Açık Gazete'de Ömer Madra ve Özdeş Özbay, Galatasaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi Yunus Emre Erdölen ile ABD üniversitelerinde yayılan Filistin eylemlerini konuşuyorlar.
Ömer Madra: Evet, Açık Radyo'nun Açık Gazete’sindeyiz. Biraz önce de duyurusunu yaptığımız gibi bütün dünyayı da sarmaya başlayan yani ABD'nin üniversitelerinde önce Doğu tarafında, ondan sonra Batı'da, Kaliforniya'daki üniversiteleri de sirayet eden, bütün ülkeyi kapsayan ve giderek de şiddetle bastırılmaya çalışılan bir isyan hareketi. Bütün kitle tutuklamaları, gözaltına almalar, yurtlardan atılmalar, okuldan çıkartmalar, tehditler devam eden bir durumu yakından da takip ettiğini bildiğimiz Yunus Emre Erdölen ile beraberiz. Yunus Emre Erdölen, Galatasaray Üniversitesi Anayasa Hukuku Bölümü Araştırma Görevlisi ve aynı zamanda da Serbestiyet yazarlarından. Bu konuda kendisinin çeşitli yorumlarına da yer verme fırsatı bulmuştuk. Hoş geldiniz, merhabalar.
Yunus Emre Erdölen: Hoş bulduk Ömer Bey.
Özdeş Özbay: Merhabalar.
Ö.M.: Neler olup bitiyor? Ben maalesef yaşım gereği ya da iyi ki diyeyim, 68’de ABD'nin üniversitelerinde hatta Columbia Üniversitesi'nde tıpkı bugünkü gibi başlayan, sonradan da Berkeley'ye, California Üniversitesi'ne oradan da Sciences Po'ya ve Fransa'daki Paris 68 devrimine kadar ulaşan, hatırlatan yepyeni bir dalganın içinde olduğumuzu hissediyorum. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Y.E.E.: Açıkçası bu iç görünüz çok doğru çünkü 68'de nasıl bir kuşak savaş karşıtı politikalara, Amerika'da solun hiç olmadığı tamamen sağa, çok piyasa odaklı bir siyasete nasıl tepki gösterdiyse ve bu üniversite eylemlerinde somut bir şekilde gösterip sonradan bütün ABD'ye yayıldıysa aynı bir kırılım yaşanıyor şu anda yine. Bu, kampüslerde başladı ama aslında kampüslerde başladı tam doğru değil - kampüslerde somutlandı ve orada gözümüze çarptı. Çünkü zaten Amerikan halkı, son beş, altı senedir özellikle İsrail'e yönelik eleştirilerini çok arttırmıştı.
7 Ekim'den bu yana İsrail'in sivil Filistinleri korkunç bir şekilde katletmesi, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat seçmende çok büyük tepkilere sebep açmıştı, anketlerde İsrail’e destek düşüyordu ve en son yaşanan olaylarla biz aslında aynı 68 gibi bunu nasıl kitleselleşebileceğini gördük.
Fakat bu yeni bir şey değil - mesela bundan iki ay önce bir Amerikan askeri, görevdeki bir Amerikan askeri İsrail'e tepki göstermek için kendini yaktı İsrail Büyükelçiliği’nin önünde. Amerikalı Yahudiler (Jewish for Peace), üç, beş aydır garlarda yolları kapayarak gözaltına alınıyorlar. Toplu bir şekilde kongreyi basıyorlar, orada gözaltına alınıyorlar. Çok kişi işten atılıyor. Yani aslında hareketlilik vardı ve bütün bunlar üniversitelere illa yansıyacaktı. Bunu yansıtmak da Columbia Üniversitesi'nin ilk Arap asıllı rektörüne kaldı. 16 Nisan günü Kongre'de oranın artık Elise Stefanik diye ABD’nin yeni McCarthy'si, genç bir Trump Cumhuriyeti Kongre üyesi, teker teker üniversite rektörlerini çağırıyor ve önce ‘Öğrenciler intifada’ diye bağırıyor, ‘Filistin özgür olsun’ diye bağırıyor. ‘Bu antisemitiktir, siz antisemitizme izin veriyorsunuz, siz soykırımı savunuyorsunuz’ gibi, demir gibi manipülesiz sorular soruyor. Ardından da rektörlere ‘Siz antisemitiz misiniz, soykırımcı mısınız?’ diyor. ABD'deki rektörler de iyi akademisyenler ama çoğu Orta Doğu'daki meselelere hakim olmadığı için buna oturaklı bir cevap veremiyorlar, ‘Hayır, Özgür Filistin, Yahudilerin soykırımı demek değildir’ diye anlatamıyorlar. Harvard ve MIT'nin rektörlerinin ne olduğunu hatırlıyoruz; harcadılar insanları.
Ö.Ö.: Ocak ayında Harvard Üniversitesi’nin ilk kadın ve siyahi rektörü Claudine Gay idi yanlış hatırlamıyorsam.
Y.E.E.: Obama'nın çok yakınıydı ve farkındaysanız Barack Obama son beş aydır tek bir açıklama yapmıyor, İsrail'i eleştiriyor, Biden yönetimine bu konuda destek vermiyor. Yani orada da siyahlar arasında ve daha Obama tarzı demokratlar arasında da bir tepki var. Obama, Harvard rektörü harcanmasın diye özel çaba harcadı, lobi yaptı ama ona rağmen Harvard rektörünü harcadılar.
Ö.M.: Evet, ben de şunu hatırlatayım; Aaron Bushnell'dı Amerikalı pilot. 25 yaşında görevliydi, muvazzaf askerdi ve İsrail Büyükelçiliği'nin önünde, Washington D.C.'de resmen kendini yaktı ve ‘Yaşasın, özgür Filistin’ diye de bağırarak yaptı bunu. Çok önemli, adını bir kez daha saygıyla anmak istedim.
Y.E.E.: Columbia Üniversitesi'nin rektörü Minouche Shafik - kendisi eskiden Dünya Bankası'nda çalışan bir profesyonel işletmeci, bir ekonomi uzmanı, akademiyle yakından uzaktan ilgisi yok - oraya gitti ve büyük bir panik içerisindeydi. Çünkü Columbia’da da Filistin gösterileri çok fazlaydı ve Cumhuriyetçiler oraya da saldırıyorlardı. Columbia, 68 olaylarından beri sol liberal kültürün vahası. Yani bu nedenle de Cumhuriyetçilerin tamamen saldırabileceği, ‘Bunlar kimlikçi, bunlar zaten sosyalist, vatan haini’ diyebileceği bir ortam vardı. Minouche Shafik, Arap kimliğinden dolayı büyük ihtimalle çok ekstra hazırlandı ve neredeyse bütün Arap Amerikaları sinirlendirecek bir kongre duruşması geçirdi, kraldan çok kralcı oldu. Günün sonunda oradan kongreden çıktı ve Columbialı öğrenciler de tam o güne denk getirdiler, çadır kurdular.
Şimdi 68 olaylarında benzetiyoruz ama - siz de dün çok iyi bir şekilde anlattınız - 68 olaylarında öğrenciler bir hafta boyunca okulu işgal ettiler, dersleri iptal ettirdiler, dekan vekilini 24 saat boyunca esir aldılar, rektörün odasını bastılar ve üniversitenin gizli belgelerini aldılar. Bu 68 olaylarında polisin girmesi ne kadar sürdü? Bir hafta sonra polis girdi okula.
Şimdi 68'in politika atmosferini düşünün; üç hafta önce Martin Luther King öldürülmüş, güney eyaletlerinde siyahların üzerinden atlarla geçiyorlar, otobüse binmek istiyoruz talebi radikal karşılanıyor. Böyle bir ABD'de, 68 Amerika'sında bile üniversitenin düzenini bozacak eylemlere polisin müdahale etmesi bile bir hafta sürmüş. Ama 2024 Amerika'sında bir çadır kurdukları için sadece 10 saat. Hiçbir derse ara verilmiyor - hiçbir zararı yok, sadece birkaç tane hoca ‘klasik müzik dersi veriyoruz, arkadan uğultu geliyor, ders yapamıyoruz’ diyor, yani tek zarar bu – ve buna rağmen 10 saat sonra polis müdahale ediyor ve çok ilginç polisler çocukları gözaltına alıyor ve gözaltına aldıktan sonra polis açıklama yapıyor, ‘bu çocuklar barışçıldı’ diyor. Gerçekten çocukların ellerine kelepçe takan polisler bile bu çocukların ne kadar barışçıl olduğunu söylüyor.
Burada aslında belki de bu kadar büyümeyecek bir olay tamamen Columbia rektörünün kendini hüsnü mübarek Columbia’da Tanrı meydanı sanmasıyla inanılmaz derecede büyüdü ve bütün Amerika'ya yayıldı. Ama bu illa olacaktı bence çünkü ABD'deki halkın değişiminin bir kanıtı oldu bu.
Mesela bakarsanız Trump normalde ne yapardı? Göstericilere çok daha fazla saldırırdı, ‘Bunlar terörist, ülkeyi bölüyor’ deyip kendine oy devşirmeye çalışırdı. Kapı çıkışında bir tane açıklama yaptı çok kısa, o kadar. Çünkü Cumhuriyetçi seçmen de İsrail'e desteği azaltıyor. Mesela Alex Jones, ABD'deki radikal sağcıların fenomeni, polisi her türlü eleştirene ‘hain’ diyor. O bile polisi eleştirdi. Bu çok büyük bir olay. Alex Jones gibi radikal bir sağcının, polisleri çok seven bir Amerikan milliyetçisinin polisleri eleştirmesi, polis şiddetini eleştirmesi Amerika için büyük bir dönüşüm. Şu an bu yaşanıyor. Bu yüzden bu insanlar bu kadar panik, bu yüzden profesörleri, tarih hocalarını yerlerde sürüklüyorlar. ABD’yi bir haftada Venezuela’ya, İran’a, Rusya'ya çevirmelerinin sebebi, tamamen bu halkın dönüşümünün yarattığı panik. Bu yüzden bu olayları da büyütüyorlar ve büyütecekler, daha da büyüyecek bu olaylar.
Ö.M.: Evet, önemli bir noktaya parmak bastınız. Yani 68 günlerinden tamamen farklı olarak daha bu kampın kurulmasına yani öğrencilerin kamp kurma çalışmalarına başlamasından 7 dakika sonra polis basmış kampı. Aditi Rao diye bir öğrenci ile konuşuyor Chris Hedges ve beklenenden çok daha önce, birdenbire, 7 dakika içinde basıp tutuklamaya başlamış polis ve üstelik kelepçeleyerek. Hatta elleri bu zip denen kelepçelerle morarmış kızlarla konuşmuş Chris Hedges. Çok ağır bir durum var ama devam edeceğe benziyor.
Ö.Ö.: Bu 7 dakika denmiş olması önemli çünkü ilk eylemlerden sonra artık öğrenciler hızla ellerinde çadırlarla gelip bir anda, birkaç dakika içerisinde Filistin kampları kurmaya başladılar üniversitelerde, koşturarak geliyorlar. Biz de ses kayıtlarını dinletmiştik dün. Bu sefer rektörlükler polisleri de üniversitelerde hazır tutuyor ve onlar da birkaç dakika içerisinde hemen müdahale ediyorlar. Bu şekilde bir koşturmaca yaşanıyor üniversitelerde.
Ö.M.: Bazı akademisyenlerden de tuhaf şeyler oluyor. Mesela yatakhanesinden atılan bir eylemci kız, hocalarından birine rastlamış ve yardım istemiş ‘Destek verecek misiniz’ diye. ‘Yok gelemem, işim var’ demiş hoca. ekolojik Marx'ın dersini veren bu hoca, ‘Maalesef ben sana desteğe gelemem’ demiş. Evet, nasıl gelişeceğini bekliyoruz?
Y.E.E.: Yani ben açıkçası Amerikan polisinin refleksinin ne olduğunu hepimizin bildiğini ve hepimizin öngörebildiğini düşünüyorum. Amerikan polisi özellikle de Teksas, Ohio, Georgia gibi, görüntülerden anlaşılacağı üzere Cumhuriyetçi valilerin yönetimde olduğu yerlerde valiler, ekstra bu göstericilere sert müdahale edilmesini istiyor ve bunu bir siyasi şova çeviriyorlar. Mesela Teksas Valisi açıklama yapıyor, diyor ki, ‘Bu göstericilerin yeri hapishane’. Florida Valisi ise, ‘Bu gösterilere katılan herkesi okuldan kalıcı bir şekilde atacağız’ diyor. Bu çok önemli yani burada Cumhuriyetçiler kendi polis güçlerine karşı büyük bir emir veriyor, büyük bir saldırı, taarruz emri veriyor aslında. Amerikan polisi, bu tür durumlarda yani zaten hali hazırda bir kimlik kontrolünde bile şarjörü sürücüye boşaltabilecek bir reflekse sahip. Bu yüzden de bu olaylarda bir kişinin şu ana kadar ağır yaralanmaması, yani Allah korusun ölmemesi büyük bir mucize. İnşallah olmaz ama bunun olması durumu da çok şaşırtıcı olmaz.
Öğrencisi gözaltına alınırken ‘yapmayın’ diyen bir kadın hocayı iki erkek polis, yere yatırıp döverek gözaltına alıyorsa yani burada bir yaralanma ve çok sert müdahale olmaması tuhaf olur ve bu olayları daha da büyütür. Ama zaten her geçen gün de büyüyor.
Tabii burada en önemli etken şu; Kasım'da seçim var ve Biden, polisin dövdüğü bu öğrenciler ve hocaların oylarını almak zorunda. Kendi tabanı bu insanlar, Demokrat Parti'ye oy veren insanlar ve ABD’de seçimlere katılan 160 bin olduğu için kendi seçmeninizi götürmediğiniz zaman Georgia, Michigan gibi kritik eyaletlerde seçimleri kaybedebiliyorsunuz. Bu kadın hocaların ve öğrencilerin çok sert şekilde gözaltında alındığı Georgia'da 2020 seçimlerinde bin 500 – 3 bin oy farkla Biden kazanmıştı. Şimdi bu hocaların ve öğrencilerin dövüldüklerini beş ay sonra unutup Biden’a oy vermeleri gerekecek. Bu nasıl olacak? Biden bu insanları nasıl ikna edecek? Bu çok önemli.
Tabii burada Biden ile Trump'ın karşılaştırdığında ‘insanlar yetmez ama Biden’ diyebilir fakat ABD'de sandığa gitmemek Türkiye ve Avrupa gibi bir radikal bir durum değil, normalde sandığa gitmek çok tuhaf. O yüzden şöyle diyebilirler; ‘Biden veya Trump ne fark eder? Trump da olsaydı üniversitede polis gider bizi coplardı’ diyebilirler. Çok da haksız sayılmazlar. Bu yüzden de Biden, İsrail'e desteğini devam ettirdikçe sadece ABD'nin bugüne kadar dayandığı insan hakları ve demokrasi söylemleri veya ahlaki zemini - ne kadar olduğu herkese göre değişir – yıkılır. Yani sadece yıkılmasına sebep olmaz, kendi başkanlık koltuğunu ve kariyerini de bitirir. İsrail için harcanan şey çok fazla ABD için ve bu ne kadar sürdürülebilir? Biden bunun yanıtını vermek zorunda, Başkan Yardımcısı Kamala Harris bunun yanıtını vermek zorunda.
Ö.M.: Evet, gene Chris Hedges'in aydınlatıcı yazısına bir kez daha dönecek olursak, mesela bu donörlerle yani para yardımı, desteği aldıkları şeylerden bir tanesi de bu yüksek teknoloji şirketleri. Yani çok ilginç bir şey, üniversitelerin bir çoğunda da olduğu ispatlandı yani üniversitenin kamusal güvenliği diye bir bölümü de varmış. Princeton Üniversitesi'nde de polis departmanından pek çok şey çıkmış ortaya. Öğrenciler sabah kampları kurarken, polisin her şeyden haberdar olduğu görülüyormuş. Halbuki öğrenciler, polisin her şeyden haberdar olduğu durumu önlemek için üniversitenin e-mail siteleri içinde falan da hiç konuşmamışlar ve güvenli aplikasyonlarda çalışmışlar ama gayet ilginç bir şekilde polisin her şeyden haberdar olduğu ortaya çıkmış. ‘Acaba buralara sızma mı oldu?’ diye soru işaretleri var. Hatta mesela polisin yanı sıra Rabbi Eitan Webb diye biri varmış, kendisi Princeton Üniversitesi'nin Şabat mekanını kuran kişi ve tamamen bu soykırıma karşı çıktığını söyleyen öğrencilere karşı ‘bunların hepsi antisemit’ demiş. Yani böyle donörlerle de, yüksek teknoloji şirketleriyle de bir bağlantı var mı acaba diye sistemik bir soru da akla gelmiyor değil. Ne diyorsun Yunus Emre?
Y.E.E.: Burada tabi ki mesela Columbia’daki gösteriler bu kadar büyümeden önce Filistin destekçisi öğrencilerin fotoğraflarını ve isimlerini bir kamyona yansıtıp, ‘İşte Columbia’nın antisemitistleri’ diye birkaç hafta boyunca sokaklarda yayınlamışlardı.
Ö.Ö.: Kamyona yansıtıldı denince dijital ekranlar oluyor değil mi? O reklam panosu gibi kamyonları kastediyorsunuz?
Y.E.E.: Kocaman ekranlı panolara yansıtmışlardı.
Ö.Ö.: Oralarda öğrenci fotoğraflarını mı yayınlayıp şehir içerisinde turluyorlar?
Y.E.E.: Evet.
Ö.M.: Çok acayip, 1984'ü de aşabilir.
Y.E.E.: Yani mesela bazı öğrencilerin listeleri de oluşuyor; bunları işinize almayın, üniversitelerde bunların doktoralarını kabul etmeyin, bunları avukatlık büronuza almayın gibi listeler bunlar. Yani Amerika'da bu yayıldı maalesef. Ama şöyle bir durum var; bu büyük paralar ve büyük şirketler, elitler ne kadar başarılı oluyor? Mesela geçen hafta Pensilvanya'nın 12. Kongre Temsilciliği Demokrat Parti ön seçiminde, Summer Lee adında sosyalist genç bir kadın siyahi vardı ve kendisi Filistin'i en çok savunanlardan. Karşı tarafında ise İsrail'i destekleyen, iş adamlarının da desteklediği ve kampanyasına bağış yaptığı başka bir Demokrat Partili vardı, o da İsrail yanlısıydı. Yarış tamamen Filistin - İsrail'e döndü ve Filistin destekçisi %65 ile kazandı. Yani şimdi para çok önemli evet, elitlerin desteği çok önemli fakat ABD'de sıradan insanların tepkisi de bütün bunları alt edebiliyor.
Zaten şöyle düşünmek lazım; bunlar 10 sene önce yoktu, 5 sene önce yoktu, şimdi ise organize bir şekilde oluyor. Mesela APEC, ABD’ye göre yasal yani ABD'deki bütün lobiler yasal. Orada Açık Radyo'yu Sevenler, Ömer Madra’yı Sevenler Derneği kurup, onları destekleyen siyasetçilere fon verebiliriz, para verebiliriz. Bu, ifade özgürlüğü yani bu tamamen ABD'deki siyasi sisteme özgü bir faaliyet, tamamen ABD'ye göre yasal, sınırsız para harcayabilirsiniz istediğiniz siyasetçi için. APEC, İsrail ile iyi ilişkileri savunan siyasetçilere milyonlarca dolar akıtıyor. APEC, ilk defa bu kadar çok para harcadı 2022'de. Şimdi yine çok para harcayacak çünkü daha önce bu kadar harcamasına gerek yoktu, hiçbir zaman ikna etmesi gereken siyasetçi ve halk yoktu. Şimdi ise var çünkü halk değişiyor. ABD'de bu yüzden bu kadar çok baskı var, bu kadar çok organize bir şekilde Filistin'i destekleyenlere karşı bir dışlatma var ama bunların olmasının sebebi ABD'de bir şeylerin değiştiğinin göstergesi. Nasıl 68 bir kırılmaysa, şu anda da öyle bir kırılma olduğu için bu oluyor. Bu yüzden ABD’deki bu olaylar ABD'nin politikası için, ABD halkının çıkarları için de uzun vadede umut verici. O yüzden birazcık da bu açıdan bakmak lazım diyorum.
Ö.M.: Evet, kesinlikle. Biz de yani ben şahsen bu işler biraz yoğunluk kazandığından bu yana hep böyle bir bağlantı kurma açısından bakarak devam ediyorum ve doğrusu son derece karanlık bir tablo çiziliyor. Democracy Now!'da Agnes Callamard’da çok ayrıntılı olarak benim neredeyse bütün ömrümü harcadığım uluslararası hukuk meselelerinin nasıl çöküntüye gittiğini, bütün uluslararası hukuk kuruluşlarının, kurumlarının çöktüğünü bir yandan anlatırken, umut verici olan şeyin de öğrencilerin büyük bir cesaretle ve ısrarla bütün şeylere rağmen tarihi mirası sahipleniyorlar. Mesela kendilerine özel mülke tecavüz suçlamaları yapılıyor, inanılmaz. ‘Kendi okulum, gittiğim okul. Ben nasıl özel mülke tecavüzle suçlanırım? Benim evim burada’ diyor ama ona rağmen tutukluyorlar.
Ö.Ö.: Öğrenciler aslında 68 ile kendilerini kıyaslıyorlar. Hatta meydanlarda - biz dün seslerde de yer vermiştik - “We Shall Not Be Moved” şarkılarını söylüyorlar. Yani Amerikan Sivil Haklar Hareketi, onlara yönelik polis baskısı vesaire bunları da birleştiren, daha doğrusu bu geleneği sahiplenen eylemler gerçekleştiriyorlar.
Ö.M.: Evet, bu arada da Bernie Sanders gibi senatörlerden de Netanyahu'ya kuvvetli cevaplar var diyelim. Sanders, ‘Senden hesap sormak antisemitlik, Yahudi düşmanlığı filan olmaz. Lütfen Amerikan halkının zekasına hakaret etme’ diyor. Evet, son bir iki dakikamız kalmışken genel gidişata dair son birkaç yorumunu alabilir miyiz Yunus Emre?
Y.E.E.: Türkiye'de de bu olaylar çok takip ediliyor. Ben iki tepki görüyorum, belki bunu vurgulamak gerekiyor. Bazıları diyor ki, ‘Bakın, Batı'nın da gerçek yüzü ortaya çıktı, insan hakları ve demokrasi çöktü.’ Evet, Batı'nın bu konularda ne kadar ikiyüzlü olduğu ortaya çıktı fakat ben farklı bir açıdan bakıyorum; İnsan hakları ve demokrasi çökmedi. İnsan hakları ve demokrasinin ne kadar önemli olduğunu, bu değerlerin ne kadar doğru olduğunu tekrardan teyit etme ve bu değerleri belki ilk kez yerelleştirme imkanı yakalıyoruz.
Sally Engle Merry diye bir hukuk antropoloğu var; kendisi iklim, kadın hakları gibi konularda Batı’daki kavramların ve değerlerin aslında diğer ülkelerde ne kadar sakil durduğunu, tam yerelleşemediğini, bir ikna gücü olmadığını söylüyor. Batı, bu değerleri İsrail uğruna paramparça ediyor, kenara bırakıyor. O değerleri belki gerçekten şimdi sahiplenmeli ve o değerlerin bayraktarlığını yapıp dünyada o ahlaklı zemini ele geçirmenin zamanı gibi görüyorum. Bu yüzden de bu değerlere ‘çöktü’ deyip, bu değerlerin üzerinde tepinmek için bir fırsat değil bu olanlar yani ‘ABD'de de bu oluyor, normalmiş demek’ değil. Akademik özgürlük, gösteri ve yürüyüş hakkı, öğrencinin yönetime eleştirmesi gerçekten hepimizin riayet etmesi gereken bir değermiş ve ABD'deki o kampüsteki faşist polislere, kötü rektörlere, ABD'nin ikiyüzlü politikasına en iyi yanıt vermenin yolu tam da bu değerlere sahip çıkıp, bu öğrencilerin ve hocaların özgürce ders verebildiği, yeri gelince kendi okullarını protesto edebildiği ve rahatça eylem yapabildiği, anayasal haklarını kullanabildiği üniversiteler inşa etmek. Bence bakış açısı da, bu olaylardan dünyanın çıkaracağı ders de bu olmalı.
Gazze'deki o insanların direnişi ve Gazze'deki kadınların, çocukların dirayeti ABD’yi özgürleştiriyor. ABD’de şu an kampüslerde çocuklar kendi ülkelerinin normlarını eleştiriyorlar ve eğer özneşebilirlerse, politikleşebilirlerse, siyaseti etkilerlerse büyük bir değişime öncelik yapıyorlar. Fakat ABD'deki bu baskı ve yaşananlar dünyayı da özgürleştirmeli. Yani bu, bu değerleri vurmak için bir fırsat değil, ‘bakın, normalmiş’ demek için değil; bu değerleri aksine büyütmek ve tamam şimdi yerelleştirmek için önemli diye düşünüyorum.
Ö.M.: Evet, vallahi çok iyi oldu görüştüğümüz. Bende de karışık duygu ve düşünceler arasında bunu takip etmeye çalışırken, aşağı yukarı tamamen hatta aynı şekilde düşünüyorum. Bu karanlıkların içinden umut verici birçok şey çıkmakta. Yunus Emre Erdölen, çok teşekkür ederiz. Zaman içinde tekrar görüşüp değerlendirmeler için bize katılırsan çok seviniriz.
Y.E.E.: Çok sağolun. Ben de bu tür kaliteli yayınlar için ve her sabah bize güzel yayınlar sunduğunuz için çok teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum, iyi günler.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
Ö.M.: Çok teşekkürler.