Diğerkâm'da Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından İstanbul başta olmak üzere ülke genelinde gerçekleşen protestoların kullandığı iletişim dilini, önceki toplumsal hareketlerdeki iletişim dilinden farklılaştığı noktaları ve sosyal medya dilinin yansımalarını konuşuyoruz.
Damla Özlüer: Herkese merhaba. Apaçık Radyo'da Diğerkâm’da Rauf Kösemen ve Damla Özlüer’le birliktesiniz.
Bu hafta Türkiye'de, olağanüstü bir dönemden geçtiğimiz bir haftadayız. Gerçi biz bu programı son on yılda pek çok kere bu cümleyle açtık sanırım. Ancak galiba, bu sefer gerçekten çok olağanüstü bir dönemdeyiz. Geçtiğimiz hafta müthiş bir hızla gelişti ve değişti gündem. Ardından sokağa çıkan kitleleri gördük. ve kitlelerin iletişiminde birtakım, daha önceki eylemlere göre, farklılıklar da gördük. Rauf’la bugün bu iletişimi konuşacağız. Sokakta ortaya çıkan iletişim dilini ve hepimizin ortak geleceği açısından neleri işaret ettiğini konuşacağız. Sokağa çıkışı ve onun getirdiği siyasi değişimleri ise, sanırım bizden daha deneyimli olanlara bırakacağız.
Rauf Kösemen: Elbette Türkiye'de olağanüstü dönem bitmez hakikaten. Burası çok ilginç bir ülke. Dün akşam bir televizyon programında bir yorumcuyu gece yarısından sonra izledim. Tekrardı galiba. Bak, tekrardı diyorum ama tekrar değildi. İnternet üzerinden izliyordum. Mesela neler değişmişe dair önemli bir örnek. Bunun altını hemen çizip devam edeyim.
Yorumcu dedi ki: “Bu meselenin nasıl bir kapsayıcılık içinde ele alınacağını bize sokak göstermeye başladı.” Şunu kastediyor aslında, ben kendi cümlelerimle söyleyeyim çünkü onun söylediğini değil, benim zihnimde açtığı şeyi anlatmak istiyorum. Sosyal medya öyle bir hızla yayıldı, o kadar güçlü bir şekilde hayatımıza girdi ki, son 5-6 yıl içinde değil, ondan önce de elbette vardı ama bir tür yaşam tarzı, kendi başına bir bireysellik, kendi başına herkesin bir yayın odağı olabildiği, herkesin bir başkasından izin almaksızın kendisini bir yayıncı olarak var edebildiği bir alanı hızla kurdu. Yayıncılık denilen şey daha önce, örneğin Gezi zamanında sizin yayın yapmanızdan ibaretti. Şimdi sosyal medyada yayıncılık denilen şey, aynı zamanda para kazanmanız anlamına da geliyor. Bir finansal bağımsızlık da kazanmış oluyorsunuz. Dolayısıyla bu mesele, var olan insan malzemesini aşırı görünür kıldı.
Birbirinden farklı, binlerce, böyle baktığınızda “ya ne bu?” falan diye insanların söylendiği, bunun haklı bir ifade olduğunu düşünerek söylemiyorum ama sık rastlanmayan, göz önünde olmayan insanların kendisini ifade etmesine ve sık rastlanır hale gelmesine neden oldu.
Çok fazla konuşulur, “bu ülkede insanlar LGBTİ söz konusu olduğunda, yani cinsiyet kimlikleri söz konusu olduğunda onu sahnede onaylar, televizyonda onaylar, sinemada onaylar ama evinde olsun istemez, çocuğu olsun ya da komşusu yakınında benzer olsun istemez” diye çok konuşulur. Zeki Müren, Bülent Ersoy gibi birçok figüre göndermeler yapılır bu konuda. Artık şöyle oldu: Bu insanlar hem yayın yapan, hem de var olan insanlar haline geldiler ve varlıklarının yadırganması eskiye göre, geçmişe göre inanılmaz derecede azaldı. Sosyal medyanın bu geldiği evre sayesinde kapsayıcılık, bir nevi kendiliğinden bir şeye dönüştü. Herkesin birbirine tahammül etmek zorunda kalmadığı, varlığını zaten baştan kabul ettiği bir ortam içinde yaşamaya başlandı. Bunun altını çizelim. Çünkü bugün ortaya çıkan tabloyu biraz da bu ortamdaki durum oluşturuyor.
Neden böyle diyorum? Beş benzemez var ya sokakta, hatta beş bin benzemez var. Organize olmaları çok zor. Bir yere yürürken organize oluyor gençler ama mesela bir saldırıya uğradıklarında organize olmakta çok zorlanıyorlar. O Gezi’de duyduğumuz “sakin” sözünü duymuyoruz mesela şu sıralarda. Dolayısıyla bir organizasyon zaafları var. Çünkü beş bin benzemez, on bin benzemez, beş yüz bin benzemez olarak bir yerde toplanabiliyorlar. Bir hedef etrafında toplanabiliyorlar.
D. Ö: Aslında biraz şunu da konuşmayı isterim ben, ne düşünürsün bu konuda: Daha iki ya da üç hafta önce, sevgili İsmail'e yaptığımız programda insanların bir araya gelememesi ve sosyal medyanın etkisiyle beraber gerçeklikten kopuşumuz üzerine konuşuyorduk. Hemen arkasından bununla ilgili bir program daha yaptık. Çok uzun zamandır konuşuluyor bu. Fakat birdenbire insanların çok hızla bir araya geldiği ve birbirine temas ettiği ve o temasında çok genç ve dinamik bir dille olduğu bir hafta geçirdik. Sen hep Türkiye'de her şey çok hızlı değişir diyordun ama bu aynı zamanda da bir dip dalga muhtemelen. Burada hem iletişimin rolünün ne olduğunu düşünüyorsun diye soracağım, hem de aslında gerçeklik, elle tuttuğumuz, yan yana durduğumuz, kol kola girdiğimiz bir gerçeklik hali o kadar da bölünmüyor, araçlar değişse bile. Doğru mu, ne dersin?
R. K: Belki bölünüyordur araçlarla ama bu bir varoluş meselesi gibi göründüğü anda hem araçlarla hem de kendi bireysel, fiziksel varoluşuyla insanlar sürecin içine dahil oluyorlar, görüldüğü gibi. Haysiyet direnişi demişlerdi zamanında, Ahmet İnsel'in lafıdır Gezi direnişi için. Burada da aslında bir umutsuzluk direnişi var, öyle söyleyelim. Geleceğe dair bir umutsuzluk. Herkes söylüyor bunu. Benimki yeni bir tahlil değil. Geleceğe dair bir umutsuzluk var. Geleceğini karanlık olarak görüyor. Hatta geleceksiz görüyor kendisini. Yarına dair herhangi bir umut beslemiyor gençler. Üniversite öğrencileri için de bu geçerli, işsizler için de geçerli. Ucundan kıyısından bir işe girmiş olanlar için de geçerli. Üstelik de alışkınlar. Bizim kuşağımızdan ya da Gezi kuşağından bile farklı olarak mobil olmaya, mobilden kastım sadece telefonla mobil olmak değil, hızlı iş değiştirmek, hızlı şehir değiştirmek, hızlı ev değiştirmek, hızlı ülke değiştirmek gibi kavramlara da aşırı aşinalar.
Bundan on yıl öncesini düşünürseniz, insanların başka bir yere giderken, başka bir ülkeye giderken duydukları kaygılarla ilgili cümleleri hatırlarsanız, bugün bu cümleleri daha az duyduğumuzu, özellikle genç kuşaktan hemen hemen hiç duymadığımızı göreceksiniz. Dolayısıyla burada mesele bir varlık-yokluk meselesi haline geldiğinde o zaman dil de ona göre kurgulanıyor zaten. Sokağın diline bakarsanız, hemen hemen her yerde bu kurgulanıyor. Geleceksizlik, seçme-seçilme hakkının elinden alınmasının kendisini nasıl boşa çıkarttığı, nasıl insan olmaktan, birey olmaktan, yurttaş olmaktan uzak tuttuğunu fark ediyor insanlar.
Türkiye çok orijinal bir ülke gerçekten. Değişik bir ülke, biricik bir ülke. Yani homeless diye bir şey yok mesela bizim ülkemizde. Niye yok? Çünkü bizde kimsesiz diye bir şey var. Çünkü bizde kimsesi olmayan sokakta kalır. Kimsesizler sokakta kalır. Kimsesi olan sokakta kalmaz. Dolayısıyla burada bir doğruluk var ama bir taraftan da bir araya geldiğinde de dayanışmayı hızlı yükseltebilen, problemleri hızlı çözebilen, kendi problemlerinin dışında çevresinin problemlerine de belli duyarlılıklar gösterebilen insanlar yaşıyor. Şu anda biz bu ikinci şeyin öne çıktığı ve bunu dilinin kurgulandığı bir sokak hareketi gözlüyoruz. Bu sokak hareketinin kurumsal siyaseti de zorladığı, kurumsal siyasette de kısmen iç içe geçtiği bir dönem bu dönem.
D. Ö: Son 10 gündür sokak hareketiyle beraber yükselen bir itiraz var. Ama bu itirazla beraber de yeni bir dil var karşılaştığımız ve bu dilin içerisinde sadece itirazı görmüyoruz. Aynı zamanda dayanışmayı, umudu, kapsayıcılığı görüyoruz dedik. Nasıl bir iletişim dili yükseliyor şu anda? An itibariyle bu sokak hareketinin toparlandığı mevziler üzerinden söylemeni rica edeceğim. Hem de gençliğin kurduğu dilin neresi farklı, nerede değişiklikler görüyoruz onu soracağım sana.
R. K: Çok büyük değişiklikler yok ama talepler öne çıkıyor. Yurt talebini ister mizahi dövizlerde ister doğrudan doğruya; barınma talebini, adil gıda tarafını ya da gıda talebini hemen görüyorsunuz gençlerin yazdıkları şeylerde. Bir miktar saldırganlık var. Bu saldırganlık zaten sosyal medyanın içinde var olan şeyin sokağa taşmış hali. Dilde saldırganlıktan söz ediyorum.
Ama genel olarak bir talepkârlık var. Ne istediklerini söylüyorlar ve bu istediklerini almadan gitmeyeceklerine dair kararlılık belirtiyorlar. Bunları ifade eden şeyler var. Burada geçmişten farklı olarak, hem Gezi'den hem de başka dönemlerden, seçim dönemlerinde ortaya çıkan kitle seferberliğinden falan farklı olarak teknik olanaklar inanılmaz gelişmiş durumda artık. Son iki yıl içinde büyüyen yapay zeka şimdi elde bir araç olarak duruyor. Bir önceki seçimde de kullanılmıştı, bazı deepfake videolarla kullanılmıştı. Buna benzer şeyler görüyoruz, ataklar görüyoruz iletişimde, özellikle sosyal medya iletişiminde. Görmeye de devam edeceğiz büyük olasılıkla. Ama dikkatler büyük oranda sokağa doğru yönelmiş durumda. Daha çok sokakta yaptıkları şeyleri sosyal medyadan duyurmak, anlatmak, başlarına gelen kötülükleri bir tür kıssa olarak diğer insanlarla paylaşmak gibi bir iletişim dili tutturuyorlar.
Bu da önemli. Çünkü çok açık konuşuluyor. Şöyle bir şey olmuyor mesela, daha önce bunlara rastlıyorduk. Bunu buraya yazmayalım, söylemeyelim, bunu kendi içimizde halledelim gibi bir şey neredeyse hiç olmuyor. Yaşanan her şeyi aynı açıklıkla biz canlı olarak okuyoruz, izliyoruz, pankartlarda görüyoruz. "Biz buraya mitinge değil, eyleme geldik" sözünü ifade edecek olan, onun arkasında duracak olan çok sayıda sözü pankartlarda, sosyal medya iletişimlerinde veya yapılan sokak röportajlarında görüyoruz.
Yine geçmişten farklı olarak iletişim diline yansıyan şöyle bir şey var, hep söyleriz ''mecra aynı zamanda da mesajın kendisidir.'' deriz. Yani “bir medya aslında bir insan tipi, bir mesajın aktarılma biçimi bir insan tipi de yaratır” deriz. Şimdi şöyle bir şey var, net bir kamplaşma var basında da, yani medya alanında da. Doğrudan doğruya bu şeyleri canlı olarak yayınlayan televizyon kanalları var. Daha öncekinden farklı olarak buna haber muamelesi yapmayan, doğrudan doğruya bunun yanında yer alan televizyon daha önce de vardı diyebilirsiniz ama onlar adil haber muamelesi yapıyorlardı bu meselelere. İlk başta penguen yayınladılar sonra da bunu bir haber biçiminde vermeye başladılar. Şu anda bunu taraf olarak veriyor birçok televizyon kanalı. Bu da iletişim dilini tabii doğrudan doğruya değiştiriyor, güçlendiriyor da. Çünkü bir kurum demek bir televizyon. O kurumdaki dil tekrarlandığında, o kurumdaki argümentasyon ifade edildiğinde sokağın argümentasyonuna da dönüşüyor. Onu da etkiliyor, ondan da etkileniyor. Dolayısıyla bugün ilginç bir farklılık olarak başka geçmişte yaşadıklarımızdan önemli bir farklılık olarak sokaktaki kitlenin sosyal medyayı kullanan veya sosyal yani şey gibi kapalı platformda olabilir bunlar whatsapp gibi, bunların diline ek olarak bu dili bütün topluma taşıma potansiyeli olan bir yayın hattı da var. Kurumsal yayın hattı da var.
Bu da tabii iletişimin gücünü arttırdığı gibi dini de daha kontrollü ve daha değerli toplu hale getirmek de çok işe yarıyor. Belki de bu yüzdendir gençler kendilerini çok da kontrol etmiyorlar. Daha önce bir yerde küfür edildiğinde, Gezi'de örneğin, cinsiyetçi küfür meselesi çok önemli bir meseleydi. Bir toplumsal problem o haline geldi. Bunu göstericiler yaptılar. Bizzat geziciler bunu toplumsal problem haline getirdiler. Bugün ise bunu toplumsal problem haline getirmek ihtiyacı yok çocukların çünkü zaten onların yerine birileri bunu yapıyor büyük oranda.
D. Ö: Peki buradan nasıl bir değişim çıkabileceğini öngörüyorsun diye sorsam, nasıl bir rüzgar var? Bu iletişim dili bizim iletişimimizi nasıl etkileyecek? Aynı zamanda siyasetin dilini nasıl etkileyecek? Bu da çok kritik. Çünkü inanılmaz bir genç kitle var. Çok dinamik, çok heyecanlı, çok yaratıcı ve çok umutsuz. Daha önce çok konuştuk bunları da. Onların diliyle siyaset tırnak içinde düzen nasıl uyumlanacak?
R. K: Bunu kimse bilemez aslında bugünden. İzleyeceğiz ve göreceğiz. Lakin güçlü bir mizah var ama bu mizah böyle bir kara mizah yani bir yandan da. Yani Gezi'de de vardı, umut dolu bir mizahtı ve kara mizah da vardı içinde. Ofansif mizah da vardı. Burada da var, olmaya da devam edecek. Zaten büyük oranda da bu bir miras gibi bir şey yani. Twitter kullanıcılarının zaten işi mizah üretmek gibi. Daha önce söylediğim bir laftır. Bundan 15-20 yıl önce sadece şairlerin yapabildiği şeyleri artık hepimiz yapabiliyoruz. 140 karakterde derdini anlatmak bir şiirsellikti. Şimdi ise buna eğitim almış bir kitleyle karşı karşıyayız. Bütün toplum neredeyse bunun da eğitimini almış olarak geliyor. Ama bu nasıl yansıyacak? Bunu kimse bilemez. Göreceğiz, izleyeceğiz. Altmış sekizliler grafik olarak hızlı okunan, blok yazılara dayalı, biraz daha yumuşak hatları olan bir grafik yaratmıştı mesela iletişim dilinde ve bunu her tarafa taşımıştı. Bu iletişim dilini reklamlarda da görüyorduk, televizyon yayınlarında da görüyorduk, kitaplarda da görüyorduk, aklına gelebilecek her yerde görüyorduk. Ama sosyal medyanın getirdiği bir dağınıklık, çeşitlilik vesairenin var olduğu bir ortamda, bu kadar belirgin bir iletişim değil, farklılığı yaratmayacağı varsayımıyla hareket edebiliriz, en azından görsel dünyada.
Çünkü zaten sosyal medya araçları görsel dünyamızı darmadağın etmiş durumda. Bir tür zevksizlik, kitsch hegemonyası oluşturmuş durumda. Hayırlı cumalar mesajlarındaki estetiği kendi başına değerlendirdiğinizde, aslında onun çok benzerinin diğer taraflarda da aynen yaşandığını görüyorsunuz.
Enerjiye inananlarda da benzer bir estetiksizlik hali var. Başka şeylerde de estetiksizlik hali var. Yemek tarifi paylaşan videolarda da öyle. Ya da düğün fotoğrafları da öyle. Gittikçe de ortam böyle, kasabanın fotoğrafçısına askerlik fotoğrafı çektirmiş insanların estetiğine dönüyor. Benzer bir şey burada da yine sosyal medya hükmüyle olacaktır, olmaya devam edecektir. Eylemlilik arttı. Dünyaya görsel bir şey bu sefer armağan edemeyecektir diye düşünüyorum ben. Bu spekülatif şey, yorum elbette anlaşıldığı üzere.
D. Ö: Bir yandan da uzun bir gelenekten de bahsediyoruz. Yani sadece bugün oluşmamış, sadece Gezi döneminde oluşmamış, onun öncesinde de Türkiye'nin bu toprakların çok uzun zamandır biriktirdiği, üst üste koyarak geliştirdiği bir itiraz geleneği üzerine bina edilen bir şeyden bahsediyoruz.
R. K: Hiçbir şey iz bırakmadan kaybolmuyor. Bir umutsuzluk vardı. İşte bak yenildik, şöyle oldu, insanlar cezaevlerine atıldı sonrasında bu yüzden diye. Ama bugün bu katılımcılıkta, işte dün sandık seferberliklerinde, başka yerlerde izlerini gördük. Hatta bugün var olan kurumsal siyaseti yönetenlerin de oradan nasıl etkilendiğini, orada nasıl yetiştiğini de gördük. Dolayısıyla burada da bir kuşak var ve bu kuşak geleceği etkileyecektir. Geleceğin kurumsal siyasetinin içinde de belki bugünkünden çok daha güçlü olarak yer alacaktır. İletişim dilini de kendisi ona göre yenileyecektir, kuracaktır ama hep geçmişten referanslarda alacaktır.
Farkındaysanız 60'lardan referanslarla konuşuyorlar dövizlerin bir kısmı alanda ve bunlar öyle kutupsal siyasetin içinden gelmiş çeşitli sol partilerin falan dövizleri de değil, sokaktaki gençlerin yazdıkları dövizler. O dövizlere bakalım, o dövizlere kulak verelim. Kendilerinin ne istediklerini anlamaya çalışalım diyen bir hükümetimiz olsun dileğiyle bitirelim.