Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, Aleksandr Lukaşenko'nun yeniden Belarus başkanı seçilmesine, Rwanda'nın Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ne askeri baskısına ve ABD'nin Kolombiya ve Danimarka arasındaki gerginliğine değiniyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Son zamanlardaki gelişmelerden sonra insanı tamamen sarhoş eden bir ufuk turu oluyor. Bugünküne nereden başlıyoruz?
A.İ.: Belarus’tan başlayalım, Belarus Başkanı Aleksandr Lukaşenko, 1994’te ilk defa başkan seçilmişti, eski bir çiftçi kendisi ve 31 yıldır iktidarda, aralıksız biçimde iktidarda. Biliyorsunuz, 2020’deki seçim sonuçlarını kabul etmeyen halk epey ciddi şekilde ayaklanmış ve arkasından da Lukaşenko ülkede daha ağır bir diktatörlük kurmuştu. Karşı çıkan liderlerin bir kısmı tutuklanmış, bin 500 civarında halen hapiste olanlar var, onların 150 - 200’ünü geçtiğimiz günlerde serbest bıraktılar, bir kısmı da yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştı. Bu seçimde geçen seçime nazaran biraz oy kaybetmiş, insan şaşırıyor, %90 küsurdu hatırladığım kadarıyla 2020 seçimlerinin sonuçları, bu sefer ise %86’ya düşmüş kendisine verilen oy.
Ö.M.: Çok şaşırtıcı.
A.İ.: Evet şaşırtıcı.
Ö.Ö.: Halbuki muhalefet de yok.
A.İ.: Evet, o %14 kime verildi onu merak ettim, onu bir türlü öğrenemedim. Bilmiyorum, siz bulabildiniz mi?
Ö.M.: Yok, baktık biz de, ben şahsen biraz baktım ama bulamadım.
A.İ.: Hayaletlere oy vermişlerdir! Burada ilginç olan, seçim sonrası yaptığı konuşmada bundan sonraki seçimlerde kendisinin yeniden aday olup olmayacağı konusu gündeme gelince, kendisinin daha 70 yaşında olduğunu ve dolayısıyla daha önünde uzun bir hayat olduğunu falan söylüyor.
Ö.Ö.: Daha yolun başında olduğunu söylemiş yani?
A.İ.: Evet. Esas ilginç olanı, kendisinin yerine geçebilecek insanların varlığından bahsediyor, ‘Benim üç oğlum var, bunların hiçbiri hiçbir şekilde böyle bir şeye heves etmiyorlar ama eyalet valileri, hükümet ve parlamento üyeleri arasında bu görevi yapabilecek, yerime aday olabilecek insanlar elbette var’ diyor. Bunu okuyunca hakikaten, bunu bu kadar açıkça söylemesi de başka bir feraset demeyeyim ama başka bir şey. Diyor ki, ‘...ama bir kadın başkan olamaz, bu işi bir kadının yapmasına tamamen karşıyım. Çünkü bir kadın diktatör olamaz ama aramızda lider olabilecek birkaç erkek var’. Bunun bu kadar açık biçimde, böyle bir maço söylemini fütursuz bir biçimde dile getirmesi insanı hakikaten hayrete düşürüyor. Şunu unutmayalım ki muhalefetin lideri konumunda olan iki tane kadın var; biri hapishanede, biri de Baltık ülkelerinde mülteci. Bu iki kadın temsil ediyor muhalefeti. Tabii kadın olamaz derken biraz da bunları doğrudan hedef alarak konuşuyor elbette.
Ö.M.: ‘Lukatrampenko’ diyebiliriz adına.
A.İ.: Siz de benim görmediğim bir şey okumuşsunuz konuşmasında.
Ö.M.: Özdeş, sen onu ilave eder misin lütfen?
Ö.Ö.: Seçimi kazandıktan sonra yaptığı konuşmalardan bir tanesinde Lukaşenko, Nikol Paşinyan’ı yani Ermenistan’ı hedef aldı durup dururken. Kendisi dediğiniz gibi, %87 ile seçildi, Ermeni siyasetçi için Avrupa Birliği’ne yaranmaya çalışarak en tehlikeli oyuna giriştiğini söylüyor Lukaşenko, ‘Onu yatıştırın, Ermenistan’ı mahvedecek’ diyor. ‘Hem Doğu’da, hem de Batı’da sorun yaşıyor, şimdi Rusya’yı da karşısına alıyor. Kafkaslarda çıkabilecek bir savaş engellenmeli’ demiş. İlk iş Ermenistan’a yönelik böyle bir açıklama yapmış. Ilham Aliyev de kazandıktan sonra, tekrar başkan olduktan sonra - o da %90’lar ile kazanmıştı - Ermenistan'ın bir Nazi rejimi olduğunu söylemişti. Bu aralar Rusya ile yakın ilişkiler içerisinde olan - gerçi Azerbaycan, Lukaşenko kadar yakın değil tabii Rusya’ya - Ermenistan’ı bir hedef tahtası olarak görüyor.
A.İ.: Lukaşenko, Belarus’un Rusya’ya kendi topraklarını Ukrayna’ya saldırısına açmaktan dolayı onur duyduğunu söyledi.
Ö.M.: Evet.
Ö.Ö.: Tabii, orada da Nazi rejimi var ya.
A.İ.: Tabii onun için.
Ö.Ö.: O yüzden zaten ‘Ermenistan’da da Naziler var’ deyince böyle bir hop oturup hop kalkıyor insan çünkü Ukrayna’ya da aynı şeyler söylenmişti.
A.İ.: Tabii. Diğer taraftan Türkiye’ye uzak, dünyanın da pek gözünün önünde olmadığı, kenarda kalan, dikkatimizin dışında kalan o Afrika kıtasında savaşlar tam hızıyla devam ediyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin doğudaki en büyük kenti Kuzey Kivu eyaletinin başkenti Goma, dün muhalif silahlı güçler ama esas itibariyle komşu Rwanda’nın yönettiği, silahlandırdığı ve fiilen kendi askerlerinin de dahil olduğu bir ayaklanmanın, 20 yıldır süren bir ayaklanmanın yeniden canlanmasıyla N23 askerlerinin - ama aslında Rwanda’nın - kontrolüne geçmiş durumda. Şunu belirteyim ki Goma, tam Rwanda sınırında yer alan bir şehir, o bölgenin en büyük kenti. 1 milyon nüfusu var ve bir o kadar da mülteci var ama doğrudan Rwanda ile sınırda, Kivu Gölü’nün kuzeyinde. Kivu Gölü, Rwanda ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti arasında paylaşılan bir göl. Kuzeyden güneye bir sınır var gölün ortasından geçen ve Goma da bu gölün kuzeyinde yer alan büyük bir kent ama sınıra çok yakın, en fazla 30-40 kilometre mesafede olan bir kent. Rwanda o bölgedeki isyancılarını yıllardır destekliyor ve çeşitli vesilelerle Goma, örneğin 2012’de de M23 isyancılarının kısmen denetimine geçmiş ve arkasından da Angola’nın başını çektiği bir görüşme ve barış masası kurulmuştu. Bölgede Birleşmiş Milletler’in gücü var ve onlardan da birkaç asker dünkü çatışmalar sırasında ölmüş. Ayrıca 17 sivil ölmüş dünkü çatışmalarda, bunlara ilaveten Birleşmiş Milletler görev gücü altında orada bulunan askerler de var. Güney Afrika’nın yolladığı askerler var Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ni desteklemek için. Tabii ki bölge aynı zamanda son derece zengin yeraltı madenlerine sahip ve işin bam noktası da orası zaten.
Aralık 2022’de ateşkes imzalanmıştı Joe Biden’ın girişimiyle ve o ateşkesten yararlanan Rwanda, insansız silahlı hava araçlarını durduran, elektronik iletişimi bozan sistemleri yerleştirmiş bölgeye. Aynı zamanda yerden havaya kısa mesafeli roket bataryaları da yerleştirmiş. Dolayısıyla bölgeye havadan ulaşım zaten epeyden beri yapılamıyormuş, helikopterler uzun bir U çizerek bölgedeki askeri tesislere yardım, malzeme götürebiliyorlarmış. Zaten fiilen Rwanda yıllardır Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin toprakları içinde. Burada nasıl bir şey devam edecek? Bunu bilmek mümkün değil, belki kıta büyüklüğünde bir devlet kurulacak. Biliyorsunuz, Rwanda küçücük bir devlet ama Kongo Demokratik Cumhuriyeti de incecik, bir ucu Atlantik kıyısına kadar giden ve çok geniş bir alanı kaplayan, Afrika’nın ortasında çok büyük bir kıta diyebiliriz. Burada Rwanda’nın taktiği Kuzey Kivu eyaletinin bağımsızlığını talep etmek ve büyük ihtimalle daha sonra Kigali ile birleşmesini sağlamak.
Ö.M.: Rwanda’yı ilhak yani?
A.İ.: Evet, Rwanda’nın ilhak edilmesini sağlamak. Bu ilhak olur mu, olmaz mı bilmiyorum ama en azından Rwanda böyle bir strateji uyguluyor. Zengin toprakları var. Tabii Rwanda’nın şöyle bir sorunu var; çok küçük bir alana sıkışmış çok yoğun bir nüfus var, nüfus yoğunluğu kilometrekare başına dünyanın en yoğun ülkelerinden bir tanesi. Tabii ki o bölgenin yeraltı zenginlikleri de herkesin iştahını kabartan bir şey. Dün Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin talebiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi acilen toplandı ve Rwanda’nın bölgeden askerlerini çekmesini talep ettiler. Sadece bu kadar, başka bir şey de olmadı.
Ö.M.: Onu da yapmadı, mesele bitti yani.
A.İ.: Artık bilmiyoruz, o insanların bir kısmı Goma’yı gene terk ediyor, 600 bin kişi yollara dökülmüş durumda. Afrika’nın ağlayan talihi diyebileceğimiz bir yer - tabii diğer taraftan Somali’de, Etiyopya’da, Sudan’da son derece ağır ve insani bedeli çok ağır olan çatışmalar devam ediyor, onları da izlemeye devam edeceğiz.
Ö.M.: Sudan’da 3 milyon kişi mülteci oldu ve Çad’a gittiler. 14 milyon kişi de yerinden yurdundan edildi, ülke içindeki 14 milyondan bahsediyoruz.
A.İ.: Evet, iki tane birbirine rakip generalin çatışması nedeniyle ülke hallaç pamuğu gibi atılmış durumda. Halbuki Sudan’da son derece ümit verici bir halk ayaklanmasıyla, gerçek bir ayaklanmayla diktatör devrilmişti hatırlayacaksınız.
Ö.M.: Evet.
A.İ.: Diğer taraftan gelelim ABD’ye, ABD’den birinci flaş haberi, en yakın haberi vereyim; Trump hakkında soruşturmalar yürüten özel savcı Jack Smith idi biliyorsunuz ve 10 Ocak’ta kendisi görevden ayrılmıştı, istifa etmişti. Bütün o Capitol ayaklanmalarıyla ilgili, bunların düzenlenmesi ve teşvik edilmesiyle ilgili Trump hakkında yürütülen soruşturmalar, bir de görevi bıraktıktan sonra kendi villasına devletin son derece gizli olduğu iddia edilen evraklarını götürmüş olmasıyla ilgili soruşturmayı yürütüyordu. Bu savcıyla beraber çalışan - sayısını tam bilemiyoruz şu anda, tam açıklanmadı isimleri - 10’dan fazla savcı, dün Adalet Bakanlığı’nın kararıyla görevden alındılar. Görevden alınma gerekçesi ise ‘başkanın programını uygulama konusunda güven vermiyorlar çünkü başkana karşı soruşturma yürüttüler’, açıkça böyle. Bu kişilerin nereye tayin olacaklarını daha bilmiyoruz, görevden alınırlar ama işten çıkartılamazlar.
Ö.M.: Azledilemezler mi?
A.İ.: Azledilmeleri zor, belli bir korumaları var bu federal ajansların, özellikle de savcıların. Herhalde pek alakası olmayan işlere yönlendirilme ihtimalleri var. Tabii bu aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın soruşturmalara dahil olmaması, etkilememesini sağlayan mekanizmaların bir kısmının hemen kırılması anlamına geliyor. Yani yargının doğrudan Adalet Bakanlığı tarafından açık biçimde yönlendirilmesi, denetlenmesi veya kısıtlanması ihtimalinin kapısı daha da açılmış olacak böylece ki Trump’ın da tamamen hayal ettiği de bu zaten.
Diğer taraftan Trump ile Kolombiya devlet başkanı arasında ilginç bir gelişme yaşandı Pazar günü biliyorsunuz. Fakat bu gelişmede kimin kazançlı çıktığı belli değil, Trump en sonunda dün, ‘Kolombiya devlet başkanı benim dediklerime geldi, bana teslim oldu’ diye mesaj yolluyor ama aslında tam da öyle değil çünkü sonuçta Kolombiya’nın ABD ile Trump’tan önce yapılmış bir iade anlaşması, mültecilerin iade edilmesi anlaşması var. Biden ile yapılan anlaşmaya göre günde 40 Kolombiyalıyı Amerika’dan geriye yollanmalarını kabul ediyordu zaten Kolombiya. Burada Kolombiya devlet başkanının karşı çıkması biraz Trump’a karşı kendisini Latin Amerika’nın önde gelen lideri konumuna getirmek. Bu sayede yeni bir popülarite kazanmak ve dolayısıyla Trump’a kafa tutmak. Diğer taraftan gerekçesi de aslında yabana atılır bir gerekçe değil, ‘Biz Amerika’nın kaçak olarak girmiş Kolombiyalıları geri yollamasına karşı değiliz, onlara insanca muamele edilmemesine karşıyız’ diyor. Onun da nedeni, elleri kelepçeli olarak bütün bu kişilerin askeri uçaklara bindirilmesi ve uçakta da kelepçeli olarak tutulmaları. Brezilya Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva da aynı nedenle ABD’nin Brezilya’ya yolladığı kaçak Brezilyalıları, ABD’de kaçak olarak yakalanmış Brezilyalılar konusunda protesto etmiş. Arkasından biliyorsunuz, Trump, Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro’nun bu mesajının arkasından çok ağır hakaret etti kendisine. O da ona aynı şekilde cevap verdi ve Trump’a karşı yüksek sesle karşı çıkan, ona ‘kolonyal beyaz adam’ sıfatını resmi olarak kullanan ilk devlet başkanı sıfatını da kazanmış oldu bu sayede. Kolombiya ile ABD arasında tabii ki bir anlaşma şimdilik yapılmış gibi gözüküyor, ABD’nin Kolombiya’ya son derece ihtiyacı var çünkü ABD’nin Venezuela ile diplomatik ilişkileri olmadığı için Venezuelalı kaçakları Venezuela’ya geri yollayamıyor, onları Kolombiya kabul ediyor. Gelen kaçakların çoğu Venezuelalı zaten.
Ö.M.: Son derece tuhaf bir durum. İki Amerikan askeri uçağını geri çevirmişti ama sonradan vazgeçmiş galiba?
A.İ.: Vazgeçmedi, uçakları geri çevirdi. Kendisi dün iki tane Kolombiya’nın sivil uçağını yolladı, ‘Biz taşırız kendi insanlarımızı medeni bir şekilde’ dedi. Bu geri adım atmak mı? Yoksa Trump’ın yaptığını zaten kabul ediyor Kolombiya. Dediğim gibi Amerikalıların Kolombiyalıları geri yollamasına karşı değil, yapılan yönteme karşı. Tabii burada Trump’a karşı Latin Amerika’da bir platform oluşturmanın fırsatı da doğmuş oldu. Latin Amerika devletlerini ‘Trump’la olan ilişkileri nasıl sürdüreceğiz?’ konusunu görüşmek için toplantıya çağırdılar zaten bu çerçevede.
Diğer taraftan Trump, Danimarka konusunda da rahat durmuyor. İki gün önce ‘Danimarka’nın bu özerk bölgeyi ABD’ye terk etmemesi hiç dostça olmayan bir davranış’ dedi. Dostça olan davranış nedir acaba? Birisi öbür taraftan büyük bir devlet sınırını öbür tarafındaki devlete ‘bu iki tane köyü ben istiyorum, şu üç şehri ben istiyorum’ dediğinde öbürünün ‘emrin olur!’ demesi herhalde değil, mi? Dostça davranış böyle bir şey!
Ö.M.: Tabii!
A.İ.: Özgür dünyanın korunması gerekçesini, Grönland’ın ABD’ye ilhak edilmesini özgür dünyanın korunması için bir elzem olduğunu söylüyor. Danimarka’nın askeri gücüyle ve oraya yerleştirdiği karda hareket kabiliyeti olan köpeklerle çekilen kızaklara bindirilmiş ordularla alay etti, ‘Danimarka bu özgür dünyanın korunmasını hakkıyla gerçekleştiremez çünkü iki hafta önce köpeklerin çektiği iki kızak daha yolladılar’ dedi. Danimarka başbakanı, sosyal demokrat Mette Frederiksen ise çok fazla ses çıkarmadı Kolombiya devlet başkanının yaptığı gibi, Trump’a hakkettiği gibi cevap vermedi, çok daha alttan alarak cevap vermeye çalışıyorlar. Bu arada ABD başkanına göre, Grönlandlılar Amerikalı olmak, ABD vatandaşı olmak istiyorlar diye iddia ediyor aynı zamanda. Grönland halkı ve oradaki bütün yöneticiler ise, ‘Biz ne Amerikalı ne Danimarkalı olmak istiyoruz’ diyorlar. Biliyorsunuz, Grönland bir özerk bölge, Danimarka’nın özerk bölgesi ve Danimarka ile yapılan anlaşma çerçevesinde referandum ile bağımsızlık elde etme hakkına sahip. Zaten Danimarka başbakanı da, ‘Grönlandlılar Danimarka ile birlik olmak istedikleri sürece biz onların yanındayız’ demişti. Tabii burada şöyle bir şey var, olabilecek olan gelişme şöyle; eğer Grönland’ın bağımsızlık referandumu yapmasını ABD destekleyip, kışkırtıp bu bağımsızlık referandumunda elde edilen sonuçtan sonra da ikinci aşamada ABD’ye ilhak edilmelerine yönelik bir kampanya başlatmak. Belki de fiili olarak ABD’nin askeri denetiminde olan Grönland’ı oluşturmak çünkü oradaki en büyük askeri birlik sonuçta Tula’daki Amerikan ordusu.
Ö.Ö.: Zaten Danimarka da NATO üyesi değil mi?
A.İ.: Tabii.
Ö.Ö.: Zaten NATO savunmak durumunda orasını.
A.İ.: Ayrıca NATO’nun ötesinde ABD ile yapılan askeri anlaşmalar da var, ikili anlaşmalar da var Grönland’la ilgili. Tabii burada son derece önemli olan gelişme, ABD’nin Grönland’ı ilhak etmesi durumunda Çin’in Tayvan’ı ilhak etmesinin önünde hiçbir argüman da kalmıyor.
Ö.M.: Bir de şunu da eklemek lazım, Pentagon’da yeni Savunma Bakanı Pete Hegseth’in pek çok cinsel saldırı, içki içme vs. var ama Hristiyan milliyetçiliğinin en aşırı uçlarından birine bağlı. Kendisi şunu savunuyor; Orta Çağ Haçlı seferlerinin gerekli olduğunu söylüyor - belki de böyle bir haçlı seferi düzenlerler Grönland’a!
A.İ.: Evet.
Ö.M.: Hiç şaşırtıcı olmaz doğrusu.
A.İ.: Fakat şunu da kabul edelim ki ABD’nin en büyük parti konumunda şu anda Demokratlarla birlikte Cumhuriyetçiler var, iki parti var ve senatörlerden sadece ikisi Savunma Bakanı’nın göreve gelmesine karşı oy kullandı. Başkan yardımcısının oyuyla seçildi yani bütün Trump’ın önerdiği bakanlar arasında herhalde en olmayacak iki-üç bakan var ise onların en önde gideni de bu kişiydi.
Ö.M.: Şimdi haçlı seferlerinin başına geçebilir.
A.İ.: Gördüğünüz gibi, ABD’de sadece Trump değil, koskoca bir Cumhuriyetçi Parti de Trump’ın izinden gidiyor. Bu bakan şimdi ABD’nin en büyük bütçesinin başına geçti aynı zamanda.
Ö.M.: Evet, çok zor tasavvur etmek yakın gelecekte olacakları bile ama takip etmeye çalışacağız herhalde.
A.İ.: Evet.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.
A.İ.: İyi günler.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.