Eraslan Sağlam: Sivil Toplum Geliştirme Merkezi ne zaman kuruldu? Kısa bir tarihçe dinleyelim sizden.
Levent Korkut: Sivil Toplum Geliştirme Merkezi'ne bir ihtiyacın dernekleşmesi süreci diye bakılabilir. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi 2005 yılında kuruldu. Bundan daha önceki dönemde de Türkiye'de sivil toplumu geliştirmek amacıyla yapılmış birkaç proje vardı. Bu projelerin sonucunda, aslında bu alanın boş olduğu gerçeği ortaya çıktı. Gerçi bazı örgütler kapasite çalışmaları yapıyorlar sivil topluma yönelik, ama Türkiye geneline baktığımıza çok yetersiz kalıyor. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, sivil toplum kapasite geliştirmesi yapan kuruluşlarının eksikliğinden yola çıkarak oluşmuş bir proje diyebiliriz.
"Sivil toplum kapasitesi" denince ne anlıyoruz onu da açıklamakta fayda var. Sivil toplum kapasitesi dediğimiz şey, sivil toplum örgütlerinin beşeri, mali, idari, sosyal yani bütün kapasitesini içerir. Mesela bir sivil toplum örgütü yönetim tecrübesi bir kapasite meselesidir, ve bu alanda değerlendirilir. Ya da bir sivil toplum örgütünün kaynak yaratma problemi kapasite problemidir aynı zamanda.
Üç temel tip örgütlenme var günümüzde. Devlet örgütlenmesi en eski örgütlenme türlerinden biri; kapitalist çağda egemen olan şirket örgütlenmesi ve küçükten büyüğe doğru sivil toplumda ki değişik örgütlenme teknikleri. Sivil toplum örgütlenmesini diğerlerinden ayıran şey şu; toplum yararına çalışan, gönüllülük temeli ile hareket eden ve ideolojik bir boyutu olmayan örgütlenmeler. "İdeolojik boyutu yok" derken politikasızlığı kesinlikle kastetmiyoruz, siyasi patilerin uzantısı olmayan anlamında örgütler. Bu örgütler içerisinde aslında en zor yönetilenleri gönüllü olan örgütler. Çünkü ne şirketler gibi bir kâr etmeye dayanıyor ne de devlet gibi bir kamu gücü var. İnsanlar gönüllü olarak bir araya geliyorlar. Herhangi bir siyasi emel ya da kişisel çıkar düşünmeden, belirli bir sosyal çıktı üzerine çalışıyorlar. Biraz ideal bir örgütlenme türü ve dolayısıyla da fazla sorunları var. Bu sorunları nasıl aşabiliriz diye düşündüğümüz zaman kapasite geliştirmenin önemi ortaya çıkıyor.
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, 2005 yılında, Türkiye'de sivil toplum örgütü tecrübesi yaşamış, çeşitli örgütlerde çalışmış kişilerin bir araya gelmesi ile, bir dernek şeklinde kuruldu. Belki orijinal formu bir vakıf şeklinde olmalıydı, çünkü aslında üye tabanlı bir örgüt değil bu, daha çok vakıf türü bir örgüt. Fakat vakıf biraz maliyetli bir kuruluş olduğu için dernek formu tercih edildi. O günden bu güne de oldukça fazla sayıda derneğe ulaşarak faaliyetlerini sürdürüyor. Aşağı yukarı iki binin üzerinde, -iki bin dört bin arası- kişiye ve derneğe ulaşıldı geçtiğimiz dönem içerisinde.
E.S: Şu anda varolan sivil toplum kuruluşları ile ilgili neler görüyorsunuz?
L.K: Türkiye'de sivil toplum kuruluşu denince tarihi bazı faktörlere bakmak gerekiyor. Bunların en önemlisi ve en yakını 12 Eylül 1980 askeri darbesinde ve ondan sonra oluşmuş olan yönetim. Bu dönemden sonra, örgütlenme genel olarak kötülenmiştir toplumda. Sadece sivil toplum örgütleri değil, siyasi partiler, sendikalar her türlü örgütlü çaba kötülenmiştir ve tehlikeli addedilmiştir. Sivil toplum örgütleri de bundan çok kötü şekilde etkilenmiş örgütler. Dolayısıyla, Türkiye'de en önemli problemlerimizden ve işlerimizden biri, örgütlenmenin ne olduğunu halka anlatmak gayreti.
Şöyle bir örnek vereyim; Norveç'te dört beş milyon insan yaşıyor, belki en fazla altı milyon. Sivil toplum örgütü üyesi on milyon kişi var. Yani bu şu anlama geliyor; herkes birden fazla sivil toplum örgütüne üye toplumda. Çocukları bir kenara bırakacak olursak, bir kişi belki üç dört örgüte birden üye oluyor. Türkiye'de yapılan araştırmalar ise şunu gösteriyor; toplumun aşağı yukarı yüzde sekseni hayatında hiç bir örgüte üye olmamış kişilerden oluşuyor. Geri kalan yüzde yirmisinin de önemli bir kısmının üyesi olduğu örgüt, ya bir okul aile birliği, ya da bir cami yaptırma derneği. Dolayısıyla alınacak çok yol var diyebiliriz. Avrupa'da ortalama kırk- elli kişiye bir dernek düşüyor; bu sayı kuzey ülkelerinde çok daha fazla. Türkiye'de ise bu sayı bin civarında. Türkiye'de doksan bin dernek var, bunların aşağı yukarı yarısından fazlası cami yaptırma derneği, okul aile derneği ve bir takım lokal amaçla açılmış dernekler. Bu derneklerinde kendi işlevleri olabilir, ama bizim anladığımız anlamda, topluma yararlı bir çıktı üreten ve bunu sürekli hale getiren, belli bir temayı esas alarak bu konudaki çalışmalarını sürdürülebilir kılan dernek sayısı son derece az. Dört beş bin civarında diyebiliriz ki bu da çok yetersiz bir rakam. Hatta belli bölgelerde bunun hiç olmadığını söyleyebiliriz. Coğrafi olarak da dağılımı son derece dengesiz.
E.S: Mevcutların büyük bir çoğunluğu da tek bir işle veya tek bir grupla ilgileniyor galiba, sayı fazla bile gözükse...
L.K: Cami yaptırma derneklerini kötülediğimizden değil, ama amacı bir cami yaptırmak olan bir dernek, yani amacı yaptırdıktan sonra o caminin idamesi bile değil, çünkü imamını devlet veriyor.
E.S: Yaptığınız bir araştırma vardı bildiğim kadarıyla, oaraştırmanın sonuçlarını Açık Radyo dinleyicileri için değerlendirir misiniz?
L.K: "Toplumda sivil toplum örgütlerine yönelik algı nasıldır?" diye bir araştırma yaptık. Çok basit bir araştırma bu. Bu araştırmanın sonuçları konuşmamız açısından faydalı olur. Bin kişilik bir anket grubu tespit edildi. Burada kamu oyunun yüzde altmış üçü, örgütü olumlayan algılar belirtti. Sivil toplum örgütü denince de yüzde seksen beşe çıktı bu sayı. Özellikle "örgüt" sözcüğünün toplumda kötülendiği bir dönemden geçtiğimizi ispatlayan bulgular elde ettik. Örneğin tüm katılanların %37.3'ü "örgüt" denince "korku", "kuşku", "terör", "toplumun huzurunu ve düzenini bozma" algısına sahip. Halbuki demokratik bir toplumda, sivil toplum örgütü demek, toplumun ortak ihtiyaçlarını karşılayan, mekanizmalarını harekete geçiren, katılımcılığı destekleyen, katılımcı bir demokrasinin aslında olmazsa olmaz şartı olan vatandaşları duyarlı hale getiren ve duyarlı hale gelen vatandaşlardan bir topluluk fikri ortaya çıkartan bir yapılanma ve mekanizma. Oysa tam tersi bir örgüt algılanması var; yüzde 37.3 teki hiç küçümsenecek bir sayı değil. Belki geri kalan yüzde altmış bizi umutlandırıyor, ama demokrasiler açısından böylesi önemli işlevi olan sivil toplum yapılanması ile ilgili bu oranda olumsuz algı düşündürücü. Bu basit bir olumsuzluk da değil. Korku, kuşku, terör... Bunlar çok ciddi negatif algılar. Bu algılar aslında bir şekilde eğitim sisteminden kaynaklanıyor. Nereden kaynaklanıyorsa acilen önlemler alınması gerekiyor. Çünkü sivil toplum örgütü bu değil, bu sözcüklerle ifade edilemez. Toplumdaki bu algılar nereden kaynaklanıyorsa bunların giderilmesi gerekir. Kendi kendimize gidereceğiz tabii ki. Tepeden birileri gidersin demiyoruz.
E.S: Tam da bu anlamda, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi olarak çok önemli bir kampanyanın içindeydiniz: Örgütlenme Özgürlüğü Kampanyası. Bu kampanya hakkında bilgi verebilir misiniz bize?
L.K: Örgütlenme özgürlüğü kampanyası bizim bu alanda yaptığımız ilk kampanya. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, 2005'ten bu yana sivil toplum örgütlerine yönelik eğitim faaliyetleri yaptı, bir takım sivil toplum ağlarının kurulmasına destek verdi, yerelde oluşmuş coğrafi bir takım ağların kurulmasına bizzat katkı verdi. Yerel destek merkezleri açarak, özellikle Anadolu'da sivil toplum örgütlerinin gelişimine önem verdi. Hatta büyük örgütleri hiç önermeyerek küçük örgütlerin sorunları üzerine yöneldi onları hedef aldı esas olarak. Ancak, örgütlenme özgürlüğü meselesine çok değinmedi. Bu sene, 2009'da, yeni bir açılım yaparak "Örgütlenme özgürlüğünün savunuculuğunu sivil toplum örgütleriyle birlikte yapabilir miyiz?" sorusunu sordu. Bu konuda bir takım faaliyetler geliştirmeye başladı. Buna gelecekte de devam edeceğiz. Bu kampanya açılış kampanyası. Bu sürecek ve belki yeni kampanyalarla desteklenecek. Kampanyadaki amacımız, ankette ortaya çıkan negatiflikleri gözler önüne sermek ve buradan hareketle örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerini ortadan kaldırmak.
Örgütlenme özgürlüğü, gerek uluslararası belgelerde, gerek anayasada çerçevesi çizilmiş bir özgürlük. Ancak ne yazık ki Türkiye'de, siyasi partiler sendikalar da dahil olmak üzere, örgütlenme özgürlüğünün önünde bazı sorunlar var. Dünyada en çok siyasi parti kapatılan ülke Türkiye demokratik ülkeler arasında. Sivil toplum örgütleri açısından da durum çok parlak değil. 2000'li yıllardan sonra bazı reformlar yapılmadı değil. Dernekler değiştirildi ve daha olumlu bir hale getirildi. Düşünebiliyor musunuz; derneklerle ilgilenen kuruluş Emniyet Müdürlüğü'ydü, orada bir birim ilgileniyordu. Şimdi en azından bu değişti ve daha sivilleşmiş bir birime aktarıldı. Bu bile çok büyük bir gelişmeydi, ama hâlâ büyük sorunlar var. En basitinden bir örnek vereyim; kira konusu. Yeni bir genelge neticesinde dernekler bir yer kiralamak istedikleri zaman, eğer orası bir yerleşim yeri ise bütün apartmandan onay almak zorundalar. Toplumda örgütlere yönelik o kadar ciddi bir endişe var ki insanlar onay vermek istemiyorlar. Bu yüzden kiralık ev bulamıyorlar örgütler. Yasalarda kaynak yaratmayla, kaynak toplamayla ilgili sorunlar var. Kamu, toplumda bu konudaki genel algının değiştirilmesine yönelik hiçbir faaliyet yapmıyor. Bu ciddi bir problem. Kamu kaynakları sivil toplum örgütlerine verilecekse nasıl verilecek, bunun yöntemleri nedir, bunlar hiç üzerinde çalışılmış şeyler değil. Kamu-sivil toplum ilişkileri, bunların yerel yönetimlere katılımı konuları çok az çalışılmış ve bizzat sivil toplum örgütleri bu rollerini ne kadar farkındalar bilmiyoruz. Bizim anketimizdeki ilginç verilerden bir tanesi de şuydu; toplam katılımcıların sadece yüzde 9.3'ü sivil toplum örgütlerini hak arama aracı olarak nitelendirmiş, halbuki sivil toplum örgütlerinin temel işlevlerinden birisi hak aramadır, toplumun değişik kesimlerine yönelik bir hak arama faaliyeti. Katılımcıların sadece %5.4'ü sivil toplum örgütü ile yönetime katılma arasında ilişki kurmuş. Halbuki sivil toplum örgütü katılımcı demokrasinin ara yüzü. Yani bireyler yönetime tek tek katılamazlar, belli ara yüzlerle katılıyorlar; siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle. Yapılan anketten çıkan bu ilginç sonuçlar da gösteriyor ki, sivil toplum örgütlerinin işlevlerini halk bilmiyor, hatta hatta sivil toplum kuruluşlarının kendilerinin bile bu konuda büyük eksiklikleri var. Bizim amacımız da toplumda sivil toplum örgütü nedir, örgütlenme özgürlüğü nedir konusunda bir soru işareti oluşturmak ve bu sorulara cevap vermek.
E.S: Yapılacak çok iş olduğunu anket sonuçlarından görüyoruz. Örgütlenme Özgürlüğü Kampanyası hangi şehirlerde yürütüldü?
L.K: Örgütlenme Özgürlüğü Kampanyası'nı Adana, Diyarbakır, Denizli ve Eskişehir'de sürdürdük. "Neden?" diye soracak olursanız; Türkiye çok büyük bir ülke, ülke çapında kampanya yürütmek kolay değil. Dolayısıyla önce bir alanda tecrübe kazanıp sonra bunu ulusal plana taşımayı düşündük. Bizim zaten tecrübemiz olan yerler vardı. Faaliyette olan yerel ofislerimiz var ve yerel ofislerin olduğu yerlerde güçlü ya da güçlenmekte olan sivil toplum platformları var. Bu iller farklı bölgeleri temsil ediyor. Karadeniz'de bir örneğimiz yok, ama İç Anadolu'da, Doğu Anadolu'da, Marmara'da bu bölgeleri temsil eden iller var. "Bu pilot bölgelerden başlayarak, ülke çapına doğru gidelim" dedik ve bu nedenle kampanyayı bu noktalarda uygulamaya karar verdik. Gelecekte başka illerde sürdürülebilir tabii bu faaliyet, ama bundan sonra izleyeceğimiz yol, hem bu yerelde faaliyetleri sürdürmek hem de bu meseleleri, gerek medya için, gerek karar alıcılar için olsun ulusal plana taşıyabilmek.
Kampanyadan bazı rakamları vermek istiyorum; dört ilde yapılan bu kampanyaya 160 sivil toplum örgütü aktif katılım gösterdi. 3500 sivil toplum örgütü etkilendi kampanyadan ya da iletişim kurdu. Kurduğumuz standları on yedi bin kişi ziyaret etti. Dokuz bin kişi, "Örgütlenmeye evet" diyerek bize niyetlerini bildirdi. Medya ve diğer vasıtalarla yaklaşık üç milyon kişiye ulaştı kampanaya. Demek ki böyle kampanyalar yapıldığında toplumda bir etki oluşabiliyor, pozitif yanıtlar alabiliyorsunuz. İnsanlar size destek verebiliyorlar. İşin bu boyutu çok önemli. Psikolojik olarak insanlar "örgüt" sözcüğünün kötü bir anlama gelmediğini ve örgütlenmenin propagandasının yapıldığını duyunca cesaretleniyorlar. Bir otobüsümüz bu illerde devamlı gezdi, halkla ilişkiye geçtik, onlarla konuştuk. Burada ki sivil toplum örgütlerinin yardımıyla ortak bildiriler oluşturdu. Ortak bildirilerde örgütlenme özgürlüğü vurgulandı, "örgütlenmek özgürlüktür" dendi en başta. "Örgütlenme kadınlar için özgürlüktür, kadınlara yönelik ayrımcılığa son vermek için örgütlenmeniz gerekir" dedik. Ayrıca, "Örgütlenme gençlerin topluma katılma aracıdır, örgütlenme engellilere yönelik ayrımcılığa sondur, örgütlenme etnik, ırksal, siyasi görüşe dayalı ayrımcılıkları gidermek için en önemli araçtır, örgütlenme katılım hakkıdır" dedik. "Sivil toplumun örgütlenmediği bir demokrasi düşünülemez. Örgütlenme ayrımcılığı gidermenin temel aracıdır. Toplumun söz sahibi olmasının en önemli vasıtası örgütlenmedir" dedik bu ortak bildirilerde. Bu çok pozitif bir atmosfer yarattı. Şimdi biz bunu ulusal plana taşımayı düşünüyoruz. Medyaya, ama esas olarak karar alıcılara... Karar alıcılara yönelik talebimiz, başta hükümet ve meclis olmak üzere, örgütlenme özgürlüğünü tam olarak destekleyen mevcut yasal sorunları ortadan kaldıran, kamu-sivil toplum iş birliğini destekleyen yasalar yapılması ve bunların biran önce yürürlüğe sokması.
E.S: Yapmış olduğunuz araştırmalarda yasaların bunlar için yeterince elverişli olmadığından da söz ediyorsunuz.
L.K: En yüksek rakamları burada görüyoruz aşağı yukarı. Katılımcıların yüzde 85'i, "yasalar yetersiz" demiş. 2000'li yıllarda bazı reformlar yapıldı, ama galiba Türkiye Avrupa Birliği sürecine girdiğinden bu yana temel sorun şu; bir yandan reformlar yapılıyor, ama bu reformlar acaba varmak istediğimiz yere götürecek güçte mi? Bunu sorgulamamız gerekiyor. Bazen reform olsun diye reform yapılıyor. Bunların da örnekleri var. Oysa amacımız Avrupa Birliği'ni ikna etmek olmamalı, herhangi bir sınavı geçmek için yapmıyoruz bu reformları, biz bunları esas olarak kendi toplumumuz, kendi düzenimiz için yapıyoruz.
Karar alıcıları zorladığımız ölçüde ancak bazı şeyler yoluna girebiliyor. Ne yazık ki sivil toplum örgütleri günümüze kadar seslerini toplu bir şekilde duyurmakta çok yetersiz kaldılar. Sivil toplum örgütlerinin biraraya gelip koordineli bir şekilde faaliyet yapması gerekiyor. Ortak bir ses çıkartması gerekiyor. Biz biraz bunun zeminini hazırlamak amacıyla yaptık bu kampanyayı. "Kampanyaya katılımcılar ve imzacılar çok olur ve biz hükümete ve meclise gittiğimizde bu imzacıların desteği ile birlikte gideriz" diye düşündük. Eminim sivil toplum örgütleri bu kampanyaya destek gösterecekler.