Boğaziçi Üniversitesi direnişi: Can Candan’la söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Melih Bulu’nun rektörlük görevinden alınmasının ardından yerine vekaleten gelen Prof. Dr. Naci İnci tarafından, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevine son verilen akademisyen Can Candan, Açık Gazete’de Ömer Madra ve Özdeş Özbay’a konuk oldu. 

(27 Temmuz 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete’de yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Açık Radyo’dasınız, onun Açık Gazete’sinde, bugün daha önce de söylemiş olduğumuz gibi bugün Ahmet İnsel yok onun yerine bir konuğumuz var Can Candan, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve atanmış rektör vekili Prof. Dr. Naci İnci’nin işe iadesi talebiyle oturma eylemine başladığını da belirtelim Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin. Akademisyen ve belgesel sinemacı Açık Radyo’nun yakından tanıdığı, dinleyicilerin de yakından tanıdığı Can Candan’la durumların son vaziyetlerini konuşuyoruz. Merhaba.

Can Candan: Merhabalar, günaydın!

Özdeş Özbay: Hoş geldiniz!

CC: Hoş buldum, merhaba!

ÖM: Dilek Şen’in yaptığı bir mülakat var Bianet’te “Mücadeleden vazgeçmemiz mümkün değil” diyorsun, işte oradan başlayalım istersen.

CC: Tabii. Bildiğiniz gibi kamuoyu da tabii takip ediyor olanları, 2 Ocak’ta Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan Melih Bulu isimli eski mezunumuz olan birisi rektör olarak atandı. Biz Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör olmak için YÖK’ün Ekim 2020 tarihinde açtığı iş ilanına başvurduğunu duyurmuştuk fakat kendisini hiç tanımıyorduk, daha sonra bizim bir mezunumuz olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla YÖK’ün böyle bir, özellikle 2016’daki değişiklikten sonra yani üniversite rektörlerinin cumhurbaşkanı tarafından atanacağına dair olağanüstü hâl ve öneminde bir KHK ile yapılan değişikliğin sonucunda YÖK 2020 Ekim ayında yani bizim bir önceki atanmış rektörümüz Mehmet Özkan’ın döneminin bitmesine yakın bir tarihte böyle bir iş ilanına zaten çıkmıştı 2020 Ekim’inde dediğim gibi. Dolayısıyla böyle bir sürecin işlediğinin farkındaydık, fakat 2 Ocak’ta başımıza gelen şey Boğaziçi ile akademik anlamda hiçbir alakası olmayan, dediğim gibi eski mezunumuz Melih Bulu’nun atanması oldu. Biz de 3 Ocak’tan itibaren bu atanmanın üniversitenin ilkelerine uymayan bir atama olduğunu ve bizim bunu kabul etmeyeceğimizi kamuoyuyla paylaşmaya başladık. Şu anda bu direnişimizin yani ocak başında başlayan direnişimizin 205. günündeyiz. Bu 205 gün boyunca da biz üniversitenin ilkelerinden vazgeçmeyeceğimizi herkese ilan ettik. Şimdi bu ilkeleri çok kısaca açıklamak gerekirse bir tanesi kurumsal özerklik. Yani biz diyoruz ki bir üniversitenin doğru düzgün dünya standartında bir üniversite olabilmesi için bu kurumun özerk olması gerektiğini savunuyoruz, kararlarını kendisinin verebilmesi gerektiğini savunuyoruz. İkincisi de akademik özgürlük ilkesi, yani akademik olarak ne araştırılacak, ne dersler verilecek, bu derslerin içeriği nasıl olacak, kim hangi dersi verecek, nasıl bir müfredat oluşturulacak vs. gibi bütün bu akademik kararların özgürce verilebilmesi gerektiğine inanıyoruz yine doğru düzgün bir kamu üniversitesi olabilmek için. Diğeri de şeffaf demokratik bir işleyiş olması gerektiğini söylüyoruz üniversitelerde. Üniversitelerin kendilerini aşağıdan yukarıya yönetmesi gerektiğini söylüyoruz ve bütün yönetimci pozisyonundaki kişilerin de üniversite bileşenlerinin iradesini ifade ettikleri seçimlerle o görevlere gelmeleri gerektiğini söylüyoruz ve liyakatın ne kadar önemli olduğuna vurgu yapıyoruz ve diyoruz ki biz Boğaziçi Üniversitesi olarak yani 158 yıllık bir eğitim kurumu olarak, 50 yıllık bir kamu üniversitesi olarak bu ilkelerimize sahip çıkmak zorundayız diyoruz. Çünkü 2012 yılında zaten üniversite senatosu bu ilkeleri bir nevi üniversitenin anayasası olarak açıkladı. Biz de bu üniversitede çalışan akademisyenler olarak kendi üniversitemizin senatosunun açıkladığı bu ilkelere sadık kalmak zorundayız, bunları uygulamak ve hayata geçirmekle mükellefiz. Dolayısıyla “bunlar gerçekleşene kadar da bizim yapılan uygulamaları, ilkeleremize uymayan uygulamaları kabul etmememiz ve bu ilkelerden ve Boğaziçi’nden vazgeçmemiz mümkün değil” diyoruz. Bir de tabii şunu da diyoruz, bizim bu ilkelerimiz sadece Boğaziçi’ni ilgilendiren ilkeler değil Türkiye’de tüm üniversiteleri ilgilenlendiren ilkeler diyoruz ve dolayısıyla da biz bu mücadeleyi hem Boğaziçi için veriyoruz, hem Türkiye’deki tüm üniversiteler için veriyoruz, hem de herkesin eğitim hakkı için en temelinde bu mücadeleyi veriyoruz ve vermeye de devam edeceğiz. Şimdi tabii bu mücadeleyi verirken bir sürü hasarla karşılaşıyoruz, işte bu hasarların en sonlarından biri de benim vekaleten Melih Bulu görevden alındıktan sonra 15 Temmuz’da yerine vekaleten rektör olarak atanan, daha önce Melih Bulu’nun yardımcılığını, rektör yardımcılığını yapmayı kabul etmiş Naci İnci’nin yani bir Boğaziçi akademisyeni olan Naci İnci’nin 16 Temmuz tarihinde bana gönderilen bir yazıyla beni görevimden alması oldu. Yani 14 yıldır hizmet verdiğim Boğaziçi Üniversitesi’nden kısa bir yazıyla görevime son verildiği söylendi. 

ÖM: Peki bu yazıda yani bu Naci İnci’nin hakikaten benzersiz nitelikte bir açıklaması var, yani görevi sona erdirmenin gerekçesi olarak sosyal medya paylaşımlarını gösteriyor. Soruşturmadan başvuru yapmadığından da bahsediyor, ne demek bütün bunlar diye zaten dilekçede de sormuş.

CC: Tabii tabii açıklayayım. Üç gerekçe veriyor orada sırayla söyleyeyim, bir tanesi efendim 12 saat ders vermem verekirken haftada ben 6 saat ders veriyormuşum. Şimdi önce ondan başlayalım, üniversitemizde bir akademisyenin kaç saat ders vereceği, hangi dersleri vereceği, vs. bunlar üniversitenin çeşitli kurullarında alınan kararlardır. Yani önce bölüm kurulunun kararı gerekir, ondan sonra fakülte kurulunun kararı gerekir, ondan sonra üniversite yönetim kurulunun kararı gerekir. Yani eğer benim ders saatimle ilgili bir sıkıntı varsa o zaman denir ki “Can hocam siz yeterince ders vermiyorsunuz, sizden daha fazla şu kadar saat ders vermenizi talep ediyoruz” demeleri gerekir. Yani ilk gerekçe zaten kendi sorumluluklarına dair bir şey. Bahsettiğim bölüm kurulu, fakülte kurulu, üniversite yönetim kurulu kararları ile alakalı olması gereken bir gerekçe. Dolayısıyla o gerekçenin geçerli bir tarafı yok. Diğer gerekçe ise şu, yani bu soruşturmayla ilgili olan kısım, diyolar ki “10 Temmuz’da hakkınızda bir soruşturma açıldı” yazının tarihi 16 Temmuz. Yani o yazının tarihinden 6 gün önce benim hakkımda bir soruşturma açıyorlar ve bu soruşturmadan benim haberim olmuyor, ancak o yazıda haberim oluyor. İddia da amir ve üniversite yöneticilerine paylaşımlarımla –herhalde sosyal medyayı şey yapıyorlar, sosyal medya demek istiyorlar- sosyal medya paylaşımlarımdan amirlerime ve üniversite yöneticilerine hakarette bulunduğum söyleniyor. Bir kere bunun dili de çok garip, yani bizim üniversitemizde öyle amir-memur ilişkisi, alt-üst ilişkisi yoktur. Yani bugün işte Gülay Barbarosoğlu örneğin rektör seçilmişti 2016’da, o gün Gülay hoca rektör seçilir, yarın Ahmet hoca seçilir, öbür gün Fatma hoca seçilir, yani aramızdan biri zaten o pozisyona getirilir. Dolayısıyla böyle bir alt, üst, amir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla oradan da ilgili ciddi bir tabii sorun var bu yazıda, bu gerekçede. Diğer üçüncü şeye gelirsek de o da şöyle, benim kadromun belli sürelerle yenilenmesi gerektiğini ve ben kadromun yenilenmesi için herhangi bir başvuruda bulunmadığımı iddia ediyor bu yazı. Yine aynı şekilde yani üniversitede çalışan herhangi birisinin kadrosunun yenilenmesiyle ilgili bir prosedürün sorumluluğu kişide değildir işverendedir. Yani işveren der ki üniversite yönetiminin şunu demesi lazım “sizin kadronuzun süresinin yenilenmesi gerekiyor ve biz sizden şunu, şunu, şunu talep ediyoruz bunun için” diyebilir. Yani şimdiye kadar 14 yıldır Boğaziçi’ndeyim, kimse bana “kadronuzun süresini yenilemeniz gerekiyor, onun için şunları, şunları yapmanız gerekiyor” demedi. 

ÖM: Başka herhangi bir öğretim üyesine de böyle bir şey söylendiği herhalde hiç duyulmamıştır.

CC: Şimdi şöyle, farklı kadrolar var, öğretim görevlisi kadrosu var, eskiden yardımcı doçent dediğimiz kadro var, artık doktor, öğretim üyesi deniyor buna, böyle farklı kadrolar var ve bunlar tabii ki YÖK’ten kaynaklı olarak böyle farklı uygulamalara tabi olabiliyorlar. Yani dolayısıyla benim kadromun da belirli sürelerle yenilenmesi gerekebilir ama şimdiye kadar ya bu otomatik olarak yenilendi ya da rektörlük bunun yenilenmesi için ne gerekiyorsa yaptı ve benim ruhum duymadı. Yani şimdi 14 yıl sonra “sen başvuru yapmadın, onun için biz senin süreni yenilemedik” demesi okul yönetiminin çok saçma bir durum tabii ki. Dolayısıyla bu üç şeyde, ha bu arada da üçüncü yani diğerine dönersek yani amirlerime ve üniversite yöneticilerine hakarette bulunduğum, onları aşağıladığıma dair bir iddia varsa o zaman ortada kanıt olması lazım, hangi paylaşımlarla bunu yaptığımın ortada olması lazım, benim bunu biliyor olmam lazım ve benim bir savunma yapmam lazım. Doğal olarak bunun eğer bir şey ifade ettiysem o nedir bilmiyorum tabii, bunun anayasa tarafından korunan protesto hakkı olduğu, eleştiri hakkı olduğu, ifade özgürlüğü kapsamında olduğu savunmamda söyleyebilmem lazım, gerekirse bir avukatla savunma yapabilmem lazım. Bunların hiçbiri olmadan sanki bu soruşturmanın sonucu alınmış ve ben suçlu bulunmuşum gibi bu da gerekçe gösterilerek 14 yıl sonra “hadi bakalım biz seni işten attık, üniversiteden attık” diyorlar. Yani tabii ki neden ben seçildim bu kadar insan arasında? 

ÖM: Ben de onu soracaktım.

CC: Sorusuna dönersek, ben yani ocak ayının başından beri Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin özellikle direnişini fotoğraflarla, çektiğim videolarla belgeleyen bir görsel işitsel hafızasını tutan, belleğini tutan ve o anlamda da görünür olan, bu anlamda da basına da bu görüntüleri, görsel ve işitsel kayıtları paylaşan biri olarak görünür bir pozisyondayım. Aynı zamanda basın bana herhangi bir şeyi sorduğu zaman haber verme ve haber alma hakkı kapsamında rahatlıkla kendimi ifade eden bir insanım. Yani susup oturup da başımıza bunlar gelirken, bu kadar hasar verilirken bir kamu üniversitesine susup oturacak değilim zaten. Yani akademisyenliğin tanımında da bence bu var, yani bir kamu üniversitesini akademisyen savunmayacasa, eğitim hakkını bir akademisyen savunmayacaksa kim savunacak? En önce benim savunmam lazım, ben de 7 aydır bunu yapıyorum. Bu kadar da görünür olan birisi olduğum için sanırım hani beni epey hedefe koyarak, beni uzaklaştırarak, beni cezalandırarak Boğaziçi Üniversitesi direnişine ve özellikle akademisyenlerin direnişine, akademisyen olduğum için bunu söylüyorum yoksa direnişin diğer bileşenleri de bu direnişin çok çok önemli bir kısmı ve müthiş bir çaba gösteriyorlar ama hedefe de ben kondum ve şimdilik benim başıma böyle bir şey geldi. Bana bunu yapabilirlerse herkese bunu yapabilirler, biz de bunu kabul etmediğimiz için işte arkadaşlar sağ olsunlar son yaklaşık 11 gün oldu galiba benim işten çıkarma yazısı bana ulaşalı, bunu kabul etmediklerini yani benden bir nevi vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar. Dünkü nöbet tabii benim için çok duygusal ve anlamlıydı, ben orada yoktum ama şehir dışında olduğum için arkadaşlar benim fotoğrafımın olduğu bir döviz tutmuşlar, üzerinde de ‘Can Candan yalnız değildir!’ yazıyor. Daha sonra da bu dövizi rektörlüğün kapısına koymuşlar. Bir oturma eylemi başlatmışlar benim işe iade edilebilmem için. Tabii çok duygulandım, çok onore oldum ama ben bunu bireysel bir mücadele olarak görmüyorum, bu hepimizin mücadelesi ve biraz önce anlattığım gibi tüm üniversiteler ve kamu için verdiğimiz mücadele olduğunu düşünüyorum. 

ÖÖ: Zaten Boğaziçi Üniversitesi’nin bu direnişinin bu kadar uzun sürebilmesinin herhalde kilit noktası bu, herkesin muazzam bir dayanışma içerisinde olması. Belki ufak tefek fikir ayrılıkları, vs. vardır ama sizin öncesinde Feyzi Erçin Hoca için de benzer bir görevden alma durumu gerçekleşmişti. Onun için de öğrenciler hatta duruyordu rektörlüğün önündeki eylemlerde yine benzer bir pankartla birlikte. Dolayısıyla böyle bir sürekli bir sahip çıkma birbirlerine, akademisyenler öğrencilerine, öğrenciler akademisyenlerine sahip çıkma durumu söz konusu. Ben bir şeyi soracağım, şimdi yeni bir süreç başladı galiba Boğaziçi Üniversitesi’nde, Melih Bulu görevden alındı, şimdi Naci İnci geçici olarak aslında, yani şimdi bir rektör atanacak ve Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seçimlerden söz ediliyor “Boğaziçi Üniversitesi adaylarını seçiyor” diye, hatta adayların ortaya çıktığı bir süreç var, bu süreci anlatan bir takım işte metinler kaleme aldı akademisyenler de. Şu andaki seçimler meselesi nedir? 

CC: Tabii anlatayım, şimdi vekaleten geçici olarak Naci İnci’nin bu pozisyonda olduğunu söylediniz, Bulu çok önemliydi tabii ki bu vurguda çünkü düşünsenize vekaleten siz o pozisyondasınız, hiç kimseye danışmadan siz 14 senelik bir öğretim görevlisinin işine son veriyorsunuz. Şimdi orada da büyük bir ciddi etik bir sıkıntı var, yani önce yani aslen atanmadığınız bir pozisyonda böyle bir iradede bulunuyorsunuz ve bir insanın hayatını değiştiriyorsunuz. Yani onu da not etmiş olalım, oradan seçime geçiyorum. Biliyorsunuz biz başından beri, demin de bahsettim size şunu söylüyoruz, ilkelerimiz bize bunu söylemeyi, söylemekle görevlendirdiği için bir nevi diyelim, BÜ’nde tüm yönetici pozisyonunda olanlar seçimle o pozisyonuna gelirler, yani ilkemiz bunu diyor zaten. Dolayısıyla ister bölüm başkanlığı olsun, ister fakülte dekanlığı olsun, ister rektörlük pozisyonu olsun, ister meslek yüksek okulu müdürlüğü olsun, ister enstitü müdürü olsun, bütün bu yöneticilerin seçimle göreve gelmesi gerektiğini biz savunuyoruz. Dolayısıyla zaten 2016’daki KHK ile yapılan ‘Cumhurbaşkanının üniversitelere rektör atar’ kuralını kabul etmiyoruz aslında biz. Dolayısıyla 2016’ya bir nevi geri dönmemiz gerektiğini başından beri söylüyoruz, o da nedir? Adaylar belirlenir üniversite içinde, daha sonra bu adaylar belirli bir seçim kampanysı yürüttükten sonra rektörlük seçimi yapılır, rektörlük seçiminde de en çok oyu alan kişi rektör olarak seçilir. 2016 Temmuz’unda, 13 Temmuz’da Gülay Barbarosoğlu hocamız aramızdan bir akademisyen olarak rektör olarak seçilmişti. Bizim yapmak istediğimiz o noktaya geri dönmek, hatta daha da iyisini yapmak çünkü orada da olan şey şuydu yani üniversitelerde seçim vardı fakat en çok oyu alan 3 aday YÖK’e gönderilir, daha sonra YÖK o 3 aday arasından en uygun gördüğünü seçerdi rektör olarak. Şimdi o da tam anlamıyla bir seçim değildi, dolayısıyla biz Boğaziçi Üniversitesi’nde ne yapardık? Biz şunu yapardık, derdik ki rektör adaylarına “eğer siz en çok oyu almazsanız bu yarıştan çekilirsiniz” derdik ve dolayısıyla bir nevi o YÖK’ün dayatmasını da boşa çıkarmış olurduk. Yani Gülay hocadan daha az oy alan kişilerin Ankara’ya “ben en fazla oy alan 3 adaydan biriyim” diyerek Ankara’ya gitmemesini biz beklerdik ve öyle de olurdu. Yani buradaki seçme iradesinin üniversitede ve üniversite bileşenlerinde olması gerektiğini biz savunuyorduk, savunuyoruz ve hâlâ savunuyoruz.

ÖM: Evet. Belki de şunu da söylemek lazım yani bu Naci İnci’nin mesela nükleer alaturka belgesel film projesiyle ilgili olarak da birlikte çalıştığını aynı zamanda yıllardır Boğaziçi Üniversitesi’nde hocalık yapan Özcan Vardar’ın kampüse girişini de bu dönem ders açmadığı bahanesiyle engellemeye çalışması var ve ayrıca da şöyle bir ifade kullanmış “Can Candan’ın bu gibi faaliyetlerde bulunma görevi yoktur, Özcan Vardar’ın Nükleer Alaturka web sayfasında da ismi geçmemektedir. Ayrıca ilgili web sayfasında bahse konu hazırlanacak belgeselin içeriğinde siyasi bir partiyi hedef aldığı yönünde bir kanaat hasıl olmuştur. İlaveten kim tarafından finanse edildiği belli olmadığından talep tarafımızdan uygun bulunmamıştır” gibi hakikaten “Boğaziçi Üniversitesi tarihine kara bir sayfa olarak eklendi” dediğin senin de Bianet’te bir durum var. Belki şunu da söylemek lazım, kapıya asılıyor ya hani öğrenciler tarafından şeyler, belki Orhan Kemal’in “almışım amirlerimden terbiye, görmüşüm kurs, görseydin kurs, alsaydın sıkı terbiye büyüklerinden konuşmazdın böyle cahil sözler, bilirdin bir yüksektir bir vazife herşeyden” cümlesini de koyabilirdiniz belki ya da öğrenciler koyabilirdi. 

CC: Evet o zaten doğrudan bir akademisyenin hangi konuda çalışacağına, hangi konuyu araştıracağına, benim özelimde hangi konuda belgesel yapacağıma doğrudan bir müdahale anlamına geliyor bu ve benim akademik özgürlüğümü tamamen kısıtlanması, buna karşı yapılmaya çalışan bir müdahale bu. Gerçekten bir kara sayfa yani, olacak gibi değil çünkü özellikle ben Boğaziçi Üniversitesi’ne dün gelmedim ki, geldiğimden beri benim daha önce yaptığım belgeseller yani bütün belgeseller BÜ’de gösterildi, özellikle 3 saatlik bir ÖSS belgeseli, ‘Benim çocuğum’ belgeseli, bunların akademik galaları BÜ’nde yapıldı ve bunlar rektörün desteğiyle yapıldı. Yani Boğaziçi Üniversitesi’nin bir akademisyeninin yaptığı ve dünya çapında orada burada gösterilen ve üniversiteyi dolayısıyla temsil eden belgeselleri yapan birinin böyle kısıtlanması zaten olacak iş değil. Rektörün görevi bana işte BÜ’ye ilk başladığım zaman Ayşe Soysal’dı rektörümüz o zaman, Ayşe hocanın söylediği gibi “rektörün görevi akademisyenin yapmak istediği şeyleri gerçekleştirebilmesi için ona destek olmak” demişti. Şimdi Naci İnci’nin yaptığı şey bunun tam tersi yani söylediği sözler ve yaptığı şey bunun tam tersi ama bu seçim meselesine geri dönmek istiyorum. Şimdi 2 Ağustos’a kadar YÖK bir iş ilanı verdi ve 2 Ağustos’a kadar da BÜ’nün rektörü olmak isteyenlerin başvurularını alacağını söyledi. Yani YÖK tekrar aynı süreci işletmeye çalışıyor şu anda, Melih Bulu’nun başa getirildiği sürecin aynısını işletmeye çalışıyor. Biz de BÜ akademisyenleri olarak diyoruz ki bizim ilkelerimize bağlı olmayan ve 7 aydır başımıza gelenleri zararları ortadan kaldıracağını taahhüt etmeyen herhangi bir rektörü bizim kabul etmemiz, onaylamamız mümkün değil diyoruz ve onun için de bir güvenoyu oylaması yapacağımızı söylüyoruz. Yani dün açıkladığımız şey buydu, eğer birisi B Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör adayı olup da bu iş ilanına başvurmak istiyorsa ve bizim de olurumuzu, onayımızı almak istiyorsa o zaman biz bu insanlarla ilgili 2 Ağustos’tan önce bir güven oylaması yapacağız diyoruz. Neden bunu böyle diyoruz? Yani ‘neden siz oturup da sandıkla seçim yapmıyorsunuz?’ sorusu gelebilir. Çünkü 2 Ağustos’a burada çok az bir gün kaldı, bizim zaten aylardır çalışkan bir çalışma grubumuz var, hatta bunun adını da söyleyelim, ‘Üniversitelerde yönetim yapılanması çalışma komisyonu’. Bu komisyonun hazırladığı bir rapor var ve biz dünkü açıklamamızda basına geçtiğimiz açıklamamızda bu rapora da ithafta bulunduk ve onu raporu da gönderdik. Biz uzun dönemli bir değişikliğin, yani özellikle de rektör seçiminin nasıl olması gerektiğine dair önerimizi bu raporda zaten kamuoyuyla paylaştık. Fakat bunu hayata geçirmek için yeterince zamanımız yok şu anda. Dolayısıyla bu geçiş sürecinde bir güvenoyu süreci işletip rektör adaylarının mutlaka bizim ilkelerimize sahip çıkacak ve şimdiye kadar Melih Bulu döneminde ve şimdi de Naci İnci döneminde gördüğümüz hasarların iyileştirilmesini sağlayacak insanlar olması gerektiğini söylüyoruz.

ÖÖ: Peki ne zaman 

ÖM: Bunu takip etmeye devam edeceğiz ama maalesef süreyi bitirdik.

ÖÖ: Ben çok minik bir şey söyleyeceğim, ne zaman bu oylama? Çünkü şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nden adaylar var anladığım kadarıyla.

CC: Evet evet şöyle, yani biz 2 Ağustos 2021 tarihinden önce kamuoyuna desteklediğimiz adayları ilan edeceğimizi söylüyoruz.

ÖÖ: Anladım, tamam.

CC: Yani bu oylamayı yapmak çok kolay bir şey artık elektronik ortamda çok güvenli bir şekilde bunlar yapılıyor. Dolayısıyla işte Özdeş Özbay BÜ’ye rektör olmaya adaysa biz hemen onun hakkında bir güvenoyu oylaması yapıp diyoruz ki “evet biz bu kişiyi destekliyoruz” ya da “desteklemiyoruz” diyoruz örneğin.

ÖÖ: Anladım.

ÖM: Peki bunu takibe tabii dar zamanda kısa paslaşmalarla takibe devam edeceğiz. Can Candan çok teşekkür ederiz. 

ÖÖ: Çok teşekkür ederiz.

CC: Ben çok teşekkür ederim, sağ olun. 

ÖM: Görüşmeye devam edeceğiz.

CC: Görüşmek üzere, iyi yayınlar!

ÖÖ: Sağ olun!