Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle, yılın son günlerinde ekonominin durumunu, Meclis'teki bütçe görüşmelerini ve Suriye'yi konuştuk.
(17 Aralık 2018 tarihinde Açık Gazete'de yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can!
Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!
ÖM: Yılın son programını yapıyoruz aslında.
CT: Bu vesile ile söylemiş olalım, önümüzdeki hafta olmayacağız yayında ama bıraktığımız kayıtlarla beraber hem sene sonu hem de çeşitli röportajlar olacak.
AB: Evet bir envanter yapıyorsunuz.
ÖM: ‘Geçen yılın ardından’ programını her sene yaptığımız gibi bir de ‘geçen 30 yılın ardından’ diye bir Bill Mc Kibben’ın çok kapsamlı bir makalesi var, uzun bir makale ama onu da çevirdik, koyacağız. Durum hiç parlak gözükmüyor!
AB: Durum her alanda hiç parlak gözükmüyor. Yayına girmeden önce şunu düşündüm, bu yılın bitmesiyle birlikte benim de Açık Radyo ile olan ilişkim bir yaş daha alıyor, yani 2002 sonlarında konuk olarak, 2003 Nisan ayında da düzenli yayına başlamıştık. Aklımdan o zamanki Türkiye üzerinden bugünkü Türkiye geldi geçti, o yıllarda Türkiye ekonomik kriz içerisinden çıkmaya çalışıyordu, yoksul ve orta sınıfların beli bükülmüştü, daha da yoksullaşmışlardı. Milli görüş gömleğini çıkartmış, güler yüzlü bir islami muhafazakar hareket %34 oyla iktidara gelmişti. Türkiye AB sınırlarını zorluyordu, uyum paketleri yayınlıyor, demokratikleşme, Kürt sorunu gibi kadim mevzular konuşuluyordu, ‘az demokrasiden daha geniş bir demokrasiye geçeceğiz’ özlemlerinin olduğu bir Türkiye vardı sizinle bu Ekonomi Politik programlarını yapmaya başladığım dönemde. Türkiye her alanda yapmak durumunda olduğu reformlarını konuşuyordu, kamu maliyesinden tutun siyasal alanın en karanlık bölgelerini, sivilleşme reformlarını, eski darbelerini tartışıyordu. Daha çok demokrasi özlemi içinde olunduğu bir dönemdi, biz de hatta pek çok mikro konu üzerine eğiliyorduk. O günün parlamentosu hükümetten gelen savaş tezkeresini reddedecek mahiyetteydi. ABD’nin 2. Irak müdahalesi öncesinde, Türkiye’nin Suriye-Irak sınırlarında, Amerikan askerleri ve Amerikan silahları, tankları, topları için araziler bile kiralanmıştı. İskenderun Körfezi'nde Amerikan gemileri çıkartma yapmak üzereydi, Türkiye’yi kullanarak Irak’a harekat düzenleyecekti. Öyle bir Türkiye’de bu savaş tezkeresi TBMM‘de reddedildi. Barış mitingleri 100 binleri bulan savaş karşıtı gösteriler oluyordu. Dünya da dünya sosyal formlarıyla ‘başka bir dünya mümkündür’ sloganıyla iklimden azınlık haklarına kadar muazzam şekilde küreselleşmenin günahlarının tartışıldığı bir ortam içerisindeydik. O günlerden bu güne geldiğimizde görünen durum, manzara-i umumiye –biraz önce sizin de söylediğiniz gibi- başta iklim sorunları olmak üzere dünyanın kütlesel bir sağa kayışına, demokrasiden, ana sorunlardan uzaklaşmasına tanık oluyoruz. Türkiye’de demokrasinin hali pür melali ortada, geçmişte savaş tezkeresini, harekat tezkeresini reddeden – bazı AKP milletvekillerinin katkısıyla reddedilmişti hatırlarsanız- Türkiye’den sıklıkla Suriye ve Irak topraklarına harekat düzenleyen bir ülkeye geldik. Az demokrasinin hiç demokrasiye dönüştüğü bir ortamda yılı bitiriyoruz.
ÖM: Başka ülkelere, Irak’ın kuzeyine de hava saldırısı düzenlenmiş olduğu haberi vardı dünkü Diken’den de gördük, “10 militan etkisiz hale getirildi” deniyor ama onu da öldürüldü anlamak durumundayız herhalde.
AB: Evet, öldürmek etkisiz kılmak oldu. Geçen yıllara bakıp envanterini yaptığımda çok çok özetle böyle bir tablo ile karşılaşıyoruz. Yılı bitirirken bir yandan yerel seçimleri konuşuyoruz bir tarafta da, yine harekat –operasyon- savaş meselelerini konuşuyoruz. Suriye’ye yeni bir harekat gündemde.. Geçen yıllara baktığımızda seçimler ve askeri operasyonlar arasında bir ilişki var gibi sanki, elbette gözleme dayalı bir saptama söyleyeceklerim, akademik bir saptama değil, gazetecilik gözlemlerim. Mesela 2014 Mart yerel seçimlerinden sonra 2014 Ağustos’ta cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı ve tarafsız bir cumhurbaşkanı olmayacağını ilan etti Erdoğan. Başkanlık rejimine ilişkin tartışma başladı, anayasa değişiklikleri gündeme geldi. Aynı zamanda “seni başkan yaptırmayacağız“ tepkileri gündeme geldi. Haziran 2015’de bir genel seçim var ki bu seçimlere Türkiye Kürt sorununda çözüm süreciyle birlikte girdi. İktidarın Haziran 2015’te çoğunluğu kaybetmesinden sonra içeride Güneydoğuda büyük bir savaşın başladığına tanık oluyoruz. Temmuz 2015’te çözüm sürecinin en önemli gelişmesi olan Dolmabahçe mutabakatını Erdoğan kabul etmediğini beyan ediyor ve Suruç’taki polislerin öldürülmesiyle birlikte içeride muazzam bir savaşa tanık oluyoruz. Haziran seçimlerinin kaybedilmesi sonrası yeniden seçim kararı alındı ve Kasım seçimlerini de içine alarak bu çatışmalar/operasyonlar devam etti. Kasım genel seçimlerine bu ortamda girildi, İktidar Haziran kayıplarını artan milliyetçi ve militarist ortamdan yararlanarak telafi etti ve tek başına iktidar olmayı tekrar elde etti. Sonrasında çatışmalar devam etti, Kürt sorununa ilişkin çözüm süreci ortadan kalktı. 2015 genel seçimlerinden sonra yeni bir seçim geliyor, başkanlık referandumu geliyor 2017 Nisan’ında, ondan öncesinde Fırat kalkanı operasyonu başlıyor. Başkanlık referandumunu yaptıktan sonra Ocak-Mart’ta Zeytin Dalı Operasyonu oluyor yine Suriye’de. Haziran 2018’de de cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçim. Şimdi yerel seçimlerden önce yeni bir harekat konuşuluyor. Seçimler ve referandumlarla milliyetçiliğin, militarizmin, operasyonların içiçeliğine dozu arttırıldığına tanık oluyoruz. Aynı zamanda Türkiye’nin savunma sanayine ilişkin hususların da gündeme artarak getirildiğine tanık oluyoruz. Geçen haftalarda bu projeleri sıralamıştım füze geliştirme projelerini ve diğer askeri projelerin gündeme getirldiğine tanık olmuştuk. Geçen hafta Gökbey diye bir helikopter projesi açıklandı. Prototip bir helikopter yapılmış muazzam, yakında seri üretime geçilecekmiş, maket töreni vardı geçen hafta..
ÖM: O Can’ın ilgi ve uzmanlık alanına giriyor.
CT: Bu sene içerisinde savunma sanayi en fazla bütçe ayrılan konulardan bir tanesi olarak geçti, aynı zamanda savunma sanayi en fazla kar getiren alanlardan bir tanesi olarak da inşaat sektörünün yerine gösterilmeye başlandı.
ÖM: Harp sanayine ne zamanda beri savunma sanayi deniyor?
CT: Ne bileyim ben ona alıştım artık!
AB: Savunma sanayi müsteşarlığı hatırladığım kadarıyla 80’lerde kuruldu. Özal, hatırladığım kadarıyla askeri bütçeye müdahale etmek istedi, kendi inisiyatifini artırmak askeri harcamaları biraz dışarıya çıkartmak istedi. Savunma sanayinde bir şeyler yapılıyor, aynı zamanda hem içeride hem de dışarıda milliyetçilik ve militarizm dozu arttırılıyor ama bunlar hep böyle seçimlerin arifesinde, öncesinde ve onları da kapsayacak biçimde gelişiyor. Siz harp sanayinde, savunma sanayinde bazı işler yapıyorsunuz, onlarda da nasıl bir teknoloji ürettiniz, yerli ve millilik meseleleri tartışma götürür, çünkü bunlar şeffaf olmayan bir biçimde gelişiyor, çok fazla bilgi sahibi değiliz bu konularda. Yani prototip de olsa, maket de olsa, yani maket yapmak ve üretim yapmak çok farklı onu da belirtelim, altını çizelim, helikopter yapıyorsunuz ama trenler için sinyalizasyon yok!
ÖM: Lüzum yokmuş!
AB: Milgem yapıyorsunuz ama trenlerinizde sinyalizasyon yok!
ÖM: Belki de lüzum yoktur? Zaten öyle demiş, “Şart değil” demiş bakan.
AB: Evet. Zaten bunlar fıtrat meselesi, fıtratında var ya bu kazaların! Seçim öncelerinde genelde Kürt meselesi üzerinden, terör meselesi üzerinden, iç ve dış düşmanlar meselesi üzerinden veriyorsunuz milliyetçilik dozunu, veriyorsunuz militarizmi “Güçlü ordumuz” diyorsunuz, şunları üretmeye başladık filan diyorsunuz ama hızlı trenlerimizde uyarı sistemleri yok, sinyalizasyon yok, bakıyorsunuz madenlerinizde de yok bu sistemler, Soma’yı hatırlayalım, orada da o güvenlik önlemlerinin minimal bile olmadığı, hiç olmadığını gördük.
ÖM: 300’den fazla insanın birkaç gün içinde ölmesi Soma’da.
AB: Evet, bu denklem yani militarizm, milliyetçilik ve seçimler, ancak denkleme bir eksi koyalım, malum ekonomik kriz var. AKP 16 yılın muazzam dış borçlanmasıyla orta ve yoksul sınıfların oylarını ipotek altına aldı ama yaşanan ekonomik kriz nedeniyle bu kesimlerden gelen destek çözülmeye başladı. Ekonomik krizde çözülen oyları adeta dengelemek için, panzehir olarak milliyetçilik ve militarizm dünya tarihinde de çok kullanılan bir durumdur, yani çözülen ekonomik krizin belini büktüğü orta ve yoksul sınıflardan ayrılan, vazgeçen oyları döndürebilmek için bir panzehir unsuru olarak milliyetçilik ve militarizm, yani güçlü ordu meselesi, güçlü ekonomi değil ama güçlü ordu, (o da ayrı bir tartışma konusu) ve askeri harekat, müdahale, iç ve dış düşmanlar çok iyi malzemelerdir.. Şimdi Suriye’ye kim çağırıyor bizi? Suriye devleti mi çağırıyor?
CT: Suriye devlet Rusya ve İran’ı çağırmıştı, bir de Lübnanlı milisleri, Hizbullah milisleri.
AB: Artık böyle bu konularla çok ilgisi olmayan bir insan dahi orada Amerika’dan onay alınmadan bir harekat yapılmayacağını da söylüyor, ki çok normal. Çünkü orada en büyük küresel güç olan Amerika’nın varlığı var ve bizim terörist dediğimiz kişileri, grupları onlar muhatap alıyorlar, bu da biliniyor. Peki aylar süren zeytin dalı operasyonu, iki tane operasyon oldu değil mi? Zeytinlik ve Fırat Kalkanı.
ÖM: Zeytinlik mi?
AB: O herhalde bir dil sürçmesi olsa gerek.
ÖM: Belki bizim gibi Ayvalıklıysa filan?!
AB: Zeytinler geldi gitti ama onu kastetti herhalde, dili sürçtü. Şimdi bu operasyonları gerçekleştirirken ne kadar para harcadık?
ÖM: Bilmiyoruz.
AB: Ne kadar bomba atıldı, insan kaybımızı bile ben doğru dürüst bilmiyorum. Oraya giden askerlerimizi de bilmiyoruz. Bu satın aldığımız bombalar hangi ülkede üretiliyor? Silahlar hangi ülkeden geliyor?
ÖM: ABD.
CT: Bir kısmı Türkiye’de üretilmeye başlandı ama parçalar başka yerden geliyor.
AB: Yerli ve milli bir operasyon mu yapıyoruz kullandığımız silahlarla ? Dolayısıyla biz bunların mali ve mali olmayan bilançolarını da bilmiyoruz, çünkü bizim artık parlamentomuzda, geçmişte de bu konularda yetersiz donanıma sahipti araştırma, soruşturma olarak, ancak şimdi hiç bu konulara girilemiyor. Sayın Erdoğan diyor ki “Fırat’ın doğusunu asıl sahiplerine vereceğiz, orada refah sağlayacağız ve orayı güvenli hale getireceğiz”. Şimdi orası fiilen Suriye toprakları değil mi BM ‘ce?
CT: Suriye toprakları olduğu zaman da Beşar Esad’ın orada neler yaptığını görüldü yani, yakın tarih içerisinde 500 binden fazla insanın hayatını kaybettiği bir savaştan bahsediyoruz. Masum bir karakter değil yani şu andaki Suriye’deki rejim de.
AB: Beşar Esad’ın karakteri bilinen bir karakter.
CT: Rejimi de aynı şekilde.
AB: Rejimi de öyle babasından bu yana, seküler faşist bir karakter, bunun altını çizmekte yarar var. Suriye’de Kürtlere yapılan mezalim, oradaki nüfus yapılandırmaları 70’lerden beri bilinen bir gerçek ama sonuçta orası, o bölge Suriye devletinin sınırları içerisinde halihazırda. Belirleyici olan, orada yaşayanlarla, oradaki Kürtlerle ya da Araplarla Suriye devleti arasındaki ilişkilerdir. Yani Suriye devleti o yapılarla kavga eder barışır.. BM çağırmıyor, orada bir barış gücü kurulmuş değil, BM Türkiye’yi çağırmıyor oraya, Suriye devleti de çağırmıyor, ABD’de de çağırmıyor, Rusya ve İran Suriye devletinin çağrısıyla orada. Ben bu soruyu soruyorum, “Güvenlik ve refahı sağlamak” diyor Erdoğan “Asıl sahiplerine teslim etmek” diyor.
ÖM: Refahı mı sağlamak? Ama orası başka bir ülke, oradaki refah bizi hiçbir şekilde ilgilendirmez, müdahale edemeyiz.
AB: Ben de onu söylüyorum. Dolayısıyla askeri harekâtlar köpürtülüyor ve genelde seçim öncesinde karşılaşıyoruz biz bu harekâtlarla, yani son dönem için söylüyorum, çünkü sınır ötesi Irak’a çok harekât oldu, onlar Körfez ve Irak savaşları ile açıklamaya çalışıldı, oradaki güvenlik sorunlarıyla bölgenin boş kalmasıyla açıklanmaya çalışıldı. 2012’den itibaren Suriye’de o bölgede yaşayan unsurların kurduğu bir yapılanma var. Bu yapılanmaya, eğer Türkiye çözüm sürecinde başarılı olsaydı Suriye’ye harekât düzenler miydi?
ÖM: Düzenlemezdi evet.
AB: Salih Müslüm Türkiye’ye 2 kere geldi ve Türkiye pasaportuyla yurt dışına çıktı. Yani bunları unutmayalım, bunları hatırlatmak ihtiyacını hissediyorum.
ÖM: Irak’ın da bombalanması sonucunda Gara ve Hakurk bölgeleri ve daha sonra da başka yerlere, Irak’tan Türkiye’ye bir nota verildi “bizim egemenlik haklarımıza müdahale” diye ama Ankara’dan da Bağdat’a yanıt gelmiş “Operasyonlar sürecek sen karışma!” diye.
AB: Ben Can’ı destekleyen bir şey söyleyeceğim, dikkatimi şu çekti, şu ana kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın harekât düzenleyeceğine dair dozajı yüksek sert açıklamalara ABD yetkililerinden cevap geldi, Rusya’dan da ama Suriye devletinden herhangi bir açıklama oldu mu?
ÖM: Evet gelmedi çok ilginç!
AB: Gelmedi değil mi? Biz diyoruz ya Suriye devleti mi çağırdı? Şimdi aslında bir anlamda daha önce bu tür harekatları değerlendirirken şu hususa dikkat etmekte fayda var. Bir ülke geliyor Suriye’nin de istemediği, onun yapmak durumunda karşı karşıya kaldığı sorunları -çatışmaları fiilen üstleniyor.. Afrin’de de böyleydi, Suriye’nin yapacağı işi Türkiye üstlendi. Bir yandan da Çavuşoğlu tekrar Suriye ile görüşme süreçlerini tanımlayan açıklamalarda bulundu geçen hafta. Bu tür harekatları, çıkışları analiz ederken orta ve yoksul kesimler üzerinde etkisi olan önemli bir unsurdur milliyetçilik ve militarizmi, ekonomik krizle birlikte değerlendirmekte fayda var. Yani ekonomik krizle çözülen, AKP ve Erdoğan’dan kopan oyları militarizmle ve milliyetçilikle devşirmeniz pekâlâ mümkün gibi gözükebilir. Bu nedenle de çözüm sürecinin sona ermesi sonrasında yaşanan hendek savaşlarını ki PKK’nın o konuda izlediği yanlış tutum da ayrıca körüklemiştir bu kanlı süreci. Sonuç olarak milliyetçilik ve militarizm ne zaman çok köpürtülüyorsa onun sonrasında da bir seçimle karşı karşıya kalıyoruz ve önümüzde bir yerel seçim durumu söz konusu, genel seçim ya da bir referandum hüviyetinde sanki. İşte böyle bir ortamda 200 günlük bir program açıklandı. 100 günlükte bir envanter veremiyorsun, 100 günlükte sinyalizasyonu olmayan tren kazası var.
ÖM: Açıldı, yeni tren tekrar yolculuğa başladı.
AB: Havaalanı inşaatında resmi açıklama 52 kişinin ölümü var, maden kazalarına artık Soma dışındakileri de unutuyoruz çünkü 3-5-7 kişi ölünce sanki istatistiğe girmiyor. Peki ekonomide nasıl bir durumdasınız? Hazine borçlanma ihalelerinde olmaz denilen şeyler oluyor, yani normal piyasa faizinin üzerinden teklif veren bankalar saf dışı kalıyor, piyasa faizinin altında teklif veren bankaların belirlediği bir ihale oluyor, onlar kapsam içerisine alınıyor. Bir taraftan ülkede muazzam bir dolarizasyon var, yani insanlar yerli paraya güvenmiyorlar, bunun üzerine devlet diyor ki “Yasaklıyorum dolarla yapılan sözleşmeleri!” sözleşmeleri dolarla yapmayı yasaklıyorsunuz ama kendisi dövizle işlem yapmayı, sözleşme yapmayı yasaklarken dövizle tahvil satmaya başlıyor. Yani “Getirin dövizlerinizi” dedi ama 10 bin dolardan başlıyor arkadaşlar onu söyleyeyim. 10 bin dolarınız varsa gidiyorsunuz devlet garantili tahvil satın alıyorsunuz. Onun vergisi normal döviz tevdiat hesaplarına göre 5 puan düşük %10, döviz tevdiatta %15. "Düşük maliyetli borçlanma imkanları arıyorum yastık altındaki dövizi ve altını kamunun kaynakları içerisine katmak istiyorum” diyorsunuz. Hem de dövizle yapılan sözleşmeleri yasaklıyorsunuz.
Yastık altındaki altın ve döviz meselesi çok eskidir, zor zamanlarda dile getirildiği gibi normal zamanlarda da gündeme gelmiştir. Türkiye’de ekonomide devlete güven sorunu vardır. Osmanlı’dan Cumhuriyete güven az olduğu için insanlar tasarruflarını altın olarak varlıklarını saklarlar. Düğünlerde, derneklerde altın takılır, sonra döviz ikame olmaya başlamıştır, döviz de görürsünüz düğünlerde derneklerde takılır. İnsanlar belli birikimlerini resmi kanallara sokmadan kendi imkanlarıyla tasarruflarını bu şekilde tutarlar.. Rahmetli Adnan Kahveci bu konuyu ilk dile getirenlerden biridir, onunla tartışmaları hatırlıyorum 86-88’lerde, “Türkiye’nin yastık altındaki altınlarını ekonomiye soktuğumuzda muazzam bir gelişme performansı sağlarız”. Bu sürekli dile getirilmiştir, tasarrufları bu şekilde ekonomiye kazandırmak. Kriz döneminde de bunlar kullanılan enstrümanlardır. Ekonomi durgunluk içerisinde, gerilemiş, işsizlik almış başını gidiyor, gidecek de, özel sektör yatırım yapamıyor, kamu yatırımlarının sınırına gelmişsiniz, kamu maliyesi bozulmuş. Ekonomik aktivitenin geçen yıllarda arttırılması için KGF kaynakları seferber edildi, devlete yapılacak ödemeler ertelendi, vergiler alınmadı. Neden yapıldı bunlar? Ekonomik aktivite artsın diye, ama sonuç kamu mali dengeleri, bütçeniz bozuldu. Bakın iki tane af var biliyorsunuz, imar affı, diğeri de SGK ve vergi affı. Bu af ve yapılandırmalara ilişkin bütçe görüşmelerinde bir açıklama yapıldı, gözden kaçmış olabilir , vergi dairelerine başvuran 6 milyona yakın mükellef 70 milyar lira yapılandırmış, bunun 2,5 milyon’u yapılandırma şartlarını bozmuş ve alınan para 13 milyar lira. Yani 70 milyar hedeflenmiş ama 13 milyar olmuş, yapılandırmaya bile rağmen ödeme yapılamıyor. Onun üzerine bütçe komisyonunda mı genel kurulda mı hatırlamıyorum, bir önerge ile yapılandırma süresi uzatıldı. Ocak sonuna kadar, aynı şey SGK’da da geçerli, aynı şey imar affında ki imar affıyla bu muazzam bir imar affı, muazzam bir şekilde çirkinliğin tescili oluyor. Onda da 14 milyon hedeflemişler başvuru sayısı 9 milyon’a yaklaşmış. Bakan “10 milyon seviyeleriyle tamamlayacağız” diyor. İnsanlar böyle bir avantajı bile kullanabilme imkanlarından yoksunlar.
ÖM: Bir de şu var, birinci 100 günlük eylem planından bahsettiniz, Erdoğan ikinci 100 günlük planı açıklarken ilk plandaki 400 hedeften 340’ını hayata geçirdiklerini, gerçekleştirdiklerini söylemiş. Oysa Erdoğan’ın yardımcısı Fuat Oktay da “Hayata geçirilmemiş proje bulunmamaktadır” demiş. Hangisi doğru bunların?
AB: Bu 100 günü programlarımızda değerlendirdik izledik , takibatını yaptık, orada 100 günlük hedeflerden çok, temenniler var, düzgün bir iktisadi program değil.. Her şey halının altına süpürülüyor yeter ki şu yerel seçimlerde 30 büyükşehrin, en azından elinde bulundurduklarını korusun ve rejiminin tahkimatını istiyor Erdoğan ve iktidarı. Dolayısıyla günümüzde bu zikredilen hedefler, rakamlar ve yapılan projeleri tam açıklıkla bilmiyoruz. Bakın işte tren kazaları ortada, hızlı trenler büyük gösterilerle açılmıştı ama sinyalizasyon yok. Biliyor muyduk sinyalizasyon olmadığını?
ÖM: Hayır bilmiyorduk.
CT: Uzmanlar biliyorlardı ama, kamuoyu bilmese de, o konuyla alakalı olan insanlar biliyorlardı. Önceden uyarıların yapıldığına dair de çeşitli haberler çıktı.
AB: Ama mesele bunun geniş toplumsal kesimlere, doğru dürüst medya ile ulaştırılmaması. Bakın işte, Fuat Oktay dediniz de aklıma geldi, yıllarca bütçeleri izlemiş bir kişi olarak içim titredi.. Bütçe görüşülüyor genel kurulda, yürütmenin başındaki kişi locada oturuyor, seçilmemiş yardımcısı, yani halkın oylarıyla gelmemiş, bürokrat vasfındaki yardımcısı Meclis'te bütçe konuşması yapıyor. Bu tabloda aslında rejimin nasıl bir rejim olduğunun göstergesidir. Locada Erdoğan oturuyor, seçilmemiş yardımcısı konuşuyor; meclisin açısından da ibretlik bir durum bu, parlamenter sistemin ne hale geldiğinin göstergesidir. Bu tür rejimin adını siz koyun artık.
2018’i bitirirken döviz toplamak, altınları kamuya çekmek için çırpınan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bazı rakamlar vereyim: Türkiye’de toplam mevduat 160 milyar dolar civarında, bunun 95 milyar doları bireysel yatırımcının, kalanı da kurumsal. Bunun dağılımı da %50 TL, %50 döviz cinsinden, bu dağılım %30’lardaydı. Şimdi bir de dövizini bankalarda tutanlar dışında, güvenmeyip çekiyor parayı evinde kasada vb. tutanlar var . Bu kampanya biraz onları, elinde/evinde kasada tutanları hedefliyor, ciddi dövize ihtiyacı var hem ekonominin hem kamunun. Türkiye'nin taze döviz kaynağına ihtiyacı var. Zaten kapının önünde bekleyen konkordatolar, iflaslar had safhada ve bu ortamda döviz kaynağı sıkıntısı içerisindesiniz, IMF’ye de "Hayır" diyorsunuz, yani “IMF’ye gitmeyeceğiz” diyorsunuz. Olabildiğince IMF’ye gidecek zamanı kazanmak için, yerel seçimlerden sonra büyük bir olasılıkla gitmek zorunda kalacaklar, Ama yerel seçimlerden sonra "İşsizim, açım, hükümeti eleştiriyorum” seslerinin duyulamayacağı bir ortamda herhalde gerçekleşecek. Çünkü iktidarın tahammül sınırları gittikçe azalıyor, eleştiri, muhalefet etme sınırları azalıyor. Normal bir demokraside olması gereken tahammül, eleştiri, muhalefet sınırları daralmış vaziyette.
Geçen haftalarda ‘Parlamenter Golf Life’ diye bir projeden bahsetmiştim ya, hem golf sahası hem de konut. Şimdi bu projeyi yapan şirket şöyle bir teşvik uyguluyor, eğer buradan gayrimenkul alacak olan yabancı varsa; (biliyorsunuz vatandaşlığa geçme limiti de düşürüldü, 1 milyon dolardan 250 bin dolara indi. 250 bin dolarlık gayrimenkul aldınız mı vatandaşlığa geçebiliyorsunuz artık. Bu eskiden 1 milyon dolardı), şimdi firma demiş ki “250 bin dolarlık bir gayrimenkulü, taşınmazı peşin olarak almayı düşünüyorsanız, sözleşmenizin içinde vatandaşlık hakkınızı kazanmanız için harcanması gereken parayı da biz veriyoruz”. Bu durum döviz ihtiyacının ne kadar önemli olduğunu, aynı zamanda inşaat sektörünün de durumunu anlatıyor...
ÖM: Çok güzelmiş!
AB: Yani “Alın gayrimenkulü Golf Life’dan vatandaşlık masraflarınız bizden” diyor. Durum bundan ibarettir.
ÖM: Biz golfe gidiyoruz!
CT: Ufak bir mini golf sahası açtık hemen yan tarafta!
AB: Öyle mi, güzel! Fuayede mi ?
CT: Evet büyük fuayemizde!
AB: Tamam ben de gelince takılırım.
CT: Bir de yeni bir anket çalışmasına başladık Ali bey, size de tavsiye ederiz, Açık Radyo dinleyicileriyle beraber, dinleyicilerinden daha fazla haber alabilmesi ve neler istediklerini biraz daha anlayabilmesi için ufak bir anket çalışması başlattık Konda işbirliğinde. Sizi de bekleriz efendim tüm dinleyicilerimizle beraber.
ÖM: Evet Konda bizim için bir anket hazırladı, bir dizi soru var ve 5 dakikada çözülebiliyor.
AB: İnternet üzerinden yapabiliyoruz değil mi?
ÖM: Evet yalnız internet üzerinden zaten.
CT: Siteyi de söyleyebilir misiniz acaba?
ÖM: www.konda.com.tr/acikradyo
AB: Açık anket?
ÖM: Evet açık anket. Peki Ali Bey çok teşekkür ederiz.
AB: Size iyi yayınlar diliyorum, görüşmek üzere hoşça kalın!