Hüsnükabul'de yeni siyasetin kargaşasını, kapital iktidarın benzer duruşuna karşın, faşizm kavramlaştırmasının artık açıklayıcı olmadığı dünyamızı, aşırı sağ ile merkez sol arasındaki popülist iş birliğinin dinamiklerini, iklim inkârı ve göçmen karşıtlığı gibi meselelerin kesişiminde şekillenen çoklu kriz durumunu konuşuyoruz.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba herkes! Günaydın. Apaçık Radyo burası. Ferhat Kentel ve ben Waseem Ahmad Siddiqui ile birliktesiniz.
Ferhat Kentel: Merhabalar. Günaydın.
Özdeş Özbay: Günaydın.
Ömer Madra: Günaydın.
W. A. S: Günaydın tekrar. Uzun bir aradan sonra birlikteyiz. Apaçık Radyo bugün 30 yaşına girdi. İlk olarak, hep birlikte bugünü kutlayalım.
Ö. Ö: Yok, Açık Radyo 30. yılına girdi. Biz Apaçık olarak daha üçüncü gündeyiz.
W. A. S: Doğru, doğru. Çok doğru. Evet, çok başka bir heyecan var bugün. Hatırlıyorum, çok kıymetli bir eylemde Apaçık Radyo'nun avlusunda Ömer Abi "hep birlikte, korkudan daha güçlüyüz" demişti. Buna benzer bir ifade kullanmıştı. Bugün benzer şekilde, daha güçlü ve daha cesaretli hissediyoruz.
Thomas Homan'ın Amerika Birleşik Devletleri'ndeki seçimlerin ardından, toplu sınır dışı üzerine yaptığı söyleşiyi -60 Minutes'te- dinlediniz mi bilmiyorum. Çarpıcı ve utanmadan. Yüz ifadesinde herhangi bir utanma duygusu yok. Tamamen hoyratça, saygısızca. Ağzına geleni söyledi.
Trump'ın ilk yönetimi sırasında Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Teşkilatı Müdürü -veya vekili- olarak çalışan bir şahsiyet. Aileler dahil, herkesi sınır dışı etmeyi planlanıyor. Toplu bir sınır dışı etmeyi planlamayı düşünüyorlar.Bugün bununla ilgili konuşmaya, bu konuyu genişletmeye çalışacağız. Dün Ahmet İnsel'in programı beni çok derin düşündürdü. Biraz ona da atıfta bulunarak konuşmaya çalışacağız.
F. K: Araya bir girebilir miyim?
W. A. S: Lütfen.
F. K: Öncelikle, tüm bu konulara girmeden ben bir eski Açık, yeni Apaçık Radyo'nun dinleyicisi ve bir parçası olarak Hakikaten bu çok mutluluğumu ifade etmek istiyorum.
Amerika'da olanlara girmeden, bunu arada hemen belirtmek istiyorum. Dinleyicilerimizden özür dileyerek, Apaçık konusunu biraz dilime dolamak istiyorum açıkçası. Apaçık bir şekilde mutluluğumuzu söylemek istiyorum. Buralarda bol bol kelime oyunu yapmak istiyorum. Bu programda -ve daha sonrakilerde- uzun uzun kelime oyunları yapabilirim mutluluğumu belirtmek için.
W. A. S: Yaşasın Ferhat! Hakikaten, evet. Bir yandan da bu heyecanı da dile getirmek istiyoruz. Zaman, tuhaflık ve kargaşa dolu.
F. K: Tuhaflık, kargaşa, karamsarlık dolu bir zamanın içindeyiz, gerçekten "hâlâ bir şeyler yapabiliyoruz ve hep yapabileceğiz" gibi bir umudu sürekli beslememizi sağladı Apaçık Radyo. O yüzden, bütün bunlarla uğraşanlara da binlerce kere teşekkürlerimi söylüyorum ben kendi adıma.
W. A. S: Ben de, aynı şekilde, buradan tekrar tekrar, çok çok teşekkür ediyorum herkese.
Şimdi gelelim az önce bahsettiğim bu tuhaflık ve kargaşa dolu bir durumuna. Böyle bir duruma tanık oluyoruz. Biraz da buna bakabiliriz. Önümüzdeki günlerde maalesef daha fazla konuşacağız gibi duruyor Amerika Birleşik Devletleri'nin son seçimlerini. Uzun zamandır aşırı sağın yükselişinden bahsediyoruz aslında.
Amerika seçimlerinde Trump'ın ikinci kez seçilmiş olmasından sonra; tekrar bitmek bilmeyen göçmen karşıtlığı ana temalardan biri olarak görünüyor. Özellikle de müslüman göçmen karşıtlığı. Trump'ın tekrar tekrar, hiç utanmadan söylediği sınır dışı planı çok merkezi bir yerde duruyor.
Ö. Ö: Yılda bir milyon gibi bir sayı telâfuz söz ediyordu, karbon hedeflerinden söz ediyordu.
W. A. S: Evet, evet.
Ö. Ö: Böyle karbon azaltım hedefi gibi, nüfus azaltım hedefi koymuş kendisine. Tabii, iklim konusunda tam tersi bir çizgi.
W. A. S: Ona da geleceğim. Gerçekten... Bu ikisinin yan yana yürüdüğünü görüyoruz; hem iklim inkarcısı, hem insaniyet yaklar altında. Bunu bence çok açıkça anlattınız Gazete'de, The Guardian manşetinde 11 Kasım'da Greta Thunberg'İn ele aldığı COP29 makalesi bunu bence çok iyi açıklıyor. Zaman kalırsa ona da tekrar geliriz.
Ben şuna dönmek istiyorum, Ahmet İnsel'i tekrar etmiş olacağız ama üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu diye düşünüyorum. Ahmet İnsel dün Trump'la ilgili, "Trump'ın ya da genel olarak Avrupa'da aşırı sağın yükselişi, faşizm midir değil midir?" diye soruyordu.
Çünkü artık faşizm kavramının tam olarak oturmadığını söylüyordu. Aslında burada benim anladığım -çünkü dört kulakla dinliyordum Ahmet İnsel'i- Pakistan'lı bir siyasetçinin de söylediği hususa atıfta bulunarak, faşizmin artık tam olarak işlemediğini görüyoruz demişti.
Ahmet İnsel, "Faşizm bir düşünsel hareket değil, bir eylem hareketidir," diye ifade etmişti. Faşizm akıl yerine içgüdüyü öne çıkarır. Beni en çok etkileyen ve hâlâ düşündüren şey, cemaatin ve grubun geleneklerinin bireyin önünde tutulması. Yerli ve milli meselelerin aslında faşizmin tam merkezinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Buradan anladığım şey şu: Faşizm yalnızca tek bir adamın otoriter egemenliği değil; artık tabanın, yani çoğunluğun da bu sistemdeki rolü belirginleşiyor.
Bu bağlamda, günümüz Amerika’sında Trump’ın seçilmiş olmasını faşizm kavramlarıyla tanımlamak o kadar kolay değil. Yeni siyaset, her seferinde doğan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Daha önce kullandığımız kavramlarla veya meselelerle bu yeni durumları açıklamak oldukça güç. Tarık Ali, bu durumu farklı bir şekilde ele alıyor ve kargaşa ile tuhaflıktan bahsediyor. Ancak bu noktada sözü Ferhat’a bırakmak istiyorum. Ferhat, sen bu konuda ne düşünüyorsun?
F. K: İçinde yaşadığımız dönemi anlamaya çalışmak hepimizin karşılaştığı bir mesele. Yeni zamanların sorunsallarını anlamlandırmaya çalışırken, geçmiş ideolojilerin kendilerini birebir tekrar etmediğini görüyoruz. Faşizm ve Nazizm gibi geçmişte yaşanan totaliter rejimlerle bugünkü durumlar arasında ciddi farklar var. O zamanlar Hitler ve Mussolini gibi figürlerle tanımlanan bir dünya vardı. Bugün ise neoliberalizm çağında, daha küresel bir bağlamda düşünmek zorundayız.
Küreselleşme her zaman vardı, ama günümüzde çok daha geniş ölçekli ve farklı bir oyun oynanıyor. Yeni aktörler sahnede. Örneğin Trump, temsil ettiği ekonomik politikalarla bu yeni düzenin bir parçası. Ancak bunun yanında siyonizm gibi küresel ölçekte etkili dinamikler, şirketlerin tahakkümü, gelir adaletsizliğinin derinleşmesi gibi unsurlar var. Tepedeki yüzde birin, dünya refahının büyük kısmını kontrol ettiği bir düzenle karşı karşıyayız ve bu oran giderek artıyor.
Eskiden Marxist-Leninist teorilerle faşizmi kapitalizmin bir aşaması olarak tanımlıyorduk. Bugünse popülizm, neoliberalizmin en etkili aracı hâline gelmiş gibi görünüyor. Bu iki olgu, birbiriyle uyum içinde işleyen bir sistem yaratıyor. Sistem, ekonomik düzenin devamını sağlarken, kitleleri manipüle etmek için popülizmi kullanıyor. Eskiden kapitalist şirketlerin faşizme nasıl eklemlendiğine bakardık. Örneğin, Hitler’i destekleyen Alman sermayesi. Bugünse Elon Musk gibi bireylerin yönettiği çok uluslu şirketlerle eşleşmiş bir popülizm görüyoruz.
Trump’ın göç politikaları da bu bağlamda ilginç bir örnek. Göçmenleri "aşağılık bir kategori" olarak damgalamak, kapitalizmin devamı için kullanılan bir yöntem. Bu konuda özellikle mültecilik üzerine yapılan çalışmalardan ilham alıyorum. Örneğin, Türkiye’de mültecilerin varlığı, asgari ücretle çalışan geniş bir işçi sınıfı yarattı. Bu durum, sistemin bizzat ürettiği bir sonuç. Mülteciliği önce yaratan, sonra da kendi altyapısını kurmak için kullanan bir düzen var. Daha fazla uzatmayayım, ama şimdilik söyleyebileceklerim bunlar.
Ö. Ö: 1930’lardaki faşizmle günümüz arasında bir benzerlik kurulabilir. Troçki, "Faşizm, karşı devrimci umutsuzluğu örgütler," diyordu. O dönemdeki gibi, bugün de kendimizi çoklu bir kriz döneminde buluyoruz. Çaresizlik, güçsüzlük ve umutsuzluk duyguları hâkim. 1929’da yaşanan kapitalizmin ve militarizmin kriziyle karşılaştırıldığında, günümüzde bunlara ekolojik kriz de eklenmiş durumda.
Dün Common Dreams’te Peter Bloom’un ilginç bir analizine rastladım. Bloom, “Kapitalizmden demokrasiyi yeniden talep etmeliyiz,” diyerek Trump’ın yükselişini değerlendiriyor. Neoliberalizme de değinmiş ve bunun 1980’lerde başladığını hatırlatmış. Günümüzde oy veren insanların büyük bir kısmı, "piyasa dışında bir yol yok" anlayışına inanarak büyüdü. Şirketlerin ve CEO’ların etkin yönetimi, onlara göre, güçlü olmanın tek yolu. Ancak bu insanlar dayanışmacı bir pratik hiç deneyimlemediler. Bu nedenle güçlü figürlere yönelme eğilimindeler.
Troçki’nin faşizm propagandasıyla ilgili sözleri burada yine aklıma geliyor: "Faşizm, kitlelerini aptallaştırır." Faşist ideologlar, bazen antikapitalist bir retorik kullanarak, "Biz sistem dışıyız, biz alternatifiz," derler. Geçmiş ve günümüz arasında bu tür söylemler açısından bir paralellik kurmak mümkün.
Ö. M: Bir ekleme yapabilir miyim? Stephen Miller örneğini anmak istiyorum. Miller, göçmen karşıtı bir figür; faşist olarak tanımlanması tartışmalı olabilir ama ırkçı olduğu oldukça açık. Trump’ın “sıfır tolerans” göçmen politikalarının uygulayıcılarından biri olarak tekrar Beyaz Saray’da görev aldı. Madison Square Garden’da Trump için düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada açıkça, “Amerika Amerikalılarındır ve yalnızca Amerikalılarındır,” dedi. Bu söylem, Nazi Almanya’sının “Almanya Almanlar içindir” sloganını çağrıştırıyor. Şimdi bu adam Amerika’da en güçlü siyasi figürlerden biri haline geldi.
F. K: Şeyi diyen kimdi: "İsrail'in bütün bu temizliği yapması haktır"? O aynı kişi miydi?
Ö. Ö: Galiba İsrail baş konsolosluğu olarak atamayı düşündüğü kişiden bahsediyor olabilirsin.
W. A. S: Burada yine altını çizmeye çalıştığımız şey -Ahmet İnsel de sanırım bunun altını çizmeye çalışıyordu- küresel siyaset gibi ana akım kavramların ötesinde, çoğunluğun siyaseti ortaya çıktı.
Tekrar olacak, bu durum yalnızca bir kişinin, yani "tek adam" dediğimiz otoriter figürün varlığından öte, çoğunluğun otoriterleşmesiyle ilgilidir. Faşizm, tam da bu çoğunlukçu otoriterlik içinde kendine yer buluyor. Ne yazık ki, burada çoğunluk faşistleşiyor.
Bu tarihsel bir tekrar gibi görünüyor. Örneğin, Trump’ın toplu sınır dışı etme planları, 1956’daki Eisenhower modeliyle benzerlik taşıyor. O dönemde de böyle bir hedef vardı, günümüzde de benzeri gerçekleştirilmek isteniyor.
Tarık Ali de Verso tarafından yayımlanan otobiyografik kitabı You Can’t Please All’da bu yeni siyaset döneminin karmaşasını anlatmaya çalışıyor. Kitabın tanıtım gününde, hem merkez solun hem de merkez sağın aşırı sağ ile riyakarca yan yana durduğunu vurguluyor. Avrupa’dan örnekler vererek, Fransa’da Macron’un büyük bir oy oranıyla karşısında Marine Le Pen dışında ciddi bir rakip bulamadığını belirtiyor. Bunun tesadüf olmadığını söylüyor. Avusturya’da aşırı sağ zafer kazanmış durumda, Almanya’da ve İtalya’da da benzer eğilimler görüyoruz. Tarık Ali, bu yeni siyaseti 1930’lardaki faşizmden farklı buluyor. Ahmet’in ve Özdeş’in de söylediği gibi, bugünkü aşırı sağ çok farklı bir yapıya sahip. Faşizmin klasik tanımlarına uymayan, ama parlamenter sistemin çoğunlukçu otoriterliğiyle ilerleyen bir yapıdan bahsediyoruz. Yeni seçilmiş bir İşçi Partisi hükümeti dahi bugün Avrupa’da etkin bir muhalefet oluşturamıyor. Tarık Ali, Filistin meselesine ve Amerikan bakış açısına karşı çıkan ülkeler arasında yalnızca İspanya’nın bir istisna olduğunu, geri kalan yerlerde tam bir karmaşa hâkim olduğunu belirtiyor. Böyle bir dönemde umutsuzluğa kapılmanın yersiz olduğunu söylüyor. Özdeş’in de dediği gibi, ne şekilde olursa olsun mücadele etmek gerekiyor.
Ö. M: Bu sırada programın sonuna geldik. Evet, o kitaba da bir bakalım.
W. A. S: Evet ve programın da sonuna geldik bu şekilde. Biraz tekrar, biraz da üzerinde tekrardan düşünmek gibi oldu. Özellikle faşizm meselesi. Ama Amerika seçimleriyle ilgili toplu sınır dışı etme modeli üzerinde yeniden durulması gerekiyor haftaya.
F. K: Bitirmeden iki cümle söyleyeyim, şöyle bir risk var: Amerika dünyanın tepesindeki bir devlet. Onun yapacağı bütün bu sınır dışı eylemleri bir modele dönüşecek muhtemelen. Mmilitarizm nasıl kopyalanıyor ve başka yerlerde Amerika gibi olunmaya çalışılıyorsa, mültecileri kovmak konusundaki modelin de başkaları tarafından taklit edilme ihtimali çok yüksek.
W. A. S: Evet, Greta Thunberg'in dediği gibi The Guardian mahşetinde, bütün bu krizler aslında birbirine çok bağlı. Tek tek soykırımlar, eko kırımlar, kıtlıklar, savaşlar, sümürgecilik, artan eşitsizlikler birarada.
F. K: Görüşmek üzere. Ruhunuz kalbiniz apaçık olsun. Hoşçakalın.