Sayın okurlar, önceki hafta medyamızda Mercedes otobüslerinin yer aldığı kazada firmanın (otobüslerinin) mahkemece aklandığının üretici firma yetkilileri tarafından belirtildiği yazıyordu. Ben bu yazıda ne o mahkeme kararını ne de firmanın haklı veya haksız olduğunu tartışacak değilim. Anımsarsanız bu mahkeme süreçlerinde sanırım otobüsler için toplatma, yetkililer için tutuklama kararı çıkmış ve o üst düzey yetkililerin önemli bir toplantı için Türkiye’ye giriş yapamamaları gibi sorunlar yaşanmıştı. İşte bu sırada Mercedes firmasının yetkilileri Türkiye’de otobüslerin resmi servislere sokulmadıkları, bir otobüste sigortalara kaldırabileceğinin çok üstünde yüklenildiğinin saptandığı gibi bana göre çok korkunç savlar ileri sürmüşlerdi. Tartışmak istediğim nokta işte budur. Bu giriş ışığında alttaki noktaları veri kabul edebiliriz sanırım.
1) Türkiye’de ulaşım kara yolu temellidir. Her yöne ve edinilebilir bedeller ile hızlı deniz, demir ve havayolu ulaşımı yoktur.
2) Ülkemizde mülkiyeti kendilerine ait otobüs filosu çalıştıran firma sayısı 4 veya 5’tir. Ancak bu firmalarda ağırlıklı olarak belirli güzergahlara belirli sayıda sefer yaparlar. Yani Türkiye geneli karayolu yolcu taşıma pastasından elde ettikleri dilim yolcu sayısı ve güzergah olarak sınırlıdır. Diğer firmalar isim hakkı verirler ağırlıklı olarak. Asıl yolcuyu da bu firmalar çok taşır. Yolcunun sorumluluğu otobüste adı yazan firmada değildir genelde. Zaten kesilen biletin iç veya arka sayfasına bakın, açıkça yazar bu konu. Yani firmanın yolcu ile taşıyan arasında aracı olduğu, sorumluluğun sürücü veya mal sahibine ait olduğu belirtilir.
3) Doğal olarak mal sahibi olası ölçüde çok sefer yapıp, çok yolcu taşımak zorundadır.
Sanırım bu üç maddeye itiraz edemezsiniz. Eğer Mercedes firmasının dediği doğruysa da (ki bana göre de doğru olması kuvvetli olasılıktır) şu anda her yerde yeni facialar yaşanmaması sadece tesadüftür. Bu nedenle trafik yasaları mutlaka hız ve alkol yasağı / kontrolü gibi bence çok yüzeysel konuların yanında temel sorunlara eğilecek şekilde değiştirilmelidir. Örneğin –sanırım bir ara basında göründü kayboldu otobüsler için kara kutu uygulaması getirilmelidir. Yani otobüsün sefer sırasındaki hareketleri kadar teknolojik donanımının
faaliyetleri de kaydedilmelidir.Türkiye’de bir birim zamanda karayolunda otobüs ile taşınan insan sayısı uçak ile taşınan insan sayısından kat kat fazladır. Otobüsün üretici firma tarafından verilen veya sonradan o araca uyumlu olarak takılan ekipman dışında donanım taşıması yasaklanmalıdır. Otobüs üretici firma tarafından belirlenen periyotlarda sadece resmi servislere girmeli ve ekstra sorunlar dışında o periyotlarda yapılması/değişmesi gereken her işin yapılıp/parçanın değişmesi kural olarak konulmalıdır.
Trafik kontrollerinde otobüsün bu işleri yaptığına dair belgeler incelenmelidir. Belgeleri eksik otobüsler trafikten men edildiği gibi taşıyıcı yanında isim veren firmada müşterek ve müteselsilen sorumlu olmalıdır. (Kuşkusuz üretici firmaların da resmi servise girmeyi özendirici fiyat politikaları uygulaması gerekir.) Ancak sonuçta hiçbir şey insan güvenliğinden önemli değildir ve resmi servise girmenin getireceği maliyet artışı bence fiyatlara yansıtılabilir.
Bu olaylar dizininin aslında önemli olan bu noktasının hiç gündeme gelmediğini, işin olduktan sonraki adeta polisiye yanının ön plana çıktığını düşünüyorum. Bu kadar karayolu bazlı bir ülkede bu kadar önemli iddiaların sadece bir gün küçük bir haber olmaktan öteye geçmemesini anlayamıyorum. Şimdi bu cümleyi yazdığım için kendimi de anlayamıyorum.