Bir yol ayrımındayız

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, ülkedeki sıcak gündemi yakından takip ederek yakın zaman içerisinde rejim içerisinde değişiklikler ya da hamleler görebileceğimizi dile getiriyor.

""
Ekonomi Politik: 14 Nisan 2025
 

Ekonomi Politik: 14 Nisan 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Merhabalar, günaydın!

Ö.M.: Evet, karmaşık bir dünyanın içinde yuvarlanmaya devam ediyoruz ama mücadele haberleri de geliyor, bir kısmını değerlendirmeye çalıştık sizinle. Bugün Türkiye’de bu kurulların oluşmasıyla ilgili başlayalım isterseniz?

A.B.: Geçen hafta ülkede uygulanan otokratik rejimin organlarının işlemediğinden söz etmiştim, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu otokratik rejimin aksaklıklarından, dayandığı çapaların çapa olmaktan çıktığını anlatmaya çalışmıştım. Saray rejiminin organları üzerine de bazı düzenlemeler yapıldığını söylemiştim. Programı yaptığımız günün akşamı, saray rejiminin organlarından olan kurullara atananların yeni listeleri yayınlandı. Otokratik rejimin tıkandığını, Türkiye’nin sorunlarını çözmenin pek mümkün olmadığını bunun sonucu olarak da saray organlarında sık sık yeni düzenlemeler yapıldığını, ayrıca saray organlarının faaliyetleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığımızı anlatmıştım. Bir rejim sorunu içinde yaşadığımız bir gerçeklik, üstelik demokrasiyle ilgisi olmayan bu rejimin ayak sürüyor, bunu da defalarca gündeme getirmiştik. Rejimin yürümediğini, aksaklıklarını kendileri bile görüyorlar. 

Bu tespitten hareketle son zamanlarda geliştirilmeye çalışılan iktidar politikalarına bakmakta fayda var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesine ilişkin bazı ataklar oldu. Bu ataklar öncelikle Öcalan üzerinden gelişti. İktidar ortağı Bahçeli‘nin altı ay önce başlayan DEM ve Öcalan hamlesi sonucu pek çok görüşme yapıldı. Son olarak, geçen hafta İmralı heyeti Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi, Cumhurbaşkanı’nın yanında AKP Genel Başkan Yardımcısı ve MİT Müsteşarı bulunuyordu. Altı aydır devam eden, adına artık çözüm süreci, ne dersek diyelim, bu görüşme sonrasında yapılan açıklamalar gerçekten rahatsız ediciydi. Neden? Çünkü bir ilerleme göremiyoruz, cafcaflı sözler sarf ediliyor, ‘Meseleleri teyit ettik, çok güzel bir görüşmeydi vs.’ deniyor ancak neden ilerlenemediğine ilişkin açıklama göremiyoruz. Erdoğan’a bir talep listesi verildiğine dair yayınlanan bir haber üzerine, ‘Liste vardı, yoktu, yürüdü’ tartışması yapıldı. DEM tarafı, ‘Taleplerimiz bunlar ama liste vermedik, liste denilen hususlar zaten dile getirdiğimiz konular’ dedi.

Altı ay sonra olması gereken, beklenen ilerleme kaydedildiğine dair bir açıklama yapılmasıydı. Çözüme giden yolda çıkması gereken yasaların hazırlanmasıydı, Öcalan’ın pozisyonu gibi pek çok zikredilen konu bulunuyordu ancak böyle bir gelişme olmadı.

DEM heyetinin, ‘Çok iyi geçti’, çok olumlu geçtiğini söylediği görüşmede Erdoğan, Her şey hallolur, konuşamayacağımız hiçbir şey yok’ demiş. Bu cümle beni çok etkiledi; konuşamayacağımız hiçbir şey yok ise, her şeyin hal olabilirliği var ise, 2015 Dolmabahçe mutabakatının tek taraflı feshinden sonra neden binlerce insan öldü, öldürüldü, sakat kaldı? Binlercesi neden hapishanelerde bulunuyor? Neden coğrafya yerle bir oldu? Neden Cizre’ler, Sur’lar yerle bir oldu?Her şeyin hal olabileceği var ise, her şeyi konuşmak mümkün ise 10 yıl önce çözüm süreci neden sona erdi?

Bekleneni vermeyen bir görüşme oldu. Erdoğan ile yapılan görüşme sonrasında yol haritasının, hangi yasaların hangi takvimle çıkacağına ilişkin bir açıklama bekleniyordu. Kamuoyu açıklamaları yetersiz buldu.

Aslında, Kürt sorununa çözüm bulmak için yapılan ataklar, terörsüzleştirme, silahların gömülmesi gibi konular iç siyasi hesaplara gelip dayanıyor. Arka planda olan, Erdoğan’ın yeniden aday olması yolunun açılması, yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine..

İktidar ortaklarında, saray çevrelerinde çıkış yolunu nasıl bulunacağı üzerine bazı değerlendirmeler yapılıyor, çıkış yolu üzerine ana iki eğilim bulunuyor.

Birincisi, eğilim sahipleri daha da sertleşmeyi, meçhule ertelenmiş ya da seçimsiz bir otokrasiyi, dolaysıyla diktaya dönüşen bir yapının kurulmasını savunuyorlar.

Sertleşmenin dozunun artması üzerine fikir verenler dışında ikinci eğilim sahip olanlar, yumuşak politikaların tercih edilmesini savunuyorlar - elbette yumuşamanın karşılığını almak suretiyle. Öcalan ve DEM ile olan görüşmeler de bunun karşılığı olarak cereyan ediyor. Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilebilmesi için gerekli Anayasa değişikliği 400 oya bağlı yani ‘Ver 400’ü, al Öcalan’ı ve kısmi demokratikleşmeyi’ şeklinde bir yaklaşımda bulunuluyor. Bunun gerçekleşmesi için de otokratik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin revize edilmesi gerekli.

İkincisi ise revizyonu yaparlar mı? Neden yapmak durumundalar? Otokratik sisteme geçişi de, otokrasiden kısmi çıkışı da aynı iktidarın yapması mümkün mü? Biraz bunları tartışalım.

Birincisi, üç yıl sonraki olağan seçimlerde iki lider de, Bahçeli de, Erdoğan da ileri bir yaş skalasına girmiş olacaklar, bazı hastalıklara sahip olduklarını da yansıyan bilgilerden anlıyoruz. Olağan seçimleri üç sene sonra ‘efort’ etmek çok zor, ciddi siyasi ‘perişanlık’ yaşanabilir.

İkincisi, bu programla ekonomi düzelmiyor, enflasyon düşmüyor, perişan bir toplum var, toplumun en geniş kesimlerinin ekonomik hayatının ne kadar negatife dönüştüğünü inceleyip hep söylüyoruz.

Geçen hafta iktidarın ‘çapalarını, dayanaklarını yitirdiğini; bilhassa ‘neoliberal çapanın’ İmamoğlu’nun tutuklaması ile çok ciddi tahrip olduğunu, iktidarın güç durumda olduğunu anlatmıştım. Ekonomide içinde olunan durumun üç sene devam etmesi sonrasında sandığa gömülmek, ‘perişan’ olmak mümkün.

Üçüncüsü, nihayetinde ana muhalefet ve genel muhalefet, iktidarın yıllardır sürdürdüğü sertleşme politikasını elinden aldı. Muhalefet sertleşti, sokağı ve meydanı kullanmaya başladı, hararet her alanda yükseliyor, sürecin böyle devam etmesi ülkeyi ve iktidarı ‘perişan’ edebilir. Dolayısıyla, üç sene bu şekilde devam etmek pek mümkün ve parlak gözükmüyor.

Sertleşmeyi savunmak, OHAL, sıkıyönetim ilan etmek zorunda kalmak demek; artık bunu topluma izah etmek mümkün ve sürdürülebilir değil. Toplumun, insanların hem açlık, hem yoksulluk içinde yaşamaları, hem de tamamen özgürlükten yoksun bırakılmalarının sonuçlarına katlanmak çok zor.

Otokrasinin daha da sertleşmesi, iktidarlar için kısa dönemde çözüm gibi olsa da 23 yıllık yıpranmadan sonra ülkede ciddi kan gövdeyi götürebilir durumu olabilir öünkü iktidara ve otokratik rejime tepkiler çok yükselmiş durumda.

Böyle bir durumu göze almak yerine, tavsiye edilen sistemsel revizyona girmek ancak revizyona girmek de karşılıklı bir şey. İktidar diyor ki, “Bu revizyonu yaptığımda bana da imkanlar sağlaman lazım; yeniden seçilmemi sağlaman, Cumhurbaşkanlığımın garanti altına alınması lazım.” Karşılığında öncelikle DEM’i meşrulaştırıyorsun. DEM meşru bir parti değildi, Meclis’te başkan vekili olan üçüncü partiydi ama iktidar nezdinde meşru bakılamıyordu. Ayrıca Kürt dünyasına Öcalan’ı, kayyumların kaldırılmasını, yeniden belediyeleri vermek mümkün olabilir.

Erdoğan, halka açık referandumla yapılacak Anayasa değişikliği dışında bir yol bularak, Meclis içi bir yol bularak kendisini garanti altına almak istiyor, siyasi ve biyolojik ömrünü bu şekilde tamamlamak istiyor - aynı şekilde Bahçeli de.

Elbette değişik senaryolar kurgulanıyor, bu garanti karşılığında masada başka neler var? Rejimin revizyonu, kısmi demokratikleşme, yumuşama, tutuklu ve hükümlülere muhtemelen af, CHP’lilerin de bundan yararlanması, onların da muhtemelen görevlerine dönmesi ama aday olmaları engellenmiş bir vaziyette dönmesi. Bir anlamda yarı başkanlık, bugünkü başkanlığın yarısının gittiği, Meclis’in hükümet yapmasının önünün açılması, Meclis’in etkinliğinin daha da artması gibi düzenlemeler.

Böylesi bir yumuşamanın ekonomiye de olumlu katkıda bulunacağı, borçlanma dinamiklerine, dış ve iç piyasalara katkısını olacağı; böyle bir senaryonun parçası olacağı aşikar. Kısmi demokratikleşmenin Avrupa Birliği ile ilişkilere katkıda bulunacağı üzerine de telkinler var.

Muhalefet böyle bir senaryoya nasıl yanaşır? Belli ki DEM yanaşıyor. Bu aslında, 2015’deki ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ politikasının zıddı bir politika - ‘Senin başkanlık süreni uzatacağız’ demek bir anlamda. TBMM’de DEM, AKP, MHP toplamı 376 vekil ediyor, bunu 400’e tamamlamak gerekiyor. Erdoğan halka başvurmadan başkanlık süresini uzatma gayretleri ve yollarını arıyor. Bütün bu görüşmeler, CHP’ye sertleşmeler ve DEM’e karşı yumuşamalar, Öcalan’ın devreye sorulması bir iç siyaset ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

Ö.Ö.: Suriye yok mu diyorsunuz?

A.B.: Efendim?

Ö.Ö.: Bu temel dinamik yani genelde söylenen bu sefer uluslararası, bölgesel bir dinamik.

A.B.: Uluslararası dinamiğin katkısı olabilir ama asıl mesele iç dinamikten kaynaklanıyor, bunun örneklerine daha önce de rastladık, Öcalan’ın devreye girdiği seçimlerde gördük. Dış dinamik dediğiniz olay da Suriye’deki yapılanma.

Ö.Ö.: ...ve İran.

A.B.: Onlar kendi göbek bağlarını kendileri kesmeyi düşünüyorlar, oradaki denklemde başka hususlar da var. Sorum şu; kısmi demokratikleşme, nefes alma ile siyasi yaşamlarını sürdürmeleri nasıl mümkün olur? Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığından vazgeçmek suretiyle CHP buna yanaşır mı? Bir spekülasyon yapalım; bir erken seçim olsa büyük bir olasılıkla CHP kazanacaktır, yeniden başbakanlığın oluşması mümkün olursa, CHP başbakanlığı alabilir. Peki, buna CHP yanaşır mı? Yani ‘Ver 400’ü, ver cumhurbaşkanlığını, al Öcalan’ı, Demirtaş’ı, İmamoğlu’nu, tüm tutuklu ve hükümlü muhalifleri’.

TBMM’de mutabakat sağlamak suretiyle yapılacak Anayasa değişiklikleriyle yarı başkanlık sistemine geri dönmek için ileri sürülen senaryolar ve sorular böyle.

Otokratik saray iktidarının ayak sürüdüğü görülüyor, bu sistemle ülkeyi doğru yönetemiyor, zor durumlar aşılamıyor, bilhassa ekonomideki sorunları aşamıyor. Dış dünya ile olan ilişkiler de oldukça sorunlu - sadece ABD çapası, Trump çapası var ve onun da yetmeyeceği belli. Dolayısıyla saray rejimi sahiplerinin iki telkin, düşünce, eğilim içinde olduklarını, bu tür gel-git adımlarını da zaman zaman görüyoruz.

Sonuçta Türkiye’nin Kürt sorununu ve demokrasi sorununu bu şekilde yapılan alışverişlerle kesin ve temiz çözüme bağlaması pek mümkün değil gibi geliyor bana ama Ankara muhabirliğimiz çerçevesinde spekülasyonlar, senaryolar bunlar.

Ö.M.: Yalnız bir de oldukça önemli ve göz önünde bulundurulması ihmal edilen bir konu var: Adalet sorunu. Artık had safhada, bir krize dönüşmüş durumda. Yargı organının bağımsızlığı konusunda tereddüt ötesi bir durum doğmaya başladı yani yargı sistemi çalışmıyor, tamamen iktidarla ortaklaşa hareket ediyor. Bir de mesela yeni bir haber vardı, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verileri yayınlanmış. Artı Gerçek’te 11 Nisan’da yayınlanmış, ‘Cezaevi doldu, taşıyor: 103 bin 179 kapasite fazlası’ haberinde 103 bin 179 kapasite fazlasından bahsediliyor. 299 bin 881 kapasitesi bulunan cezaevlerinde şu anda toplam 403 bin 60 tutuklu bulunuyor yani bu da 100 binden fazla insanın fazla olduğunu gösteriyor.

A.B.: Aynı yatakta 2 kişi yatıyorlar.

Ö.M.: Evet ve bu çok büyük bir adalet sorununu da pekiştirerek ortaya çıkarıyor.

A.B.: Sağlık sorununu da getiriyor.

Ö.M.: Bunları nasıl halledecekler? O da ayrı bir konu.

A.B.: Sonuçta böyle bir yol ayrımı var; ya daha da sertleşmeyi tercih edeceksiniz ya da rejimi revize edeceksiniz! Ana muhalefete yapılan baskılar artıyor. Bakın, gözaltına alınan tutuklu ama hükümlü olmayan belediye görevlilerini ayrı ayrı hapishanelere dağıtıyorlar - bu da bir sertleşme adımı.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Birkaç gün önce yine torba kanun teklifi verildi, Anayasa Mahkemesi’nin daha önce reddettiği bir torba kanununu yeniden gündeme getirdi iktidar. Şu anda bulamadım ama içerdiği şeyler fütursuzca, iktidara yine yönetim salahiyeti veriliyor, özellikle de cumhurbaşkanlığına. Mesela sınavsız eleman alma, mülakatla eleman alma gibi, sendika kurulamıyor vb. Bu tür sert tedbirlerin içinde yer aldığı bir yasa tasarısı, daha önce reddedilen bir teklif yeniden getirildi.

Son gelişmeleri, siyasi hareketliliği, Cumhurbaşkanın görev süresi ile ilgili olduğu, halka başvurmadan sorunu çözme gayretleri olarak değerlendiriyorum.



Ö.M.: Ben bir de şunu sorayım; CHP’de ciddi bir şey başladı, sürekli Saraçhane’den başlayan ve çeşitli yerlere dağılan mitingler yapılıyor - dün de Samsun’da vardı. Sonuç olarak, Özgür Özel’in, ‘14,5 milyon imza bir seferberlik halinde, bunu da Erdoğan sağladı’ demesi. Cumhurbaşkanlığı ön seçiminde 14,5 milyon yurttaşın dayanışma sandığına katılarak imza verdiğini belirtiyor ve ‘Bu da bir seferberlik halidir’ diyor. Belediye başkanlarına yönelik operasyonların ve kayyım atamalarının da siyasi bir mücadeleye dönüştüğünü belirtiyor, ‘Olağanüstü bir dönem’ demiş. Öte yandan da gençliğin boykot hareketleri devam ediyor ve bunların sürmekte olduğunu görüyoruz. Hatta buna son olarak İstanbul’da liselerin ayaklandığını, İstanbul’da liseliler proje okullarında iktidara sadakate göre yapılan atamalar sonucunda sürgün edilen öğretmenler için eylemler yaparak sahip çıktıkları haberi vardı Evrensel gazetesinde ‘Öğretmenime dokunma!’ diye. CHP başkanı Özgür Özel’in açıkladığına göre Beylikdüzü’nde de büyük bir boykot mitingi yapılacaktı.

A.B.: Her hafta iki miting düşünüyorlar.

Ö.M.: Evet. ‘Beylikdüzü’nde sosyal bilimler lisesinde sürgüne gönderilen öğretmenlerine destek veren öğrencilere okul idaresi gün boyu baskı uyguladı’ haberi vardı ve sonunda polis giriyor, bazı öğrencilerin okula girişi engelleniyor. İstanbul başta olmak üzere 30’dan fazla proje okulunda yönetici ve öğretmen atamaları yapılacak, muhalif öğretmenlerin de sürgün edildiği bilgileri sosyal medyada paylaşılıyor. Öğrenciler de öğretmenlerine sahip çıkmak için eylem yapacaklarını duyurmuştu ve orada da öğretmenlere de gözaltılar oldu yani giderek kaygı verici bir hal alan bir durumdan da bahsediyor Evrensel’deki haberde.

A.B.: Türkiye’yi yönetmekte zorlanan bir otokrasi var, o otokrasinin nasıl kurulduğunu yıllardır anlatıyoruz. Büyük sorunlar içinde kıvranıyorlar. Tespit ettiğimiz bu vaziyet nereye evrilecek? Seçimsiz bir otokrasiyi mi getirecek yoksa rejimi revizyona tabi tutup kısmi bir demokratikleşme mi olacak? Dikta mı, kısmi demokratikleşme mi? Önemli olan otokrasiden çıkış sayılabilecek süreci kimler dizayn edecek?

Kısmi ya da tam çıkış nasıl olacak? Pazarlıkların sonucunda bir ara kesit mi bulunacak yoksa taraflar güçler dengesinde birbirlerini mi tasfiye edecekler ya da otokrasiden çıkılmayacak mı, böyle mi devam edecek?

Durum şunu gösteriyor; iki iktidar ortağının yeniden Öcalan faktörünü devreye sokmaya çalışması, CHP’ye karşı aşırı sertleşme, İmamoğlu’nu tasfiye etme planı kendilerinin siyasi geleceğini garantiye alma gayretidir.

Bahçeli’nin şu sözünü hatırlıyorum - 2023 genel seçimlerinden önceydi galiba; ‘Eğer seçimlerde iktidar kaybederse Cumhurbaşkanlığı Hükümet Rejimi tartışılır’ demişti. Bugün bir oylama olsa kaybetmiş durumda gözüküyorlar. Dolayısıyla bunun önünü almaya çalışıyorlar, önlerindeki üç seneyi de sertleşen otokrasi ile sürdürmenin büyük bedelleri var, bu bedelleri tartıyorlar sanıyorum.

Senaryolar bunlar sevgili Ömer Bey ve Özdeş, bunun üzerine başka şeyler de eklenebilir.

Özgür Özel’in Halk TV’deki bir programını izledim, oldukça sert bir konuşma yaptı ve ölümü göze aldığını söyledi. Tam bu sözlerden bir gün sonra, Belediye tutuklularının ayrı ayrı hapishanelere gönderilmesi hamlesi geldi. İşte adımlar böyle gelişiyor!


Başta söylediğim gibi, iki ana eğilim, fikir, telkin saray, iktidar, rejim etrafında dolanıyor ve bu da gelgitler yaşatıyor. Öcalan ve DEM ile el sıkışırken, CHP ile sertleşme yaşanıyor.

17-25 yolsuzluk olayları sonrasında iktidarın ortağı cemaat ile kapışma, ardından gelen çözüm süreci ve MHP’nin devreye girmesi ile sürecin darmadağın olması, nihayetinde kurulan otokratik bir rejim var. Anlaşılan bu rejimin yeni bir biçim alması gerekiyor, böyle değişiklikleri ya da hamleleri önümüzdeki dönemde görebiliriz.

Ö.M.: Evet, bir yandan sizin dediğiniz gibi, Öcalan’la görüşmeler ve Kürt meselesinde bir çözüme doğru gidilmesi yönünde yumuşama gözükürken, diğer yandan gittikçe sertleşme ibareleri de gösteriliyor.

A.B.: Çözümü hep söylüyoruz, Kürt meselesi terörsüzleştirme, silahların susması - zaten fiilen ülke içinde susmuştu! - için demokrasi de adım atılması gerekiyor, rejimin demokratikleşmesi gerekiyor ama bunu göremiyoruz.

Ö.M.: Evet, bu konuda da sertleşme var tam tersine yani artık liselilere kadar varan boykotların içinde, bazı alışveriş merkezlerine ve yayın organlarının da boykotuyla devam eden, hatta Mehmet Şimşek hakkında da ‘cuntanın mali ayağı’ ifadesi kullanılmıştı ve bunu her yerde söyleyeceğini belirtmişti.

A.B.: Özgür Özel, ‘Sahtekâr çıktı’ dedi onun için.

Ö.M.: Evet, yalandan demokrat olduğunu söyledi ve cunta başkanı da olduğunu söyleyerek Recep Tayyip Erdoğan’ın bu son günlerin en tartışmalı konularından birisi olan ‘cunta’ sözlerini Samsun’daki mitingde de kullandı. “Kendi girdiği seçimde cumhurbaşkanı unvanını alan ve 19 Mart’ta kendinden sonraki cumhurbaşkanı adayımıza kumpas kuran, darbe yapmaya çalışan cuntanın başına geçen Erdoğan, artık cunta başkanıdır ve hep birlikte bu cuntaya başkaldırıyoruz,” diyor. Sayılardan da bahsediyor.

A.B.: Hatırlarsınız, 1974 affından sonra sıkıyönetim bir süre devam etti sonra Devlet Güvenlik Mahkemeleri geldi. Devlet Güvenlik Mahkemesi, rejimin baskı unsuruydu, bekçisiydi. O zaman da liseler, üniversiteler ayaktaydı ama başka büyük bir şey vardı; işçi sınıfı, DİSK ve Türk-İş vardı, sendika grevleri, genel grevler vardı. Bugün o yok, o ayak çok eksik. Evet, bir yol ayrımındayız, durum bundan ibaret.

Ö.M.: Peki, çok teşekkür ederiz Ali Bey, görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: İyi yayınlar.