20 yıl boyunca "Hürriyet Bayramı" olarak kutlanan ve yakın tarihteki askeri darbeler silsilesinin başlangıcı olan 27 Mayıs'la ilgili sorulması gereken pek çok soru olduğunu düşünerek, gazeteci Ali Bilge'yle 27 Mayıs Darbesi'nin 50. yılında hazırladığımız özel program dizisini yeniden paylaşıyoruz.
(25 Mayıs 2010 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
1. Bölüm
Cemal Gürsel tarafından radyoda okunan basın bildirisi:
Aziz Türk Milleti!
Bir aydan beri memlekette cereyan eden ve milleti süratle korkunç buhranlara sürükleyen hadiseleri biliyorsunuz. Bu gidişin memleketi kanlı bir kardeş kavgasına da götürmekte olduğunu her aklıbaşında vatandaşın takdir ettiğine kaniyim. Bu hal nereye kadar gidecek? Bu feci akıbete hissiz ve alâkasız seyirci mi kalmak lazım? İşte vatandaşlarım bu ahvali ızdırap içinde aylardan beri düşündüm ve bu zevata çıkar yolları gösterdim, fakat onlar kapıldıkları politika ihtirasının şuurlarına verdiği bozukluk dolayısıyla dinlemediler ve işi zorla yürütmek sevdasına düştüler. Çıkarılan kanunlar, takip edilen hareketler Türk milletini zincire vurmak kastında olduklarını gösteriyor. İşte bu düşünceler ve mülahazalarla bu feci gidişe son vermeye karar verdim ve devletin idaresine el koydum. Derhal bütün vatandaşlara şunu ifade etmek isterim ki asla bir diktatör olmak hevesinde değilim, bütün emelim süratle bu memlekette temiz bir, bir demokratik nizam kurmak ve devletin idaresini milletin iradesine terk etmektir. Bana inanınız ve güveniniz.
Ömer Madra: Açık Radyo’da, Açık Gazete’de, Ali Bilge ile birlikte hazırladığımız özel bir programdayız. 27 Mayıs 1960 tarihinde, yani bundan tam 50 yıl önce, yarım asır önce, Türkiye’de gerçekleştirilen darbeler zincirinin ilk halkası olan 27 Mayıs darbesinin -o zamanki adıyla ihtilalinin- 50. yıldönümündeyiz ve bu özel programda, uzun süreden beri yakın tarih çalışmalarıyla çeşitli programlarımızdan da bildiğiniz programcı dostumuz Ali Bilge bu konularda konuşacağız. Hoşgeldiniz Ali Bey.
Ali Bilge: Hoşbulduk, teşekkür ederim.
Ö.M: 27 Mayıs’ın 50. yılı önemli bir yıldönümü ve Açık Radyo’da oldukça uzun süreden beri önem veriyoruz bu gibi olayların yıldönümlerini anmaya. Yakın tarihimizdeki çok karanlık olayları birbiri ardından öğrenip tarihle yüzleşmenin toplumsal sağılma açısından en önemli noktalardan birini teşkil ettiğini, geçmişi bilemezsek şimdiyi ve geleceği de doğru dürüst kavrayıp ona göre hareket etmenin imkânsız olduğunu daha iyi kavradığımız günler. O yüzden, tarihte bilinmeyen ama sorulması çok iyi olacak soruları, ezberletilenlerin dışında olup bitenleri de biraz kurcalamanın, üzerinde konuşmanın iyi olacağını düşünerek bu özel programı hazırladık.
A.B: Zaten biz esin perisi oluyoruz sosyal bilimciler için, bu bir gazeteci sorgulaması, bilimsel bir sorgulama değil, amaç yaşanmış da görülmemişleri ya da sonradan bilinmezlik haline gelmiş olguları ortaya koymak. 27 Mayıs’ın da böyle bir cephesi var.
Ö.M: Evet, radyoda oldukça genç bir kadromuz var, 27 Mayıs hakkında en ufak bir fikirleri yok. O zaman doğmamış oldukları gibi, bir de artık kendi hayatlarının içinde gerçeklere tekabül etmiyor. O açıdan da çok önemli.
Ö.M: Bu program için birçok ses kaydı elde etmeye çalıştık, Didem Gençtürk arkadaşımız da bunların bulunmasında ve yerleştirilmesinde yardımcı oldu.
A.B: İzin verirseniz bir soru sorarak başlayayım. Siz 60 ihtilali gününü hatırlıyor musunuz ve neredeydiniz?
Ö.M: İstanbul’da evde, evet hatırlıyorum.
A.B: Bir olağanüstülük vardı tabii ki herhalde hayatın içinde, caddelerde ve sokaklarda.
Ö.M: Evet evet çok önemli bir değişiklikti. 15 yaşında filandım ben, yani ailelerden kendi hayatlarımıza yansımasından bahsedecek olursak, benim hayatımın ondan sonraki bölümünü ciddi olarak etkileyecek de bir olaya sebep oldu 27 Mayıs darbesi.
A.B: Nasıl?
Ö.M: Ben de o yaştaki insanlar gibi, o yaştaki pek çok şehir burjuvazisinin çocukları gibi bunun çok olumlu bir şey olduğunu, mutlaka bu hükumetin devrilmesi gerektiğini düşünüyordum, bir ihtilal havasının estiği günlerde, siyasetle hemen hemen hiç ilgim olmamasına rağmen böyle bir havaya kapılmış ve kuvvetle destekleyen biriydim. Onun için de bir ferahlık ve iyi şeyler hissetmiştim, ama daha sonra hayatım boyunca unutmayacağım önemli bir olaya da dönüştü. Daha sonraki günlerde anneannemle (Fatma Nişancıoğlu) önemli bir konuşma geçti aramızda. Şimdi Fatma Nişancıoğlu’nun kim olduğunu söylemem lazım; hem Atatürk’ün hem İsmet İnönü’nün maliye bakanlığını, yani T.C. tarihinin en uzun -13 yıl galiba- maliye bakanlığını yapan 2 yıl bayındırlık bakanlığını yapmış ve tabii hem Atatürk’ün hem de CHP’nin çok önemli simalarından birisinin eşi.
A.B: Fuat Ağralı.
Ö.M: Evet Fuat Ağralı’nın eşi anneannem. Bütün aile gibi o da tabii CHP’li. Tek torun olarak beni tamamen şımartan, bir dediğimi iki etmemesi dolayısıyla tapındığım ve aynı zamanda yerlerde süründürdüğüm bir hanım. Bir yanıyla da dördüncü Nişancı Mehmet Paşa ahfadından gelen biri.
A.B: O da Egeli mi?
Ö.M: Hayır Egeli değil. Çok kapsamlı tuhaf bir buluşma, Osmanlı İmparatorluğu’yla Cumhuriyet Kemalistlerinin birleştiği bir aileydi. Ben devrimden sonra -devrim olarak da bakılıyordu- düşüklerin yaptıklarından dolayı idam edilmesinin de çok kötü bir şey olmayacağını söyledim bir gün.
A.B: Ve siz 14-15 yaşında falansınız?
Ö.M: Tam 15 yaşındayım. O güne kadar tek bir söylediğime bile sesini çıkartmamış olan anneannem -ki çok köklü bir Halk Partili-, “Bir daha böyle bir şeyi benim önümde konuşursan, seninle bir daha asla ve kat’a konuşmayacağım” dedi ve yüzümün pençe pençe kızardığını hatırlıyorum, “Bu sefer baltayı taşa vurduk, nerede yanlış yaptık” diye. Bu benim ömrümü derinlemesine etkilemiş olduğunu sonradan, çok sonradan fark ettiğim ilginç olaylardan biridir doğrusu. Yani “böyle bir şey kabul edilemez” dedi.
A.B: Yıllar boyunca Türk siyasa hayatında ve aydın hareketinde anneannenizin duruşunu sergileyen çok nadir insan vardır. Yani mezarların taşınmasında bile bunu reddedenleri hatırlıyorum 1989 muydu, Menderes’lerin mezarları İmralı’dan alınıp getirildiğinde?
Ö.M: Galiba.
A.B: Hâlâ idamları savunan, mezarların orada kalmasını söyleyen bir topluluk vardı, halen de var hatta. O yüzden anneannenizin bu tavrı gerçekten son derece önemli.
Ö.M: Ve bir kez daha da asla konuşmadık bu meseleyi ve ben de tavır değiştirmek zorunda hissettim kendimi hiçbir şeyi kavramayan biri olduğum halde. “Bu işte çok temel bir yanlışlık yapıyoruz” duygusu gelmişti, onu çok net hatırlıyorum.
A.B: Ama o duygu gelmesine rağmen, bu darbe, -bunun adı hiçbir zaman darbe olmadı, inkilap, ihtilal, devrim ve ikinci cumhuriyet diye anılıyor- Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlandı.
Ö.M: Bayram olarak kutlandı senelerce ve hatta Taksim meydanında da kocaman bir süngü heykeli durdu yıllar yılı, dünyanın ilk ve tek, inşallah da son süngü heykelidir. Bir “barış figürü” olarak da süngünün çevresinde -zeytin dalı vardı. Bunun altında çekilmiş fotoğraflarım filan da var benim! Aklın kolaylıkla alamayacağı şeyler, bir süngünün heykel olarak İstanbul’un ve Türkiye’nin merkezinde yer alması.
A.B: Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlandı 1980’e kadar. Yani 20 yıl bayram kutlandı, benim tüm öğrenim hayatımda bunu biz bayram olarak kutladık.
Ö.M: Sizin ailenizde nasıl tezahür etti bu?
A.B: İlk karşılaşmam şöyle, ilkokula başladığımızdan itibaren ki o yıllar aynı zamanda 60-70 arasındaki 27 Mayıs’ın devamı cuntaların –biraz sonra değineceğiz- Milli Birlik Komitesi’ni tehdit eden Silahlı Kuvvetler Birliği’nin çok faaliyette olduğu dönemler. 27 Mayıs bizim ailede coşkuyla karşılanmış. Babamdan dinlediğim kadarıyla, atlı polislerin, Ankara’daki gösterilerin ve o gösterilere katılan abilerin, amcaların kutsandığı bir durumdur 27 Mayıs. Aynı zamanda 27 Mayıs bayram olarak kutlanırken bizde şöyle de bir durum vardı, annemle babam 27 Mayıs’tan 5 yıl önce evlenmişler, evlilik yıldönümleri yani, çocuk aklınızla bayramla evlilik yıldönümünü karıştırıyorsunuz.
Ö.M: Ama evlilik yürüdü değil mi?
A.B: Evlilik yürüdü, evlilik yıldönümüyle 27 Mayıs birbirinin içine geçmiş olarak algılandı ve öyle devam etti. Bir de şu dikkatimi çekmiştir, ben 27 Mayıs darbesinden 1 yıl önce 11 ay önce doğmuşum, ama 60 nesliyle ilkokula başladım. Mesela bizim sınıfta 3 tane Hürriyet isminde arkadaşım vardı, hâlâ var, Cemal ve Gürsel isimleri yoğunluktadır, İnkilap, Devrim de vardır, hiç İhtilal’e rastlamadım yalnız! Bu isimler çok, bu da dikkatimi çekiyordu. Nitekim 1908 ve 1909 II. Meşrutiyet ve Hareket Ordusu’nun gelmesi dönemine rastlayan dönemde doğanlar Niyazi ve Enver olarak karşımıza çıkıyor. Enver Ziya Kara, Niyazi Berkez’den esinlenerek isimlendirilmişler.
Ö.M: Çok ilginç.
A.B: O döneme baktığınızda Enver ve Niyazi bolluğu vardır. Bizde de Hürriyet, İnkilap, Devrim, Cemal ve Gürsel, 12 Eylül’de Evren, böyle devam eder. Herhalde şimdi de Kemal ismi konulabilir.
Ö.M: Kemal ismi her zaman revaçta.
A.B: Bakidir. Bizde de böyle bir durum var.
Ö.M: Aileden dışarı çıkamıyoruz bir türlü ama, kayınvalidemin vefatından sonra gördüğümüz bir belge var, eşimin babası Ali Mutlu çok uzun zaman önce, çok genç yaşta bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş bir kişi ve 27 Mayıs darbesi olduğu zaman Kastamonu Şeker Fabrikası’nın müdürü. Eşim Meral Mutlu da 27 Mayıs 1960 günü doğuyor. Şöyle bir belge bulduk: “Sayın Ali Mutlu, Şeker Fabrikası Müdürü, Kastamonu” diye, imzalı, pullu, -15 Kuruş’luk ve 1 Kuruş’luk damga pulu ve tayyare pulunun konduğu- 11 Haziran 1960 tarihini taşıyan bir mektupla dilekçe arası bir şey: “Dileğimiz, asil gençliğimizin teşebbüsatı gençlik ve şanlı ordumuzun nihai icraatı ile tahakkuk eden milli inkilap ve hürriyet harekâtının ilk günlerinde dünyaya geldiğini memnuniyetle öğrendiğimiz yavrunuza Hüriyet ismini vermenizi hassaten ve bütün kalbimizle rica eder yavruya uzun ve mesut ömürler dileriz” diyor. Bu son derece ilginç bir şey, o zamanın halet-i ruhiyesini, genel düşünce yapını da çok iyi veriyor. Bunu imzalayanlar arasında bütün eşraf var, yani ağır ceza mahkemesi başkanı da var, ağır ceza reisi var, Yapı Kredi Bankası müdürü var, çeşitli asliye, ceza hukuk işleri müdürü var, nüfus müdürü var.
A.B: Bu nerede geçiyor?
Ö.M: Kastamonu’da.
A.B: Kastamonu’daki tüm üst düzey memurlar ve eşraf.
Ö.M: Evet aynen öyle, yani eczacılar var ‘hayırlı olsun’ diyen, işte pek çok hakimler, veteriner müdürü, ziraat müdürü.
A.B: 30’a yakın, belki daha fazla imza var değil mi?
Ö.M: Evet galiba öyle. İnanılmaz bir şey bu, “Dileğimizin kabulü ricasıyla, Halk Bankası Müdürü” diyor mesela, apartmanın adını filan da koymuş, lojmanlarda da oturanlar var ve medya da var işin ilginç tarafı, ya da hiç şaşırtıcı olmayan tarafı. Doğru Söz Gazetesi mesul müdürü de var mesela imzalayanlar arasında. Artık isimlerini söylemekte bir sakınca da yok herhalde bunca zaman sonra, ama gene de geçelim.
A.B: O günlerin halet-i ruhiyesini tam yansıtan bir şey.
Ö.M: Evet olağanüstü bir şey. Bir de ilginç bir nokta daha var, madem ailelerimizle övünme faslına da geçtik, hem eşimin rahmetli annesi Mualla Hanım’ın hem de Kastamonu Şeker Fabrikası müdürü Ali Mutlu’nun böylesine kuvvetli, bütün eşrafın, hakimlerin, gazetecilerin, yerel matbuatın, nüfus müdürü, veteriner müdürü, eczacıların vs. filan katıldığı bir ‘mahalle baskısı’ -demek herhalde yanlış olmaz- altında, göbek adı dahi olarak koymamışlar: Meral Mutlu.
A.B: Bizim sınıfta çok vardı.
Ö.M: Buna iyi direnmişler doğrusu.
A.B: Bakın öyle bir ortam ki; Ankara’da Anıttepe’de, o bölgede geçti benim hayatım, çocukluğum, oturduğumuz apartmanın ismi Hürriyet’ti, okuduğum ilkokul Hürriyet İlkokulu’ydu. Hem 27 Mayısçılar ve çocukları, Anıttepe, Bahçelievler, Mebusevleri, o bölgede hem de 27 Mayıs’ın emekli ettiği subayların çocuklarıyla biz aynı okullarda okuduk. Sürekli de bayram vardı; Hürriyet ve Anayasa Bayramı. Böyle 20 yıl boyunca bu ülke bu darbeyi bayram olarak kutladı.
Ö.M: Yani seçilmiş yöneticilerin askeri bir darbeyle devrilip, ondan sonra da idamlarıyla ağır cezalara çarptırılmalarıyla sonuçlandığı bir ddurum, yolsuzluk filan gibi suçlardan da değil yani.
A.B: Diktatörlük kurmakla suçlanıyorlar, temel şey o.
Ö.M: Ve bunun hürriyet getirdiğini söyleyerek bunun bayramı kutlanıyor. Dolayısıyla hakikaten Ali Mutlu ve eşi Mualla Mutlu’nun yürekli cesurca bir şey yaptığını, onlarla da iftihar ettiğimi buradan bir kez daha söyleyeyim.
A.B: Gerçekten önemli, anneannenizle de iftihar ettiğinizi söyleyebilirsiniz. Mesela büyük bir şey alyans bağışlaması vardır.
Ö.M: Onu soracaktım ben de evet.
A.B: Mesela annemle babam bağışlamış, onun tutanağı var bende, bir pelur kâğıtta, sonra çok pişman olurlar bu alyanslarını bağışlayanlar. Çünkü onlarla üst düzey bürokrasiye lojman yapılır, o yüzden de Ankara’da ‘Alyans Evleri’ denilen bir bölge vardı, ‘Alyans Mahallesi’ ismi de öyledir.
Ö.M: İsmi de resmen Alyans Mahallesi olarak geçiyor değil mi?
A.B: Ondan sonra çok pişman olmuşlardır “Alyanslarımızı bile verdik biz bu devrime ama devrim bizi görmedi” diye.
Ö.M: “Tamamlanmadı” diye. Evet ailelere yansıması aşağı yukarı böyle.
A.B: Hayatımızdaki 27 Mayıs’ın önemli bir yeri var yani.
Ö.M: Çok önemli bir yeri var evet.
A.B: O süreç içerisinde de çok farkında değildik. Çok şey yazılmış çizilmiş, pek çok kitap var 27 Mayıs’la ilgili onlardan çok bilgi ediniyoruz, ama resmi tarihe baktığımızda böyle bir durum söz konusu değil. Yani ne 27 Mayıs öncesi ne 27 Mayıs darbesi ve sonrasına dair gelişmeler yok. Özel çabalarla son 15-20 yıl içerisindeki birtakımyayınlarla arttı. Çok enteresandır, 27 Mayıs’ın gadrine uğrayanlar, 27 Mayıs’ın hapsettiği insanlar, orada eza, cefa çekenler, daha sonraki sayasal hayatlarında 27 Mayıs bayramlarında törende hazır bulundular.
Ö.M: Bu da bir başka ‘Stockholm sendromu’ mudur nedir?
A.B: Evet, darbeyi yapanların önünde o bayramlarda törenlerde hazır bulundular, konuşma yaptılar, desteklediler. Çok enteresan bir duru; mesela Hayrettin Erkmen, dışişleri bakanlığı yapmış bir insan, 60 ve 70’lerde Yassıada’da yargılanıp, hüküm giymiş, eza, cefa çekmiş ve 27 Mayıs bayramı törenlerinde bulunan daha pek çok insan var. En azından biz böyle bir şeyi yaşamadık gibi; çok zor bir şey yani düşünebiliyor musunuz?
Ö.M: Evet ama bunu yapmaya mecbur değillerdi.
A.B: Değillerdi.
Ö.M: Burada onlarla çok iftihar etmek imkânımız yok doğrusu. Bir çeşit işkencecisine aşık olma durumu, ‘Stockholm sendromu’. Mahkemelerde, Yassıada’da yapılan yargılamalar tam olarak göstermelikmiş, bir yanıyla da sonradan, çok çok yıllar sonra öğrenebildiğimiz ağır baskı, işkence durumları, muazzam bir zulüm olduğunu öğrendiğimiz bir süreç bu.
Yassıada Mahkemeleri Yüce Adalet Divanı Başkanı Salim Başol (TRT arşivinden Yassıada Saati adlı programından ses kaydı.):
Duruşma salonunda açık olarak duruşmaya başlandı. Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hâzır. Şimdi sanıkların isim ve soyadları okunarak yoklama yapılacak. İsim ve soyadı okunan sanık burada mevcut olduğunu göstermek için ayağa kalkacak.
Gazeteci Metin Toker (TRT - Milliyet ortak yapımı olan Demirkırat Belgeseli'nden ses kaydı):
Hazin bir hava vardı, yani Demokrat Parti iktidarından çok çekmiş olanlar bile o adamların bir kısmının hallerini orada düşürüldükleri durumu, düştükleri durumu gördüğü zaman bir rahatsızlık duymuşlardır.
A.B: Yassıada Mahkemesi, İstiklâl Mahkemeleri’ne benzeyen halleri olan bir mahkemedir. Hem savunma hakkı açısından, hem oluşturulma biçimi açısından, hem de atmosfer a.ısından. Yassıada’da yargılandıkları bölgedeki adanın idari zabitan grubu tarafından belirlenmiş bir atmosferdir. Ada komutanı Tarık Güryay mahkemelerde elinde kızılcık sopasıyla dolaşan bir adamdır. Bir savunma ortamında ada komutanının, hapishane komutanının elinde sopayla dolaşıp ikaz etmesi, kimilerine “siz böyle konuşacaksınız!” demesi, kimilerini dövmesi. Fatin Rüştü Zorlu adaya getirildiğinde bir teğmen tarafından arkadaşlarının önünde sille tokat dövülür.
Ö.M: Dışişleri bakanından bahsediyoruz.
A.B: Dışişleri bakanından bahsediyoruz ki Türkiye tarihinin çok önemli dışişleri bakanlarından bir tanesidir, son derece de metin bir adamdır. Yani Yassıada’da idama giderkenki tavrı da son derece etkileyici. Ben Semih Günver Bey’den dinlemiştim.
Ö.M: Ben de ondan dinledim.
A.B: Ve onu kitabında da çok iyi anlatır.
Ö.M: Çok başı dik olarak gitmiş ve hepsine de aşağılayıcı, hakaretimsi şeyler söylemiş.
A.B: Celladını bile istemeyip kendisi infazını gerçekleştirmiş. Yani 27 Mayıs’ta çok bilinmeyenler var, bir de bilinenler, yutturulanlar var. Biz yıllarca alkışlarla 27 Mayıs’ı kutlamış bir ortamdan geliyoruz.
Ö.M: Peki dışişleri bakanını hangi gerekçeyle mahkum ediyorlar? Vatanı satmaktan mı, nedir? Dış politikada ne yapmaktan dolayı?
Yassıada Mahkemeleri Yüce Adalet Divanı Başkanı Salim Başol (TRT arşivinden, Yassıada Saati adlı programdan ses kaydı, Yassıada Mahkemesi'nde kararlar okunurken...):
Sanık Celal Bayar. Türk Ceza Kanunu’nun 146/1. maddesi hükmünce ölüm cezasına çarptırılmasına oybirliğiyle...
AB: “Anayasayı ihlâl ve diktatörlük kurmak” temelde.
ÖM: İsterseniz bu ilk bölümü burada kesip yarın diktatörlük meselesinden, suçlamalardan devam edelim. Zaten 50 yılın muhasebatını kolay kolay böyle bitirmek mümkün değil.
- 27 Mayıs Darbesi Özel Program Dizisi 2. Bölüm
- 27 Mayıs Darbesi Özel Program Dizisi 3. Bölüm
- 27 Mayıs Darbesi Özel Program Dizisi 4. Bölüm
27 Mayıs Özel Programı için yararlanılan kaynaklardan bazıları:
Marmarada Bir Ada - Samet Ağaoğlu
İmralı'da Üç Mezar - Turhan Dilligil
İdamlar, Yassıada Faciası - Mithat Perin
1960, Acılı Günler, Aydın Menderes Anlatıyor - Muammer Yaşar
Bir İhtilâl daha var: 1908-1980 - Örsan Öymen
Türkiye'de Ordu ve Siyaset, 1789'dan Günümüze - William Hale
Bilinmeyen Menderes - Mükerrem Sarol
Arkadaşım Menderes - Samet Ağaoğlu
İhtilâlin Mantığı - Şevket Süreyya Aydemir
Menderes'in Dramı - Şevket Süreyya Aydemir
Türkiye'nin Yönetiminde Karmaşa - Lütfü Duran
27 Mayıs ve Bizler - Nilüfer Gürsoy
İnönü ve Menderes Kavgası - Firuzan Tekil
Darbeler ve Gizli Servisler - Cüneyt Arcayürek
Atatürk'ten 12 Mart'a - Sadi Koçaş
Ordu ve Siyaset - Ümit Özdağ
Vatan Gazetesi Pazar Eki - 23 Mayıs 2010 - Sanem Altan
Türkiye'de Demokrasi Tarihi - Kemal Karpat
Talat Aydemir’in Hatıraları - Talat Aydemir
Parlamentonun Boyutları - Rahmi Kumaş
İhtilalin İç Yüzü - Abdi İpekçi, Ömer Sami Coşar
Demirkırat Belgeseli
TRT Arşivi
Yassıada Zabıtları - Emine Gürsoy Naskali