Özdeş Özbay ve Suda Sim Meriç, MSGSÜ boykot komitesinden Rozerin ve bir vakıf üniversitesinin öğrenci birliğinden Dilara ile İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından süren öğrenci hareketlerini konuşuyor.
Özdeş Özbay: Evet, Apaçık Radyo'da Açık Gazete devam ediyor. Şimdi iki konuğumuz var, iki üniversiteden öğrenci arkadaşlarımız. Birisi Dilara, bir vakıf üniversitesinde psikoloji okuyor, okul içi eylemlerinin ilk düzenleyicilerinden. Diğerisi ise Rozerin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde boykot komitesinde. Hoş geldiniz arkadaşlar.
Rozerin: Merhaba, hoş bulduk.
Dilara: Merhabalar, günaydın, hoş bulduk.
Özdeş: Selamlar tekrar. Son birkaç haftaya damgasını vuran önemli olaylar, aslında öğrencilerin eylemleriyle başladı.
18 Mart akşamı İstanbul Üniversitesi Ekrem İmamoğlu'nun diplomasını iptal etmişti. Ekrem İmamoğlu bu sayede Cumhurbaşkanı adayı olamayacaktı. Ertesi gün için bir çağrı yaptı İstanbul Üniversitesi öğrencileri, bunu protesto etmek için. Fakat bir sürpriz şafak operasyonuyla o sabah bir de İmamoğlu gözaltına alındı, bu sırada diğer kampüslerden de öğrenciler İstanbul Üniversitesi'ne gitmişti.
Rozerin seninle başlayalım istersen. Mimar Sinan Üniversitesi'nde okuyorsun sen de. Bir yandan da boykot komitesindesin. Sonraki süreçlerde kurulan bir komite bu. O gün nasıl başladı? Mimar Sinan öğrencileri nasıl dahil oldu? Bu süreçte boykot komiteleri forumlara doğru nasıl evrildi?
Rozerin: Ne yazık ki iktidarın birçok üniversiteyi kendi arka bahçesine çevirmesinden kaynaklı olarak, üniversitelerin çoğunda boykot komitesi gibi ya da ÖTK gibi alanların olmadığı bilinen bir gerçektir.
Özdeş: ÖTK nedir?
Rozerin: Öğrenci Temsilcileri Kurulu gibi farklı biçimler. Aslında bunlar daha öncesinde de kurulmaya çalışılan ama farklı engellerle karşı karşıya kalındığı için kurulamayan biçimlerdi. Her üniversitenin yerellerde farklı biçimleri de olduğunu altını çizerek, İstanbul Üniversitesi'nin diploma kararına karşı başlattığı çağrıyla oradaki kalabalıklığımızı gördük. Saraçhane eylemlerine giden süreçlerde, bir arada ve aşağıdan yukarıya bir örgütlenmeye ihtiyaç olduğunun farkındaydık.
Aslında, üniversitelerde var olan örgütlenme yapısıyla Beyazıt'a gitmektense, Beyazıt'ta bir araya geldiğimizde doğan yeni biçimde neler başarabildiğimizi fark ettik. Sonrasında bu deneyimi üniversitelerde örgütlemeye ve daha yapılandırılmış bir sisteme dönüştürmeye başladık. Ancak zamanla gördük ki -üniversiteler arasında şu an yalnızca Boğaziçi'nde resmî bir yapı mevcut- yıllardır üniversitelerde ne ÖTK'ların ne de diğer kulüplerin baskı altında kalmadığı, etkinliklerinin iptal edilmediği bir ortam hayal ederken, gerçekte tam tersi bir tabloyla karşılaştık: Öğrenci grupları sürekli baskıya maruz kalıyor, etkinlikleri engelleniyor, hatta bazı üniversitelerde temel öğrenci faaliyetleri dahi askıya alınıyor.
Özdeş: Özellikle politik etkinlikler, politik kulüpler, değil mi?
Rozerin: Kesinlikle, "eğlence" olarak adlandırılabilecek her şey bile engelleniyordu. Çoğu arkadaşım da bu durumu doğrulayacaktır. Üniversitelerde eskiden var olan o bildiğiniz öğrenci profili -kamp yapan, gitar çalan, birlikte etkinlikler düzenleyen gençler- artık yerini gelecek kaygısı, antidepresanlar ve umutsuzlukla harmanlanmış, muhafazakâr bir genç nesil yetiştirme politikalarının sonucu olan bir tabloya bıraktı.
Ama şimdi birinci ay doluyor. Eylemlerle ve cürretle, cesaretle geçen bir ay oldu. Fakat artık yalnızca eylem değil, eylemin sürdürülebilir bir hareket stratejisine dönüşmesi gerektiğinin de farkındayız. Sürekli ve kararlı bir mücadele şart! Ülkede devasa sorunlar var. Ülkede devasa sorunlar var ve bunların çözümü, en temel taleplerimizden başlayarak adım adım kazanımlarla mümkün olacak. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak, yalnızca sosyal medya çağrılarına uyup eyleme gitmenin yetersiz olduğunu anladık. Örgütlü olmak, somut hedefler belirlemek ve bu hedefler doğrultusunda ilerlemek zorundayız. Bu bilinçle komiteler kuruldu; önemli olan, mücadelenin uzun soluklu ve istikrarlı olmasını sağlamak.
Özdeş: Boykot kelimesi Türkçede çok farklı biçimlerde kullanılıyor tabii; şu anda kastettiğimiz ders boykotları, kampüslerdeki ders boykotları.
Rozerin: Aslında biliyorsunuz, Saraçhane'deki günlerce süren eylemlerde çok fazla gözaltı, tutuklama dalgasıyla karşı karşıya kaldık. Zaten üniversitelerde ve ülkede olan var onlarca sorunun farkında olarak, 68 kuşağının bizlere kazandırdığı akademik boykot bilinci üzerinden bu boykot komiteleri kuruldu. Boykotla amaç derslere gitmemek ama evde oturmak değil. Okullarda ve olduğumuz her alanda orayı bir direniş alanına çevirme motivasyonuyla ortaya çıkan bir biçim. Burada da mesela okullarda, yerellerde açık dersler, atölyeler, etkinlikler ve eğlenceler bir arada gerçekleşti ve yerellerde var olan çalışmalar üniversiteler arasındaki koordinasyonla ve bir aradalıkla da sağlandı.
Özdeş: Üniversiteler arası nasıl bir koordinasyon var şu anda? Okullardaki komiteler bunun içerisine yadıyor. Bu sadece İstanbul'la özgü mü yoksa Türkiye çapında bir koordinasyon da var mı?
Rozerin: Aslında şöyle: İstanbul içinde henüz tüm üniversitelerin dahil olduğu ortak bir yapı yok. Ancak hepimiz iletişim halindeyiz. Zaten bu eylemlerden önce de birbirimizle temas kuruyorduk, fakat şimdi taleplerimizi ortaklaştırarak tüm üniversitelerde sistematik bir dayanışma ağı oluşturmak için çabalıyoruz. Türkiye genelinde de -Ankara Üniversitesi, Ankara ve İzmir'deki diğer üniversiteler dahil- iletişimimiz sürüyor. Ancak bu iletişimi, önce yerel düzeyde, sonra iller arasında ve nihayetinde ulusal ölçekte örgütlemeyi planlıyoruz. Bunun için somut adımlar atılıyor. En başta vurguladığımız gibi, örgütlü olmak ve belirlenen hedefler doğrultusunda adım adım ilerlemek zorundayız. Önemli olan, mücadeleyi uzun soluklu sürdürebilmek.
Evet, iktidarı geriletmiş ve bazı kazanımlar elde etmiş olabiliriz, ancak tehlike geçti sanmayalım. İktidar kendi irade ve isteğiyle bırakacak mı göreceğiz. Ancak halkın susup evine dönmesini bekledikleri de kesin. Aslında sadece bu eylemlilikler üzerinden değil, bunların yıllarca köklü bir şekilde bir aradalığını sağlamak önümüzde en büyük ihtiyaçlardan bir tanesi olarak duruyor.
Özdeş: Peki şimdi Dilara'ya dönelim. Yani Türkiye'de vakıf üniversiteleri görece yeni tabii. Devlet üniversitelerinin 68 deneyiminden biri. Ciddi bir mücadele, örgütlük deneyimleri var. Vakıf üniversiteleri 1994'te 95'te ilk kez kurulmaya başlandı. Fakat son yıllarda vakıf üniversitelerinde de eylemler görmeye başladık. Vakıf üniversitelerinde bu süreçler nasıl başladı Dilara?
Dilara: Merhabalar tekrar. Şimdi şöyle, sizin de tahmin edebileceğiniz üzere bir vakıf üniversitesinde bir birlik kurup da bir iş yapmak bir devlet üniversitesine göre daha zor oluyor. Çünkü öğrencilerin daha fazla endişeleri oluyor. İşte acaba bursumuz kesilir mi ya da okul bir yaptırım uygular mı gibi.
Özdeş: Aslında bu konuda hemen, bir parantez içerisinde bilgi verekim. Çok yaygın az miktarda da olsa bursların verilmesi ve bunların kesilmesi. Yüzde yirmi burs, yüzde yirmi beş burs gibi burslar veriliyor. Bunlar herhangi bir disiplin suçlamasında kesiliyor. Bu disiplin lafı tabii şey çok açık, eylemlere katılmak da olabilir. Dolayısıyla burs kaybetme korkusu içerisinde öğrencilerin harekete geçmesi biraz daha zor olabilen yerler vakıf üniversiteleri.
Dilara: Evet, o yüzden zaten biz de öğrenci birliğine, öğrenci komitesine biraz daha geç katıldık aslında üniversite olarak. Ben mesela ilk başta Saraçhane'ye bireysel olarak gidiyordum. Bir üniversite topluluğu olarak değil de, ayrı ayrı bireysel olarak gidiyorduk. İlk başta bir koordinasyon tam olarak kurulamadı aslında. Var olan gruplarımız alanlarda birbirimize ulaşmak, olan durumlardan birbirimizi haberdar etmek gibi amaçlarla kullanılıyordu. Daha sonrasında baktık, gerçekten çok büyük bir kalabalığız aslında alanlarda ama birlikte değiliz. Bunu fark ettiğimiz noktada birbirimizi bulduk ve toparladık aslında. Ben biraz daha geç girdim bu öğrenci birliğine. İlk kuruluşunda değil de iki gün sonra, o civarlarda girdim. Ama genel olarak bu grupları biz ilk başta haberleşme amaçlı kullanıyorduk alanlarda birbirimizi bulmak için. Daha sonrasında bu koordinasyonun kurulmasıyla birlikte bir vakıf üniversitesinden beklenmeyecek boyutta bir topluluk olduk.
Bir vakıf üniversitesinde bin kişi toplayabilmek bile çok büyük bir olaydı bizim için. Çünkü kendi üniversitem adına konuşayım, hani daha apopolitik kalmaya çalışan, bu tarz insanların olduğu bir üniversitede olduğum için benim için çok şok edici bir olaydı bin kişi, bin beş yüz kişi toplayabilmiş olmak. Şu anda bu kalabalık var mı? Yok. Biraz daha insanların gözleri korktu. Gözaltılarının artması, işte bu olayların daha da farklı yerlere evrilmesi sebebiyle. Ama hala büyük bir kalabalık olarak devam ediyoruz.
Özdeş: Bir öğrenci koordinasyonu var vakıf üniversitelerinde değil mi? Bunlar düzenli olarak toplanıyorlar muhtemelen. Bir de daha İstanbul çapında koordinasyon var, Rozerin'in bahsettiği. Bunların içerisinde vakıf üniversiteleri de dahil mi?
Dilara: Tabii tabii, biz de varız aynı şeyin içerisinde. Aynı koordinasyonun içerisinde. Onlarla iletişime ben geçmiyorum ama arkadaşlarımız geçiyorlar yani. Ama biz de o koordinasyonun içine dahiliz vakıf üniversiteleri olarak.
Suda: Ben de bir vakıf ve üniversitesi öğrencisiyim ve bizim okulda da bu işi yapmak kolay olmadı. Buna ilk atılan insanların dirayeti ve inadı sayesinde bir yerlere gelinebildi, insanlar toplandı. Biz bu kültürü de devlet üniversitelerinden aldık. Kendi içimizde olan bir sistem değildi.
Özdeş: Ben buradan Rozerin'e döneyim. Şimdi Mimar Sinan Üniversitesi'nde sanırım geçtiğimiz günlerdeydi, bir şenlik, tam adını sen toparlarsın, bir tür şenlik gibi bir şey yapıldı kampüs içerisinde. Bunu biraz bize anlatır mısın?
Rozerin: Bir direniş balosu. Çapul temalı. Aslında şöyle, bizim biliyorsunuz Mimar Sinan'ın Güzel Sanatlar Üniversitesi kurulduğu günden beri süren bir kültürü var. Bunlardan bir tanesi de akademi balosu. Her yıl farklı temalar ve çeşitli şekillerde gerçekleşiyor. Normalde daha çok üniversitenin kendisinin yaptığı bir etkinlikti. Ama yıllar içinde o önemsenmeyen, daha böyle atıl durumda bırakılan bir değerlendirmeye geçtiğini görebilirsiniz. Umursanmayan ve önemsenmeyen bir noktada kalmıştı. Bu sene de iptal edildi. Zaten hani yıllar içerisinde çok kez böyle farklı, çeşitli bahanelerle iptal edildiğini duyduk. Kimi zaman bu işte bu olaylardan öncesinde de yaşadığımız tasarruf tedbirleri bahanesinin arkasındasınlar, kimi zaman da pandemi gibi çeşitli nedenlerle iptal ya da erteleme gibi durumlarla karşılaştık. Bu yıl da şöyle bir şey oldu: Birçok arkadaşımız, kollektif bir güçle, çoğumuzun sanat öğrencisi olmasıyla, neden biz yapmıyoruz gibi bir soru işaretiyle başladı. Sonrasında herkesin bir yanına dahil olduğu bir biçimde sadece üç günde gerçekleşti. Üç günde planlandı ve hem eylemlerde, eylemselliklerde öne çıkan figürler üzerinden hem de kendimizi bir ifade etme yöntemi olarak, bir biçim olarak kullandığımız ve değerlendirdiğimiz bir baloydu. Buradan da tekrardan Mimar Sinan Üniversitesi'ndeki bütün bu süreçte emeği getiren herkese de tekrar teşekkür edelim.
Özdeş: Öğrenciler çeşitli kıyafetler giydiler görebildiğimiz kadarıyla. Neler vardı yani, hangi kostümler giyilmişti?
Rozerin: İşte Toma olanlar vardı, Mevlana olan vardı, Marx olan vardı. Hatta direkt Saraçhane'deki Bozdoğan Kemeri olarak gelenler vardı.
İlk kez bir kuşak kendi anne babalarından daha kötü koşullara sahip. Yani emeklilik, sağlık, çalışma, iş, koş, okul, maaşlar, aklınıza ne gelirse. Yalnızca Türkiye'de değil, her yerde geçerli olan bir durum. AKP tipi neoliberal modeller hem aşırı derece piyasacı hem de otoriter ve kendi çevresinde sürekli olarak toplumsal kaynakları dertlenen bir otokrasi altında büyüdük. Ve bu on yıllar boyunca sorunlar birikti. Bunun adını koymak zorundayız. Biz derin bir sistem krizi içindeyiz.
2019 yılı mini bir 68 yılı gibiydi. Şili hatırlarsınız. 2019'da devasa bir gençlik isyanı çıktı. Yani ülkede rejimi değiştirmek, darbeden kalan anayasayı değiştirmek için büyük bir kitle hareketi atılımı yaşandı. Onların sloganı Neoliberalizm. Şili'de doğdu, Şili'de ölecekti. İşte Lübnan, Kolombiya, Irak, Sudan, Kürt vs. bir isyan dalgasıyla araya pandemi girdi. Şimdiden aslında Bangladeş öğrencileri rejimi Temmuz ayında devirdi. Sırpistan'da öğrenciler aylardır eylemde. Yunanistan'daki durumları biliyorsunuz. Avrupa'da uzun yıllardan sonra en büyük genel grevlerden bir tanesi oldu. Aslında gençlik sistemden bıktı, halklar sistemden bıktı. Bu tamamen bir alternatif yaratma meselesi. Bu alternatif gelmediği takdirde sistemin krizine baskı ve otoriteyle karşı koyma vaatleriyle kitleleri manipüle eden ve bir avuç aşırı zenginle çalışan otokratlar iktidara geliyor.
Bizden önceki nesil biraz daha farklıydı. Gençlik önünde uzun bir gelecek olan milyonlar demek. Hesapsız, çıkarsız, gözü pek olmak demek. Bunlar da güçlü şeyler. Ancak asıl güç emekçilerde. Gençlerin gücünün bir sınırı bulunuyor.
Özdeş: Meydanlarda zaten genel grev çağrısı yapılıyordu. Bunun pek mümkün olmadığı görünce ulusal boykot günlerine doğru evrilmesinin de biraz bir ilişkisi var tabii bu durumla.
Rozerin: Evet, bu noktada geriye kalan tek seçenek protesto hakkımızı kullanmak. Ancak bu, şimdiye kadar yaptırım gücü zayıf bir yöntemdi. Çünkü Erdoğan, ülkeyi kutuplaştırarak yönetti. Kendi ekmeğini bile savunamayan insanlar, bir süre sonra demokratik haklarını savunamaz hale geliyor. Köle gibi çalışıp yaşayan ve ölen bir sistemle karşı karşıyayız. Bize dayatılan bu düzeni kabul etmiyoruz, ancak ülkeyi terk etmek de çözüm değil. Zira yeni dünya düzeni, göçmenlere kucak açmıyor.
Dolayısıyla, 68 Kuşağı gibi devrimci bir ruhla, düzenin temellerinden kopmayı öğrenmeliyiz. Bunun için balolar, eylemler, komiteler gibi çeşitli araçları kullanarak her alanda örgütlenmek zorundayız. İhtiyacımız olan şey, örgütlü bir direnişi tüm topluma yaymak. Herkes, kendine yakın hissettiği örgüte -ister komitelere, ister ÖTK'lere- katılsın ve bulunduğu her yeri direniş alanına çevirsin. Bunu balolarla, festivallerle veya konserlerle de yapabiliriz; ancak birlikte hareket etmeye şiddetle ihtiyacımız var.