunda ulaşılıyor ve tam olarak hangi binaların bu rakam içerisine girdiğini tespit edebilmek için çok titiz bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Daha önemli bir husus ise toplamda verilen bu rakamın aslında çok daha yüksek bir rakam olabileceği şüphesi. Korozyon riski taşıyan birçok binanın İstanbul’da yer alması bu ulaşılan rakamın gerçeği tam olarak yansıtmadığı şüphesini doğuruyor. Bu noktada, Altın Saatler programından edinmiş olduğum bilgi aracılığıyla 1995 yılına kadar inşa edilen binalarda kullanılan betonun yeterince kaliteli olmadığını sizlere bildirmek isterim.

Kalitesiz beton kullanımı, rutubet ve bakımsızlık ile beraber binalarda ciddi çürümeler meydana gelmesine, olası bir depremde hasarın çok daha ağır bir netice doğurmasına yol açmaktadır. Ancak bu demek değil ki 1995 yılından itibaren inşa edilen her binanın betonu gereken kaliteye sahip olmasından ötürü hiçbir risk barındırmamakta. Aksine, her ne kadar Sayın İmamoğlu’nun deklarasyonunda ana başlıklar arasında kendine yer bulamamış olsa da inşaat mühendisliği ve yapı güvenliği/denetimi ile ilgili yönetmeliklerde çok ciddi bir revizyona gidilmesi ve iyileştirmelerin derhal yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde günümüzde inşa edilmekte olan binalar da aynı riskleri taşımaya devam edecektir.

Yüksek kâr marjı ve rant odaklı kentleşme zihniyeti ile insanların geleceğine önem verilmediği ne yazık ki Türkiye’nin trajik gerçekleri arasında yer almaktadır. Keza, son deprem sonrası ihbar edilen yapıların hâlihazırda 1999 depreminde hasar görmüş hatta belki 1999 depreminde bile hasarlı bir şekilde ayakta durmaya devam etmiş, günümüze kadar bu riskleri taşıyarak gelmiş yapılar olabileceğini unutmamak gerekir. Günümüze kadar yapılan ve yapılması ihmal edilen hasar-tespit faaliyetlerinin yetersizliği ile bilançonun bir sonraki depremde çok daha büyük olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, gerçekleşen son deprem İsviçre’ye göre büyük (aşağıda sebebi açıklanacaktır) ancak Türkiye’ye göre oldukça küçük bir deprem şiddetine sahipti. Bu sebeple olası Büyük İstanbul depremine karşı derhal tedbirlerin alınmaya başlanması gerekmektedir.

Depreme dayanıklılık testi ve akabinde güçlendirme çalışmalarının yapılması gereken yapıların binalardan ibaret olmadığının altını çizmek isterim. 1945 yılından sonra köprü ve viyadük inşalarında kullanılan teknoloji itibariyle ömürleri ortalama 70 yıl olarak tespit ediliyor. Ancak uzmanların vurgulamaktan hiç sakınmadığı çok önemli bir unsur, bu rakamın birçok negatif ögenin (korozyon, taşıma kapasitesi, doğal afetler, kullanım sıklığı vb.) etkisiyle değişebileceğidir. Bu noktada, İstanbul’da bulunan viyadük ve köprülerin maruz kaldığı doğal afetler ve kullanım sıklığı göz önünde bulundurulduğunda, tamamının çok detaylı bir incelemeye tabii tutulması gerektiği gerçeği su yüzüne çıkacaktır.

Deprem Anında Yapılması Gerekenler: 26 Eylül’de gerçeklesen 5,8 şiddetindeki depremde ne kadar hazırlıksız ve deprem anında yapılacaklar hakkında ne kadar bilinçsiz olduğumuzu tespit etmiş olduk.

Yakın tarihimizde yaşanmış onca acıya rağmen bu kadar bilinçsiz olmamız birtakım eğitimlerin verilmesi gerektiğini vurgulamayı dikte ediyor. Bu sebeple yazının bu kısmını didaktik bir yazı tipi olarak dizayn ettim. Depremde yapılması gerekenler uluslararası platformda deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası olarak kategorize edilmektedir. Aşağıda paylaşacağım bilgiler Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve National Geographic gibi doğal felaketler ve afet yönetimi konusunda oldukça bilgili ve tecrübeli kurumlardan araştırılmıştır.

Yukarıda belirtilen sıralamaya uygun hareket edecek olursak, her şeyden önce ilk olarak deprem çantasının (mümkünse her bir birey için bir adet ve deprem sonrası 72 saate yeterli olacak kadar) içinde ilk yardım malzemeleri, soğuğa dayanıklı giyim eşyaları, su, ilaç, gıda gibi temel unsuları bulundurarak hazır tutulması gerekmektedir. Bununlar beraber, her evde mutlaka bir yangın tüpü ve pilli radyo bulundurulmalıdır. Aynı şekilde evin elektrik, gaz ve su vanalarının nasıl kapatılması gerektiği bilgisi evde yaşayan herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir. Yatak odası, çalışma odası ve salonlarda duvara asılı olan raflara ağır eşyaların konulmaması gerekir. Bununla birlikte deprem öncesi yapılacaklar arasında belki de en önemli husus bir deprem gerçekleşmesi halinde aile bireylerinin nerede toplanacağı ve nasıl hareket edileceği üzerine bir planının oluşturulmasıdır. Bu hayati öneme sahip olan hususa aynı şekilde işyeri ve okulda da büyük önem atfedilmesi gerektiğinin altını çizmekte fayda var.

Deprem öncesi hazırlıkları harfiyen yerine getirdikten sonra, ikinci aşama olan deprem anında yapılması gerekenleri açıklamaya geçebiliriz. İlk ve en önemlisi ama aynı zamanda yerine getirmesi en zor olanı deprem anında sakin kalmayı başarabilmektir. Panikle yapılacak her hareket çoğu kez irrasyonel reaksiyonlara tekabül etmektedir. Bu duruma örnek vermek için, sanki bilgisayar oyunundaymışız gibi koşarak bulunduğumuz yeri terk etmeye çalışmaktan bahsedebiliriz. Keza 26 Eylül günü gene birçok kişi umarsızca ve bilinçsizce deprem anında bulundukları yeri koşarak terk etmeye kalkıştı (bir kapıyı kirişlerinden sökerek çıkanını bile gördüm). Deprem anında yapılması gerekenler kapalı veya açık alanda olmamız ihtimaline göre ikiye ayrılmaktadır. Eğer kapalı bir alandaysak deprem anında binanın merkez duvarına yakın ve kapıların önünde durmamız veya ağır mobilyaların altına girerek depremin geçmesini beklememiz gerekmektedir. Pencerelerden ve dışarıya açılan kapılardan mutlaka uzak durulması gerektiğinin hemen hemen incelediğim her kaynakta altı çiziliyor. Eğer açık bir alanda depreme yakalanırsak, üzerimize düşme ihtimali olan cisimlerden uzak durulması gerektiği ve binalara yakın olunmamasının büyük önem arz ettiği belirtiliyor. Çakmak, mum gibi yanıcı maddelerin gaz sızıntılarında ciddi problemler yaratabileceği söz konusu olduğu için, bu konulara çok dikkat edilmesi gerekir. Deprem esnasında yapılacak en tehlikeli unsurlardan bir diğeri ise asansörlerin kullanılmasıdır.

Deprem sona erdikten sonra kişinin öncelikle kendi sağlık durumunu tespit etmesi, ardından evde bulunan diğerlerinin ihtiyacı var ise ilk yardımıyla ilgilenmesi gerekmektedir. Herhangi bir gaz, elektrik veya su sızıntısı olup olmadığına dair kontrol gerçekleştirilmelidir. Eğer varsa, vanalarından kapatılmaları gerekir. Gerekmedikçe telefon kullanılmamalı, bunun yerine radyodan haber takibi yapılmalıdır. Etrafa saçılmış olabilecek cam kırıkları için tabanı kalın ayakkabılar giyilmeli ve dikkatli olunmalıdır. Aynı zamanda binaların bacalarının üzerimize devrilebileceği ihtimali her zaman akılda bulundurulmalıdır. Artçı depremlere karşı hazırlıklı olmak deprem ile mücadele bilinci açısından çok mühimdir.

Deprem evdeyken gerçekleştiyse, deprem öncesi yapılan plana uygun hareket edilmesi gerekir. Ancak okul veya işyerinde depreme yakalanma halinde yetkili kişilerin talimatlarına uygun olarak daha önceden açıklanmış olan deprem planına göre hareket edilmesi, kapalı alandan seri bir şekilde açık alana çıkılması gerekmektedir. Tabi 26 Eylül’de tanık olduğumuz gibi kapalı alandan çıktıktan sonra elimize telefonlarımızı alıp dev gibi binaların hemen altında dikilip kalmamalıyız. Keza ilk sarsıntıda yıkılmamış olması bir artçı tarafından tetiklenmeyeceği anlamına gelmemektedir. Bu yüzden deprem öncesinden sonrasına kadar tam bilinçle hareket edilmesi gerekmektedir.

Acil Toplanma Alanları: 1999 depreminin oluşturduğu yaraları sarmaya çalışırken bir yandan deprem felaketinden binaların çökmesi riskine karşı halkın güvenli bir alanda toplanabilmesi için 470 tane Büyük Çaplı Deprem Toplanma Alanı[2] belirlenmiş. Ancak bu toplanma alanlarının güncel değerlendirmesi hakkında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) deprem toplanma alanı olarak gösterilen okul bahçesi, park ve boş arazilerin güvenlik ve kolay ulaşılabilirlik açısından yeterli olmadığını duyurdu. Hükümet tarafından verilen rakamların gerçeği tam olarak yansıtmamasıyla beraber verilen rakamın iyimser bir düzeltmeye gidildikten sonra bile Büyük Çaplı Deprem Toplanma Alanı kriterlerine uygun olduklarını söylemek mümkün değil. 15 milyon nüfuslu bir metropolden bahsediyoruz.

O koltukta oturmaya devam edebilmek için dayanıklılığın yakınından geçmeyen binalara imar barışı getirirken, bir depremin nasıl o binaları toprağa kavuşturacaksa onları da koltuklarından alaşağı edeceğini bilmeleri gerekir. Neyse ki Sayın İmamoğlu’nun ilan ettiği seferberlik planında bu konu ile ilgili olarak çok ciddi adımlar atılacağı belirtildi. Bu projelerin gerçeğe dönüşmesi için peşlerini bırakmamak gerekir.

Deprem ve İsviçre: Türkiye yüksek riskli bir deprem bölgesinde konumlanıyor. Altından birçok fay hattı geçiyor. Öbür tarafta, İsviçre Alp Dağları’nın üstünde ve eteklerinde olmak üzere, Türkiye’ye göre daha düşük şiddette deprem ve risklerine maruz bir ülke. Mart 2017’de merkez üssü Glarus Kantonunda meydana gelen 4,6 şiddetinde deprem bütün otoritelere depremin hafife alınamayacak ölçüde önemli bir afet türü olduğunu hatırlattı. Yılda yaklaşık 800 tane depremin meydana geldiği ve sadece 10 tanesi hissedilebilir bir şiddete sahip olduğu belirtiliyor. İsviçre’de en riskli bölge olarak Valais Kantonu işaret ediliyor. Bununla beraber, tehlike arz eden deprem şiddeti olarak 6,0 - + ölçülüyor. Yaklaşık 100-150 yılda bir gerçeklesen bu şiddetteki deprem en son 1946 yılında Sierre bölgesinde meydana gelmiş.

Rakamlar net bir şekilde Türkiye’nin çok daha sert deprem tecrübelerine mazur kaldığını ve kalacağını gösteriyor. İsviçre hükümeti son gerçekleşen 4,6 şiddetindeki deprem ile alarma geçerek depremin İsviçre’nin en büyük doğal felaketlerinden biri olduğuna dair açıklamalarda bulundu. Şimdi hazır olun! İsviçre’de depreme dayanıklı yapılaşma ve mevcut yasal düzenlemeler hakkında yaptığım araştırma sonucu, durumun bizden çok parlak olmadığı ortaya çıktı. Demek ki her şey yüksek refah seviyesi ile hallolmuyor.

2006 yılında açıklanan bir rapora göre İsviçre’de bulunan yapıların %90’ı depreme dayanaklı olmadığı, çünkü o zamana kadar hiçbir yasal düzenlemenin yapılmamış olduğu belirtiliyor. Ancak günümüzde bu konu ile ilgili olarak hâlihazırda Sismik Bina Kanunu (Seismic Building Code) yürürlükte bulunuyor ve ne gibi dayanıklılık standartlarının gerekli olduğunu açıklıyor. Vahim olan durum İsviçre’nin konfedere yapısı (Federal Hükümet- Kanton Yönetimi- Belediye) sebebiyle ortaya çıkıyor. Şöyle ki, inşaat sektörüne dair düzenlemeler her kanton yönetimi tarafından, federal hükümetten bağımsız olarak belirleniyor. Ortaya çıkan sonuç ise, Valais, Jura, Fribourg ve Basel City kantonları dışında, diğer kantonlarda (22) yasal düzenlemelere uygun yapılaşmanın zorunlu kılınmadığı.

İsviçre ile deprem konseptlerini değerlendirirken, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum daha bir vahim görüntü kazanıyor. Her ne kadar Türkiye genelinde uygulaması ZORUNLU olan depreme dayanıklı yapı standartları olsa da İsviçre’nin bu vurdum duymaz havasının etkisinde kalarak, bizim gerekeni zaten yapmışız diyebileceğimiz bir durum söz konusu olamaz. Sonuç olarak karşılaştırma yaptığımız ülkede deprem riski orta seviyede ve şu ana kadar Türkiye’nin yaşamış olduğu deprem kaynaklı trajedilere tanık olmamış bir ülke.

Hal böyle olunca, İsviçre hakkında tek temenni, geriye kalan 22 kantonunun da derhal yürürlükte olan düzenlemelere uygun bir şekilde mevcut yapıları kontrol etmesi ve gelecekte bu düzenlemelere uyumlu yapılaşmasıdır. Türkiye’ye gelecek olursak 1999 depremi sonrası karar kılınan ama zaman içerisinde ortadan kaybolan toplanma alanlarına dair geniş kapsamda bir iyileştirmede bulunacağını belirten Ekrem İmamoğlu’nun vaatlerine bağlı kalarak gerekli tüm önlemleri almaya başlamasıdır. Kendisini yürekten tebrik ederim, çünkü bahsi geçen projeleri layıkıyla yerine getirebilirse, diğer yerel yönetimlerle beraber hükümetin kendisine bu işin nasıl yapılmasını gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, kaçınılmaz hale getirdiğimiz sona dair emin adımlarla biraz daha yaklaşıyoruz.

Bir sonraki sefer görüşmek dileğiyle.