Sakıp Sabancı Müzesi, 20. ve 21. yüzyılın en ilham verici sanatçılarından David Hockney’nin "Baharın Gelişi, Normandiya, 2020" sergisine ev sahipliği yapıyor. Evrim Altuğ müze direktörü Dr. Nazan Ölçer'e mikrofon uzatıyor.
Dr. Nazan Ölçer öncülüğündeki Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), 20’nci yılını haklı bir gururla kutluyor. SSM, bugün bize Ai Weiwei’den Joan Miro’ya, Marina Abramovicz’den Sophie Calle’a, Anish Kapoor’dan Salvador Dali’ye, Joseph Beuys’dan, evet, elbette ki Auguste Rodin ile Pablo Picasso’ya ve ZERO gibi, geleceği dünden tayin ve tabir edici bir estetik güruhun emeği nezdinde, birçok sanat tarihsel öncüyü bizzat tanıştırmak adına da, güvenilir bir irtibat kaynağına dönüşmüş bulunuyor.
Kurum, bu süreçte 2022 yılı ilkbaharını da, kendisini bile şaşırtan bir buketle karşılamış gibi görünüyor: SSM, Bradford doğumlu İngiliz çağdaş sanatçı David Hockney’nin (d.1937) Londra - İngiltere (The Royal Academy) ve Belçika’nın başkenti Brüksel’de (Palais des Beaux-Arts) izlenmiş ‘Baharın Gelişi, Normandiya, 2020’ sergisi ile, yeni çiçeklerin rengârenk beklentilerini hepimiz adına karşılıyor.
Bu sürpriz sergi, Hockney’nin dört yıl evvel Fransa’nın Normandiya bölgesinde görüp, sahiplendiği bir arazide, tam 55 yıl sonra Los Angeles’tan da ayrılmaya karar verdiği bir süreçte doğmuş. Sergi, Kraliyet Sanat Akademisi Üyesi, Liyakat Nişan ödülleri sahibi sanatçının, 2020 baharında maruz kaldığı karantina koşulları altında iken, iPad’iyle ortaya koyduğu, 116 resmi içeriyor. Küratörlüğünü, Kraliyet Sanat Akademisi Yaz Sergileri Şefi ve Çağdaş Projeler Küratörü, Dr. Ölçer’in eski meslektaşı ve dostu Edith Devaney’nin üstlendiği sergi, bahçesindeki 450’yi aşkın sayıda, 116 ayrı çeşitteki bitki ile SSM’nin ezelden ebede yeşil kimliği uyarınca, doğal bir duygu sarmaşığı da filizlendiriyor.
Zira Hockney bu dizisinde, bizi, kendi tasarımı özel kalem ve dijital fırçalarının da meyvesi nice desen ve kompozisyon ile buluşturuyor. iPad ile 2010’da tanışan, bu seriyi ise Mart 2020’de ortaya çıkaran sanatçı, kuş bakışı krokisiyle çocuksu bir içtenlikle de tanıttığı, 17’nci yüzyıldan kalma taşra konağını da içinde barındırır dört dönümlük araziyi içeren Normandiya’daki meskeninde, keyif ve huzur içinde yâd ettiği Claude Monet veya Vincent Van Gogh gibi nice farklı üslûbun üstadına, bu sergiyi vücuda getiren meyve ağaçları, göletler, nehirler, tarlalar boyu hınzır, samimi nice selam gönderiyor.
David Hockney, sergiyle aynı adlı kitabın küratör Devaney ile söyleşi bölümünde (s.19), bu dijital ressamlık sürecini, bize şöyle izah ediyor:
“...artık iPad’de bir ressam gibi düşünüyorum. Bir rengi alıp, deniyorsun, sonra hayır diyorsun, azıcık daha koyu olmalı veya azıcık daha parlak ve bunu yapıyorsun. Resim yapmak da böyle bir şey zaten. Tuvale önce bir renk kondurursun, sonra bayağı bir renk olunca, eh, tamam, dersin. Yeşilleri elde etmek için hep yaptığım şey, bu. Baharın yeşili nefis, taze bir yeşil ama haziranda ortadan kayboluyor; yine de nisan ve mayıs ayları bu çok ama çok taze yeşil renge sahip ve insanın birkaç farklı yeşile ihtiyacı oluyor, birkaç farklı yeşili birden kullanması gerekiyor. Zor bir renk ama diğer renklere göre yeşilin çok daha fazla tonunu görebiliyoruz. Bu eskiden yemek aramak zorunda olmamızla ilgilidir herhalde, yani çok eskilere giden, içimizde, derinde yatan bir şey.”
SSM’nin bahçesindeki meşeleri, sedir, mimoza, lavanta ve çınarlarını aşarak, ofisinde ekibiyle buluştuğumuz Dr. Nazan Ölçer de, Hockney’den söz ederken, bu sevinci gizlemiyor.