Açık Gazete'de Ali Bilge'yle söyleşi: Yıl sonunda hukuk ve demokrasiye bakış

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle, Türkiye’deki demokrasi ve hukuk sistemi üzerindeki kısıtlamayı konuştuk.

Fotoğraf: Hürriyet

(10 Aralık 2018 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!

 

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Can, günaydın Selahattin! Bütün ekibe merhaba!

 

Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!

 

AB: Yılın sonuna doğru yaklaşıyoruz, 2019 yılında yerel seçimler var malum, yerel seçimlere giderken Gezi olaylarından bu yana Türkiye’de demokrasi ve hukuk sistemi üzerindeki daralma, küçülme ve kısıtlama temel hak ve özgürlüklerimiz üzerinde devam ediyor. Bu daralmanın önemli örneğini geçen hafta yaşadık. Geçen hafta AİHM’in Demirtaş’la ilgili kararını iktidarın uygulamamasından sonra yeni bir evreye girildiğini söylemek mümkün, yani kötücül bir evre anlamında söylüyorum. Çünkü “AİHM kararı bizi bağlamaz” dendikten sonra demokrasimiz ve hukukumuz çok daha fazla daraldı ve otoriter rejimin anayasaya ve hukuka ilişkin bağlantılarını gerçeğinin altını çizmiş oldu. Bu konuda değerli hukukçu Rıza Türmen ve Kemal Gözler’in yazılarına bakmak yeterince aydınlatıcı, durumun vahametini ortaya koyması açısından öğretici yazılardır. 2012’den bu yana Türkiye hukuk sistemi ve anayasal sistemi üzerindeki gelişmeleri programlarda da ortaya koymaya çalıştık. Türmen’in ‘Hukuk devletinin sonu’ başlıklı yazısı, Gözler’in de ‘Hukuk nereye gidiyor? Gözlemler ve öneriler’ başlıklı yazıları feci durumun altını ziyadesiyle çizmektedir.

 

ÖM: anayasa.gen.tr’de galiba değil mi?

 

AB: Evet orada, epeydir Kemal Gözler yazmıyordu, İbrahim Kabaoğlu’nun da konuya ilişkin söyleşisi vardı, onun da altını çizelim. Diğer bir husus, Demirtaş kararından ve Kavala davasına ilişkin Türkiye’deki gelişmeleri Deutsche Welle Türkçe’ye değerlendiren Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Mijatoviç “Bazı terörle mücadele yasaları Türkiye’de insanların yaşamını imkânsız hale getirdi” diyor, bunun altını çiziyor. Zaten “AİHM kararı bizi bağlamaz!” dendikten sonra iktidar medyasındaki kampanya ve propagandalara da baktığımızda en ufak bir muhalefete tahammül edilemediğini, susturmak ve sindirmek için her türlü propaganda ve kampanyanın da sürdüğünü görüyoruz. İşte bu karardan sonra Sırrı Süreyya da hapse girdi, Gezi olaylarına ilişkin davalar farkındaysanız yeniden köpürtüldü, Can Dündar ve Mehmet Ali Alabora yakalama kararı, Kavala’nın iddianamesi geldi. Şunu da ekleyeyim; Gezi eylemleri nedeniyle 5 yıl sonra Ankara’da 120 kişi hakkında bir iddianame hazırlandı. Sonra iktidar medyasında ‘Teröre karşı mücadelemizi dünyaya nasıl anlatmalıyız?' türünden yayınlar oldu. HDP’ye zaten 7/24 devam eden bir baskı söz konusu. Ardından geçen hafta “Savaş olmasın, savaş istemiyoruz” demek de suç olmaya başladı Türkiye’de. Afrin’deki harekat sakıncalı diyen ‘Afrin imzacıları’ diye tanınan 170 kişiyi -ki cumhurbaşkanı onları ‘vatan haini’ diye ilan etmişti, hakkında soruşturma başladı. Yani ‘Barış isteriz, savaş istemeyiz, her türlü savaşa karşıyız!’ diye milletvekillerine yazılan bir mektup soruşturma konusu oluyor bu ülkede. Ayrıca yine Yaman Akdeniz’in ortaya koyduğu rakamlar var; cumhurbaşkanına hakaret suçlamasında muazzam bir patlama var. Biliyorsunuz Türkiye’de enflasyonda patlama oluyor bir de bu soruşturmalarda patlama var. 2017 yılında sadece cumhurbaşkanına hakaretten 20,539 soruşturma açılmış, bununla birlikte ceza mahkemelerinde 6033 dava açılmış.

 

ÖM: Bir çeşit rekor da denebilir uluslararası anlamda?

 

AB: Evet bunlar rejimin göstergeleri..

 

ÖM: Bu Afrin’e yönelik TSK’ya yönelik ‘Zeytin Dalı’ harekatına ilişkin milletvekillerine mektup gönderen Yurttaş Girişimi üyeleri hakkında soruşturma açıldığı ortaya çıktı diyordunuz sizin bahsettiğiniz, aralarında eski bakanlar da var, Fikret Ünlü, Bahattin Yücel, Ertuğrul Günay, Ertuğrul Yalçınbayır, Ziya Halis’in yanısıra bazı sanatçılar ve oyuncular var, Zülfü Livaneli, Gülriz Sururi, Genco Erkal, Halil Ergün, ayrıca yazarlar, gazeteciler var, tarihçiler, Hasan Cemal, Ayşe Hür, Rakel Dink var, Lale Mansur, Suavi, Tarhan Erdem, Ufuk Uras gibi de isimler yer alıyordu.

 

AB: Çok geniş bir meslek grubu bulunuyor. Bu başlıklara birkaç tane dana ekleyelim, şu anda Türkiye’de 53 gazeteci hükümlü, yani bütün bu saydıklarımız, başından itibaren yani ‘AİHM bağlamaz’ başlığından itibaren saydıklarımız ki birkaç tane daha sayacağım, Türkiye’de otoriter rejimin göstergeleri olarak karşımıza çıkıyor. 5 gazeteci geçen hafta hapis cezası aldılar Özgür Gündem davasında gönüllü genel yayın yönetmenliği yaptılar birer günlük Ayşe Düzkan, Hüseyin Aykol, Mehmet Ali Çelebi, Hüseyin Bektaş ve Ragıp Duran. Sonra genç bir iletişim fakültesi öğrencisi geçen hafta Trabzon’da, ‘Gazetecilik suç değildir’ yazısıyla Erdoğan’a hakaretten tutuklandı. Bunları daha da çoğaltmak mümkün, özgürlüklerimizin ne kadar kısıtlandığını ve daraldığını göstermesi açısından önemli başlıklar. Türkiye’de şu anki tek adam rejimine muhalifsen çeşitli suçlarla karşı karşıya kalıyorsunuz, bunların mesnetinin olup olmaması önemli değil ..Erdoğan’a ve iktidarına muhalifsen, Fetöcüsün, paralel devlet yapılandırıcısısın, PKK’lısın, Sorosçusun –o da ne demekse!- PYD’lisin, bir savaşa karşıysan, Afrin’de savaş olmasın diye milletvekillerine mektup yazıyorsan mutlaka sizi suçlayacaklar bulmanız mümkün, 3-4 çeşit şekilde suçlamaya muhatap olabiliyorsunuz. Türkiye’deki bugün siyasi iktidar anlayışı ve hukuk anlayışında muhalif olmak terör örgütü olmakla eş anlı gelişiyor . Türkiye’de Soros vakfı da kendini kapatıyor, gidiyor duyduğumuz kadarıyla.

 

ÖM: Evet ilga etti kendini.

 

AB: Muhalif olunca Fetöcüsün, PKK-PYD’lisin, Sorosçusun.. AKP’nin kuruluşundan 2013’te 17-25 Aralık’a kadar Fethullah Gülen cemaati, siyasi iktidarın ve Erdoğan’ın önemli bileşenlerinden biriyken, kendisinin de zikrettiği gibi ‘hasretle’ andığı bir isimdir, dönemin adalet bakanı Bekir Bozdağ 2013 Aralık sonuna kadar “Biz onların hain olduğunun farkında değildik, onlarla yan yanaydık, iç içeydik” demiştir . PKK ile herkesin içeride ve dışarıda geniş tabanlı destek verdiği savaşın sonunun gelmesi için ümitkar olduğu görüşmelere hem İmralı ile hem Kandil’in İsveç’teki kanadıyla görüşmeleri bizatihi MİT müsteşarı yönetti bu ülkede. Bizzat Erdoğan o dönemde bu görüşmeleri başlattı, muazzam da bir destek ve alkış aldı. Aynı Erdoğan aradan birkaç yıl geçtikten sonra Dolmabahçe mutabakatını yırttı. İsveç görüşmelerini, o zamanki Barış ve Demokrasi partisi üzerinden Kandil görüşmelerini, bu ülkenin istihbarat örgütü ve kamu güvenliği müsteşarlığı yönetti. Dediğim gibi müthiş bir kabul gördü, o sayede Erdoğan güneydoğuda oylarını da artırdı.

Gelelim Sorosçuluğa, bu beyefendi ile yani Soros’la ilk temasları kuran kişiler ve onunla görüşenler kendileri, buraya Türkiye’ye davet edenler kendileri.

 

ÖM: Oradan fon istemek gibi de bir şeyleri vardı galiba değil mi?

 

AB: Kendi kızı Sümeyye Erdoğan TESEV’de çalıştı, TESEV de Açık Toplum Enstitüsü’nden destek aldığını açıkladı, şeffaf bir şekilde ortaya konuyor. Bunlar bilinmeyen şeyler değil. Soros’la ortak toplantıları var, Erdoğan’ın bizzat kendisi yer alıyor.

 

ÖM: Fotoğrafları var evet. Bu tip yayınları yapan iktidara yakın diyebileceğimiz gazete ve televizyonlar bundan bahsetmiyorlar mı, bu çelişkiden? Daha önceden vardı ama o başkaydı mesela şimdi ondan sonra Soros değişti diye

 

AB: Soros ve vakfı ülke içine gizli mi girdi, bu insanlar bu organizasyon illegal yolla mı girdi? Kendilerinin onayı dahilinde geldiler, çalışmaya başladılar.. Bizatihi iktidar ve iktidarın liderinin saydığım hususlardaki görüşmeleri başlattığına tanık olduk hepimiz, Kürt sorununun bitmesi, savaşın bitmesi çözüme ilişkin süreci hatırlayın. 2014’te de yerel seçimler vardı, o zaman ne konuşuyorduk Türkiye’de? Barış sürecini konuşuyorduk, altını çize çize barış süreci konuşuyorduk.

Soros’u davet edenler kendileri, madem bugün bu kadar suçlanması gereken bir kişi ya da organizasyon ise sormazlar mı “Kim nasıl davet etti , kim izin verdi” diye .. Bunların altını çizmek lazım. Türkiye’de son yıllarda geriye dönük bağlantı yapma şansınız yok, hafıza ortadan kaldırılıyor. Bakın Afrin imzası atanlar arasında Ertuğrul Yalçınbayır, Ertuğrul Günay gibi isimler AKP’de görev yapmış isimler, kimileri kurucu Yalçınbayır ilk hükümette başbakan yardımcısıydı, Günay bakandı. Tüm geçmiş hafızadan silinmeye çalışılıyor. Bu konulara ilişkin geçmiş yok sayılıyor. 5 yıl sonra Gezi konusunda iddianame hazırlanıyor. Gezi’deki protestocularla ilk görüşen kimdi? Libya gezisinden döndükten sonra kendisi görüşmedi mi?

 

ÖM: Evet Ankara’da bir toplantı yaptı.

 

AB: Başbakan yardımcısı Bülent Arınç görüşmedi mi? Belediye başkanı görüşmedi mi, vali görüşmedi mi devlet adına? Nasıl İsveç’te MİT müsteşarı PKK temsilcileriyle görüşmüşse.. bu hafızayı ortadan kaldırdığınız takdirde bir sonuç elde edemezsiniz. “AİHM kararı bizi bağlamaz” dedikten sonra Gözler’in ‘Hukukun sonu’, Türmen’in ‘Anayasa hukuku bitti mi?’ başlıklı yazılarını birlikte ele aldığımızda sonuç şu: Türkiye’de otoriter rejim yeni bir aşamaya gelmiştir, önümüzdeki yerel seçimlerden sonra “Hiçbir şekilde muhalefet edemezsin, edersen bu suç haznelerden birine girersin!” O haznelerin gerçekçi olup olmaması önemli değil.. Yani 170 kişi “Savaş olmasın!” dedi diye sen onları nasıl hain görebilirsin? “Savaş olmasın” demek, barış istemek suç kapsamına giriyorsa, orada zaten bir durmak gerekiyor.

 

ÖM: Biraz önce sözünü ettiğiniz toplumsal bellek konusunda da Gökçer Tahincioğlu’nun da güzel bir yazısı yer aldı T24’te ‘Aynı suçun ortakları’ diye “Hafızasız bir toplum olmanın en kötü tarafı geçmişin öyle bir yere çarparak bir kaza geçirerek unutulmuş olmaması” diyor. “Hafıza bir kaza sonucu ortadan kalkmadığına göre geriye seçenek anımsamamayı seçmek kalıyor. Anımsamamayı istemenin temelinde ise maalesef çekilen acılarla yeniden boğuşmak istenilmemesi yatmıyor. Tek bir nedeni var, başkalarının yaşadıklarını umursamamak, kötücül duygularla içten içe sevinmek, sevmediğin görüşleri savunanların beter olmasını dilemek. Bu nedenle birileri idam da edilse, işkenceden de geçirilse, tecavüze de uğrasa, birilerinin yaşamı bütünüyle elinden de alınsa bu dev kıraathanede oyun hep devam ediyor” demiş ayrıntılı bir yazı. İlk paragrafa değindim.

 

AB: Evet oyunlar devam ediyor, hafıza ortadan kaldırılıyor.. Hiç unutmuyorum, meclis kürsüsünden Bekir Bozdağ’ın muhalefete de dönerek “17-25 Aralık’a kadar biz onların ne kadar hain olduklarını göremedik" demişti. Muhalefet ederseniz, Soros, Fetö, PKK, PYD'ci oluyorsunuz, gerçekten traji komik oluyor ama bu insanların özgürlükleri gasp edilmiş oluyor ve bütün dünya da bunu görüyor. Özellikle bu konuda duyarlı kurumlar Avrupa Konseyi daha yakından izliyor. Ama dünya halinin de pek parlak olmadığı görülüyor. 12 Eylül’de gördüğümüz uluslararası muhalefet tavrı bile görülmüyor. Dolayısıyla uluslararası hukukun gerektirdiği süreçlerde Türkiye’de maalesef işlemiyor, bizi bağlamaz deniyor, kaç yılındaydı? 1949 filandı değil mi Avrupa Konseyi’ne Türkiye’nin katılması. Şimdi 70 yılda geldiğimiz durum bundan ibaret.

Yerel seçimler yaklaşıyor, yerel seçimler çok önemli, şu an önemi olan tek şey yerel seçimler. Türkiye yerel seçimler tarihine önümüzdeki programlarda bakacağız. Genelde iktidarların sıkıştığı dönemlerde yerel seçimler iktidar partilerine ve genel olarak siyasi değişim süreçleri için ışık tutan seçimler olur. Bu bağlamda tabii Türkiye otoriter tek adam rejime girdiğinden sonra ilk seçimini yapıyor, tam tekmil otoriter rejime biz son genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle girdik. 2014’ten bu yana da yarım düzine seçim yaptık neredeyse. 2014 yerel seçimlerinden bu yana 3 genel seçim, 2 cumhurbaşkanlığı seçimi yaptık hatırladığım kadarıyla, bir de referandum yaptık. Seçim yorgunu da bir ülke ama daralan temel hak ve özgürlüklerimiz ve hukuk sistemimizdeki problemler devasa boyutta , demokrasinin ve hukukun sonundayız.. Yerel seçimler hep onu söylüyorum kapı kapanırken kapı ile eşik arasına, aralığa konmuş bir ayaktır, 30 tane büyükşehir var Türkiye’de, bu büyükşehirlerin, artık nüfusumuzun çok büyük bir bölümü büyükşehirlerde, il ve ilçelerde yaşıyor %85’i, bu şehirlerde muhalefetin göstereceği başarılı performans Türkiye demokrasisinin nefes almasına, açı genişlemesine yol açabilir. Çünkü önümüzdeki yerel seçim, hep böyle ucu ucuna kazanılmış, şaibeyle kazanılan seçimlerden geçmiş ülke açısından bir rejim onaylaması anlamına da gelebilir. Biliyorsunuz hep %50-51’lik sınırlarda rejim değişikliğine yol açan seçimler yaşandı. Dolayısıyla yerel seçimler bu nedenle son derece önemli, yoksa AİHM kararlarının dinlenmediği, hukuk devletinin sonuna gelindiği ülkemizde demokrasi kapısı tümüyle kapanacaktır . Adeta 100 yıl önceki takrir-i sükun dönemi gibi bir sessizliğe ülkenin gömülmesi kaçınılmaz olacaktır. Hukukçular, kanaat önderleri ve uluslararası hukuk otoriteleri de bunun altını böyle çiziyorlar. Dolayısıyla yerel seçimler sadece yerel yöneticilerin seçilmesi açısından değil Türkiye demokrasisinde kapanmak üzere olan kapının biraz daha açılması anlamında gelen bir seçimdir.. Yerel seçimlere giderken Türkiye ekonomisinde yaşananları da vaktimiz ölçüsünde değinecektik ama vaktimiz kalmadı galiba?

 

ÖM: Evet kalmadı. Burada tabii çok önemli bir nokta olarak bir kelimeyle sadece altını çizelim, bütün bu konuştuğumuz karanlık tabloda en önemli unsurlardan bir tanesi de medyanın durumu. Bakıyoruz ne çevre felaketleri, ne işkence, insan hakları dalında bugün 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde de etraflıca kapsamaya çalıştık biraz tarihçesini, ne temel hak ve özgürlükler var, ne çevre yani yıkıma doğru hızla giden yani önde gelen kanaat önderinin bildirisini okuduk, şu anda derhal harekete geçilmeli diyorlar politikacılara ya da vatandaşlara isyan bildirisini yayınlıyorlar. Aralarında Chomsky’nin, Klein, Bill Mc Kibben gibi önemli isimlerin de, din adamlarının filan da isimleri olduğu bir şey. Bunların hiçbirine değinmeyen ve maalesef işte robotlarla filan uğraşan bir medyadan bahsediyoruz ya da bedelli askerlere yoğun eğitim verildiğini gösteren, nişan almış bir asker fotoğrafıyla beraber süsleyen bir medya var. Bu da tabii çok önemli bir kayıp demokrasi açısından.

 

AB: Epeydir söylediğimiz gibi kuvvetler ayrılığı yaşanmıyor, bitti, kuvvetler birliği dediğimiz bir döneme geçtik, parlamentonun hali, pür melali de belli. Mutlaka değinip işlemişsinizdir, ben de not almışım ‘Türkiye hükümetine iklim için acil eylem çağrısı’ yapıldı.

 

ÖM: Zaten onunla da birazdan Ümit Şahin’in bizim için yaptığı ilginç bir mülakat var, onu da saat 10’dan sonra uzatmalı Açık Gazete’de vereceğiz.

 

AB: Son bir şey ekleyeyim: Hukuk devletinin olmadığı yerde veri güvenliği de yoktur, bunun altını çok çiziyorum, hukuk devleti işlemiyorsa bilgi ve veri güvenliğinden de şüphe duyulur. Türkiye ekonomisi de şeffaf değil, mesela geçen haftalarda Hazine kafasına göre borçlanma yaptı, borçlanma ihaleleri iptal edildi vs. O kadar keyfiyet hâkim oldu ki ülkeye, hem ekonomide hem siyasette, hukukta, burada bırakayım artık. İyi haftalar.

 

ÖM: Çok teşekkürler.

 

CT: Görüşmek üzere.