İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı açılan davalar hakkında Danıştay savcısı, sözleşmeden çekilmenin hukuka aykırı olduğunu söyledi. Ömer Madra ve Özdeş Özbay duruşma sürecini aktardı.
(29 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Merhaba herkes, Açık Radyo burası, 95.0, acikradyo.com.tr ve Açık Gazete programı başladı. Haftanın gidişatı içinde muhtemelen son Açık Gazete’yi yapıyoruz. Bendeniz Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Feryal Kabil’den oluşan ekiple birliktesiniz.
Özdeş Özbay: Günaydın.
Feryal Kabil: Günaydın.
ÖM: Açılışımız, Bulutsuzluk Özlemi’nin “Hayat geçerken Mücella” adlı parçasıyla oldu. Birkaç yıl önce Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yöneticilerinden Mücella Yapıcı'nın kızıyla birlikte gözaltına alınmasından esinlenerek yaptıkları şarkının ilgi çekici kısımlarından biri de geçmişe özlemi anlatan bölümde ismi geçen Metin Akpınar’ın da şarkının çıktığı günlerde gözaltına alınmasıydı. Bunlar olağan durumlar haline geliyor artık Türkiye'nin bu hukuk sistemi içinde. Nejat Yavaşoğulları da 2019’da Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği bir mülakatta şarkı hakkında şu sözleri söylemiş: “Yıllar önce Mimarlar Odası'ndan tanıdığım Mücella Yapıcı…” - çünkü Nejat Yavaşoğulları’nın kendisi de mimar aynı zamanda- “… bu kaydı dinleyince Nejat’çığım bana ilk defa birisi şarkı yapmış diyerek esprili bir şekilde aramıştı. Daha sonra eksik kalan kısımları tamamladım.” ‘Gökyüzünü maviye boyarız, işimiz gücümüz budur bizim’ dizeleriyle Orhan Veli'ye, ‘Sür hadi motorları, hadi gidelim maviliklere’ dizeleriyle de Nazım Hikmet'e selam gönderilen şarkının sözlerini biraz önce dinlediniz. Biz de bunu şimdi çaldık. “Her yer polis kaynıyor caddelerde, sokaklarda. Kızıyla evine giderken Mücella’yı almışlar” diye de sözleri vardı. Bunu neden çaldığımızı da hemen tahmin etmişsinizdir, etmeyen yoktur herhalde. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararının iptali istemiyle görülen duruşmada dün gayet hareketli bir gün yaşandı. Danıştay savcısı da cumhurbaşkanı kararının iptalini talep etti. İstanbul Sözleşmesi davasında bu oldukça ilgi çekici bir şeydi. Yani kalabalık bir yargılamada Ankara Barosu, Diyarbakır Barosu, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serap Yazıcı ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in açtığı davaların da aralarında bulunduğu 10 dosyanın karara bağlanacağı vardı ve dosya, duruşma beş yüz elli kişilik salonda yapıldı. Yetmişin üzerinde barodan çok sayıda avukatın duruşmaya katılım için yetki belgesi alırken beş yüz elli kişilik büyük salonda yapıldı ve çok sayıda kadının sabah erken saatte Danıştay önünde toplanmasıyla büyük bir toplumsal olay halini aldı. Ve Danıştay bahçesine arama noktaları kuruldu. Kadınlar arama noktalarından geçerek içeri girdiler ve duruşma öncesi kadınlar ve avukatlar Danıştay'ın önünde basın açıklaması yaptılar, “İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz” dediler. Dün de vermiştik Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun açıklaması, “Kendini üstün görenleri hukukuna karşı hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmak için Danıştay'dayız. İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmeyeceğiz” dendi ve gayet hareketli bir şey oldu. Avukat Hülya Gülbahar da duruşmada olumlu karar verilmesini isteyerek “Toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren sözleşmenin duruşması olacak, İstanbul Sözleşmesi demek kadınlar için, çocuklar için çok önemli. Gece yürüyüşü yaparak, Danıştay'ın peşinde koşarak İstanbul Sözleşmesi'ne sahip çıkmaya çalıştık. Bir kişinin kararıyla İstanbul Sözleşmesi'nden çıkamazsınız. Kendi Anayasanıza bile karşı geliyorsunuz. Bizim hayatımız ihraç edilen patates, domates değil. Anayasa son derece açık; temel haklarla ilgili sözleşmeler, meclis kararıyla çıkılır. Bugün olumlu bir karar çıkmasını istiyoruz” dediler. Bu da ilginç bir şey oldu. Devamını da birazdan söyleriz. Şimdi Tarihte bugüne geçebiliriz. Özellikle de ilk şarkı olarak bunu çalmamızın Danıştay'a alınmayan kadınların kapıları zorlaması üzerine Danıştay içine gelen çevik kuvvet de kadınları darp etti ama sonradan içeriden de yükseltilen ses üzerine de dışarıda kalan kadınların da içeri alındığı ilginç anların yaşandığı bildiriliyor. Gazete Duvar’da ayrıntılı haberi vardı, onlardan bahsederiz. Şimdi dönelim Tarihte bugüne.
ÖÖ: Tabii öncesinde sadece minik bir düzeltme yapayım, aslında tabii şarkının bir yandan kadın mücadelesinde de rol oynayan Mücella Yapıcı açısından, onun alınmış olmasından dolayı çaldık ama aslında Gezi Davası’nda kendisine biliyorsunuz on sekiz yıl ceza verdiler. O kapsamda da aslında önce Osman Kavala'nın üç şarkısını çalmıştık geçtiğimiz günlerde.
ÖM: Evet, evet aynen.
ÖÖ: Şimdi de Mücella Yapıcı için yazılan bir şarkıyı çalmış olduk. Sadece İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak değil diye böyle minik bir düzeltme yapmış olayım.
Tarihte bugüne devam ediyoruz; 1945 yılında bugün Sovyet tankları Berlin'e girmiş. Sovyet askerleri Şansölyelik binasının kapılarını zorlarken Nazi lideri Adolf Hitler tabancayla intihar ediyor bugün. Ve aynı gün Amerika Birleşik Devletleri ordusu da Münih yakınlarındaki Dahao toplama kampına giriyor. Yaklaşık yetmiş bin tutsak özgürlüğüne kavuşmuş. Daho toplama kampı, Nazilerin 1933’te iktidarı almalarından sonra SS ve Gestapo şefi Heinrich Himmler tarafından kurulan ilk toplama kampıymış. Farklı siyasi görüşlere sahip, örneğin komünistler ve sosyal demokratlar gibi yeni rejim için tehlike arz edebilecek herkes bu kampta toplumdan yalıtlıyormuş. Toplama kampı aslında dokuz bin kişi kapasiteli olarak tasarlanmış ama kurtarıldığında yetmiş bin kişi bulunuyordu.
ÖM: Evet. 1968’de bugünse Çinli şair ve komünist Lin Zhao tırnak içinde komünist Çin'de idam ediliyor. On altı yaşında devrimci harekete katılmış ve toprağı köylülere yeniden dağıtmak üzere kırsal bölgeye gitmiş. Üniversite yıllarında Kültür Devrimi’nde, o zamanlar Büyük Proleter Kültür Devrimi diye adlandırılan büyük bir hareket vardı ve sonuçta tarihin en büyük, kitlesel ölümleriyle de sonuçlanan bir olay. Yaklaşık on milyon kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. O Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde teşvik edildiği şekilde komünist liderleri eleştiriyor, fakat daha sonra bu eleştirilerinden dolayı cezalandırılıyor, dövülüyor, işkence görüyor ve yirmi yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Sonunda da vurularak idam ediliyor. Annesine idamda kullanılan kurşun için de beş sentlik, yani Çin parasıyla dolar üzerinden hesaplanmış beş centlik bir fatura gönderilmiş.
ÖÖ: 2013 yılında bugünse NBA oyuncusu Jason Collins, Amerika'nın çok okunan spor dergisi Sports Illustrated ile röportajında gay olduğunu, eşcinsel olduğunu açıklamış. Böylece basketbol kariyerine devam ederken eşcinsel olduğunu açıklayan ilk profesyonel erkek sporcu olmuş. Nisan 2014’te, yani bu açıklamalardan bir yıl sonra Collins Time Magazine’in dünyadaki en etkili yüz kişi kapağında da yer almış.
ÖM: Evet, 2020’de bugünse Amerika Illinois eyaletinde Arby’s fast food dükkanında çalışan işçiler küresel Covid-19 salgını sırasında hem personel yetersizliği hem kişisel koruyucu ekipman eksikliği ve herhangi bir risk ödemesi alamama gibi durumları protesto etmek için greve gidiyorlar. Salgının ortasında Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık ve güvenlikle ilgili olarak gerçekleşen grevlerin ilklerinden biri. Daha sonra grevlerin sayısı giderek artacak ve sendikalaşma hareketinin de yükselmesiyle grevlerin sayısı giderek artacaktı.
Danıştay savcısının İstanbul Sözleşmesi kararı
Evet, şimdi tekrar şeye dönelim, şarkıda da bahsettiğimiz Danıştay'daki bu İstanbul Sözleşmesi görüşmesinde savcı tek kelimeyle İstanbul Sözleşmesi'nin feshi konusundaki kararın iptalini istemiş ve yüzlerce avukat savcının iptal istemini ayakta alkışlamış, son derece ilginç bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz bunun. Tam da bu gerginlikli, gerilimli ortam içinde Gezi Davası olurken.
ÖÖ: Aslında kimse beklemiyor. Bir yandan hukuken aslında böyle olması gerekiyordu tabii ama arka arkaya 24 nisan, 25 nisan’daki gelişmelerden sonra buradan da olumsuz karar çıkacağına dair aslında böyle genel bir moralsizlik hakimdi. Ama daha duruşma başlar başlamaz Danıştay Başkanı Yılmaz Akçil yaklaşık bin kadar avukatın içeride olduğunu görünce “Danıştay tarihinde bir ilk, bu kadar kalabalık bir duruşma ilk kez yapıyoruz” demiş. Daha duruşmanın başında böyle başladı. Yani bunun tarihi bir an olduğunu söyleyerek başlamış oldu Danıştay’daki duruşma. Ardından da gerçekten önemli bir karar alınmış oldu.
ÖM: Evet, yani çok ilginç de bir şey var, bu salondan çıkan karar ne olursa olsun sözleşmenin ruhu yaşatılacak diye Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren de baro adına konuşmuş ve cumhurbaşkanı kararının iptalini, yani İstanbul Sözleşmesi'nin geri alınması, feshedilmesi kararının iptalini talep etmiş ve “Bugün, bu salondan çıkan karar ne olursa olsun, bu salondaki her bir aktivist İstanbul Sözleşmesi'nin ruhunu yaşatmaya devam edecektir” değerlendirmesinde bulunmuş. Duruşma sırasında söz alan avukatların bütün ifadeleri aslında salonda bulunan katılımcılar tarafından sık sık alkışlanarak kesilmiş. Mahkeme başkanı da ilginç bir şey söylemiş, “Bu durum için ben alkışlamanıza karşı değilim ama bu zaman kaybı oluyor” demiş. Salonda bulunan kadın örgütlerinin temsilcileri ve avukatlar da mahkeme başkanının bu sözlerine de alkışlayarak karşılık vermişler. Yani zaman kaybının pek önemli olmadığını söylemişler ve avukatların konuşması uzun süre alkış almış. Tekirdağ Barosu adına konuşan Avukat Hülya Gülbahar'la Erzurum Barosu adına konuşan, söz alan Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Sibel Suiçmez'in konuşması büyük alkışlar almış. “Heyetinizin önünde çok önemli bir hukuki problem var, buradan iptal kararı vermenizi istiyoruz” şeklinde konuşmuş, uzun süre alkışlanmış. “Hiçbir güçten korkmadan karar vermenizi bekliyoruz” diyen de Erzurum Barosu vekili olarak konuşan Sibel Suiçmez. Beş kişilik Danıştay heyetine “böyle karar vermenizi, hiçbir güçten korkmadan karar vermenizi bekliyoruz” demiş ve “Biz Türkiye'de de hakimler var demek istiyoruz. Ne olur sizler de yargı yetkisinin gaspına izin vermeyin. Bugün burada hukuk olun, umut olun. Biz buraya binlerce kadının kanını, umudunun çığlığını getirdik. Getirdiğimiz çığlıkları, umutları ve kanları siz değerli yargıçlarımızın omuzlarına bırakıyoruz” demişler.
ÖÖ: Aslında alışık olduğumuz bir duruşma ya da avukatların konuşmalarından farklı konuşmalar olmuş. Hemen hemen her birisi ayrı meseleler üzerinden konuşmalar yapmışlar. İstanbul Sözleşmesi'ni ilgilendiren, farklı toplumsal kesimler adına konuşmalar yapılmış. Mesela avukat Ebru Beşe'nin konuşması var, “Mülteci kadınlar adına konuşacağım” diye söze başlıyor, “İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış Türk aile yapısından diye söylenmişti, dördüncü madde göçmen veya mülteciler için ayrım yapılmaksızın imza altına alınmıştı. Sözleşmede iltica talepleri altmışıncı maddede yer alıyor” diye devam ediyor. “Göç yollarında cinsel saldırıya uğrayan kadınların ülkeye kabulünün teminatını veriyor” diyor. “Mülteci kadınlar binlerce kilometre yürüyerek canlarını kurtarmak için geliyorlar ve biz onların bu haklarını gasp ediyoruz” diye mesela bir konuşma yapmış. Bir başka avukat örneğin daha çok LGBTİ bireylerin üzerinden konuşmuş. Avukat Seher Doğan Çildoğan diyor ki “’İstanbul Sözleşmesi eşcinselliği normalleştirmeye çalışan kesimler tarafından kullanılmıştır’ diyerek devlet LGBTİ+ bireyleri hedef göstermiştir. Hiç tekrar yapmıyorum” diyor. İşte avukatlar tekrar yapıyorlar tartışmasına karşı demiş bunu. “LGBTİ+ varoluş haklarını anlatıyorum” diyerek de devam etmiş daha sonra konuşmasına.
ÖM: Evet Cumhurbaşkanı adına, onu temsilen duruşmada söz alan avukatlar idarenin kararının hukuka uygun olduğunu söylemişler gayet yalın bir şekilde bir gerekçe göstermeden. Cumhurbaşkanlığı’nda görevli Emre Topal'sa İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararının Anayasaya ve hukuka uygun olduğunu ifade etmiş. Yani “İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesi kadına yönelik şiddeti artırmamaktadır” demiş. “Kadınlarımıza karşı şiddet uygulayan kim olursa olsun karşısında Türkiye Cumhuriyeti hakim ve savcıları, polisleri bulacaktır.” demiş. “Davacıların başvurularının çoğu Türk hukukunun esasına hiçbir biçimde uymayan, birbirinden özensiz kopyala-yapıştır, dilekçelerdir” demiş ki pek öyle değil aslında. Ve bir de “Uluslararası sözleşmelerden çıkılırken meclis onayı aranmaz.” demiş, meclis onayı aranmadan çıkılabileceğini de belirtmiş ve “Antlaşmaların onaylanması ve sona erdirilmesi yürütme fonksiyonuna ilişkindir.” demiş. “Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve cumhurbaşkanının meclis onayı olmaksızın yürütme yetkisini kullanması mümkündür demiş. Dolayısıyla iptal isteminin reddinin talep edilmesinin reddini talep ediyoruz demiş. Cumhurbaşkanlığı temsilcilerinin bu savunmalarına karşı davacı avukatları da söz alıp konuşmuşlar ve davalı temsilcisi Emre Topal'ın ‘uluslararası sözleşmelerden çıkılırken meclis gerekmez’ sözlerine cevap veren Serap Yazıcı, kendisi aynı zamanda Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı, “Yirmi beş yıllık hocalık hayatında bir öğrencim soruma böyle cevap verse sıfır verirdim” demiş. Davalı vekili Topal'ın yani bu gerçekten hiçbir dayanağı olmayan bir gerekçe, çünkü Anayasada açıkça belli; usulüne uygun yapılan sözleşmelerin anayasa hukukunun bir parçası olduğunu açıkça Anayasanın doksanıncı maddesinin dördüncü fıkrasında da yazılı. Davalı vekili Topal'ın “Davacıların dilekçesi kopyala-yapıştır dilekçelerdir” sözlerine de Sibel Suiçmez demiş ki “Allah kimseye inanmadığı kağıtları okumayı nasip etmesin” demiş. Ve sonuç olarak da Danıştay savcısı cumhurbaşkanlığı kararnamesinin iptalini talep etmiş. Tek cümleyle kararnamenin iptalini istemiş.
"Gezi Biziz": Bakırköy Kadın Cezaevi önünde dayanışma buluşması
ÖÖ: Bu arada kopyala-yapıştır diyorlar ama özellikle Gezi iddianamesinde sık sık, hükümet demeyeyim tabii de, savcının benzer yöntemler kullandığı söyleniyordu. Hatta bir komedi örneği olarak benim hatırladığım kadarıyla Yiğit Aksakoğlu'nun mesleği defalarca düzeltmiş olmasına rağmen, orada yanlış yazıyor demiş olmasına rağmen duruşmalarda her defasında kopyala-yapıştır yapıldığı için eski, yani şu anda yapmadığı mesleği yazıyordu. Böyle böyle bir sürü tuhaflıklar vardı.
ÖM: Evet, şimdi bir kulak verelim isterseniz Danıştay’da olup bitenlere ilişkin seslere.
ÖÖ: Evet, Danıştay'daki İstanbul Sözleşmesi görüşmesinde savcı İstanbul Sözleşmesi'nin feshi konusunda karar iptalini istedikten sonra duruşma salonunda -ki oldukça da büyük bir salonda yapılmış- yüzlerce avukatın alkışladığı görüntüler var. Böyle birkaç saniyelik bile olsa gene de iyi geleceğini düşünüyoruz sizlere de. Bir o alkış sahneleri var, ardından da sağlık ve sosyal hizmet emekçileri sendikası adına dava açan ve duruşmada davacı ses adına söz alan Avukat Linda Sevinç Hocaoğulları'nın açıklaması var, “bundan sonra nasıl ilerleyecek” diye bir açıklama yapmıştı. Arka arkaya onları dinleyebiliriz.
ÖM: 30 Nisan cumartesi günü de Bakırköy Kadın Hapishanesi'nin önünde bir buluşma var, “Gezi biziz” diye. Bir de duyurularda ondan bahsedelim değil mi?
ÖÖ: Evet. Bilindiği üzere sekiz kişi hakkında müebbet hapis ve on sekiz yıl hapis cezası verilmişti. Bir tek Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapis almıştı. Şu anda Bakırköy Kadın Hapishanesi'nde tutuluyor, Mücella Yapıcı ve Çiğdem Mater başta olmak üzere Gezi davasında yargılananlar. “Sloganlarımızla, halaylarımızla bizi kapatmak istedikleri karanlığa inat, rengarenk coşkumuzla Mücella, Mine ve Çiğdem için geliyoruz” denmiş açıklamada. “Gezi tutsaklarını, Silivri'deki arkadaşlarımızı Bakırköy'den selamlıyoruz, cumartesi günü 15.00’te tüm meslektaşlarımızı, arkadaşlarımızı, kadın örgütlerini, ‘Gezi biziz’ diyenleri bu coşkuyu yükseltmeye bekliyoruz demişler. Tarih 30 Nisan 2022 Cumartesi 15.00, yer Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi önü”.
ÖM: Evet bu duyuruyla birlikte belki bir de ünlü, kadınlar şarkısını çalarak bu bölümü kapatalım, “Kadınlar Vardır” şarkısını. Ondan sonra normal programımıza devam edelim.
Evet, Güldünya şarkıları albümünden koro, Filiz Kerestecioğlu'nun ünlü kadınlar vardır parçasını dinledik. Bu İstanbul Sözleşmesi dolayısıyla Danıştay'daki gösteri ve savunma üzerine uygun düşeceğini düşündüğümüz bir şarkıyla ilk bölümü kapatmış olduk.