Ekonomi Politik'te Ali Bilge'nin gündeminde Antalya Film Festivali kapsamında yaşanan skandal vardı. Bu gündemin ardından Bilge, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihini aktarmaya devam etti.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihini konuşmaya devam edeceğiz ama siz bulunduğunuz yer itibariyle de yerel muhabirlik yapın isterseniz. Antalya'dan Antalya Film Festivali’nden bahsedelim.
Ali Bilge: Antalya'dayım, muhabirliğimizde buraya yönelmiş durumda. Ve gelir gelmez, Antalya Film Festivali kapsamında yönetmen Necla Demirci'nin önce yarışmaya davet edilip sonra yarışmadan çıkarılan Kanun Hükmü belgeselinin sansüre uğraması haberiyle karşı karşıya kaldık. Antalya ve Türkiye sanat dünyası, iki gündür bu haberle sarsılmış vaziyette. Yarışma jürisi, filmin değerlendirme kapsamı dışına çıkarılmasına karşı çıkan bir kamuoyu açıklaması yaptı. Açıklamada jüri, festival yönetiminin aldığı kararı kabul etmediklerini, kapsam dışına çıkarılan film ve yönetmeni ile yan yana durduklarını belirtiler. Mehmet Günsür, Demet Akbağ ve Onur Saylak gibi isimlerin yer aldığı jüri, kararın geri alınması şartıyla jürinin görevini yerine getirebileceğini ifade ettiler. Antalya ‘da böyle bir kriz yaşanıyor ve kriz büyüyor.
Aslında bu gelişmeyi, iki haftadır 100 yıllık tarihini anlattığımız CHP'ye bağlayabiliriz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin kalesi sayılan, Türkiye'nin dördüncü büyük ili Antalya’da, Büyükşehir yönetimi Cumhuriyet Halk Partisi'nde bulunuyor. Sürekli “değişim” diyen CHP’li bir belediyenin düzenlediği bir festivalde yapılan sansür uygulamasından söz ediyoruz. Sansür uygulamasında gerekçe gösterilen husus, filmde yer alan bir kişinin yargılamasının devam ediyor olması. Film, KHK'yla işten çıkarılan insanların hayatlarını konu ediyor.
Ö.M.: Film belgeseldeki bir kişi hakkında yargı süreci devam ediyor gerekçesiyle festivalden çıkarılıyor öyle mi?
A.B.: Evet.
Ö.M.: Ama yargılama süreci söz konusu değil demiş. Gerçi olsa ne yazar?
A.B.: Evet, olsa ne yazar? Problemli bir durum, organizasyondan ve Antalya Büyükşehir yönetiminden, jürinin açıklamasına bir değerlendirme henüz gelmedi. Altın Portakal Film Festivali 7-14 Ekim’de yapılacak. Çok az zaman kalmış durumda. Geçmiş yıllarda da çeşitli sorunların yaşandığı bir festivaldi, şimdi bu krizde eklenmiş. CHP’nin, yakında gerçekleşmesi beklenen, değişim perspektifinin de öne çıktığı sancılı kurultay eşiğindeyken sansür krizi ile karşı karşıya kalması, ayrıca dikkat çeken önemli bir durum oluyor.
Ö.M.: Sosyal medya hesabından açıklama yapmış yönetmen Necla Demirci: “KHK ile görevlerinden ihraç edilen Doktor Yasemin Demirci ve öğretmen Engin Karataş'ın hikayesini anlatıyoruz” demiş. Ve haklarında kesinleşmiş herhangi bir yargılama süreci söz konusu değil. Festival mazeret olarak belgeselin bir karakterinin yargı sürecinde olduğunu iddia ediyor. Hakikaten duyulmamış bir işitilmemiş bir şey.
Özdeş Özbay: Bu arada 2014’te de Ulusal Belgesel Film kategorisinde bu sefer Reyhan Tuvii'nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek adlı Gezi'yi anlattığı belgesel filmi festivalin yöneticileri tarafından seçkiden çıkarılmıştı. Bunun üzerine yine bu kategoride yarışan 15 belgesel filmden 13’ünün yapımcısı ve yönetmenleri karara tepki gösterip yarışmadan çekildiklerini açıklamışlardı. Benzer bir krizdi o da.
Ö.M.: Antalya Altın Portakal Film Festivali'ndeki görevimizi Kanun Hükmü filminin yarışma seçkisine geri alınmasıyla yerine getiririz diyorlar. Ve ünlü isimler var: Demet Akbağ, Ayşegül Aldinç, Onur Saylak, Özcan Alper, Mehmet Günsur, Ali Aga, Sema Kaygusuz, Behiç Ak, Zeynep Dadak, Deniz Tortum, Elif Refiğ, Hazar Ergüçlü, Paolo Bertolin, Ali Ercivan, Hakan Bıçakcı, Anna Maria Aslanoğlu, Ezel Akay, Engin Palabıyık, Senem Erdine ve Ahmet Gürata imzalamış. Büyük bir skandal.
A.B.: Umarım CHP’liyetkililer bir açıklama yapmak zahmetine katlanırlar. Filmin değerlendirme kapsamından, üstelik davet edildikten sonra çıkarılması konusunda neler söyleyeceklerini merakla bekliyoruz.
Asıl konumuz Cumhuriyet Halk Partisi tarihine geçmeden önce, başka bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Karadeniz'de de yeni bir petrol sahası bulunduğuna dair bir haber okudum. Vallahi buna da rastladım. Çok komik. Gümüşhane Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi, Rize Çayeli civarında 7 mil açığa gidiyor, numune almak için pet şişeyi denize daldırıyor, çünkü petrolün kokusunu alıyor. Kendisi jeoloji profesörü. Petrol sızıntıları üzerine keşif yapıyor.
Ö.Ö.: Bir de keşif olarak anlatıyor. Sızıntı varsa ekolojik açıdan bir felaket diye bir derdi de yok yani.
AB.: Evet, Petrol kokusunu aldığı yerOsmanlı döneminden bu yana bilinen bir mevkiymiş bu. Böyle durumlarda Osmanlı bağlantısı kurmazsak olmaz. 1925 yılında bir yerel paşaya ruhsatı verilmiş ama sondaj gerçekleştirilmemiş. O devirde yerel paşalar da yok ama sondaj yapılması da düşünülmüş, iptal edilmiş filan. Neyse… Örnekler almış falan. Yerel basın bunu, doğalgaz, petrol, altın mucizelerinde olduğu gibi yansıtıyor. Yerel seçimler öncesinde başka hangi mucizelerle karşılaşırız? Doğrusu bilmiyorum. Profesöre göre, günde bir ton petrol yüzeye sızıyormuş. Yılda 360 ton…
Ö.M.: O zaman bir öneride bulunayım. Rize Film Festivali'nin konusu olsun bu da. Bu film de...
A.B.: Kesinlikle belgeseli çekilsin.
Buradan CHP tarihine doğru geçiş yapalım. Bugün CHP’nin 1947 Kurultayı’ndan bahsetmek istiyorum. 1947 Kurultayı aslında bir anlamda ilk “helalleşme” kurultayıdır, CHP tarihi açısından çok önemli bir kurultay. Ama bu kurultayı doğru dürüst bilen Cumhuriyet Halk Parti mensubuna pek rastlamadım.
Kurultay öncesi iki önemli olaydan bahsetmek lazım. Biri Varlık Vergisi uygulaması, Varlık Vergisi uygulaması 2. Dünya Savaşı devam ederken yapıldı. Savaşın sona ermesinden iki ay sonra Tan gazetesi baskını yaşandı. Varlık vergisi uygulanmasında aktif rol alan İstanbul Defterdarı Faik Ökte tarafından facia olarak adlandırılmıştır. Ökte, daha sonraki yıllarda, Varlık Vergisi Faciası adlı bir kitap yazdı, kitap bir itirafname niteliğindedir. Varlık Vergisi gayrimüslimlerin ekonomik güçlerinin, varlıklarının el değiştirmesi anlamında bir Müslümanlaştırma, Türkleştirme operasyonudur. Gayrimüslim vatandaşların varlıklarına bu şekilde el konmuştu. CHP ve Cumhuriyet tarihinin kara lekelerden biridir.
Bir diğeri de Aralık 1944 TanGazetesi baskınıdır, vandallığıdır. Her iki kara lekeye pogrom desek doğrudur. Şiddet var çünkü… TanGazetesi ve matbaası ile birlikte gayrimüslimlerin çıkardığı bazı yayınevleri de imha edildi. Savaşın Almanya aleyhine sonuçlandığını gören yönetim, bir anlamda değişen koşullarda yeni yerini de belli etmek istedi. Çünkü artık yeni düşman Sovyetler Birliği ve komünistlerdir. ABD yeni velinimettir. Tan’ın o zamanki yazarlarına ve sahiplerine baktığımızda liberal insanların çoğunlukta olduğu bir yayın organıdır. Ama sol eğilimli insanların da bulunması sebebiyle, gözdağı verilmesi, bir şekilde bu yayının susturulması gerekmektedir.
Ö.M.: Zekeriya ve Sabiha Sertel’in kendilerinin bizzat imha edilmesi planlarının da ortaya çıktığını biliyoruz. Haber alarak, korkarak ve sakınarak gitmemeleri dolayısıyla o baskından, ellerinde silahları ve cihazları olan insanların baskınından sağlıklı kurtulmaları bile bir mucize sayılıyor. Bu konuları epey ele alan programlar yaptık. Gerek varlık vergisini, gerekse de Tan faciasını...
A.B.: Evet biz de birkaç seri yaptık. O zamanki üniversite öğrencilerinden Tan olaylarına katılanlar arasından sonraki yıllarda Türkiye yönetiminde söz sahibi olacak isimler de çıkmıştır. Özellikle sağ kanatta… İki tane üniversite var: İstanbul Üniversitesi ve İTÜ. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan gibi üniversite öğrencilerinin, CHP İstanbul il teşkilatının aktif olarak yer aldığı ve bir derin operasyon olarak (ki başında da Nihat Erim olduğu söylenir), Ali İhsan Gögüş, Orhan Birgit gibi isimlerin yer aldığı bir program olduğu yazılmıştır.
Ö.M.: Yalnız sağ değil. Belki de sol kanatta yer alan basın organlarının da… Mesela İlhan Selçuk…
A.B.: Evet söyleyecektim İlhanSelçuk'un da ismi geçer.. Bugün bunları yaşayan ve yaşatan isimlerin büyük çoğunluğu hayatta değiller ama siyasi hayatları daha sonra türlü biçim alan üniversite öğrencisinin bu vandallığa katıldıkları bilinmektedir. Ve bu iki konuya işaret etmeden 1947 Kurultayı’na Cumhuriyet Halk Partisi'ne değinemeyiz.
Öyle bir dönem ki, zar zor batıya kabul ediliyorsunuz. Açık Nazi Almanya’sı desteğinden dolayı Sovyetler Birliği ve Batı’da dünyasında Türkiye’ye kızgınlık had safhada. Savaşın uzamasının nedeni olarak Türkiye'nin Nazi Almanyası'na olan açık/örtük destekleri gösteriliyor. Yeni bir dünya kurulmaktadır, bu dünyada Türkiye ilk akla gelen ülkelerden değildir. Örneğin, dünyanın iktisadi ve finansal yapılanmasının en önemli toplantısına 1944’de ABD’de yapılan Bretton Woods toplantısında çağrılan bir Türkiye yoktur. Batı'ya kabulü için Türkiye’nin yapması gerekenler önüne konur. Sonuçta dünya değişiyor, iki kutuplu bir aşamaya geçiyor. Sovyetlerin nüfuz alanının genişlemesi sonucunda, Batı’da Türkiye'ye eğreti bir yer açılmasını sağladı. Demokrasinin kalitesi ne olursa olsun çok partili sisteme geçilmeden Batı'ya kabulünüz mümkün değildi. İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi yönetimin 1945’te çok partili sisteme geçişe izin vermesinde, dış dinamiklerin ağırlığı olduğunu söylemek gerçekliktir.
O devirde, İnönü’nün bu kararı alması, “cinnet geçirmiş olmalı” olarak nitelendiriliyor. Tek parti rejimine alışılmış bir CHP yönetimi var. Elbette, rejim değişikliği sadece dış dinamiklerin etkisi ile değil. Türkiye'de silahlı kuvvetler içindeki gelişmelere de bakmak lazım. Silahlı Kuvvetler, Batı entegrasyonunu istiyor. Yani o zamanki genç subaylar da rahatsız. Mareşal Çakmak'ın tasfiyesi yapılıyor. TSK içindeki dinamik unsurlar, ordunun İkinci Dünya Savaşı sırasındaki yetersizliklerini çok iyi biliyorlar. Ve Batı entegrasyonuyla askeri modernizasyonun gerçekleşeceğini düşünen ve önemseyen genç subaylar var.
Sovyetler Birliği’yle olan dostluktan artık eser kalmamıştır. Antikomünizm rüzgarları muazzamdır. Ve bu şartlar dahilinde Celal Bayar önderliğinde Demokrat Parti kurulur. Ardından CHP, kendisine çeki düzen verme ihtiyacı görür ve 1946 yılında olağanüstü bir kurultay yapar. Ardından da, Türkiye tarihinin en kötü, rezil seçimi olarak geçen “açık oy, gizli sayım” esasına göre yapılan 1946 seçimleri olur. Aslında CHP seçimde iktidarı kaybetmiş durumda ama böylesi rezil seçim sistemi ile iktidar süresini uzatıyor.
Ancak sonrasında, 1946-1950 döneminde demokratikleşme adımları atmak zorunda kalıyor. Seçim ve siyasi partiler yasaları başta olmak üzere demokratikleşmeye dönük düzenlemeler sürecinde 1947 Kurultayını yapıyor. Kurultay geçmişle bir anlamda bugünkü CHP jargonuyla helalleşme yapıyor. Yıllar önce bu kurultaya ilişkin bir yazı okudum. Sonra kurultayın tutanaklarını buldum, okudum. Çok etkileyiciydi. Radyo da yeri geldiğinde bu kurultaya dikkat çektim. 19 gün süren, enine boyuna Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1923 sonrası politikalarının konuşulduğu bir toplantı. CHP'de “değişim” sihirli kelimedir. CHP ve değişim eşleşmesi bu kongreyle başlar.
Mahmut Goloğlu'nun Cumhuriyet dönemini 1919 dan 1950 yılına kadar getiren kitapları vardır. 1947 Kurultayı’nı ve pek çok detayını bu kitapta bulabilirsiniz. Ayrıca konuya ilişkin pek çok da çalışma da bulunmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin değişimi hedefleyen öz eleştirilerden kaçınılmayan bir kongresidir. Bugüne göre daha cesur bir kongredir. Cumhuriyet Halk Partisi bu kurultayda çok önemli kararlar alıyor. Kararların alınmasında da iç ve dış dinamikler etken. Yeni bir muhalefet parti oluşması, DP'nin oluşması önemli bir etken.
20 yılı aşkın bir şekilde tek parti yönetiminde fosilleşmiş bir Cumhuriyet Halk Partisi ile karşı karşıyadır. Kurultayda, partinin tüzüğünde de önemli değişiklikler yapıldı. Tüzüğün üstünde durmayacağım ama “altı ok” denilen ilkeler, umdeler yeniden burada ele alındı. Tüm eleştiriler, temel değişiklikler konuşulur ve yapılırken, artık asıl tehlike ve düşman komünizmdir. İlkelerin yeniden tanımlanması “yeni tehlike “baz alarak yapıldı. Özellikle milliyetçilik, devletçilik ve laiklik ilkesi bu şekilde ele alındı. Mevzular, “Komünistler ve komünizm, devlet ve toplumu tehdit etmektedir” iddiası üzerinden konuşuldu.
Kurultayda bilhassa laiklik üzerine yapılan tartışmalar çok önemli ve dikkat çekicidir. Laiklikle ilgili sorunlar can alıcı bir şekilde vurgulanmaktadır. Laikliğin çok fazla gündeme gelmesi ve konuşulmasının nedenlerini şöyle analiz etmek mümkün. Tek parti rejiminde halkın önüne oy almak için gitmiyorsunuz. Artık iktidar olabilmek için halkın desteğini sağlamak durumundasınız, halkın önüne gittiğinizde -tek parti CHP’sinde teşkilatların tamamı ve milletvekilleri merkezden atanırdı- en fazla istenen bir kamusal hizmet durumuna gelmiş olan din hizmetlerinin yetersizliği dile getiriliyor, dini özgürlükler ve dini hizmetlere olan talepler sürekli beyan ediyor. Bu konular ciddi bir talep olarak hem Demokrat Partililerin, hem de Cumhuriyet Halk Partilerinin önüne geliyor. Kurultayda, can alıcı tartışmaların dini özgürlükler üzerine olması laiklik ilkesinin o katı otoriter pozisyonunu yumuşatmaya dönük olması, toplumun bu alandaki talepleridir. Kurultayda laiklik üzerine dozu yüksek ve sert konuşmalar eleştiriler oluyor, ki bugün yapamazsınız. 1924 Laiklik Reformu olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olmaktan çıkarılması, özerk statüye kavuşturulması isteniyor.
Reformcu, devrimci laikçi Kemalist kadroların büyük bölümü artık yaşlanmışlardır, dini konularda hassasiyetleri artmıştır. Bu kadrolar için yeni düşman komünistlerdir, yeni düşmanla bağlantı kurarak, din eğitiminin ve din hizmetlerinin ihmal edildiğini vurgulayarak, yanlışlıkların altını çizerek, din eğitiminin gerekliliğini ve eğitimin okullarda verilmesini ve ilahiyat fakültesinin kurulmasını, “dindar nesiller” yetiştirilmesini, kurultayda dile getirmişlerdir. Sonuçta orta yol bulunarak, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devamı ama bütçesinin, ödeneklerinin artırılması kararlaştırılmıştır.
Behçet Kemal Çağlar, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi katı laik ve milliyetçi isimlerde de kurultayda etkindirler. 6 okun bilhassa laiklik ve milliyetçilik ilkelerinde olması gereken değişiklikleri gündeme getirmişlerdir. Milliyetçilik açısından da değişiklikte şu şekilde yapıldı. Kemalist tarih anlayışı Osmanlı'nın üstünü çizdiği için Osmanlı padişahlarının türbeleri mezar yerleri ile hiç ilgilenilmemişti. Kurultayda, tarih ve kültür tezinin Osmanlı bağlantısı kurularak, Padişahların türbe ve mezarlarının yeniden açılması kararlaştırıldı.
Kurultayda 6 okun devletçilik ilkesinde de değişikliğe gidildi, katı devletçilik yumuşatıldı. Devletin, ağır sanayide olması, özel teşebbüsü alan yaratması ve desteklemesi istendi ve kararlaştırıldı. Kurultayda yapılan değişikliklerle CHP programı yeni kurulan Demokrat Parti programına yaklaşmıştır. Laiklikte ve devletçilikte oldukça yakınlaşmıştır.
Sonuçta 1947 kurultay sonrasında CHP programında yapılan değişikliklerle, 1923 sonrası politikalarının ve ilkelerinin eksiklikleri yanlışlıklarının giderilmeye çalışıldığını görürüz. 6 okun inkılapçılık ilkesi de restorasyona uğrar. Devrimci bir karakterdeyken evrimci bir karaktere bürünür. Milliyetçilik ilkesinde yapılan değişikliklerle dil, kültür ve ülkü, tarih birliği sağlanması hedeflenir. Kurucu iradenin oluşturduğu tezlerin dışına çıkılır Tarih kitaplarına bunların yansıdığına tanık oluruz. Helalleşme bu şekilde yapılmaya çalışılır.
Kurultay ilke ve sorunlara değinir, fakat Müslümanlaştırma ve Türkleştirme operasyonlarına değinilmez, hiçbir şey göremezsiniz. Çünkü, bu operasyonları yapanlar halihazırda partidedir, yönetimdedir, yaşamaktadırlar. 1915’ten o güne bu işlerde rol alanlar, yaşlanmışlardır ama vardırlar. 1938-1939 Dersim kıyımı yeni bitmiş. 1915-1939 döneminde yapılan Müslümanlaştırma, Türkleştirmeye hiçbir şekilde değinilmediğini görürüz. Helalleştirme bu konuları içermez. Önemli ilkelerde değişiklik yapılıyor, okları enine boyuna gözden geçiriyorlar ancak bir ideolojik kırılma ve değişim olmuyor, yeni bir ideoloji ortaya konmuyor. İdeolojik sayılabilecek kırılma aslında 1976 kongresinde oldu. Demokratik, sol, sosyal demokrat rampaya geçme çabaları daha sonra gündeme geldi.
Ö.M.: 1939’la 1945 arasındaki bu Nazi Almanya’sıyla beraber Dünya Savaşı'na girmekten kaçınma çabalarına da ileriki bir programda da değinme fırsatı buluruz.
A.B.: Elbettekaçınma çabalarına değinme fırsatı buluruz. Son olarak şuna işaret edelim; Almanları destekleyen asker, sivil bürokrat ve siyasetçilerin artık Amerika destekçisi olmaya başladığını söyleyerek yayını kapatalım.