Anısına: Yalçın Granit

Alp Ulagay'la Spor
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Alp Ulagay'la Spor'un konuğu Cem Pekdoğru ile geçen günlerde 88 yaşında aramızdan ayrılan Türk basketbolunun efsanelerinden Yalçın Granit'i konuştuk.

Alp Ulagay'la Spor: 6 Kasım 2020
 

Alp Ulagay'la Spor: 6 Kasım 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

Türkiye'de basketbol denince akla gelen önemli isimlerden Yalçın Granit, 88 yaşında aramızdan ayrıldı. Özellikle Darüşşafaka ve Galatasaray kulüplerinin tarihinde önemli bir yer tutan Granit'in 4 numaralı forması da Darüşşafaka tarafından emekli edilip Ayhan Şahenk Spor Salonu'na 2014'te asılmıştı. 

Granit'i, Adanmak: Bir Hayalin Peşinde Yalçın Granit ve Türk Basketbolunun Hikâyesi kitabının metin yazarı Cem Pekdoğru ile konuştuk. Podcastle beraber kitaptan bir bölümü de Can Yayınları'nın izniyle yayınlıyoruz.

 

"Budapeşte’nin kötü anılarını silmek isteyen A millî takım, 1957 Avrupa Şampiyonası için bir kez daha Samim Göreç başantrenörlüğünde toplandı. Yalçın Granit ise kariyerinde ilk defa bir Avrupa Şampiyonası’na millî takım kaptanı olarak gidiyordu. Turnuvaya komşumuz Bulgaristan’ın başkenti Sofya’daki 42 bin koltuklu Vasil Levski Stadı ev sahipliği yapacaktı.

Simplon Ekspresi’yle Bulgaristan’a geçen kafilede 24 yaşındaki genç kaptanın yanı sıra Fenerbahçe’den Altan Dinçer, Erdoğan Karabelen, Yılmaz Gündüz, Mehmet Baturalp ve Gündüz Erkan, Galatasaray’dan Tunç Erim ve Üner Erimer, Modaspor’dan Turhan Tezol, Vefa’dan Yavuz Türkoğlu ve Mülkiye’den Orhan Girgin bulunuyordu.

Kurada seribaşı takımların en güçlüsü olarak gözüken Sovyetler Birliği’yle aynı gruba düşen Türkiye için yolun uzunluğunu Polonya maçındaki sonuç belirleyecekti. Çekilen fikstüre göre kader maçı, şampiyonanın ilk gününde oynanacaktı. Yalçın bu maçta 13 sayıyla takımın en skoreri olsa da şut ritmini tam anlamıyla bulamadı ve ay-yıldızlılar Polonya’ya 55-50’lik skorla mağlup olmaktan kurtulamadı. Diğer maçlarda her şey senaryoya uygun ilerledi; Sovyetler Birliği mağlubiyet, Avusturya da galibiyet yüzü görmeyince Polonya final grubundan, Türkiye ise klasman grubundan yoluna devam etti.

Herkesin gözü final grubu maçlarına çevrilmişken, sabah saatlerindeki klasman grubu mücadelesi Türkiye için büyük önem taşıyordu. Özellikle de Sofya seferi öncesi basına ilk 10 içinde yer almayı garanti eden Göreç için. Nitekim bu maçlarla birlikte sahaya bambaşka bir Türkiye çıkmış, Kaptan Yalçın da ilk günden olayı sahiplendiğini göstermişti. Belki de bunu ilk basketbol hocası Göreç’e borç biliyordu. 

Millîler ilk dört günü dört galibiyetle geçmiş, Yalçın tüm maçlara imzasını atmıştı: Avusturya, 59-42, 28 sayı. Belçika, 83-70, 29 sayı. İskoçya, 100-54, 24 sayı. Federal Almanya, 54-33, 28 sayı. Birkaç sene önce Galatasaray formasıyla tek başına bir takım kadar skor yapmayı alışkanlık haline getiren Yalçın, Sofya’da işi bir adım öteye götürmüştü ve tek başına neredeyse bir ülkeyle boy ölçüşmeye başlamıştı. Dinlenme gününün ardından rakip Arnavutluk’tu, ancak tarife değişmedi: Yalçın’ın skor önderliğinde (24 sayı) gelen 97-64’lük galibiyetle beşte beşe ulaşılıyordu. 

Artık Türkiye’nin dokuzunculuk koşusu kadar, Yalçın’ın sayı krallığı da dikkatle takip ediliyordu. Fakat Yalçın bu bireysel iddiasını bir günlüğüne rafa kaldıracaktı, zira altıncı maçta rakip daha önce resmî müsabakalarda hiç alt edemediğimiz İtalya’ydı. Napoli’de oynanan ve yalnızca 1 sayı atabildiği ilk millî maçında yaşadığı hayal kırıklığının hatırası hâlâ tazeydi. Vedaya hazırlanan bir basketbol sanatçısı için hesabı kapatmak ve kişisel çemberi tamamlamak için ideal fırsatı yakalamıştı...

Türkiye, bu tarihî maça Turhan-Yalçın-Erdoğan-Altan-Tunç beşiyle çıktı. İtalyanlar maçta faul problemleriyle baş ederken alan savunmasına geçiyor, fakat bu değişiklik de oyuncularını faulden sakınmalarına yetmiyordu. Yalçın alan savunmasını kusursuz şutlarıyla cezalandırıyor, pota altında Turhan ve Altan’dan da skor katkısı aldığı maçın bitiminde skor tabelasında nihayet 57-50 Türkiye üstünlüğünü görüyordu.

Sofya’da görevi tamamlamak için yapılacak iki iş kalmıştı: Finlandiya’yı yenerek üçlü averaj ihtimalini ortadan kaldırmak suretiyle Avrupa dokuzunculuğunu ilan etmek ve dokuz maçta 160 sayıyla açık ara şampiyonanın en skoreri olan Yalçın’a tacını hediye etmek.

75-51’lik galibiyet, ilk görevin şüpheye yer bırakmadan başarıldığını gösteriyordu. İkinci görevden de emin olunabilirdi, Yalçın 23 sayı atarak ortalamasını yakalamıştı. Fakat bu maçın ardından Arnavutluk karşısına çıkan Belçika’nın başka bir planı vardı; son güne Yalçın’ın 19 sayı arkasında giren Eddy Terrace’ı birinci sıraya yükseltmek için her topu bu oyuncunun üzerinden oynadılar. 90-48 biten maçta 63 sayı kaydeden Terrace, krallığı son nefeste ele geçiriyordu.

“Grup maçlarında şanssızdık. Polonya’yı yenerek final grubunda yer almak hakkımızdı. Kısmet değilmiş, olmadı. İkinci grupta çok güzel maçlar yaptık. Arkadaşlarımın canla başla çalışmaları, bu gruptaki bütün karşılaşmaları kazanarak dokuzuncu olmamızı sağladı. Bu neticeden memnun olmamız gerekir.”

Belçika’nın son dakika sürpriziyle kariyerini Avrupa Sayı Kralı olarak bitirme şansını kaybetse de, Levski Stadyumu’ndaki Finlandiya maçı Yalçın Granit’in başarılarla dolu kariyerine yakışan bir vedaydı. Millî takım kaptanı 23 sayı atarak takımını Avrupa dokuzunculuğuna taşımış, Sofya’ya büyük vaatlerle giden iki akıl hocası Turgut Atakol ve Samim Göreç’i en güç zamanlarında ihya etmişti. Yukarıdaki açıklamayla da basketbolculuk kariyerinin kısa bir özetini yapıyordu. Napoli’de ilk kez ay-yıldızlı formayı üzerinde taşıyan ve takımının fark yemesine engel olamayan çelimsiz çocuk, sekiz sene sonra kariyerine nokta koyarken ülke basketboluna ilk resmî İtalya galibiyetini hediye etmişti. Ancak payeyi “canla başla çalışan arkadaşlarına” vermeyi yeğliyordu.

Hayatının ilk derbi maçında hipnotize olmuş biçimde idolü Yalçın Granit’i seyrettiğini itiraf eden Erdoğan Karabelen de Sofya’daki kadroda kaptanının son gösterisine tanık olanlardandı. Karabelen, onun mütevazı karakterini ise Avrupa Şampiyonası’ndan çok önce Spor Sergi’nin tribün sıralarında fark etmişti: “Basketbolun mabedi olan Spor ve Sergi Sarayı’ndaki ritüellerden biri de fotoğrafçıların oyuncularla muhabbetiydi. Biz o günlerde sadece rakiplerimizi değil, basın mensuplarını da kardeşimiz gibi severdik. Salonda görevli olan fotoğrafçı arkadaşlar çektikleri fotoğraflardan gazetede yayımlanmamış olanları ertesi hafta salona getirir, bize hediye ederlerdi. Yine böyle bir günde maç seyretmek için salona gittiğimde Yalçın Granit’i bir grup fotoğrafçıyla birlikte gördüm. Spor Sergi’nin tribünlerine arka sıralardan girilir, aşağı inilirdi. Granit beni fark etmedi ve fotoğrafları inceleyip yorumlar yapmaya devam etti. Elindeki fotoğraf Fenerbahçe-Galatasaray maçındandı. Karede Granit takım arkadaşlarımı atlatmış, potaya doğru giderken görünüyordu. Bense rakibimi tutarken gövdemi yarım dönmüş halde Granit’e bakıyordum. Fotoğrafçılara döndü ve ‘İşte burada Erdoğan koşup yetişti ve topumu kesti’ dedi. Çoğu insan bu durumda gerçeği kendine saklamayı seçerdi. Granit ise dürüst olmayı seçmişti.” 

Millî takımın senede en fazla iki kez toplandığı bir dönemde, sekiz yıla tam 68 millî maç sığdırdı Yalçın Granit. Aktif basketbolculuk kariyerini noktaladığında henüz 25 yaşını doldurmamış olmasına rağmen bu maçların 16 tanesine kaptan olarak çıktı, 869 sayı attı. Henüz oyunculuk yıllarındayken bile, liderliğin nüfus cüzdanında yazan doğum tarihiyle ilgisi olmadığının canlı örneğiydi. 1955’te Budapeşte’de maç başına 17; 1957’de Sofya’da ise 21,3 ortalamayla sayı krallığını kıl payı kaçırdı. Bu sayı ortalamalarını yakaladığı çağda basketbolun bugünle kıyaslanamayacak kadar yavaş oynandığını, yetmezmiş gibi şut saatinin yokluğunda peyda olan freeze taktiğiyle oyun temposunun ve skorun sıkça dondurulduğunu ve doğal olarak henüz üç sayılık atışların da uygulamaya geçmediğini hesaba katınca, Türk basketbol tarihinin ilk büyük skorerinin portresi karşımızda açık seçik beliriyor.

Fransa’da Racing Club Paris formasıyla geçirdiği günleri saymazsak, 1948-1957 yıllarındaki aktif kariyeri boyunca yalnızca Galatasaray forması giydi. Bir gün Yenilmez Armada’nın bir parçası olmayı hayal ederek başladığı Arnavutköy’deki antrenmanlardan birkaç sene sonra Yenilmez Armada’nın her şeyi mertebesine kadar yükselmişti. Sarı-kırmızı formayla hemen hepsinde takımın en skoreri olduğu altı İstanbul Ligi şampiyonluğu ve beş Türkiye şampiyonluğu yaşadı. 1952/53 sezonunda, daha kendisi genç takımda oynayabilecek yaştayken, Galatasaray genç takımının antrenörlüğüne layık görüldü. Ertesi sezon sıra A takıma gelmişti. Burada da kan kaybeden kadroyu İstanbul Ligi şampiyonluğuna taşımayı başardı. Galatasaray’a faydaları parke, beton ya da çamur üzerindeki binlerce sayıdan ibaret değildi. Oyunculuğu sırasında antrenörlüğünü yaptığı isimlerden Savan Zorlu anlatıyor: 

“14-15 yaşındayken beni Galatasaray’a getiren, Şişli Terakki’den ağabeyim olan Üner Erimer’di. Benden dört sınıf büyüktü, herhalde bir potansiyel görmüştü bende. Galatasaray’a geldiğim andan itibaren de beni Yalçın Granit’e teslim ettiler. Galatasaray kulübünden, o zamanki yöneticilerden, Osman Solakoğlu’ndan, Turgut Atakol’dan, Refik Selimoğlu’ndan, futbolcu ağabeylerimden, basketbolcu ağabeylerimden bir sürü şey öğrendim. Ancak ilk günden itibaren bana en yakın olan ve en çok şey öğreten kişi Yalçın Ağabey’di. Yıldız takım yıllarından itibaren bize basketbol sevgisini bizzat aşıladı. Genç takımdaki oyuncular olarak bizim basketbol sevgimiz, en fazla Yalçın Ağabey’in basketbola olan aşkının ve adanmışlığının bir izdüşümü olabilirdi.”

Bu adanmışlığın arkasındaki sıkı çalışmanın izleri, Hıncal Uluç’un anekdotlarında da seçilebiliyor: “Ellili yıllarda Ankara’da salon olmadığı için tüm maçlar Mülkiye’nin salonunda oynanırdı. Eğer o gün oraya Galatasaray takımı gelmişse, konuştuğumuz ilk oyuncu Yalçın Granit olurdu. Yurt dışında Racing’de forma giyerek ülkenin gururu, Türk basketbolunun simgesi olmuş bir oyuncuydu. Galatasaray kazansa da, kaybetse de ben maç sonunda hemen onun yanına giderdim! Yani Yalçın Ağabey ile ilk önce spor yazarı ve gazeteci olarak muhatap oldum. Seksenli yıllarda ise artık İstanbul’a taşınmıştım ve yönetici arkadaşlarımı görmek için sık sık Hasnun Galip’e uğrar olmuştum. Bir gün orada Yalçın Ağabey’le karşılaştım, yıllar sonra o salonda hâlâ şut çalışıyordu. ‘Ne yapıyorsun ağabey, hayrola?’ dediğimde, ‘Burası bana basketbolu öğreten yerdir’ diye cevap verdi. Gençliğinde her gün cebinden para verip kulüp binasına gelir, orada saatlerce dripling üzerinden şut çalışırmış. En çok da yol parası olarak antrenman başı 125 kuruş alan futbolcuları kıskanırmış; o 25 kuruşa, tramvay parasına, razıyken... Türkiye’de basketbolu ilerletecek bir hoca bile yokken, her gün azimle, cebinden 25 kuruş vererek, oraya geliyor. Bir salon, bir top, bir adam. O kadar.”"

 

* Adanmak: Bir Hayalin Peşinde Yalçın Granit ve Türk Basketbolunun Hikâyesi, 2016, Can Yayınları: https://canyayinlari.com/kitaplar/anlati/18794/adanmak/